Beştaş: Tecrit uygulanmazsa barış olacak, barış olursa mafya düzeni yıkılacak

Grup Başkanvekilimiz Meral Danış Beştaş, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu:

Kapatma davası iddianamesini partimize ve medyaya vermediler

Bildiğiniz üzere HDP hakkında ikinci defa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa Mahkemesi’nin iade kararından sonra tekrar bir iddianame hazırlayarak Anayasa Mahkemesi’ne gönderdi. Ve kamuoyunda çok tartışıldı. Başsavcı “Elimizden geleni yaptık” dedi. Bu ne demek? Bu aslında çok tartışılacak bir mesele. Şunu söylüyor mealen; “Biz ne yapalım, bize kapatma davası açın dediler, siyaset sürekli bu konu üzerinden bize baskı yapıyor, Yargıtay'a baskı yapıyor. Elimizde yeterince delil, bilgi ve veri de yok ama biz yine de elimizdekileri derledik toparladık olmayanları da yarattık ve bu kapanma davasını açtık. Yani halk diliyle ‘Benim adım Hıdır, elimden gelen budur’ dedi. Bu kez farklı bir şey yaptılar ve ilginç bir şekilde yandaş medyaya da iddianameyi servis etmediler ve Anayasa Mahkemesi'ne de “İddianameyi HDP’ye vermeyin diyerek” bir talimat verdiler. Bu nedenle ikinci iddianame ile ilgili bizim elimizde herhangi bir bilgi ve veri olmadığını peşinen söyleyeyim. Ama tabi ki bu iddianamenin bir iddianame olmadığını ve olamayacağını söylemek için okumaya da gerek yok. Çünkü biz parti olarak neler yaptığımızı gayet iyi biliyoruz. Demokratik siyasete yönelik tutumlarımızı, kararlarımızı ve fiillerimizi gayet iyi biliyoruz. 21 Haziran’da AYM Genel Kurulu raportörün raporu üzerine ilk kararını açıklayacak. Dün Eş Genel Başkanımız da söylemişti; Raportörden tek beklentimiz hukuka uygun, Anayasa'ya uygun bir rapor düzenlemesidir. Biz onlar gibi yargıya baskı ve çağrı yapıp namus kavramlarıyla, tehditlerle ve şantajlarla bir çağrı yapacak durumda değiliz. Biz kendimize güveniyoruz, tek isteğimiz hukukun gereğinin yerine getirilmesidir. 

Bu dava 7 Haziran’ın intikamıdır 

Peki Cumhurbaşkanı ne dedi? Her şeyden önce bu bir 7 Haziran davasıdır. Çünkü hemen akabinde, bir gün sonra Cumhurbaşkanı ne dedi? “7 Haziran karanlık bir senaryodur, bunu unutamayız dedi”. Aslında 7 Haziran’da davayı açtırmakla ve iddianamenin 7 Haziran’da AYM’ye  gönderilmesiyle 7 Haziran’nın intikamının alındığını ve bu tarihin bir tesadüf olmadığını en üst düzeyde ilan etmiş oldular. Bu bir sır değil zaten. AKP’nin tarihlerle ciddi bir işi var ve tarihlere çok özen gösteriyor. Demirtaş ile ilgili davayı 6-8 Ekim’e veriyor, Kaftancıoğlu ile ilgili davayı Gezi Direnişi’nin olduğu tarihlere veriyor ya da benzer tarihlere dair kendilerince özel bir ajandaları var. 

Bu dava siyasi bir davadır 

Bu dava tabiki siyasi bir dava. Her türlü tartışmadan ari siyasi bir davadır. Aylardır küçük ortak çağrı yapıyor, büyük ortakla birlikte gereğini düşünüyorlar, tartışıyorlar, karar veriyorlar ve yaptırıyorlar. 7 Haziran’ı ‘karanlık senaryo’ olarak ilan edenlere bir cevabımız var. Asıl karanlık dönem 8 Haziran ile 1 Kasım arasıdır. O karanlık hala aydınlatılmadı. Ne olmuştu? Suruç’ta bir katliam, 10 Ekim’de Ankara’nın göbeğinde bir katliam yaşanmıştı. HDP’yi parlamentoya sokmamak için karanlık senaryo o zaman devreye girmişti. Karanlık dönem o zaman yaşandı. 

