Buldan: Kürt sorununu çözmeyen hiçbir iktidarın ayakta kalma şansı yok

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan'ın JinNews'e verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, tecrit meselesinin sadece Kürtlerin meselesi olmaktan çıkması gerektiğine dikkat çekerek, “Bu ülkede muhalif partilerin, aydınların, yazarların, demokratların Batı’da yaşayan insanların savaş politikalarının ne anlama geldiğini ve bunun da tecritle bire bir bağlantılı olduğunu artık bilmeleri ve görmeleri gerekiyor” dedi. 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, tecrit siyasetinin savaşın merkezi haline getirildiği ve çoklu krizlerin yaşandığı bu süreçte Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırı, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırı tehdidi, HDP’ye yönelik sistematik gözaltı ve tutuklamalar, gazetecilerin hedef alınması, iktidarın politikaları ve HDP'nin önümüzdeki süreçte yürüteceği mücadele hattına dair ajansımızın sorularını yanıtladı. 

“Sürecin ne kadar yakıcı olduğuna ve bu sürecin yakıcılığına karşın da hem HDP’nin hem muhalif kesimlerin bir bütün olarak nasıl karşı duracağına dair çok önemli tespitler yapıldı. Savaş, tecrit, baskı politikalarının, tutuklamaların, gözaltıların detaylı tartışıldığı ama bütün bunlara karşı da hem mücadele ederek hem direnerek cevap verilmesi gereken yeni bir sürece girdiğimizin de tespiti yapıldı”

HDP olarak kongreye gidiyorsunuz. Öncesinde illerde ve bölgelerde genel ve özgün konferanslar yaptınız. Nasıl bir sonuç çıktı bu konferanslarda, neler tartışıldı? Kongreye nasıl bir kararlaşma ile gidiyorsunuz?

Öncelikle söyleşiye JINNEWS’e ve diğer gazetecilere yapılan operasyonu kınayarak başlamak istiyorum. AKP iktidarının son zamanlarda yasakçı politikalarına, yasakçı zihniyetlerine operasyonlarla, gözaltılarla ve tutuklamalarla devam ettiğini hepimiz görüyoruz. 90’lı yılları aratmayan bir anlayışın, zihniyetin tekrar iş başında olduğunu herkes biliyor. Dolayısıyla özgür basına yönelik böylesi hukuksuzca yapılan operasyonu şiddetle kınadığımı, gözaltına alınan gazetecilerin de bir an önce serbest bırakılmasını temenni ediyorum. Herkese geçmiş olsun. 

Evet iki günlük bir konferans yaptık. Tabii bu konferansın öncesinde, bölge konferansımız hem karma hem kadın konferansı olarak iki aylık bir çalışma yürüttü. Geçtiğimiz gün bunun finalini gerçekleştirdik.Bütün  bölgelerden gelen delegelerin katılımıyla  gerçekleşen karma konferansta çok önemli tartışmalar yürütüldü. Özellikle sürecin ne kadar yakıcı olduğuna ve bu sürecin yakıcılığına karşın hem HDP’nin hem muhalif kesimlerin bir bütün olarak nasıl karşı duracağına dair çok önemli tespitler yapıldı. Savaş, tecrit, baskı politikalarının, tutuklamaların, gözaltıların çok detaylı tartışıldığı ama bütün bunlara karşı da hem mücadele ederek hem direnerek cevap verilmesi gerektiği tespiti yapıldı. Önemli kararlar alındı.

Demokrasi İttifakını bir kez daha konferansta karar altına aldık. Daha çok genişlemeye, büyümeye ihtiyaç var. Önümüzdeki seçimler dâhil olmak üzere, bundan sonraki süreçte de bir mücadele birliğine olan ihtiyaçtan kaynaklı "Demokrasi İttifakı" önemli. Yine bunun yanında Cumhuriyet’in demokratikleşme meselesi var. İkinci yüzyıla girdik. Birinci yüzyılda büyük acılar yaşandı. Ama ikinci yüzyılda savaşların değil daha çok büyük barış koalisyonunun devreye girmesi gerektiğine olan inançla topyekün Cumhuriyet’i demokratikleştirmek gibi bir görev ve sorumluluğumuz olduğu tespiti yapıldı ve bununla ilgili de bir karar alındı.

