Beştaş: Bizim ihtiyacımız demokratik bir cumhuriyettir

Grup Başkanvekilimiz Meral Danış Beştaş'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan Özel Oturumunda yaptığı konuşma:

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 102’nci kuruluş yıl dönümü vesileyle sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen tüm yurttaşlarımızı, Halkların Demokratik Partisi ve şahsım adına saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Her 23 Nisan özel oturumuna dair yaptığımız konuşmalarda, bir hususun altını özellikle çiziyoruz. O da bugünkü meclis gerçekliğini, eksiklikleri olsa da her açıdan aşan, onun ilerisinde olan 1920 meclisi ve çoğulcu yapısıdır. Kayıtlara baktığımızda Lazistan mebusu da Kurdistan mebusu da vardır. Ademi merkeziyetçilik ve temsilde kısmen de olsa adalet prensiplerinin esas alındığı mozaiği 1921 anayasasında görmek de mümkündür.

Meclis'te kendi kimliği ve rengi ile temsilin önü açık odluğundan, ulus milliyetçilik formları henüz esastan hâkim değildir.

Kısaca, geçen yıllar içinde temsil edilmesi gereken halk iradesi ve yaşam için kader birliği adeta iktidarların insafına bırakılarak, eşit yurttaşlık hayalleri hepten gasp edilip bunu takiben merkez yerel dengesi bozulmuştur.

Bu tablo, geçmişin devasa bir yıkıntısı olarak önümüzde tüm yakıcılığı ile durmaktadır.

Değerli Halkımız,

Aradan geçen yüzyıl içinde, bir soru ortada duruyor: Ne değişti? Şüphesiz bizler ve dünya çok değişti. Siyaset, toplum sosyolojisi ve teknoloji dönüştü.

Çok uzağa gitmeden, Blokchain gibi teknolojiler üzerinden gelişen merkeziyetsiz yapılar, sınırları anlamsız kılmakta, ulus devlet ve kapitalizmin tüm ezberlerine meydan okumakta, deyim yerindeyse artık finans kapitali sarsmanın eşiğindedir!

Böylesi bir fotoğrafta, kısa süre önce başlayan Ukrayna işgali ve bu işgal paralelinde yürütülen Atlantik-Pasifik hattındaki kıyasıya satranç oyunları ile NATO’nun dönüşü, kapitalist modernite dediğimiz aygıtın ekonomik-politik tahayyüllerinin neler olacağını bize gösteriyor.

Türkiye, son derece akışkan olan bu küresel değişikliklerden azade değildir.

2023 ile yeni bir yüzyıla girerken bazı siyasi-sosyal ve toplumsal anlayışları ya terk edecek ya da zamanın ruhuna yenilmiş, hikayesini kaybetmiş bir ülke olarak yola geriden, son derece krizli ruh halleri ve bitmek tükenmek bilmeyen eksen kaymaları ile devam edecek.

Şunu söylemek mümkün: Yüzyıllık süre boyunca Cumhuriyet, anti demokratik bir karaktere sahip olmuştur.

Evet, Ortada bir cumhuriyet var ama hem eksiktir hem de demokratik değil.
Ortada sembolik bir demokrasi var ama toplumdan yana değil.
Ortada sorunlar var ama yönetenler görmekten, çözmekten yana değil.
Ortada farklılık, çok seslilik var ama hepsi tehlike olarak görülüyor.
Birçok şey söylemek mümkün ve hepsinin çıktığı tek bir kapı var: İnkâr!
Evet, tüm kimlikler inkara dayalı devlet aklı altında ezildi.
Tüm değerler inkara dayalı siyaset altında görünmez oldu.
Tüm zenginlikler inkara dayalı siyaset altında yoksullaştı.

Görüyoruz, hukuk ve adalet, hiç olmadığı kadar iktidarın komplolarını yürüten yargı sisteminin vesayeti altındadır. Yargı, testere misali, yurttaşlık kurumu başta olmak üzere öteki kimliğe tabi her özneyi devre dışı bırakmaktadır.