7 Haziran demokrasinin önünü açan bir meşaledir 

Bunun aksine 7 Haziran Türkiye’de aydınlık bir gün ve umudun büyüdüğü bir gün olarak olarak hafızalarımızda yerini aldı. 7 Haziran, demokrasinin önünü açan bir meşaledir. Şu anda bu yargı ‘karanlık senaryo’ denileni bize aynı gün dava açtıkları halde  8 Haziran ile 1 Kasım arasında yaşanan katliamları soruşturmuyor, aydınlatmıyor ve bu karanlık sürecin açığa çıkmaması için elinden geleni de yapıyor. Bu dava HDP’yi siyasetin dışına çıkarma, siyasetten yasaklama davası olarak önümüzde duruyor ve yargı burada kullanılan bir mekanizma halindedir. Tamamen yargıyı arka bahçe olarak görenlerin kullandığı bir sistemin adıdır. 

Ellerinden gelse 7 Haziran 2015’i takvimden çıkaracaklar 

HDP sadece bir parti değildir, diğer partiler gibi değildir, bizi diğer partilerden ayıran çok önemli farkımız vardır. Her şeyden önce halklarımızın kalplerinde ve zihinlerinde yeni yaşam umududur. 7 Haziran’da ‘Büyük İnsanlık’ diyerek yola çıktık ve bu yolda adım adım ilerliyoruz. 7 Haziran ve HDP halklarımızı karanlık girdaptan çıkaran bir düşünce ve inançtır. HDP’yi görenlerin bir 7 Haziran sendromunu yaşadıklarını biliyoruz. Başta AKP bunu çok derinden yaşıyor. Daha çok 7 Haziran görecekler. Onlara daha çok 7 Haziranlar yaşatacağız. Ellerinden gelse 7 Haziran 2015’i takvimden çıkaracak kadar afallamış durumdalar. Halk da 7 Haziran’ı unutmadı. Yaptığımız çalışmaların tamamında bunu görüyoruz. Bu dava sadece 7 Haziran davası değildir. Bu dava aynı zamanda Türkiye’yi kapatma davasıdır. HDP’yi kapatmak demek barışı, adaleti, demokrasiyi, bu arayışların tamamını ve mücadelesini kapatma çabasıdır aynı zamanda. Bu mücadeleleri demokratik siyasette ilerlenen yolu kapatma amacındadırlar. Fakat bunu kesinlikle başaramayacaklar. Bu konuda halkımıza, halklarımıza, Türkiye yurttaşlarına söz veriyoruz. 7 değil, 70 Haziran da geçse, kesinlikle bunu başaramayacaklar.  

Kumpas davalarının arkasına sığınmayın 

Biz tabiki işimize bakacağız. Biz toplumsal ittifaklarımızı daha da büyüterek yolumuza devam edeceğiz. Barış, adalet, özgürlük ve demokrasi mücadelemizi bir an bile sendelemeden yürüteceğiz. Cesaretleri varsa bu karanlık senaryo peşinden koşanların, HDP’yi kapatma tehdidiyle bizi yolumuzdan döndüreceklerini sananlara açık çağrı yapıyoruz; Kobanî Kumpas davalarının ve benzeri davaların arkasına sığınmayın. Hodri meydan, siz de siyaset yapıyorsunuz, biz de siyaset yapıyoruz, siz de siyasi partisiniz, biz de siyasi partiyiz. Çıkın alanlarda düşüncelerimizle, fiillerimizle ve aldığımız halk desteğiyle bu rekabeti yürütelim. Siyaset bir rekabet aracıdır aynı zamanda. Partiler birbiriyle rekabet eder, daha fazla destek almak için halka düşüncelerini anlatır. Siyaset bir intikam aracı değildir. Yenilenin kendisini yenen partiyi, yargıyı kullanarak kapatma tehdidinde bulunması hiç değildir. 

