Buldan: HDP, faşizm ve zulüm ortamında umut vaat etti

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan'ın JinNews'e verdiği röportaj:

2021’i geride bırakırken, Türkiye siyasetinin bir yılını değerlendiren HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Böyle bir zulüm, faşizm ortamı var, pandemi gerekçe gösterilerek insanların sokağa çıkmasını engelleyen bir anlayış var. Ama engellere rağmen HDP alanlardaydı. HDP Türkiye toplumunun, her kesimin yanındaydı. Sel felaketinde Karadeniz’deydi, orman yangınlarında Antalya’daydı, kayyımlar meselesinde Kürtlerin yanındaydı. HDP 2021 yılında Türkiye toplumuna bir umutta vadetti” ifadelerini kullandı.

AKP-MHP’nin politikaları sonucu derinleşen kaos, siyasal, sosyal ve ekonomik krizin de etkisini artırmasına neden oluyor. Krize ve erken seçim çağrılarına rağmen, iktidar ülkeyi uçuruma götüren politikalarında ısrarcı. AKP’nin tecrit, şiddet, yoksulluk karşısındaki sessizliğine muhalefet, halklar, kadınlar ses çıkararak tepkisini gösteriyor. Bu kapsamda AKP-MHP karşısında muhalefet partilerinin ittifak temelinde temasları sürüyor.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Türkiye’nin yaşadığı siyasi kriz, AKP’nin savaşta diretmesi, hak ihlalleri, erken seçim çağrıları ve daha birçok konuya dair sorularımızı yanıtladı.

Tecridin derinleştirildiği 2021 yılı savaşın, şiddetin yükseldiği, bunun karşısında direnişin de büyüdüğü bir yıl oldu. 2021 nasıl geçti?

2021 yılı Türkiye toplumu açısından da çok krizli bir yıl oldu ama Kürtler açısından da krizli bir yıldı. 2021 yılında Türkiye zaten yönetilemeyen bir ülkeydi, 2021 yılında ekonomik krizle, pandemi sürecinin iyi yönetilememesi bazı sosyal krizlerin yönetilememesi ile birlikte hükümetin, iktidarın ülkeyi yönetemediği çok açık ortaya çıktı. Açıkçası Kürtler açısından da bunu ifade etmekte fayda var. Kürtler açısından da bu yıl, çok büyük beklentilerin ama bu beklentiler ile birlikte AKP hükümetinin Kürtlere yönelik saldırılarının ve Kürtleri tasfiye etmenin, demokratik siyasetin dışına itmenin yöntemlerinin çok daha yoğunlaştığı bir dönem oldu. Kürtler açıkçası geçmiş dönemlerde bu tür krizlerle karşı karşıya kaldı ama en büyük krizle bu dönem karşılaştı. Pandeminin başlamasıyla birlikte aslında HDP, HDP’li belediyeler, siyasetçiler büyük baskı altına girdi. HDP’li belediyelere pandemi dönemi gerekçe gösterilerek ya da fırsat olarak değerlendirildiği gibi kayyımlar atandı. Bu aynı zamanda demokratik siyasete bir müdahaleydi. Hem de Kürtlerin kendi içerisindeki dayanışmasını, diğer halklarla buluşmasını engelleyen bir anlayışla karşı karşıya kaldık. 2021’de Türkiye’nin siyaseti ve yönetimi açısından büyük bir kriz yaşandı. İşçisi, Kürt’ü, emekçisi, kadını ayrı bedeller ödedi.

Bu dönem açısından büyük şeyler yaşandı. Kadınlar açısından; İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ile tam anlamıyla kadınlara dönük bir müdahaleydi. Kadınların yıllardır yaşamış olduğu taciz, tecavüz, baskı, katliam gibi meselelerin yüzleşmesi oldu. Sadece kadınların değil, muhalif kesimlerin, AKP’nin yanında durmayan her kesimin 2021 yılında ödediği büyük bedeller oldu. Sadece bir bedel meselesi olarak bakmamak lazım. Her şeye rağmen muhalif kesimler, başta Kürtler, HDP sokaklarda da oldu. Halklarla bir araya geldi. Bunu her türlü engellemeye karşı yaptı. Karşımızda büyük bir engel var, HDP’nin halklarla buluşmasını istemeyen ve bunu engelleyen bir iktidar anlayışı olmasına rağmen halkın yanında olmaya devam ettik. Özellikle yaz aylarında, gitmediğimiz yer, dokunmadığımız insan, temas kurmadığımız kimse kalmadı diyebilirim. Bu insanlara büyük bir moral verdi buda önemliydi. Böyle bir zulüm, faşist ortam var, pandemi gerekçe gösterilerek insanların sokağa çıkmasını engelleyen bir anlayış var. Ama engellere rağmen HDP alanlardaydı. HDP Türkiye toplumun, her kesimin yanındaydı. Sel felaketinde Karadeniz’deydi, orman yangınlarında Antalya’daydı, kayyımlar meselesinde Kürtlerin yanındaydı. HDP 2021 yılında Türkiye toplumuna bir umutta vadetti. 2021 yılı bu iki şekilde değerlendirmekte fayda var.