Konferansta tartışılan bir diğer önemli konu tecrit oldu. Tecrit uzun süredir sadece İmralı Cezaevi’nde değil, bütün cezaevlerinde yaşanan, toplumu esaret altına alan, Türkiye halklarını etkileyen bir mesele. Ancak Sayın Öcalan’ın uzun süredir avukatları ve ailesiyle görüşmesinin engellendiği ve derin bir tecrit politikasının devrede olduğunun tespitiyle birlikte tecride karşı mücadele edileceği, tecridin kaldırılması yönünde girişimlerde bulunulması gerektiğine dair önemli kararlar alındı.  

PKK Lideri Abdullah Öcalan ile en son sizler görüştünüz. Ardından açlık grevleri sonucunda avukatları birkaç görüşme gerçekleştirebildi. O günden bu yana da neredeyse hiçbir haber yok. Avukatlarının başvuruları, yine uluslararası camiadan girişimler var. PKK Lideri’nin özgür olması gerektiği çağrıları yapılıyor. İktidar neden tecritte ısrarcı? Siz hem PKK Liderini gördünüz, hem devlet heyeti ile temasınız oldu aynı zamanda iktidar ile de görüşmeleriniz oluyordu. En iyi bilen ve gözlemleyenlerden birisiniz. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

AKP hükümeti kesinlikle barış politikasını önüne koyan ve bunu içselleştiren bir zihniyete sahip değil. Dolayısıyla faşizmden, milliyetçilikten beslenen ve bunu da sürekli devrede tutan, hayata geçirmeye çalışan bir anlayışı var. Tabii o dönem açısından o atmosferin, havanın Türkiye toplumuna etkisi, Türkiye toplumuna vermiş olduğu huzurun, güvenin AKP hükümeti tarafından farklı bir algıyla yeniden ele alındığını görüyoruz. Oysa bu ülkenin savaştan ziyade barışa ihtiyacı var. Bu ülkenin çatışmalı ortamlara değil, özgürlüklere ihtiyacı var.  Sayın Öcalan’ın devrede olduğu barış ve müzakere sürecinin yaşandığı dönemde Türkiye’nin şu an içerisinde bulunduğu mevcut durumun çok çok daha ilerisinde olduğunu hepimiz gördük ve buna tanıklık ettik. Fakat AKP hükümetinin Kürtlerin, muhaliflerin, aydınların, yazarların, demokratların gerçekten herkesin içinde olduğu bu dönemi ne yazık ki elinin tersiyle iten, masayı deviren bir pozisyonu oldu. Biz Sayın Öcalan’ın barış, demokrasi politikasını ve anlayışını sadece Türkiye için istemediğini biliyoruz. Bu meseleyi, bütün Ortadoğu açısından ele aldığı biliniyor. Ama bugün mevcut AKP iktidarı ayakta kalabilmek ve iktidarını koruyabilmek için ne yazık ki bu politikaların tam tersine; yani savaş ve çatışmanın bir kez daha devrede olduğu ya da olacağı bir döneme ihtiyaç duyuyor. Çünkü bu iktidar ne yazık ki faşizmle, hukuksuzluklarla, kumpaslarla ve savaş politikalarıyla besleniyor. Ben tecridin tek amacın bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü Sayın Öcalan’ın sesinin, varlığının, görüşlerinin, düşüncelerinin bu ülkeye ne kadar olumlu ve artı puanlar kazandırdığının farkındalar. Ama şu an bir barış ortamına ihtiyaçları yok çünkü oy ve güç kaybeden bir AKP iktidarı var. Ne ile besleniyor? Hukuksuzlukla, tecritle, savaş politikalarıyla...

Tecridin kalkması, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinin toplumla buluşmasını sağlamak için yapılanların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?  Değilse ne yapmalı, eksik olan nedir?