Biz HDP’nin kesinlikle bir fikriyat olarak, bir düşünce olarak, bir mücadele olarak ve tabiki milyonlarca insanın iradesi olarak kapatılamayacağını bir kez daha söylüyoruz. 

Yürütülen siyasetin tek amacı bu mafyatik düzeni sürdürme çabasıdır 

Başka bir mesele var tabii ki; Bu düzenin adı ne? Kapatma davaları, Peker’in ifşaatları, HDP’nin kapatılması davası, var olan antidemokratik uygulamalar ve Türkiye’nin içinde bulunduğu girdabın adı ne?  Bu iktidar bloğunun bekası meselesidir. Şu anda yürüttükleri siyasetin tek amacı bu mafyatik düzeni sürdürme çabasıdır. Mafyatik düzene ilişkin oluşan suç başlıklarını sizinle paylaşacağız. Ama ondan önce şöyle bir mesele de var; Bu mafyatik düzeni ayakta tutmak için yapmadıkları şey kalmadı. Ne yapıyorlar? Bütün Türkiye cezaevlerinde işkence var, ölüm var, zulüm var, hak ihlalleri var ve tecrit var. Cezaevlerinden her gün yüzlerce mektup alıyoruz. Dışarıdakileri içeriye atmak için, içeridekileri de ceza ile susturmak için, insanlık dışı koşullarda yaşatmak için var olan düzen devam ettirilmeye çalışılıyor. 

Tecrit uygulanmazsa barış olacak, barış olursa mafya düzeni yıkılacak 

202 gündür Türkiye’nin birçok cezaevinde onbinlerce insan açlık grevinde ve bu bir kısım muhalif medya dışında haber bile olamıyor. Neden tutuklular açlık grevi yapıyorlar? Çünkü cezaevlerinde başka bir araçları yok. Sokağa çıkma sesini duyurma, basına konuşmak gibi bir imkanları yok. Talep ne? Cezaevlerindeki koşullar düzelsin, tecrit kalksın. İmralı Ada Cezaevi’ni günlerdir, aylardır, yıllardır anlatıyoruz. Ama bunun anlamını Türkiye yurttaşlarına anlatmak bizim boynumuzun borcudur. Bu tecrit neden uygulanıyor? Savaşı devam ettirmek için, bu mafyatik düzene güç vermek için, barış taleplerini bastırmak için ve Türkiye yurttaşlarının gerçekleri öğrenmemesi için bu tecrit devam ettiriliyor. Tecridin diğer adı şu; tecrit olmazsa ne olur? Barış sesleri yükselir, barış umudu oluşur, Türkiye’de herkes düşüncelerini özgürce konuşabilir. 

Türkiye'de toplumun yüzde 70'i barışı destekledi 

Biz bunu iki buçuk yıl boyunca deneyimledik. Türkiye’de toplumun yüzde 70’i barışı destekledi. Ama şu anda iktidardaki blok savaş politikasını bu ülkeye dayatıyor. Çünkü tecrit ve savaş birbirini besleyen ve destekleyen iki uygulama olarak önümüzde duruyor. Tecrit neden uygulanıyor? Çünkü tecrit uygulanmazsa barış olacak, barış olursa mafya düzeni olamaz, daha şeffaf olur herşey ve yönetim halka hesap vermek zorunda kalır o zaman. Savaş, vatan, millet ya da mermi fiyatları ile bu halkı daha fazla kandıramaz. Bu yüzden tecrit uygulanıyor.   