Çalışmalarınız boyunca “adalet” vurgusu yaptınız ve bu temelde kampanyalar yürüttünüz. Türkiye’de de adaletsizlik üzerine Emine Şenyaşar’da da olduğu gibi adalet arayışları sürüyor. Bunlar karşısında toplumun temel ihtiyaçlarından biri olan adalet nasıl sağlanır?

Türkiye’de adaletin olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Yaşanan çok somut şeyler var, Emine Şenyaşar ailesi olmak üzere. Roboskî Katliamı’nın 10’uncu yıl dönümü. Yine cezaevlerinde yaşanılan hak ihlalleri ve oradan çıkan cenazeler. Hasta tutukluların yaşamlarını yitirmesi ve aynı zamanda cezaevlerinde başlı başına yaşanan hak ihlalleri. Bütün bunlar başlı başına Türkiye’de adaletin olmadığını çok net gösteriyor. Çünkü bu iktidarın özellikle son zamanlarda, adalet, demokrasi, hukuk adına hiçbir şey bırakmadığını yakından görüp tanık oluyoruz. Adalet talebi yalnız bir kesimin değil, Türkiye toplumunun tamamının söylediği ve istediği bir mesele. Bu adaletsizlikten yalnızca HDP yada HDP’liler değil, aslında Türkiye’de her kesim şikayetçi. Adaletin olmadığı bir ortamda sadece Kürtler mağdur olmuyor, sadece HDP’de olmuyor. Gün gelir bu adaletsizlik başkalarını da vuruyor. Dolayısıyla adalet talebinin HDP kesimi ya da Kürtler tarafından değil, Türkiye toplumun tamamının sahip çıkması gereken bir mesele. Çünkü bu iktidar adaletsizliği uygularken, insan ayrımı yapmadan uyguluyor. Buradan bütün kesimler mağduriyet yaşayabiliyor. Bugün biz yaşıyorsak, yarın başka kesimler yaşayabiliyor. Örneklerini çokça sıralayabiliriz ama adaleti sahiplenmek ve istemek sadece HDP’nin işi ve talebi olmaktan acilen çıkmalı. Adalet meselesi üzerinde Türkiye kamuoyunun çok duyarlı olması gerekiyor.

Sizin de sıkça belirttiğiniz gibi, toplumsal sorunların temelinde yatan bir İmralı tecridi gerçekliği bulunuyor. Ağırlaştırılarak devam eden İmralı tecridi ve bunun topluma yansımasına dair neler söylemek gerekir?

Açıkçası toplumda büyük bir öfke var. Bütün bu öfke özellikle İmralı cezaevinde başlayan diğer cezaevlerine ve toplumun tamamına sirayet eden bir mesele olarak ele almak gerekiyor tecritti. Fakat en derin ve en acımasızı İmralı cezaevinde yaşanılıyor. Çünkü geçen bayramdan itibaren herhangi bir görüşme yapılmıyor. Türkiye’de çıkarılan yasaların bile iktidarın kendi eliyle yok saydığı bir mesele haline geldi. Bu yasaları biz çıkarmadık, bu yasalar var ama var olan yasalar işletilmiyor. Bu kime yapılıyor? Sadece İmralı cezaevine şimdilik yapılıyor ama giderek daha çok yaygınlaşan ve derinleşen bir hal aldı. Tecrit ne demektir? İzole etmek demektir. Bir insanı bulunduğu yerde hiçbir iletişim kanalları olmadan kendisiyle baş başa bırakmak bir insanlık suçudur ve ihlaldir. İmralı cezaevinde Sayın Öcalan ve yanındaki arkadaşlarına bütün bunlar uygulanırken, AKP kendi yasalarını çiğniyor. Avukat görüş hakkı kim olur olsun, bütün tutukluların ve hükümlülerin kullanacağı bir haktır. Aile görüşü ve telefon hakkının bütün tutuklu ve hükümlülerin kullanacağı haklar arasında. Ama uzun bir süredir İmralı cezaevinde hem Sayın Öcalan’a hem de diğer üç kişiye de uygulanmıyor. Bu Türkiye toplumunda bir öfkeye, bir karşı çıkışa nedendir. Biz acilen bu tecrittin ortan kaldırılması gerektiğini her zaman söylüyoruz.