Görüyoruz, komploların devlet felsefesi haline getirildiği, küresel risklerin ve değişimlerin okunamadığı, yeni dünya kurulurken yüzyıl öncesinin devlet refleksleri ile hareket edildiği çağ yangınındayız.

Gelinen aşamada iktidar ve küçük ortağının Cumhuriyetin 2.yüzyılına yeni bir inkâr konsepti ile girmeye çalışması tesadüf değildir. Özellikle Aleviler ve Kürtler başta olmak üzere, halklara dönük tahammülsüzlüğün nirvanaya ulaşması, demokratik siyaset yürütenlerin tutuklanması, kadın düşmanlığı, cezaevlerindeki şiddet, şeffaf hale gelen işkence ve milyonların adeta vatandaşlıktan çıkarılmasına dönüşen kayyım rejimi bunun göstergeleridir.

İşte bu kıyametin içinde bizim inandığımız reçete demokratik ulus fikriyatıdır.

Demokratik ulus, tüm bu sosyal, siyasal, ekolojik ve ekonomik krizlere karşı geliştirilmiş toplumcu bir politikanın adıdır. İnançları, halkların birliğini, toplumsal cinsiyeti, özgürlük ve dayanışmayı esas alır. Çok dilli, çok kimlikli, çok inançlı ve çok kültürü içeren, ötekileştirmeyen demokratik bir cumhuriyetin ulus halidir.

Değerli Arkadaşlar,

Biz HDP olarak her şeyin politika ile başladığına inanıyor ve demokrasi, politikanın ahlaki yüzüdür diyoruz. Herkesin diline doladığı, içinde politikanın olmadığı soyut demokrasi değil, toplumsal sorunlara çözüm olacak ‘hakiki demokrasi’ istiyoruz.
Çünkü günümüz dünyasının bayrağı demokrasidir, gençler ve kadınlar bu bayrağın taşıyıcılarıdır.

Bu özel günün ve buradaki hazır bulunanların huzurunda açıkça söylemek isteriz ki:
Demokrasinin bugünkü tanımı, devletin kötüye kullanılmasıdır!

İktidar bloku demokrasiden hazzetmiyor, siyasal muhalefet de demokrasiden korkuyor.
Tam da burada, üçüncü yol olarak diyoruz ki:

Demokrasi, insan özgürlüğünü garanti altına alıyorsa demokrasidir…

Aynı şekilde adalet bizim en büyük amacımızdır. Adaletten yoksun her politika yaşam siyasetinin ihlalidir. Laik, sivil, özgürlükçü ve inanç özgürlüğünü gözeten; farklı kimlik, dil ve kültürleri kapsayan, toplumsal müzakereden yana bir anayasa demokratik bir çıkışın başlangıcı ve ruhudur.

Biz halklar bahçesi HDP olarak kimlikleri yok sayan, bizleri katı tanımlara hapseden, toplumsal sorunlarımızı çözmek yerine daha da kutuplaştıran, kriz ve kaoslarla ayakta kalmaya ant içmiş, doğayı düşman ilan etmiş; hükümetlerin halka değil, halkın hükümetlere hesap verdiği bir cumhuriyet istemiyoruz.

En köklü ve hayati sorun olan Kürt sorununu çözmeyen bir cumhuriyet istemiyoruz. Bizim ihtiyacımız demokratik bir cumhuriyettir. Çünkü bu ülkede Kürtler, Türkler, Aleviler, Sünniler, Ermeniler, Süryaniler, Araplar, Çerkesler, Lazlar, kadınlar, gençler, emekçiler ve en çok da çocuklar kendi geleceğini güvende hissetmiyor. Yarınlarına umutla bakamıyor!

Saygıdeğer Kurul Üyeleri,

23 Nisan’da ne yazık ki çocukların kutlayabileceği bir bayramdan söz edemeyiz. Cezaevlerine atılan, şiddete ve cinsel istismara uğrayan, sokakta, tarlada çalıştırılan, anadilinde eğitim göremeyen çocuklar bu ülkenin kanayan yarasıdır.