Onların bekası bu yalan siyasetini ve savaş politikasını devam ettirmeyi gerektiriyor 

Beka dediğimiz mesele nedir? Gerçekten inananlar var. Çünkü Türkiye yurttaşlarına verilen bilgi bu. Sabahtan akşama kadar televizyonlarda aynı nakaratı dinliyorlar. Ülkemiz bölünüyor, vatan bölünüyor diyorlar. Böyle birşey yok. Kimsenin bu ülkeyi bölme gibi bir derdi yok. Bu ülkede Kürt yurttaşlar eşit ve özgür koşullarda yaşamak ve kendi dilini kullanmak istiyor. Herkes gibi onlar da bu ülkenin yurttaşlarıdır. Ama tabii ki onların bekası bu yalan siyasetini ve savaş politikasını devam ettirmeyi gerektiriyor. 

Savaş politikasından vazgeçilirse ekonomi düzelecek 

İktidarın bekası demek 750 milyon dolar demek. Bunların Ziraat Bankası’nın Demirören’e verdiği krediyi biliyoruz. Beka demek 128 milyar dolar demek, 10 milyon eurolar demek, 10 bin dolarlık rüşvetler ve tatiller demek, beka demek kara para aklanması demek, beka demek kamuda çoklu maaş sistemi demek. Onların beka dediğinin kesinlikle bu ülkenin yurttaşlarıyla ve bu ülkenin geleceğinin korunması ile hiçbir ilgisi yoktur. Bir kez daha tekrarlıyoruz, cezaevlerindeki hak ihlallerine, Kürt sorununda savaş politikasına son vermek sadece Kürt halkının yararına değil, Türkiye’deki 84 milyon yurttaşın yararınadır. 

Tecridi kaldırın, barışın önünü açın 

Bir kere bu savaş politikası biterse zenginlik artacak, ekonomi düzelecek, insanlar kendini güvende hissedecek, her gün ‘çocuğumun ölüm haberini alır mıyım’ diye annelerin uykuları kaçmayacak. Bu nedenle tecridi kaldırın, barışın önünü açın ve Kürt sorununda demokratik çözüme şans verin. 

Tweetlere soruşturma açan yargı ağır suçları görmezden geliyor 

Diğer bir mesele de tabiki Peker’in ifşaatları. Yargıya bir liste vermek istiyorum ben. Şu ana kadar hani kapatma davası açan var ya, Kobanî’de Kumpas Davası açan yargılar, tweetlere soruşturma açanlar, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanan gazetecileri kıskaç altına alan yargılar, şu ağır suçları nasıl görmezden geliyor. Haftalardır ifşaat yapılıyor. Size sayayım;  

Kasten insan öldürme  TCK 81, kasten yaralama TCK 86, işkence TCK 94, işkence TCK 102, tehdit TCK 106, şantaj TCK 107, kişiler arası konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması TCK 133, mala zarar verme TCK 151, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması TCK 170, uyuşturucu ticareti TCK 188, suç işlemek için örgüt kurmak TCK 220, irtikap nüfuzu kötüye kullanma TCK 250, rüşvet TCK 252, nüfus ticareti TCK 255, görevi kötüye kullanma TCK 257, göreve ilişkin sırrın açıklanması TCK 258, kamu görevlisinin ticareti TCK 259, iftira TCK 260, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi TCK 279, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme TCK 281, suçluyu kayırma TCK 283,  adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs TCK 288, silah sağlama TCK 215, silah kaçakçılığı, imalatı ve nakledilmesi 6130 sayılı kanunun 12. maddesi. 

Bunlar, bizim Peker’in ifşaatlarından ilk elden tespit ettiğimiz suçlar. Savcılar yorulmasın verdiğimiz maddelerin tamamı doğrudur. Mevzuattan alınmıştır, bunlara uygun şu ana kadar neden bir işlem yapmadınız. HDP’yi talimatla ve elinizden geleni yaparak siyaset dışına atarak alelacele dava açtınız da bütün dünyanın konuştuğu bu suçlara ilişkin neden kılınızı kıpırdatmıyorsunuz? 