Tecrit bir insan hakları suçudur ve Türkiye’de bu suç işleniyor. CPT’nin raporlarına rağmen avukatlar ve aile görüşleri gerçekleşmiyor. CPT en son yayınladığı raporunda da bir hak ihlali olduğunu tespit etmiştir. İmralı cezaevinde Sayın Öcalan ve diğerlerinin avukat ve aile görüşlerine dair bir rapor var ama bu rapor bile bugün AKP iktidarı tarafından yok sayılıyor. Buna bağlı olarak Sayın Öcalan’ın avukatları tarafından AİHM’e bir başvurusu var. AİHM’in vermiş olduğu kararda da bir gerçeklik var ama AİHM kararları da İmralı cezaevi ve Selahattin Demirtaş’la ilgili olanda hükümet tarafından uygulanmıyor. Bütün bunlar karşısında HDP olarak, tecrittin bitmesi ve Sayın Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile görüşmesi önemli.

Tecridin en fazla hissedildiği, hak ihlalleri, işkence ve ölümlerin en fazla yaşandığı yerlerin başında cezaevleri geldi. Sadece son bir ayda cezaevlerindeki koşullar sonucu 7 isim yaşamını yitirdi. Cezaevlerindeki bu uygulamalar ile başta Kürt halkı olmak üzere, topluma nasıl bir mesaj veriliyor? Buna karşı nasıl mücadele etmeli?

Kürtler her dönem açısından farklı farklı sıkıntılar ve bedeller ödediler. Bu dönem ağırlıklı olarak cezaevlerinde yaşanılan hak ihlallerini ifade etmekte fayda var. Son bir ay içerisinde birçok insan yaşamını yitirdi. Bu insanların özellikle ATK başta olmak üzere oradan çıkan raporların çok siyasi olduğunu ifade etmekte fayda var. Hasta tutukluların çok ağır hasta olmalarına rağmen gittikleri hastanelerde ‘cezaevlerinde tek başlarına kalamaz’ raporu almalarına rağmen ATK ‘den çıkan raporlar bunun aksini gösteriyor. Dolayısıyla ATK’nin çok siyasi kararlar aldığını biliyoruz, bu siyasi kararlar doğrultusunda siyasi tutuklular tahliye edilmiyor, cezaevlerinde yaşamlarını yitirdiklerine tanıklık ediyoruz. Çok nadir birkaç kişi son aşamaya geldiklerinde tahliye oldular evlerine bile gidemeden hastanede yaşamlarını yitirdiler. HDP olarak; hem hukuki hem de siyasi olarak birçok girişimimiz oldu. Son dönemlerde özellikle Garibe Gezer’in yaşamını yitirmesiyle birlikte cezaevlerinde yaşanılan sorunlar ve hak ihlalleri bütün bunlar bizim en önemli gündemimiz oldu.

Aysel Tuğluk ile bir görüşme gerçekleştirdim. En son görüşmemi pandemi başlamadan önce yapmıştık. O zamanda hastaydı ama bu sefer çok daha kötü gördüm. Geçen bir buçuk yıl arada Aysel Hanım’ın durumunun daha da ağırlaştığını, konuşmakta zorlandığını, hareketlerinde kısıtlamaların olduğunu ve cezaevi idaresi ile görüştüğümüzde onlarında bunun farkında olduğunu gördük. Aysel hanımın bir an önce cezasının ertelenmesiyle, dışarıda tedavisinin gerçekleşmesi gerekiyor. Aysel hanımın durumunda olan binlerce insan var. Aynı hastalıkla ifade etmek doğru olmayabilir ama çok farklı hastalıklar taşıyan Mehmet Emin Özkan gibi çok farklı hastalıkların olduğu ve tedavilerinin gecikmesiyle istemediğimiz durumlar yaşanabiliyor. Geriye kalanların şuan hasta tutukluların sayısı çok fazla. Sadece birini söyleyerek onun öne çıkmasını istemeyiz ama Aysel Hanım bu ülkede siyaset yapmış ve milletvekili yapmış bir kadın arkadaşımız. Hem onun hem de diğer hasta tutukluların bir an önce tahliyelerinin gerçekleşmesi, cezaların ertelenmesi ve tedavilerinin yapılması için bir kamuoyuna, duyarlılığa ihtiyaç var. Bu çok insani ve vicdani bir mesele. Bir siyaset üstü bir konu olarak bakmak durumundayız. Bir insan eğer hasta ise, yaşamını cezaevinde tek başına idame ettiremiyorsa bununla ilgili kararla mutlaka bu iktidar tarafından verilmelidir. Yoksa bunun vebali hepimizin üstünde kalır ve bu vebal ağır bir vebaldir.