Tecridin kalkması, sadece Kürtlerin meselesi olmaktan bir an önce çıkmalıdır. Tecrit meselesi, tüm Türkiye halklarını ilgilendiren bir meseledir. Çünkü savaşla bağını kuruyoruz. Savaşla bağını kurduğumuz zaman ülkenin kaynaklarının savaşa aktarılması; hem ekonomik, hem sosyal hem de siyasi anlamda Türkiye toplumuna çok zarar verdiğini biliyoruz. Tecrit, bu anlamıyla tüm Türkiye halklarının gündeminde olmak durumundadır. Tecridi hala Türkiye toplumunun gündemine çok iyi yerleştiremediğimizi düşünüyorum. Belki İstanbul’da, Ankara’da bu ülkenin daha büyük şehirlerinde Batı’daki şehirlerde insanlar tecridin ne anlama geldiğini bilirse ve gerçekten bunu kapsayıcı bir şekilde içselleştirirlerse tecridin bu ülke toplumuna ne kadar zarar verdiğini anlarlar. Ama şu eksiklik var; biz tecridin sadece Kürtlerin gündemi olduğunu farz ederek, sadece kendi toplumumuza, seçmenimize vermekten artık çıkarmak durumundayız. Bu ülkede muhalif partilerin, aydınların, yazarların, demokratların Batı’da yaşayan insanların savaş politikalarının ne anlama geldiğini ve bunun da tecritle bire bir bağlantılı olduğunu da artık bilmeleri ve görmeleri gerekiyor. Gerçekleştireceğimiz Gemlik Yürüyüşüyle birlikte bir kez daha tecride karşı çıktığımızı, tecridin bu ülkenin tüm sorunlarını daha da derinleştirdiğini ve ülkedeki bütün krizlerin baş müsebbibi olduğunu herkese ifade etmeye çalışacağız.   

Kürt kadın kimliğinizden yola çıkarak, öncelikle siyaset içerisinde uzun yıllar yer alıyorsunuz. Deneyimlerinizle ve gözlemlerinizle beraber bugün siyasetteki kadın oluşumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu meseleye çok önem veriyoruz. Kadınların eşitliği meselesi ve kadınların karar mekanizmalarında söz ve karar sahibi olmaları, eşit temsiliyet de başta olmak üzere eşbaşkanlık sistemi bütün bunlar HDP’nin vazgeçilmez ve kırmızı çizgileridir. Ancak biz bile hala yeterli bir noktada kadın temsiliyetini, kadın eşitliğini yakalayan bir parti değiliz. Diğer partilere göre elbette ki oransal olarak iyi bir yerdeyiz ama henüz tam olarak bir eşitliğin sağlandığını söyleyemiyoruz. Siyaset yapmak isteyen kadınların önemli ölçüde HDP’yi tercih etiklerini de biliyoruz. Çünkü kapısını kadınlara açan ve kadınların siyaset yaparken söz ve karar sahibi olmasını savunan ve bunun önünü de açan dolayısıyla kadınların siyaset yapabileceği en önemli partinin HDP olduğu bilinciyle yoğun bir ilgi var. Ama geçmişten beri feodal yapı, erkek egemen zihniyetten kaynaklı biz bile hala bu anlamda bir mücadeleyi sonlandıramadık. Bunun mücadelesini hala veriyoruz ama yeterli olmadığını söyleyebilirim. Daha fazla eşitlik ve kadınların HDP’de siyaset yapmasının önünün açılması için biraz daha mücadele etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.

HDP olarak Türkiye’deki sorunların çözümü için “Demokrasi İttifakı’nın” bir ihtiyaç olduğunu sıkça vurguluyorsunuz. Bunun yanında “Kadın İttifakı” dediniz. Bu yönlü çalışmalarınız ya da görüşmeleriniz hangi aşamada?  “Kadın İttifakı” derken ne kastediliyor?

