Buldan: HDPye ambargonun altyapısı 15 Temmuz sonrası OHAL kararnameleriyle oluştu

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan'ın Euronews için kaleme aldığı yazı:

Türkiye’de ana akım merkez medya Saray’a bağlanarak, yeni vesayet düzeninin kurumsallaştırılması ve toplumsal psikolojik alt yapısının oluşturulmasında en fazla rol verilen kurumlardan biri oldu.

Ekran logolarının farklı olması, Türkiye’de medyanın çoğulcu olduğu yanılgısını yaratmamalıdır. Ekranların arkasındaki gerçek logo iktidar logosudur!

Saray TV gibi yayın yapan tekçi merkez medya, Halkların Demokratik Partisi başta olmak üzere tüm demokratik toplumsal muhalefete yönelik sistemli bir ambargo uygulamaktadır.

5 yıldır, HDP’nin tek bir temsilcisi dahi canlı yayın programlarına davet edilmezken, HDP’nin açıklamaları ve etkinlikleri de haber bültenlerinde yok sayılmaktadır. HDP’nin, HDP temsilcileri davet edilmeden tartışılması dünyada belki de başka bir örneği olmayan yayıncılık faaliyeti olarak karşımıza çıkmaktadır.

6,5 milyon oy alan, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’ye uygulanan ambargo tek merkezden yönetilmektedir.

Bu merkez, HDP ve muhalefete yönelik her türlü yıpratıcı, suçlayıcı, ötekileştirici, itibarsızlaştırıcı içerikleri üretmekte, medya da bunu servis yapmaktadır. Belediyelerimize kayyım atanmadan önce Belediye Eş Başkanlarımız günlerce iktidar medyasında hedef gösterildi, ardından gözaltına alınıp tutuklandı.

Bu da şunu göstermektedir ki; iktidar medyası yayıncılığın ötesinde operasyonel bir faaliyet yürütmektedir.

Saraydan belirlenen yayıncılık sınırları dışına çıkmayan medya, iktidarla kurduğu sermaye ilişkisiyle gazetecilik sınırları dışına çıkma konusunda hiç bir tereddüt göstermemektedir. Çünkü İktidarın politikalarına yönelik eleştirel yayın yapılması halinde medya-sermaye ilişkisinin sonlanacağının farkındalar. Bu nedenle ilkeleri değil iktidar ilişkilerini esas alan yayıncılık faaliyeti yürütüyorlar.

Evrensel gazetecilik kuralları, medya etiği, tarafsızlık, doğruluk, gerçeklik, hukukun üstünlüğü ve demokratik gruplara fırsat eşitliğinin yaratılması gibi temel yayın ilkeleri ve uluslararası sözleşmeler ağır bir biçimde ihlal edilmektedir.

Hatırlanacağı üzere 2016 Temmuz’unda yürürlüğe konulan OHAL kararnameleri kapsamında onlarca muhalif televizyonun, radyonun, gazete ve derginin kapısına kilit vuruldu. Muhalefetin sesi kesildi! Anadilde, farklı dillerde yayın yapan televizyonlar kapatıldı. Muhalif medyaya dünyanın gözü önünde darbe yapıldı. Ekranlar karartıldı. Ambargonun alt yapısı bu şekilde oluşturuldu. Kapatılmayan televizyonlar da iktidarın tekelleşmesi altına sokuldu.

Son 5 yılda yapılan genel ve yerel seçimlerde, 16 Nisan referandumunda HDP’nin canlı yayınlarda yer alma süresi sıfır saniyedir. Yayınların tamamına yakını iktidara ayrılmıştır. Ne yazık ki Türkiye’de demokrasinin standardı sıfır saniyedir.

Zira; seçimler siyasi gruplara fırsat eşitliği sunan demokratik bir ortamda gerçekleşmemiştir. Seçim yayınlarında tek propaganda imkânı iktidar partisine ve liderine tanınmış, muhalefetin sesi kısılmıştır.