Bu yıl kadınlara ve kadın kazanımlarına dönük saldırılar da oldukça yoğundu. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, cezasızlık politikaları, özel savaş bunların bir parçasıydı. AKP’nin kadın politikası, kadınlar açısından nasıl bir tehlike oluşturuyor?

AKP hükümeti kadınlar için her zaman bir tehlikedir, tehlikeye olmaya da devam ediyor. Kadınların İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere, yaşadıkları her türlü mağduriyet başlı başına kadın örgütlerin ve kadın siyasetçilerin ortak takınacağı bir tutum ve mücadele kararı ile baş edilebilir bir mesele olur. AKP hükümeti döneminde kadınların yaşadığı katliamlar, tacizler, baskı, şiddet gittikçe yükselen bir ivme kazandı ve kadın haklarını savunanlar, kadın örgütleri bu konuda yetersiz kaldı. Siyasi bir parti olarak bizler de yetersiz kaldık. Dolayısıyla en azından 2021’de bunu çok gerçekleştiremedik ama 2022 kadın meselesi üzerinde yeni bir süreç olabilir. 2022’de bütün bu yaşadıklarımız ‘Bir kişi daha eksilmeyeceğiz’ sloganı üzerinde çok daha örgütlü bir durumda ve ortak mücadeleye ihtiyaç olduğunu ifade etmek istiyorum. Bunun elbette ki zeminleri gerçekleşmesi için mutlaka zaman ayarlanmalı ve bu zeminler oluşturulmalıdır. Sadece 8 Martlarda, 25 Kasımlarda bir araya gelen ve ortak açıklama yapan bir durumdan çıkmak zorundayız. Bu yeterli değil geçmiş deneyimler bize bunu gösteriyor. O yüzden herkesin bu konuda bütün kadın kurumların, örgütlerin, siyasi partilerdeki bütün kadınların ve aktivistlerin bu konuda yoğunlaşmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. 2022 ortak zeminlerin yaratılması için bir vesile olmalıdır bir kişi daha eksilmeyelim diye.

Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölgesi, Şengal ile Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük, özelde sivilleri hedef alan saldırıları arttı. Saldırılarda kimyasal kullanımı da gündeme geldi. Türkiye’nin savaş suçu niteliğindeki bu politikalarını siyaseten nasıl ele alıyorsunuz?

Çatışmalı politikalar, savaş politikaların ülkeyi ne hale getirdiğini hepimiz çok yakından biliyoruz. Dış politikada başarısız bir hükümet var. Bütün komşu ülkelerle çatışma halinde olan sadece kendi menfaati üzerinden, kendisinin bir kez daha iktidar olma yol ve yöntemlerini, çatışmalı ortamlardan ve savaş yöntemlerinden kesinlikle vazgeçmeyen bir anlayış ve yönetim var. Bütün sorunların başta komşu ülkelerle yaşanılan sorunlar olmak üzere dünyanın her yerinde Türkiye’nin özellikle Ortadoğu açısından kendi menfaatleri üzerinden yaklaştıkları için bütün bu sonuçları, savaşların mağduriyeti Türkiye toplumu oluyor. Yaşanılan krizlerin sebebi de bu. Ülkenin bütün kaynakları farklı yerlere aktarılıyor. Barışa aktarılması gereken ülkenin kaynakları ne yazık ki komşu ülkelerde yaşanılan çatışmalı ortamlara gidip oraya girmek, işgal etmek ve durmak gibi bir anlayış var. HDP olarak; bunların yanlış politikalar olduğunu ve bunların olması gerekenin bir barış politikası çerçevesinde müzekkere ve diyalog yöntemlerin kurulması olduğunu söylüyoruz. Son zamanlarda kimyasal silah kullanımı çokça ifade edildi. Biz bu konuyla ilgili soru önergeleri verdik ancak bunun karşılığında susan ve suçunu örtbas etmeye çalışan bir durumla karşı karşıya kaldık. Kimyasal silah kullanmakta bir insan hakları ihlali ve suçudur. HDP olarak bu konuların takipçisi olmaya devam edeceğiz. Kimyasal silah kullanma konusunda Türkiye’nin bu konuyla ilgili acilen bir açıklama yapması lazım. Varsa böyle bir şey ki var olduğunu özellikle o yerlerde yaşayanlar bizlere iletiyorlar, çünkü bunlarla birlikte sivil ölümler çokça yaşanıyor. Bu konun açığa çıkarılması gerektiğini söylüyoruz ve bunu ısrarla sormaya devam edeceğiz. HDP bu konunun takipçisi de olacak.