Kadın ittifakı her zaman HDP’nin gündeminde olan bir mesele. Çünkü biz aynı zamanda bir kadın partisiyiz. Kadın partisi olmamız vesilesiyle kadın örgütleri, kurumları ve hareketleriyle sürekli bir iletişim halindeyiz. HDP, kadınları ilgilendiren bir meselede kadın örgütlerinden mutlaka görüş alan, bu görüşler doğrultusunda politika izleyen ve kendisine yol çizen bir anlayışa sahip. O yüzden kadın ittifakını da tam olarak bir seçim ittifakı olarak ele almıyoruz elbette ki. Kadın mücadelesi yürütürken nasıl ortaklaşılması gerektiğini, kadın mücadelesinde ittifakların nasıl güçlendirilmesi gerektiğini her zaman tartıştık. Şimdi de tartışmaya ve bunu hayata geçirmeye devam ediyoruz. Önümüzde bir kongre süreci var. Bu kongre sürecinde kadın temsiliyetinin daha güçlü hayata geçmesi için şimdiden çalışmalarımızı başlattık. Ama kadın ittifakı dediğimiz mesele “bir seçim ittifakı” olarak algılanmamalıdır. Kadın mücadelesinde, kadına yönelik şiddette, baskı politikalarında, kadın cinayetlerinde bütün bu meseleler üzerinde kadınların ortak hareket etmesidir.

Örneğin, İstanbul Sözleşmesi’nin Danıştay’da davası görüldü, bütün kadın kurumlarının orada olması bir ittifaktır aslında. Kadın kurumlarının hep birlikte İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline dair ortak açıklama yapması, ortak bir duruş sergilemesi ittifakın gerçekleşmiş olduğunun bir göstergesidir. Bu da bizi elbette mutlu ediyor. Ama sadece İstanbul Sözleşmesi meselesinde, 8 Mart’ta ve 25 Kasım’da değil aslında işlenen her cinayete karşı ses çıkarmak, şiddete uğrayan, mağdur olan bir kadının nerede olursa olsun onun yanında olmak ve ona destek olmak, bütün kadın kurumları ve siyasi partilerin görevidir. Dolayısıyla bu anlamda verilecek olan her mücadele ittifak anlamına gelir.    

Parti olarak 3’üncü Yol’u sıklıkla vurguluyorsunuz. Tabanda üçüncü yol ya da “Demokrasi İttifakı” nasıl karşılık buluyor?

Çok daha fazla büyümeye ihtiyaç var bunun farkındayız. Konferansta da önemli bir biçimde tartışıldı. Biliyorsunuz HDP olarak, 7’li bir ittifaktan bir demokrasi ittifakından her zaman bahsettik ve bunu kamuoyuyla paylaştık. Ancak bunun yeterli olmadığını düşünüyoruz. 3’ncü Yol’un daha çok büyümesi, genişlemesi için sadece 7 parti veya kurumun bir araya gelmesi yetmiyor. Çok daha farlı kesimler, inançlar, hem Türkiye cephesinden hem de Kürdistani partilerle bu ittifakın daha çok büyümesine ihtiyaç var. Çünkü bir sinerji de yaratıyor bu seçmen nabzında. Seçmen HDP’nin kurmuş olduğu ittifaklardan, demokrasi ittifakının genişlemesinden ve büyümesinden büyük bir heyecan duyuyor. O yüzden biz bu 7’li çalışmayı kongre sonrası çok daha farklı kesimlerin de içinde olacağı bir biçimde yeniden çalışmalarını başlatacağız ve bir deklarasyona da ihtiyaç var. Bunu da büyük ihtimal kongre sonrası partimiz bu bileşenle birlikte bir deklarasyonla ne kadar büyüdüğünü, genişlediğini de Türkiye kamuoyuyla paylaşacak. Ama dediğim gibi biraz daha fazla bir yoğunluk ve çalışma süreci bizi bekliyor daha fazla büyümek için.     

Parti olarak baskı ve tutuklamaların gölgesinde bir yandan siyasal çalışmalarınızı yürütürken bir yandan da bu baskılar kapsamında açılan davalar gündeminizde. Bu davaların ilk hedefi neydi, gelinen aşamada “kumpas” neye dönüştü?

