Başaran: AKPnin mezarlıkları savaş alanına çevirme siyasetine karşı hep beraber ses yükseltelim

Kadın Meclisi Sözcümüz Ayşe Acar Başaran, Diyarbakır'da yaptığı basın açıklamasında son dönemde artan mezarlık saldırılarına değindi. Başaran, kadın milletvekillerimiz ile Kadın Meclisi üyelerimizin de katıldığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

Bütün dünyada bir pandemi krizi ve son günlerde yavaş yavaş normalleşmeye gidileceği söylemleriyle Türkiye’de de karşı karşıyayız. Tabi ki Türkiye’de 'normalleşme nedir' diye düşünmek, normalin ne olduğunu bu süreçlerde tartışmak gerekiyor. Çünkü maalesef özellikle 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana, yani Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin mutlaklaştırılmasından bu yana; AKP - MHP ittifakının Kürt sorununun demokratik yollardan çözmekten vazgeçip, çatışmacı, savaş siyasetini devreye koymasıyla Türkiye’de normaller uluslararası standartlardan, insan onurundan, ahlaktan vicdandan, bütün inançlardan uzak bir şekilde seyrediyor. 

Türkiye'de kötülük sıradanlaştı, cezaevleri mezarlaştı, mezarlıklar savaş alanına çevrildi 

Türkiye’de maalesef uzun bir süredir kötülüğün sıradanlaştığı, normalleştiği bir süreçte, pandemi döneminde de bu uygulamaların devam ettiğini görüyoruz. Özellikle beş yıllık süreçte cezaevlerine muhalifler dolduruldu, cezaevleri bir tecrit alanına çevrildi, cezaevleri mezarlaştırıldı, mezarlıklar savaş alanına çevrildi.  

Pandemi sürecinde bile Kürtlerin en kutsalına el uzatacak kadar düşen bir siyaset var 

Ve maalesef bütün dünya pandemiyle, bir krizle, kapitalizmin yarattığı bir hastalık krizi ile mücadele ederken Türkiye’de AKP-MHP ittifakının yürüttüğü Kürt düşmanı siyaset, Kürtlerin en kutsalına el uzatacak kadar düşen bir siyasetle karşı karşıyayız. Bu pandemi sürecinde de bu yaklaşımından geri adım atmamıştır. 

Bu 5 yıllık süre içerisinde ne oldu diye hafıza tazelersek, hatırlarsınız 2013-2015  arasında Sayın Öcalan’la yapılan görüşmeler neticesinde müzakereler başlamış, Türkiye’de barış ihtimali ortaya çıkmıştı. Türkiye 90’lı yıllarda yaşanan çatışmalarda, faili meçhul cinayetlerde hayatını kaybedenlerin, dağlarda, yol kenarlarında bırakılan cenazelerinin toplanmasıyla mezarlıkların inşa edildiği bir ülkeydi. Varto’da, Lice’de, Dersim’de, Bitlis’te, Şırnak’ta ve bunun gibi daha birçok ilde bu cenazeler bir araya getirilerek, insanların yaslarını yaşayabileceği, insanların acılarını paylaşabileceği, acılarına derman olabileceği bir parça toprağı elde edebileceği olanaklar yaratıldı. Ama maalesef savaş, cenazeler üzerinden, bedenler üzerinden başlatıldı. Bu savaşın Ekin Van üzerinden, bir kadın bedeni üzerinden başlatıldığını, cenazeye işkence yapılarak sosyal medyada paylaşıldığını hepimiz biliyoruz. 