Prompter bozulacak siz de yarı yolda kalacaksınız 

Yargı mensuplarına da sesleniyorum; Referans almanız gereken yerler prompter değildir. Önünüzdeki Anayasa’ya, TCK’ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve diğer belgelere bakın. Emin olun, yoksa siz de bir süre sonra tripodların peşine düşeceksiniz. Bundan hiçbir kuşkumuz yok. Yakında bu tripodlar size de lazım olacak. Örttüğünüz suçlar ortaya çıkıyor, çıkmaya devam edecek. Türkiye’nin toplumsal hafızası hakikaten çok güçlüdür. Bunlar 100 yıl da geçse, 10 yıl da geçse, 50 yıl da geçse unutturulamaz. Prompter bozulacak. Zaman zaman da bozuluyor. Biliyorsunuz prompterdan okuyanlar nasıl büyük hatalar, sürç-i lisanlar yapıyor, farklı farklı kavramlarla. Siz de yarı yolda kalacaksınız. 

Peker’in iddialarıyla ilgili tek bir yalanlama duydunuz mu? Ben duymadım. 

Diğer bir mesele, bu çok tartışılmadı galiba, Peker’in iddialarıyla ilgili sizler de basın mensubusunuz tek bir yalanlama duydunuz mu? Ben duymadım. Dikkatle hepimiz takip ediyoruz. Tek bir Allah’ın kulu iktidar bloğundan ne MHP’den ne AKP’den çıkıp “Bu doğru söylemiyor” demedi. “Bizim bunlarla kaybedecek zamanımız yok” diyorlardı. Şimdi hakikaten ne yapıyor iktidar medyası ve yargı? Peker’in ifşaatlarını kapatmak telaşındalar. Başka gündemlerle kapatmak istiyorlar. Evet, Cumhurbaşkanı “Bunlarla kaybedecek zamanımız yok” demişti. Ya hakikaten şaşkınız. Birlikte iş yapmaya zamanınız vardı, sizin adınıza mitingler yaptığında zamanız vardı. Ona iş insanı ödülü verildiğinde zamanınız vardı. Herkes ile boy boy fotoğrafları var, zamanınız vardı. Türkiye’de iş tutmadığı ne yargı, ne iş dünyası, ne medyadan kişi kalmadı zaman vardı ama bu ifşaatları soruşturmaya zaman bulamıyorsunuz. 

Türkiye’de 84 milyon yurttaşın hergün aklıyla alay ediyorsunuz 

Siz daha ilkokuldayken yapılan havaalanını “biz yaptık” diyorsunuz ama mafya düzenini inkar ediyorsunuz. İfşaatları reddedemiyorsunuz sadece “zamanımız yok” diyorsunuz ve bizim buna inanmamızı bekliyorsunuz. Aklımızla alay ettirmeyiz. Siz Türkiye’de 84 milyon yurttaşın her gün aklıyla alay ediyorsunuz.  Şimdi kim inkar etti. Hiç kimse inkar etmedi. Getirsin AKP’nin sözcüleri, yetkilileri biz bunu inkar ettik desin. Hodri meydan. Aksine “sunduğumuz belge de budur” desin. Ben burdayım, Meclis’teyim, milletvekiliyim. Grubumu temsilen bunlara cevap verecek yerdeyim. 

Kabul edenler kim? Ya Süleyman Soylu iki defa televizyona çıkıp, tedbir yoluyla ikrar etti. Bunları reddetmedi. Tersine, ikrar etti. Hükümeti suçladı, eski bakanları suçladı. Ne dedi ayrıca “10 bin dolar maaş alan siyasetçi” dedi. Aslında bunların tamamı teyit niteliğindeydi. Esat Toklu, istinafta bölge mahkemesi başkanı, “ben sadece zengin değilim, yargının yüzde 25’i aynı servetten daha fazlasına sahip” dedi. Bu servete sahip olduğunu kabul etti. Sonra da müteahhitlerin hangi otellerde doğum günü partisine çıktığı televizyonlarda çarşaf çarşaf gösterildi. 