Seçimlerde elde ettiğimiz başarılar medya ambargosuna, engellemelere rağmen kazanılan demokrasi başarısıdır. Yok sayılan, sesi kesilen HDP ötekilerin sesi olmuştur. Olmaya devem edecektir.

Çok net olarak ifade etmek isterim ki; HDP’ye, demokratik muhalefete yaklaşım demokrasiye yaklaşımın temel ölçütüdür. HDP’ye yapılan en ağır suçlamalara sınırsız yayın imkânı verilirken, partimizin kendisini savunmasına, kendisini anlatmasına, cevap hakkını kullanmasına olanak tanınmaması, kesinlikle basın etik, ahlak ilkeleriyle, demokrasiyle bağdaşan bir tablo değildir.

Bize karşı sürdürülen sistemli ambargo aynı zamanda demokratik siyaset hakkına yapılan bir müdahaledir, farklı seslere açıkça sansürdür! Demokrasinin, barışın sesine sansürdür.

Milyonların oyunu alan bir partiyi yok sayarak, toplumda ve siyasetteki karşılığı sıfırın altında olan şahsiyetleri siyasetin öznesi gibi her gün izleyicilerin karşısına çıkaran, onların; muhaliflere yönelik hertürlü hakaret ve suçlamalarına sınırsız yayın imkânı tanıyan televizyonların içine düştüğü bu durum, iktidar merkezli medya düzeninin çöküşüne işarettir.

Daha açık ifadeyle belirtmeliyim ki, AKP’nin oy oranı düştükçe, iktidar kaybettikçe kontrolündeki medya da kaybedecektir. Kamuoyu araştırmalarında medyaya güvenirlilik oranının düşmesinin nedeni iktidarla kurduğu sıkı ilişkidir.

Bize ambargo uygulanmasıyla HDP kaybetmiyor, HDP’yi yok sayınca HDP yok olmuyor. Burada asıl kaybeden medya ve yayıncılık ilkeleridir.

Partimiz sistemli ambargoya rağmen sınırlı imkânlarla, zor şartlar altında yayıncılık faaliyeti yürüten onurlu medya kuruluşlarıyla, sosyal medya mecrasıyla kamuoyuna sesini duyurmaya, politikalarını anlatmaya çalışmaktadır.

Şu gerçeğin altını bir kez daha çizmek istiyorum: HDP’nin gerçek temsil gücü seçimlerde elde ettiği sayısal çoğunluğun çok daha üzerindedir. Demokratik ve özgür bir ortam olsa, kendimizi daha fazla anlatabilme imkanımız olsa, gücümüz daha fazla açığa çıkacaktır. Bize karşı uygulanan ambargonun işte asıl nedeni de budur, HDP’nin ve demokrasinin büyümesini, yükselmesini önlemektir!

Çünkü HDP kilit bir partidir. Dengeyi belirleyen bir güçtür. Çözüm üreten, demokratik örgütlenmesiyle, Eş Başkanlık sistemiyle, kadın partisi olma kimliğiyle bırakalım Türkiye partisi olmayı bir dünya partisidir. Demokratik iktidar alternatifini yaratan bir siyasi harekettir. Dolayısıyla iktidarın bütün planlamaları, hesapları, medya ambargosu HDP’nin önü alınamaz yükselişini durdurmaya yöneliktir.

Demokrasi yürüyüşümüzün engellenmesinde tüm dünya iktidarın yarattığı baskıcı ortamı ve HDP’den duyduğu korkuyu net bir biçimde gördü. En demokratik, en sivil eyleme karşı her yerde bir tahammülsüzlük örneğini yaşadık. Her defasında HDP’yi şiddet politikalarıyla yan yana göstermeye, her etkinliğimizi kriminalize etmeye çalışan iktidarın asıl kendisi şiddet politikasıyla yan yana durmaktadır.