Savaş cenazeler üzerinden devam ettiriliyor

İşte savaşın aslında cenazeler üzerinden devam ettiği, savaş alanının mezarlıklar haline geldiği bu dönemde özellikle Bitlis Garzan’da yine 90’lı yıllarda yaşamını yitirenlerin olduğu, 267 mezarlık yıkılarak ailelerinden kilometre uzağa İstanbul Adli Tıp Kurumu’na götürüldü. Bunun akabinde aileler defalarca başvuru yapmasına rağmen, defalarca kan vermesine rağmen birçoğunun aslında defin ruhsatı olmasına rağmen kime ait olduğu bilinmesine, daha önce tespit yapılmasına rağmen, ailelere cenazeler üzerinden acı çektirmeye devam ediliyor. Düşman hukukuyla, bu 267 cenazenin yüzlercesi hala ailelerine teslim edilmedi. Yine ailelerine teslim edildiğinde maalesef ki son süreçteki uygulamalarda görüldüğü gibi bu cenazelere merasim yapılmasına izin verilmedi. Cenazeye katılan imamlara soruşturma açıldı ya da tehdit edildi. Cenaze namazının kılınmasına izin verilmedi. Cenazelerin belediyelere ait araçlarla mezarlara götürülmesine izin verilmedi. Mezarların kazılmasına izin verilmedi, insanların gidip yakınlarına son görevlerini yerine getirmelerine izin verilmedi. Gidenlere soruşturma başlatıldı. Genel Bilgi Taramalarıyla insanlar mezarlıklara alındı. 

Türkiye’de AKP iktidarı IŞİD uygulamalarıyla mezarlıklara saldırıyor

Bu uygulamalar dünyada tek. Tabi ki tarihte  benzer uygulamalarla karşı karşıya kalındı. Savaşların sonucunda mezarlıklara saldırılar oldu. İşkenceler oldu, mezarlıklar yıkıldı,ama yakın dönemde, 21’inci yüzyılda tek örnek var: IŞİD. Bugün Türkiye’de AKP iktidarı IŞİD uygulamalarıyla mezarlıklara saldırıyor. 

Süleyman Soylu'nun açıklaması işkencenin normalleşmesi olarak tarihe geçti

Yine 90’lı yıllarda çokça cenaze işkence gördü. Cenazelerin kafasını, kulaklarını kesenleri gördük. Ama bunlar devletin derin güçleri tarafından, yapılıyor iktidar hiçbir zaman sahiplenmiyordu. Ama bugün, hatırlarsınız birkaç gün önce Süleyman Soylu’nun açıklamasını dehşetle izledik. Bu da kötülüğün sıradanlaşması, işkencenin normalleşmesi olarak tarihe geçti. Soylu, 'lime lime edilsin ve sosyal medyada paylaşılsın' dedi. Bu, yapılanın itirafıdır. Biz bu süreç içinde onlarca cenazeye işkence edildiğini, cenazelerin parçalara ayrıldığını, sosyal medyada paylaşıldığını gördük. Defalarca suç duyurusunda bulunmamıza rağmen AKP yargısının da bu işkencelere cezasızlık politikasıyla göz yumduğunu, teşvik ettiğini gördük. Yani bu süreç, bir karanlık süreç, 90’lı yıllardaki gibi gizli yürütülen bir süreç değil. Açık işkenceyi, değerlere saldırıyı normalleştiren bir süreçmiş gibi yansıtılıyor. 

Mezarlıkların yıkılmasından, cenazelere işkence yapılmasından bütün toplum sorumludur

Bunun tabi ki iktidar cephesinden bir sonucu tarih karşısında mutlaka olur. Bu uygulamaları yapanlar tarih karşısında lanetlendi. Tarih karşısında hesap vermek zorunda kaldılar. Uluslararası yargı mekanizmaları karşısında hesap vermek zorunda kaldılar. Ama bizlerin de sorumlu olduğunu unutmayalım. AKP iktidarı bunu dillendirirken, bunu aleni bir şekilde gerçekleştirirken bir taraftan kötülüğü sıradanlaştırıp yürüttüğü düşman siyasetini normalleştirirken bir taraftan da toplumda bir kabul oluşturmaya, toplumsal sorumluluğu da bizlerin üzerine atmaya devam ediyor. Mezarlıkların yıkılmasından, cenazelere işkence yapılmasından bütün toplum sorumludur, sessiz kalan bütün kesimler sorumludur.

Diyanet İşleri Başkanına sesleniyoruz: İslam'da mezarlığa, cenazeye saldırı var mıdır? 

