Engellilik bir kimlik mücadelesidir ve özü gereği kadın mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır

HDP Engelliler Komisyonu Kadın Üyelerinin açıklaması:

Can yakan, can alan bir yoksulluk, yoksunluk, işsizlik, geleceksizliğin çaresizliğinde gelen intiharlar ve son bulan yaşamlar, kadın cinayetleri, cezasızlık, istismar ve tecavüzler, yolsuzluk, hukuksuz işten çıkartmalar, sokaklarda kalan üniversite öğrencileri, iradesi gasp edilen Kürt halkı, yanan ormanlar, iklim krizi, kuraklık, tarlada, atölyede yok pahasına çalışan, kadınların nasır tutmuş eli ve değersizleştirilen emeği.

Yıllardır çözüm bekleyen toplumsal sorunlarımız, pandeminin gelişiyle birlikte bir domino etkisi yaratıp üst üste yığılırken, birbirimizle olan ayrılmaz bağlarımızı ve sorunların bütünselliğini daha da görünür hale getirdi. Ambalajlanarak bize servis edilen ve yüceltilen kapitalist modern yaşamın renkli boyaları silinmeye, yaldızları dökülmeye başladı. Mevcut sistemin karanlığı ve gerçeği inkar edilemez bir biçimde karşımızda. Toplumun her katmanında sorunlar biraz daha derinleşip, bizi her geçen gün bir parça daha nefessiz bırakırken, ‘’Engelli‘’ etiketi ile damgalanan milyonlarca engelli yurttaşımız, aileleri ile birlikte görülmez ve duyulmaz kılınan bir alanda karşılaştıkları sorunları göğüsleyerek aşmaya ve onurlu bir yaşam mücadelesi vermeye çalışmaktadır.

Engelli on milyonlarca yurttaş ve savaşların ülkemize sürgün ettiği engelli ve mülteci insanlar, toplumsal eşitsizlik, sosyal dışlanma, ayrımcılık, damgalanma ve sosyal izolasyon gibi ortak sorunlarla karşılaşırken, adeta bireyi görünmez kılan bu etiket, aynı zamanda engelli kadını cinsiyetsizleştirmektedir.   Engelli kadınların uğradığı çifte ayrımcılık ve sosyal baskı; eğitim, istihdam, ekonomik statü, sağlık, aile, sosyal ve kültürel alanların tamamında daha yakıcı hissedilmektedir. Özellikle düşük beklenti ve görmezden gelme engelli bir kadının aile kurma yeterliliğine kabul vermezken, evlilik yaşamları ve mahrem alanları saygısızca sorgulanmaktadır. Ve hatta bu ölçüsüzlük engelli kadının çocuklarına da ayrımcılık olarak farklı şekillerde yansımaktadır.

Engellilik sorunu, her hal ve koşulda kadının sorunu olarak yaşamın pratiklerinde karşılık bulmaktadır. Zira engelli olanın ya kendisi, ya da engelli çocuğu doğuran kadın olarak ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Doğumun ilk anında göbek bağının kesilmesi ile birbirinden ayrılan anne ve çocuk bedeni, engelli çocuk ve anneleri için yaşamın ilerleyen yıllarında hiç kopmayan bir gönül bağı olarak başka bir formda yeniden inşa edilmektedir.

Bu bağın gönüllü ama mevcut sosyal politikalar ile biraz da zorunlu hale getirildiği en belirleyici olan ve en öne çıkanı ‘’Evde Bakım Hizmetleri’’ olarak, aslında ismi ile dahi bize mevcut hakim engelli ideolojisini ifşa eden ve güçlendiren uygulamadır. Engelli bir bireyin bağımsız yaşam hakkını öncelemeksizin, 2 bin 360 TL ödenekle ve sosyal güvencesiz, tüm sorumluluklarını aileye, aile içinde ise ekseriyetle bir kadına havale eden, hizmeti minnete dönüştüren bu zihniyetin adı; öjenizmdir. Mevcut uygulamayla sosyal devlet olmanın tüm yükümlülükleri ve hizmetler, aileye yüklenmekte ve hane gelirine göre yapılan hesaplamalar ile açlık sınırına dahi erişemeyen bakım maaşı çoğu zaman kesilmektedir. Engelli bireyin ve desteği sağlayan kadının, eve kapatılması yoluyla, sosyal ve kültürel yaşama katılım hakları gasp edilmektedir. Özellikle SSPE’li, SMA vb. engellileri destekleyen kadınların yaşamları onlara nefes veren cihazların başında, yaşamın nöbetini tutan ve yorulmadan umudu yeniden üreten bir güce dönüşmektedir.