HDP’ye saldırarak, iktidar ve mafyaya yaranan tiplerdi 

Ya Meclis Başkanı mektup yazdı, bundan ötesi var mı? TBMM Başkanı, İçişleri Bakanlığı'na mektup yazdı. “10 bin dolar alan siyasetçi kimdir” dedi. Hala bu mektuba yanıt verilmedi. Türkiye’yi Paramount Otel’den yönetmişler. Hergün çarşaf çarşaf delil çıkıyor. Kim yok o otelde? Bizler ve vatandaş dışında herkes var orda; Mafya var, yargı var, basın var, siyasetçi var. Herkes o otelde ve herkes bu mafyatik düzenin devamına katkı sağlıyorlar. Nasıl? Çıkar elde ederek. Hani o Veyis Ateş var ya - hani o TV’de “terörle arasına mesafe koymayanları biz ilke olarak yayınlarımızda yer vermeyiz” diyen var ya-  işte parayla o sözleri söylüyorlardı. Paranın gücü ile yıllardır bu halkı kandırıyorlar. HDP’ye saldırarak, iktidar ve mafyaya yaranan tiplerdi. Onlar gazeteci olamazlar. Yani öyle bir aşamaya geldi ki, AA muhabiri bile bıçak kemiğe dayandı, sormak istediği soruyu sordu ve sonra görevden alındı. 

Yandaş medya milyon euroları halka yalan haber yapmak için kullanıyor 

Şimdi bu medya mensupları arkadan neler çevirmişler, tek tek dökülüyor. Yandaş medya yıllardır, HDP ve Kürt düşmanlığı karşılığında milyon eurolar kazanarak işlerine devam etmişler. Bunlar basın mensupları değil, euro mensuplarıdır. Bunlar sadece paralarını biliyorlar. Bize cevap hakkı bile vermeyenler, halkı aldıkları milyon eurolar karşılığında aldatma yolunu tercih ettiler. Ama hiçbir şey gizli kalmaz. İki kişinin bildiği sır değildir. Veyis Ateş’ler de Toklular da diğerleri de tek tek bunun hesabını verecek ve basın bu paraları bu yalanları söylemek için alıyor. Açık söylüyorum; Yandaş medya bu milyon euroları halka yalan haber yapmak için kullanıyor, bu mafyatik düzenin bir parçası olarak bu ülkede iktidar yargı ve basın el ele hakikatleri örtmeye çalışıyor. Kürt düşmanlığını, emek düşmanlığını, Alevi düşmanlığını ve kadın düşmanlığını köpürterek iktidar yanlılığını her gün tekrarlıyor. 

Ziraat Bankası, Demirören'e yalan atsın diye 750 milyon dolar veriyor 

Son olarak, ekonomi her zaman olduğu gibi çok vahim bir tabloda seyrediyor. Bir yandan maden arama sahaları diğer yandan yüzyılın kuraklığı kapıda, çiftçiler çok zor durumda. Ziraat Bankası çiftçiye para vermek yerine, Demirören’e yalan atsın diye 750 milyon dolar veriyor ama çiftçiler açlıktan kırılıyor. Bu konuda Ziraat Bankasının vermiş olduğu kredilerin geri ödenmemesine ilişkin derhal soruşturma açılmalıdır. Çiftçilerin borçları sebebiyle haczedilen bütün gayrimenkul ve taşınmazları üzerindeki icra tedbirleri kaldırılmalıdır. İşçiler ve çiftçiler Demirören’den daha temiz değiller mi? Daha çok hak etmiyorlar mı? Çiftçiler kendilerinin ve ailelerinin karınlarını doyurmaya çalışıyorlar.

16 Haziran 2021