Hem Kobanê Kumpas Davası hem HDP Kapatma Davası hem de geçmişte yaşanan birçok olaydan kaynaklı açılan soruşturmalar, davalar bu iktidarın intikam davalarıdır. Bunun altını çok net çizmek isterim. Kobanê Kumpas Davası da HDP Kapatma Davası da Gezi Davası da… Gezi Davası’nda insanlar ağırlaştırılmış müebbetle ceza aldı. Kobanê Kumpas Davası’nda yargılanan arkadaşlarımıza müebbet cezalar isteniyor. Yine bir yandan da HDP’nin kapatılma davası var. Bütün bunların iktidarın intikam alma, kin ve nefretle üzerinde durduğu, HDP’yi kriminalize etmeye çalışan ve HDP’nin çalışmalarını hiçleştirmeye çalışan bir anlayışa sahip olan ve bunun üzerinden hukuki olmayan tamamıyla siyasi davaları Türkiye’de böylesi bir süreçte, tam da seçim zamanına denk gelecek bir süreçte hayata geçirmesini elbette iktidarın kumpaslarından bir tanesi olarak görmek ve değerlendirmek gerekiyor. Her iki dava da kesinlikle hukuki davalar değil. Avukatların ve yargılanan arkadaşlarımızın yaptığı savunmalara da bakıldığı zaman açığa çıkan şey tamamıyla düzmece bir iddianamenin, savcıların, hakimlerin eline verildiği, talimatın kesinlikle iktidardan alındığı ve iktidarın bu anlamda HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonraki süreçte elde etmiş olduğu başarı, AKP’ye kaybettirme politikası, demokrasi güçlerinin kazanması meselesi bütün bunlar üzerinden almaya çalıştığı bir intikam olarak görmek gerekiyor. 

Ama şunu da söyleyeyim; Kobanê Kumpas Davası kesinlikle çökmeye aday bir dava. Çünkü, hiçbir tanık ve müşteki şimdiye kadar orada yargılanan arkadaşlarımızla ilgili somut herhangi bir ifadede bulunmadı, bulunamaz da. Hiçbir arkadaşımızın Kobanê meselesinde ya da o zaman yaşanan olaylarda, herhangi bir sorumluluğunun olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama AKP iktidarı bu meseleyi de bir algı operasyonuna dönüştürdü ve bu algı operasyonuyla birlikte kendisinin bu ülkede milliyetçi çevreyi özellikle ayakta tutabilmek için, kendi oylarını konsolide edebilmek için ve yeniden kazanabilmek için açmış olduğu davalar olarak değerlendirmek gerekiyor.        

İktidarın kadını hedef alan politikaları aynı zamanda devletin de özel savaş politikalarının bir parçası. Kadın mücadelesi yükselirken, özellikle Kürt kadın ve çocuklar üzerinde yürütülen bu politikalar ile devlet neyi hedefliyor?

Mesele Kürt olduğu zaman bu ülkeyi kim yönetirse yönetsin her zaman için bir Kürt düşmanlığı beslediğini biliyoruz. Ve bütün bu politikaların altında yatan asıl nedenin Kürt düşmanlığı olduğunu söylemek de yanlış değil. Kürt kadınlarına dair tecavüzlerin, tacizlerin yine Kürt gençlerine ilişkin sosyal anlamda birçok meselenin gündemde olduğunu görüyoruz. Kürt çocuklarına yaklaşım Kürtlere yaklaşımın bir göstergesidir. Ne yazık ki bu meselede eğer fail kolluksa, devlet odaklı bir güçse ve mağdur olan, tecavüze uğrayan ya da katledilen bir Kürt’se bir cezasızlık politikasıyla karşı karşıya kalınıyor. Şimdiye kadar Kürt kadınını katleden herhangi bir kolluğun ceza aldığını görmedik. Bir tankın, panzerin altında kalan herhangi bir çocuğun ölümüne sebebiyet veren bir kolluğun ceza aldığını görmedik. Dolayısıyla bütün bu meselelerde açıkçası bir Kürt düşmanlığı yattığını ve bu Kürt düşmanlığından kaynaklı da bir cezasızlık politikasının devrede olduğunu görmek mümkün. Bunu kabul etmek mümkün değil. Cezasızlık politikasının bir an önce devreden çıkması, fail kim olursa olsun, katleden, öldüren, tecavüz eden kim olursa olsun cezalandırılmasının Türkiye’nin hukuku, demokratikleşmesi açısından önemli bir mesele. Fakat şu an hukuk da adalet de yargı da ayaklar altında. Türkiye’de bağımsız bir yargı sisteminin bugün hayatta olmadığını, devrede olmadığını bildiğimiz için şu anki mevcut hukuk sisteminden böyle bir beklenti çok da gerçekçi değil. Ancak AKP iktidarının değişmesiyle birlikte bu mesele başta olmak üzere hem yargıdaki yeni düzenlemeler hem de cezasızlık politikasına dair önümüzdeki süreçte yapacağımız çok şey var. Önümüzdeki dönemde bu çalışmaların ivedilikle ele alınması gerektiğini belirtmek isterim.