Bakın Ramazan ayındayız. İslam alemi açısından en kutsal aydır. Bütün inançlarda ölümden sonra suçun kalmayacağı inancına, uluslararası hukuk kurallarına göre ölümden sonra suç kalmayacağı yaklaşımına rağmen ahlaka, vicdana göre suç olan, günah olan bir uygulama var.  Ama Diyanet İşleri Başkanı belli kesimler üzerinden topluma nefret pompalarken, belli kesimleri hedef gösterirken, fetvalarında düşmanlaştırıcı, nefret söylemi üretirken en yapması gereken şeyi yapmıyor. Diyanet İşleri Başkanı’na sesleniyoruz buradan, daha yüksek sesle de sesleneceğiz: İslam inancında mezarlığa saldırı var mıdır? İslam inancında cenazeye işkence var mıdır? İslam inancında ölü üzerinden aileye işkence var mıdır? İslam inancında ölünün yasını engellemek var mıdır? Dini vecibelerini engellemek var mıdır? Kefensiz, zorla gömülme var mıdır? İşte bugün bu Ramazan günlerinde, bütün toplumda hassasiyet oluşmuşken Diyanet İşleri Başkanı’nın buna cevap vermesi lazım. 

Sessiz kalarak bu suça ortak olmayalım 

Tabii ki sadece İslam inancı değil hiçbir inanç hiçbir ahlak kuralı, hiçbir etik kuralı, hiçbir hukuk kuralı bu saldırıların açıklaması olamaz. O açıdan başta kadınlar olmak üzere bütün toplumsal kesimlere, vicdan sahibi bütün kesimlere bu suça ortak olmamaları için çağrıda bulunuyoruz. Bizi bu suça ortak olmaya çağıranlara, sessizlikle onayımızı almaya çalışanlara, 'biz bu suça ortak olmayalım' diyelim hep beraber. Çünkü bu savaşın bir tarafı işkence, mezarlıklara saldırma, cenazelere saldırma, değerlere saldırmaysa bir tarafı da AKP iktidarının oluşturduğu kadın düşmanı siyaset, halkları birbirine kırdırma siyaseti.  

Çocuğunun mezarı tahrip edilmesin diye nöbet tutan annenin çığlığını yükseltelim

Bu sürecin tamamı savaştır. Savaşa karşı çıkmak barışı örgütlemek aslında bu sürecin karşısında en yüksek sesi söylemek anlamına geliyor. O açıdan buradan bütün kamuoyuna, bütün inanç gruplarına ve inanmayanlara sesleniyoruz: Bu insan onuru, insan ahlakı ve insanlığa sahip çıkmaktır, gelin hep beraber AKP'nin bu insanlık dışı siyasetine, bu savaş siyasetine, birbirimizi ayrıştırma, mezarlıklarımızı ayrıştırma siyasetine, mezarlıkları savaş alanına çevirme siyasetine hep beraber ses yükseltelim. Çocuğunun mezarı başında “ben çocuğumun mezarı tahrip edilmesin diye nöbet tutuyorum” diyen annenin sessiz çığlığını yükseltelim hep beraber. Bu utanç hepimizin olmadan, bu uygulamaların karşısında daha yüksek ses çıkaralım. Çünkü AKP iktidarı, özellikle bu pandemi sürecinde, Muş, Silvan ve Van'daki birçok mezarlığa saldırmaya devam etti. Mezarlığa saldırmak, ailelere cenazeleri kargo ile teslim etmek açıklanamayacak, artık kelimelerin yetersiz kaldığı uygulamalardır. 