Şiddet içermeyen, sivil demokratik yürüyüş esnasında milletvekillerimize, partililerimize gaz bombalarıyla, polisin gerçekleştirdiği sert müdahale iktidarın aslında şiddet politikalarıyla arasına mesafe koyması gerektiği gerçeğini gözler önüne sermektedir. Siyasetin müzakereye dayanan çözümleyici gücü yerine otoriter uygulamalara başvurmak, AKP iktidarının siyaseten kaybettiğinin en bariz örneğidir.

1 Haziran’da başlattığımız 20 Haziran’da ilk aşamasını tamamladığımız demokratik mücadele programımız; tüm adaletsizliklere, eşitsizliklere, hukuksuzluğa, darbeye, baskıya, iktidar vesayetine, toplumsal alanı kuşatmaya, kayyım gasbına, kutuplaştırmaya, sömürüye, yoksulluğa, işsizliğe, kadın cinayetlerine, doğa talanına karşı kolektif bir itiraz olmuştur.

Ama sadece bir itiraz değildir. Hak, hukuk, adalet, barış, özgürlük, demokrasi, iş ve aş için ortak mücadeleyi ve buna eşlik edecek olan gerçek bir demokrasinin inşasını ve yeniyi kurmayı hedefleyen kapsamlı bir programı yürütüyoruz.

İktidarın politikalarından rahatsız olan, değişim isteyen, tüm muhalif toplumsal kesimlerle, demokrasiden, adaletten ve barıştan yana olan herkesle bir araya gelmeyi, ortak mücadelede buluşmayı hedefliyoruz.

Bu nedenle en fazla önemsediğimiz, stratejik değerde gördüğümüz temel nokta; demokrasi ittifakının, demokrasi blokunun, barış cephesinin genişletilmesi, ilkeler etrafında kurumsallaştırılması ve büyük bir demokrasi baharının yaratılmasıdır.

Demokrasi ittifakını, demokrasi blokunu, gerçek demokrasinin ve Türkiye halklarının özgürlük ve eşitliğe dayalı ortak geleceğinin, çoğulculuğun garantörü olarak görüyoruz.

Demokratik değişimi, demokratik Türkiye’yi tüm demokrasi güçleriyle, halklarla birlikte gerçekleştirmek istiyoruz.

Yaşadığımız kadim topraklar; Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Ermenisiyle, Arabıyla, Süryanisiyle, Ezidisiyle, Rumuyla, Romanıyla, Lazıyla, Çerkesiyle büyük bir halklar, inançlar, kimlikler, diller, kültürler coğrafyasıdır.

Demokrasiyi ve çoğulculuğu dışlayan, çağdaş, evrensel hukuktan ve demokratik değerlerden uzaklaşan; tekçi, milliyetçi, merkeziyetçi, mezhepçi, bir yönetim Türkiye halklarının hak ettiği, kendisini güvende hissedebileceği bir liman değildir. Zira çoğulculuk, asla tekçilikle yönetilemez!

Tüm kimlik ve inançların güvence altına alındığı yeni, sivil demokratik bir anayasayla birlikte, güçlendirilmiş demokratik parlamenter sistem ve buna eşlik edecek olan ve doğrudan demokrasi anlamına gelen demokratik yerel yönetimler, yetkilerin merkezde değil yerelle paylaşıldığı demokratik bir yönetim sistemi, temeli gerçek adaletle güçlendirilmiş, bağımsız, tarafsız yargı, demokratik toplumun devlet karşısında güçlü bir konuma yükseldiği demokratik, çoğulcu, katılımcı sistemdir; halklarımızın gerçek özlemi ve beklentisi.

Bunu mutlaka başaracağımıza inanıyoruz. Bunun için yola çıktık. Medya ambargosuna, iktidarın tüm kuşatma ve engellemelerine rağmen büyük demokrasi yolunda kararlı adımlarla ilerlemeye devam ediyoruz.

Demokrasiye, özgürlüklere, barışa uyanacağımız aydınlık günler yakındır.

30 Haziran 2020