Aynı zamanda “Demokrasi İttifakı” adımınız da bulunuyor. Bu temelde önünüze koyduğunuz bir yol haritası var mı?

2022 yılı büyük bir ihtimal bir seçim yılı olacak. HDP olarak; seçime hazırlıklı bir partiyiz. Hazırlıklarımızı yaptık ve erken seçim çağrısını çokça ifade ediyoruz. Türkiye artık yönetilemiyor ve artık seçime bir ihtiyaç var. Erken seçimle birlikte iki seçim yapılacak. Zamanında yapılsa erkende olsa Türkiye halkları bir şeye karar verecek. Ya bir demokratik geleceğe karar verecek yada bir karanlık geleceğe karar verecek. AKP hükümetinin aynı sonucu alması şuan yaşanılanlardan daha beter bir durum arz edecek. Türkiye halkları demokratik bir geleceği istemek zorunda. Bütün bunlarla birlikte ‘demokratik ittifakı’ nasıl örebiliriz ve AKP hükümetine karşı demokratik yollarla onlarla değil, bu ülkenin demokratik bir anlayış ve yapıyla yönetilmesi yönünde tercih yapacağız. Cumhurbaşkanı seçimi ile milletvekili seçimi aynı gün yapılacak. İnsanlar iki tercih içerisinde geleceğini belirleyecek. Bizim milletvekili seçimlerinde bir ittifaka ihtiyacımız yok. Biz ‘demokratik ittifak’ derken; daha güçlü bir şekilde parlamentoya girmeyi hedefliyoruz. Daha fazla sandalye sayısıyla daha farkı kesimlerle. Örneğin bugün HDP içerisinde olmayan çok farklı kesimler var. Bu farklı kesimleri içimize alarak ki 3’ncü yol dediğimiz yol budur. Daha farklı, çoğulcu ve renkli bir kesimle parlamentoda çoğunluk sağlamaktır. Demokrasi ittifakı dediğimiz şey aslında bu.

Biz bir deklarasyon yayınladık, bu deklarasyon önemli ölçüde sadece seçimler için değil Türkiye açısından da saydığımız bütün maddelerdeki görüşlerimizdir. Kadın, ekoloji, adalet, Kürt meselesinde HDP’nin bakış açısı, beklentileri ve tutumu budur. Kim buna evet diyorsa Cumhurbaşkanlığı seçimleri için geçerli bir şey. Cumhur ittifakının bir kenara bırakıyoruz, ülkeyi bu hale getiren cumhur ittifakıdır. Artık AKP’nin yada cumhur ittifakının ülkeyi yönetemediğini söylüyoruz. Diğer kesimlere çağrımızı yapıyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylar üzerinden kesinlikle bir tartışma yürütmüyoruz. Bizim için önemli olan isim yada herhangi bir partinin çıkaracağı bir aday değildir. Önemli olan Türkiye’nin geleceği, Türkiye halklarının geleceğidir. Demokrasi ittifakının; cumhurbaşkanı adayı kim olursa olsun ama bizim ilkelerimiz etrafında bir araya gelebiliyorsak tekrar yeniden oturma bir araya gelmeye ihtiyacı ortaya çıkabilir. Şuan açısından bizim özellikle milletvekili seçiminde bir arayış içerisinde olmadığımızı özellikle belirtmek isterim. Cumhurbaşkanı seçimi içinde Türkiye’nin geleceği içinde herkesin elinin taşın altına koyması gereken bir dönem olarak da görebiliriz. Şartlar, koşullar ne olacak şimdi bir şey diyemeyiz ama zamanı geldiğinde elbette ki adayı değerlendiririz ve bu adaylar ile birlikte Türkiye’nin demokratik geleceğini inşa etmek içinde büyük bir sorumluluk alabiliriz.