Taciz yasasına kadın ittifakıyla çok sert bir şekilde muhalefet edeceğiz

Tabii ki savaş bir taraftan bu biçimi ile yürütülürken bir taraftan da AKP iktidarı kendi ideolojisi, kendi bakış açısına göre inşa etmek istediği sistemde başka bir kanunla Meclis'e gelmeye çalışıyor. Bu da aslında iktidarın yürüttüğü militarist, muhafazakarlaştıran, savaşçı, kadın düşmanı siyasetin bir parçası. Erken yaşta evlilik adı altında getirmek istedikleri taciz yasasıyla aslında kadınları küçük yaşta eve kapatma siyaseti, tacizi-tecavüzü meşrulaştırma siyaseti gün be gün Türkiye’yi içine koydukları bu muhafazakarlaştırma siyaseti bir parçası olarak karşımızda duruyor. Bu, getirmek istedikleri taciz yasasına da en sert biçimde muhalefet edeceğimizi, bunun karşısında bütün kadınlar olarak sesimizi yükselteceğimizi ifade etmek istiyoruz. Bu kanunun geçmemesi için nasıl ki 2017'de çok sert bir kadın ittifakı ile geri adım attırdıysak yine bu kanunun Meclis'te geçmemesi için ortak ittifakla bu mücadeleyi yürüteceğiz. 

Dixwazin bi êrişên li hemberî goristanan nasnameya kurdan tune bikin

Em dizanin ji 2015’an heya îro tifaqa AKP û MHP’ê  li ser nirxê kurdan, li ser rûmeta kurdan dest dirêjiya pêk tîne. Em dizanin ev êrîş ne ji rêzê ne. Ev êrîş bi siyaseta şer ve girêdayî ye. Ev êrîşek bê ehlaq û bê nîzam e. Daxwaziya wan, dîroka kurdan, hebûna kurdan, nasnameya kurdan li ser van goristanan tunebikin. Daxwaziya wan ew e ku me bêrûmetiyê re rû bi rû bihêlin. Daxwaziya wan ew e ku di pêşerojê de li ser minakên wekî Şêx Seîd, Seyîd Riza, dîroka gelê kurd tûne bikin û gelê kurd bê dîrok bihêlin. 

Dive gelê kurd bi yekitiya xwe deng bilind bike 

Li hemberî van êrîşan, dive em gelê kurd bi yekitiya xwe deng bilind bikin. Îro êrîşa ku li Bakurê Kurdistanê li ser goristanan tê pêkanîn, mîna êrîşên ku çeteyên DAÎŞ’ê ya li hemberî Rojava pêk dianî ye. Ev siyaset, ev nêrin ji hev dû dûr nînin. Her dû jî li ser tunekirina gelê kurd, li ser tunekirina gelan, li ser parçekirina kurdan xwe saz dikin û mezin dikin. Ji ber vê yekê dive em wekî gelê kurd xwedî li nirxê xwe, rûmeta xwe, dîroka xwe derbikevin. Ev kesên ji bo pêşeroja gelê kurd berxwedanê, dive em jî xwedî li hebûna wan û navê wan derbikevin. 

Em piştgiriyê bidin wê dayika li ser gora keça xwe nobetê digire

Ji ber vê yekê banga me ji gelê kurd re heye, serî de ji jinên kurd re heye, ku em dizanin di her demê şer, êrîşên giran de jinên kurd pêşengtiya xwe li hemberî vê siyaseta qirêj deng bilind kirine, sekna xwe nîşan dane û kirine ku ev êrîş têk herin. Em bawerin ew dayika me ya ku îro li ser gora keça xwe nobetê digire ku ev gor neyê xirakirin û kişandin, em dikarin bibin dengê wê. Em piştgiriyê bidin wê dayikê. 

Di Roja Dayikan de dayik li ser goristanan nobetê digirin

Çend rojên din Roja Dayikan e. Îro roja dayika be, lê di roja dayika de dayik li ser goristana zarokên xwe nobetê bigire, ev bê rûmetiyek mezin e ji bo me hemuyan. Ev eybek, şermek mezin e ji bo me hemuyan. Ji ber vê dive em xwedî dengê dayika xwe derbikevin û li hemberî vê siyaseta qirêj. Bi hev re em bikin ku ev sîstem û ev êrîş têk here. Em bawer dikin ku di pêşerojê de jiyanek bi hev re û bi rûmet û serbilind saz bikin.

7 Mayıs 2020