Engellilik durumu oluşan ya da tanı alan çocuklar birçok durumda babalar tarafından terk edilirken, akrabalar sağlam çocuk doğuramayan anneyi, çocuk ile birlikte dışlamaktadır. Bu durum engellilik sorununun aynı zamanda bir kadın sorunu olduğunu ve engellilik mücadelesinin aynı zamanda bir kadın mücadelesi olduğu gerçeğini de çarpıcı bir şekilde bize bir kez daha göstermektedir.

Engellilik ile ilgili sorunların en çok yoğunlaştığı, kadınların yalnızlığının en çok derinleştiği hikayeler ise nöroçeşitli çocukların yaşamında karşılık bulmaktadır. Bu hikayelerde ‘’Anne’  olmak, cinsiyetçi toplumun yüklediği rollerden azade, kimi zaman ‘’ Biz böyle çocukları almıyoruz ‘’ diyen okul müdürüne, kimi zaman ‘’ Evimden çık ‘’ diyen ev sahibine, kimi zaman ‘’ Bu parka gelmeyin’’ diyen normalin zorbalığına karşı çocuğunun haklarını savunan, normalin zulmüne baş kaldıran, yılmaz bir direnişçinin adı olmaktadır.

Nöroçeşitliliğin dışarıdan görünen bir engellilik olmayışı, bu konuda toplumsal olarak sahip olduğumuz bilgisizlik ve bildiğimizi sandığımız ezberlerimiz, bu grupların yaşamlarını daha da zorlaştırmaktadır. Özellikle otizmin erkek çocuklara atanmış bir teşhis olarak kabul gören ezberi, otistik kız çocuklarının görmezden gelinmesine ve ihtiyaç duydukları dönemlerde destekten yoksun kalmalarına yol açan, cinsiyetçiliğin yaşamın bambaşka alanlarında ortaya çıkan toksik bir biçimidir.

İnsanlık tarihi sürecinde kadının esareti, erkek aklın cinsiyetçi hakim ideolojileriyle devam ettirilirken, beden zindanlarına kapatılması da sağlamcı politikalarla sürdürülmektedir. Bu nedenle kadının özgürlük mücadelesi, özü itibariyle kesişimselliği olan, iktidarın bedeni kuşattığı ve engelliliği inşa eden sağlamcılıkla mücadeleyi de birlikte yürütmeyi zorunlu kılmaktadır. Sağlamcı ideoloji ile yüzleşmeden engellilik sorunlarını çözebilecek özgürleştirici politikalar üretebilmemiz mümkün görünmemektedir.

Tahrik, huzursuzluk, nefret, kabalık, şiddet, yalan-dolan, bencillik ve açgözlülük gibi erkek egemen iktidarın kaba titreşimleriyle çevremizi saran,  hamaset ve militarizm ile tüm kirliliğini savaşların ateş ve dumanıyla görünmez kılmaya çalışan politikalar, sorun üretmeye devam etmektedir. Şimdiye kadar yaşamsal olan hiç bir sorunu çözemediği gibi, engellilik sorununun da bu zihniyetle çözülmesi mümkün görünmemektedir. İhtiyacımız olan ve özlemini duyduğumuz tek şey, yaşamın ilk nefesinden itibaren kolektif hafızada her daim var olan, kadın doğasının, doğruluk, dürüstlük, nezaket, dostluk, iyilik, saygı, sevgi ve dayanışmanın, ruhumuzda kayıtlı epigenetik aktarımlarının ince titreşimleriyle, bütün toplumu dönüştürmektir. 

Merkezi Uygarlıklar tarihinden günümüze, tarlada, fabrikada, okulda, evde ve yaşamın kalbinin çarptığı her yerde, emeği ve bedeni, erkeğin iktidarı ile sömürüye maruz bırakılan kadının direnişi, her 8 Mart’ ta küllerinden yeniden doğmakta ve çoğalmaktadır. Ve fakat engellilik alanında cinsiyetçiliğin ve sağlamcılığın birlikte yaşandığı, ayrımcılığa uğrayan kadının, kendisi gibi mücadelesi de yalnız kalmıştır. Engellilik bir kimlik mücadelesidir ve özü gereği kadın mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. 

Koşulsuz kabul, koşulsuz sabır, koşulsuz özveri ve koşulsuz sevgi, bedeli sayılara sığdırılamayacak, en yüce emektir. Ve bu emeğin yeşerebileceği en verimli toprak çoğunlukla bir kadının kalbidir!

HDP Engelliler Komisyonu Kadın Üyeleri 
7 Mart 2022