Kadınlar açısından sıcak bir gündemle devam etmek istiyorum. Kadınların varlığına, kazanılmış haklarına, mücadelesine AKP-MHP iktidarı tarafından topyekûn saldırıların gerçekleştiğine dair değerlendirmeler oldukça yoğun. Tabi bunun yanında kadın düşmanı söylemler, küfürler de var. Kadınlar ise buna karşı direniyor. En son İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı. Ama diğer yandan da yeni yasalar çıkarıldı, çıkarılıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadınlardan, kadınların siyasetinden korkan bir iktidar var. Çünkü kadınlar bu düzeni değiştirmek için mücadele ediyorlar. Kadınların her zaman alanlarda, sokaklarda, meydanlarda bir araya gelişinden korkan bir zihniyet var. Çünkü kadınların güçlü bir duruşu var. Yalnız AKP iktidarı değil kim olursa olsun kadınları görmeyen, hedef alan, sözünü duymayan, bir meta aracı olarak gören her anlayışa karşı kadınlar büyük bir mücadele veriyor, vermeye de devam edecekler. İşte kadınların bu kadar hedef olmasının tek sebebi kadınların güçlü duruşu, ortak mücadelesi ve bütün haksızlık ve hukuksuzluklar karşısında net bir tavır almalarından kaynaklıdır. O yüzden kadınlardan korkmaya devam etsinler.

Demokratik modernite çizgisinde Demokratik Ulus’un yaşam bulduğu Rojava şu an saldırı tehdidi altında. Bu saldırı ile amaçlanan bir coğrafya mı yoksa buradaki siyasal sistem mi? 

AKP hükümetinin savaş politikalarıyla beslendiğini ifade etmiştik. Kürt halkının kazanımlarına dair de bir hazımsızlık var. Kürt kazanmasın, söz sahibi, karar sahibi olmasın diye içeride ne yapıyorsa dışarıda da aynısını yapmaya çalışan bir anlayış var. İçerde demokratik siyaseti tasfiye operasyonu var, dışarıda Kürt halkının kazanımlarına karşı bir operasyon var. Bütün bunları birlikte değerlendirmek lazım. Kürt halkı nerede olursa olsun ona karşı sistematik şekilde devam eden bir yok etme ve tasfiye zihniyetine karşı mücadele ediyor. Kürt sorununu çözmek istemeyen ve çözmeyen hiçbir iktidarın ayakta kalma şansı yoktur. Bu AKP için de geçerlidir elbette ki. Geçmişte de hep aynı yöntemler denendi. Çatışmalı süreçler, tasfiyeler, operasyonlar, tutuklamalar ve güvenlikçi politikalarla çözülmeye çalışılan bir sorun haline getirildi bu mesele. Oysa Kürt sorunu çözülmeden Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu’da demokratikleşme alanında ve yaşanan tüm krizler açısından bir yol alamayacaktır. O yüzden meseleyi biraz anlayarak ve derinden tartışmak gerekiyor. 

Kürdün, Kürt halkının kazanımları, demokratik siyaset içerisindeki yeri, önemi bütün bunlar ülkeyi yönetenler açısından dikkate alınmak durumundadır. AKP hükümetinin bir kez daha bu dönem yine eski gelenek ve anlayışlarla, güvenlikçi politikalarla çözmeye çalıştığını, daha doğrusu çözümsüzlük politikasını bir kez daha devrede tuttuğunu hepimiz görüyoruz ama kesinlikle bu mesele çatışmalı ortamlarla ve güvenlikçi politikalarla çözülecek bir mesele değildir. Müzakere ve diyalog süreçlerine ihtiyaç vardır.