Erken seçim de muhalefet tarafından sıkça dile getiriliyor. Sizin de muhalefet partileri ile görüşmeleriniz sürüyor. Muhalefet partilerinin yaklaşımı nasıl? Bu görüşmelerin temel amacını ne oluşturuyor? Sonuç alacağınızı düşünüyor musunuz?

Meclis'te sadece görüşme yaptığımız partilerden sadece CHP’nin milletvekili var. Saadet Partisi bir kişi ile temsil ediyor, DEVA ve Gelecek partisinin milletvekili yok. CHP ile yapacağımız görüşmede bu önerimizi onlara da sunacağız. CHP ile birlikte ortak bir önergenin meclise sunulması diğer partilerin de dışarıdan destek vermesi ortak bir görüntü vermek. Ortak bir görüntüye bugün büyük bir ihtiyaç var. Muhalefet partileri bugün kendi sorumluluklarını yerine getiremiyor diye Türkiye halkları eğer sitem ediyorsa, eğer itiraz ediyorsa böyle bir beklenti içerisindeyse biz bu beklentiye karşılık olarak bu sorumluluğumuzu yerine getirmek istedik. Önemli görüşmeler ve istişareler elbette ki yapıyoruz. Geçen Saadet Partisi, Gelecek Partisi ile yaptık. Bugün CHP ve DEVA ile yapacağız. Ama ortak verdiğimiz görüntü bile Türkiye toplumuna cesaret veriyor. Böyle bir görüntünün olması için Türkiye toplumu bizi teşvik etti. Geçen yapılan görüşmelerde ortak bir görüntü verilmemişti bu büyük bir eleştiriye konu olmuştu. O eleştirileri baz alarak ortak görüntü vermenin önemli olduğunu düşünerek, en azından Türkiye toplumuna; muhalefet partileri bir araya gelip sizin sorunlarınızı konuşuyor, istişare ediyor ve gelecek açısından bir çaba içerisinde olduğumuzu da yansıtmaya çalışıyoruz.

Dört partiyi ziyaret etme konusu, bu bizim MYK’mızla aldığımız bir karar. Bunların önemli olduğunu ve yaygın olması ve seçimlere kadar devam etmesinde fayda var.

HDP olarak 2022’den beklentileriniz neler?

HDP olarak; 2022’nin açıkçası Türkiye toplumun huzur ve refah içerisinde olduğunu düşünüyor ve biliyoruz. O yüzden de çok beklentilerimiz var. AKP iktidarını göndermek, seçimlerde güçlü bir HDP olarak çıkmak, mecliste çoğunlukla söz sahibi olmak. Kadınların kendilerini bulabildiği, sözlerini söylediği daha fazla eşitlikçi temsiliyet. Eşit temsiliyet diyoruz ama biz hala eşit temsiliyeti yakalamış durumda değiliz. Olası bir seçimde bütün kadınlara sözümüzdür. Çok daha fazla kadın siyasetçi ile söz sahibi olmayı hedefliyoruz. 2022’den umutluyuz, var gücümüzle çalışıyoruz, toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışıyoruz ve onların itirazlarını, eleştirilerini kendimize bir görev ve sorumluluk olarak alıyoruz. Her eleştiri bizi büyütüyor bütün bu eleştiriler doğrultusunda HDP 2022’ye hazır. Ama bu hazırlık elbette ki tüm Türkiye halklarından almış olduğu cesaretin, moralin ve iddianın olduğunu söyleyebilirim. Halk buluşmaları bize büyük bir umut ve güç verdi. Kararlığımıza büyük bir kararlılık kattı. Türkiye toplumu HDP’den beklentilerini görecektir, bunun karşılığı olacaktır. 2022 başta insan hakları, demokrasi, adalet konularında iyi şeyler umut ediyorum. Ama sadece umut etmekle kalmayıp bunun sorumluluğunu ve görevini de yerine getireceğimizi belirtmek istiyorum.

28 Aralık 2021