TUİK verilerine göre, Türkiye’de ekonomik faaliyette çalışan 720 bin çocuk işçi bulunmaktadır. Nitekim İSİG Meclisine göre kayıt dışı çalıştırılan çocuklar göz önünde bulundurulduğunda çocuk işçi sayısı 2 milyonun üzerindedir.

Spesifik bir örnek vermek istiyorum: İzmir Barosu, 2020 yılında çocuk istismarı suçu için 1.078 avukat görevlendirdi. Bu sayı 2021’de 1.470’e çıktı. Demek ki çocuklar risk altında! Demek ki çocuklar her alanda sorun yaşıyor.

Özellikle vurgulamak gerekiyor: Meclis’in, çocukların yaşam hakkı ve anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere tüm haklarını güvence altına alan bir ortamı yaratmamış olması en büyük demokrasi ayıbıdır. Bu konunun siyaset üstü tutularak parlamentonun adım atması çocuklara karşı tarihi bir sorumluluktur.

Buradan çağrı yapıyorum: Gelin Meclis’te Çocuk Hakları Daimî Komisyonu’nu bir an önce kuralım. İkinci bir adım olarak da Çocuk Hakları Bakanlığı’nın kurulması için yasal süreci başlatalım. Nüfusun üçte birini oluşturan çocuklara dair bir çocuk hakları siyaseti yoktur.

Biz, çocukların istismara uğramadığı, yoksulluğun kader kılınmadığı, sağlıklı şartlarda eğitim ve barınma hakkından faydalanabbilinecek bir ülke istiyoruz.

Yüzyıl önce bugün çocuklar için bayram olarak hayal edilmişti, 102 yıl sonra bunun hala neden bayram olamadığını tartışmak acı vericidir.

Bayram olarak açılan bir meclisin, bugün işlevsizleştirilen, sıradan bir binaya çevrilme hikayesine dair söz kuruyoruz. İşte ülkenin özeti…

Bizler silahlara her dakika milyon dolar harcayan ve her dakika yüzlerce çocuğu açlıktan ya da iyileştirilebilir hastalıklardan öldüren bir dünyaya ve bu sisteme hayır diyoruz.

Bir çocuk mamasına erişemediğimiz bu zalim zamana hayır diyoruz.
Hiçbir yere varmayan yürüyen merdivenlerle övünenlere, kitapsız kütüphaneler, çocuksuz kreşler ve eğitimsiz üniversiteler açanlara, nehirsiz köprü yapanlara, kendinden olmayan herkesi düşman gören ve bir ayakkabı kutusundan rejim yaratanların karşısındayız.

Biz, yaşamın önüne tecridi koyanlara hayır diyoruz.
Denir ki; affı olmayan yegâne günah umuda karşı işlenendir.
Bu ülkedeki çocukların umudu ile oynayan bu günahkâr sisteme hayır diyoruz.

Ezilen halkların düşünürü Fanon, lösemi olup gencecik yaşında ölmeden önce şunu der:
“Önemli olan inandığımız fikirler için elimizden gelenin azamisini yapıp yapmadığımızdır. Eğer en başta bir amacın hizmetkarı değilsek, halkın adalet ve özgürlüğünün sevdalısı değilsek, yeryüzünde bir hiçiz demektir.”

Burada çok önemli bir tespit var: Yaşamı belirleyen husus, çabalarımızdır, döktüğümüz terdir. Bizler, yaptıklarımızdan ibaretiz.

Evet, biz bu bilinç ile yüzyıldır direniyoruz.
İnce Memed’in Çukurova’dan seslendiği gibi: “Direnmek haktır…” diyoruz.
Direnmeye, iyi ve doğru olanı bulmaya devam edeceğiz.

Genel kurulu saygıyla selamlıyorum.

23 Nisan 2022