Buradan Türkiye iç siyasetine gelmek istiyorum. İktidarın savaş politikalarına karşı sizin dışınızdaki muhalefet partilerinin yaklaşımını nasıl ele alıyorsunuz? Örneğin CHP'nin tezkereye hayır demesi kamuoyunda olumlu bir yaklaşım olarakdeğerlendirilmişti. Ancak savaşın yeni boyut kazandığı bir de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik iktidarın saldırı hazırlığı yaptığı bu süreçte destekler pozisyonda. Ne dersiniz bu konuda?

CHP Türkiye’nin ana muhalefet partisi ama artık bu politikalarla birlikte son dönemini yaşıyor. Yani CHP Türkiye’nin ana muhalefet partisi olmaktan çıkmak üzere. Önümüzdeki seçimde bu ülkenin ana muhalefet partisi HDP olacak. Dolayısıyla ben CHP’nin özellikle son zamanlardaki politikalarının, anlayışının, zihniyetinin iktidardan çok faklı olmadığını düşünüyorum. CHP bu meselelere eğer iktidar gibi yaklaşacaksa zaten AKP hükümetinden bir farkı olamaz. CHP’nin savaş politikaları başta olmak üzere yapılan tüm hukuksuzluklarla ilgili çok daha net, kararlı ve dik bir duruş göstermesine ihtiyacı var. Ama ne söylemlerinde ne pratiklerinde biz CHP’nin böyle bir tavır içinde olduğunu göremiyoruz ne yazık ki. Bu böyle devam eder mi etmez mi çok bilmemekle birlikte, CHP ana muhalefet partisi görevini ne yazık ki yerine getiremiyor. Başta Kürtler ve HDP olmak üzere yaşanan her türlü hukuksuzluk karşısında CHP’nin tavrının çok daha net olması gerekiyor.  

Savaş politikalarının yansıdığı bir diğer önemli gündem cezaevleri. Cezaevleri üzerinden “yeni” bir düzen mi yaratılmaya çalışılıyor? Neler söylersiniz cezaevlerine ilişkin?

Son dönemlerde birçok cenazenin çıktığına tanıklık ettik cezaevlerinden ve cezaevlerinde böylesi bir durumun yaşanması tabi ki iktidarın cezaevindeki siyasi tutuklulara yönelik yaklaşımından kaynaklanıyor. Pandemi döneminde adli tutukluların çoğunluğunu serbest bırakıp siyasi tutuklularla ilgili hiçbir adım atmaması bile Kürtlere yaklaşımının bir göstergesidir. Cezaevlerinde çok büyük hakları ihlalleri yaşanıyor. Başta hasta tutuklular olmak üzere yaşanan bütün bu haksızlıklar, insan hakları ihlalleri karşısında iktidarın büyük bir çoğunlukla bu anlayışla bir an önce vazgeçmesi yönünde büyük bir sese ve itiraza ihtiyaç var. Yapılan itirazların yeterli olmadığını düşünüyorum. Bu mesele de sadece HDP’nin meselesi değil. Bugün Türkiye’de cezaevinde çok sayıda aydının, yazarın kaldığını da biliyoruz. Gezi Davasından tutuklu olanlar, akademisyenler birçok kesimden insanlar var. Meseleyi sadece HDP üzerinden, HDP’nin gündem yapması üzerinden ele alırsak HDP gündem yapıyor, yapmaya da devam edecek. Çünkü bizim cezaevinde kalan her insana ve ailelerine sahip çıkma gibi bir sorumluluğumuz var. Onların yaşadığı sorunları en azına indirmek ve ortadan kaldırmak için birçok girişimde bulunduk. Fakat bu konuda da yeterli değiliz. Bunun farkındayız. Pratikte daha sonuç alıcı ve bu sorunların ortadan kalkması için çok daha farklı bir sahip çıkmaya ihtiyaç var. Bu anlamda sorumluluğumuz olduğunun bilincindeyiz. Cezaevleri HDP’nin öncelikli gündemlerinden ve meselelerinden biri olmaya devam edecek. Cezaevlerinde kalan arkadaşlarımızın, insanların yanında olmaya da devam edeceğiz.

Röportaj: Öznur Değer

11 Haziran 2022