KHK ile ihraç edilen sağlık emekçilerinin çalışmalarına sınır getiren düzenlemeye ilişkin muhalefet şerhimiz

KHK ile ihraç edilen sağlık emekçilerinin çalışmalarına sınır getiren düzenlemenin de yer aldığı kanun teklifine ilişkin muhalefet şerhimiz.

GENEL DEĞERLENDİRME

İşbu teklife ilişkin Anayasa’ya uygunluk denetimi yapılmamış ve buna ilişkin usuli itirazlarımız değerlendirilmemiştir. İçtüzüğün  “Anayasaya uygunluğun incelenmesi” başlıklı 38 inci maddesi uyarınca: “Komisyonlar, kendilerine havale edilen tasarı veya tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler. Bir komisyon, bir tasarı veya teklifin Anayasaya aykırı olduğunu gördüğü takdirde gerekçesini belirterek maddelerin müzakeresine geçmeden reddeder.”

İlgili tasarının ilk elden Anayasa’ya aykırı olup olmadığının denetiminin yapılması Komisyonun birincil sorumluluğundadır. Ancak bu teklife dair inceleme raporunda Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılıp yapılmadığına dair bir ibare yoktur. Bir kanun metninin ilkin Anayasa’ya uygunluk denetiminden geçmesi, sonrasında tartışamaya açılması İçtüzüğün de öngördüğü bir usuldür. Nitekim hiçbir yasa Anayasa’ya aykırı olamayacağından bu değerlendirmenin komisyon aşamasında yapılması da usulen bir ön şarttır. Bu şart gerçekleştirilmeksizin teklifin görüşülmesi usule ve yasaya aykırıdır.

Kaldı ki itirazlarımıza konu bu düzenlemede Anayasa’nın pek çok hükmüne aykırı hususlar olduğu açıktır. Anayasa’nın eşitlik ilkesi başta olmak üzere, sosyal devlet ilkesi, çalışma hürriyeti bağlamında ciddi anlamda sakıncalı düzenlemeler söz konusudur. Bu kadar açık bir şekilde Anayasa’ya aykırı düzenlemelerin yer aldığı bir teklifin üstelik itirazlarımıza rağmen denetimden geçirilmeksizin Komisyon aşamasına getirilmesi başlı başına hukuku çiğnemektir. Öte yandan İçtüzüğün 38 maddesi bunu açıkça düzenlediği halde İçtüzüğe aykırı işlem tesis edildiği de açıktır.

AKP 16 yıllık iktidarı boyunca yasa yapma stratejisini iki temel yaklaşımla sürdürmektedir. Bunlardan birincisi, farklı alanlardaki düzenlemeleri tek bir teklifin içerisine yerleştirecek şekilde torba yasa olarak Parlamentonun önüne sunmaktır. İkinci temel yaklaşım ise torba kanun teklifi içerisine toplumsal duyarlılığın yüksek olduğu bir konuda, -yetersiz de olsa- bir düzenleme yerleştirip geri kalan maddelerde kendi siyasi ajandasını yürütmesidir. Bu iki temel yaklaşıma ek olarak kanun teklifi görüşmelerinde, kendi ajandasındaki maddeleri kamuoyundan saklamak amacıyla muhalefetin söz hakkı kesilmekte ve komisyon/genel kurul görüşmelerinde gerginlikler yaratılarak dikkatler başka yöne çevrilmektedir.

Komisyonunda yapılan tartışmalar birçok anlamda anti-demokratik, otoriter ve sosyal devlet ilkesine tamamen ters bir tablo ile karşı karşıya kalınmasına yol açmıştır. Komisyon görüşmelerine katılan her vekilin, komisyon üyesi olsun ya da olmasın, madde önerileri hakkında görüş belirtmeye hakkı varken 5.madde önerisi konuşulurken komisyon üyesi vekillerinden Semra Güzel, ve yine bazı komisyon üyesi milletvekillerinine söz hakkı kullandırmaması komisyonda söz hakkının engellenmesine ve muhalefet vekillerinin yok sayılmasına yol açmıştır. 5.madde görüşmeleri sırasında söz hakkı verilmeyen vekiller için komisyon sırasında üye vekiller ve diğer vekiller tarafından protesto edildiği sırada komisyon başkanının maddeyi önerilen hali ile geçirmeye çalışması ve gürültüler arasında okuyarak onaylamaya sunması tam bir usulsüzlük durumu ortaya çıkarmıştır. Protesto sesleri arasında komisyon başkanının okuttuğu önergeler, yaptığı işlemler anlaşılmamıştır. Komisyon üyesi olmayan AKP'li milletvekilleri, komisyon başkanının etrafına toplanıp, talimatlar yağdırmıştır. Oylama için ellerin kalktığı görülmemiştir. Müzakerenin olmadığı bir ortamda, Komisyon başkanının yerinden kalkarak 5'inci maddenin kabul edildiğini protestolar arasında ilan etmiştir. Önergelerin içeriği anlaşılamamış ve okunan önergeler dağıtılmamıştır. Okunan madde önerisini duymanın mümkün olmadığı bir ortamda bütün karşı koyuşlara rağmen madde önerisi okunmuş ve maddenin onaylandığı duyurulmuştur. Bu sırada AKP’li vekillerin dahi madde önerisini duyamadığı için el kaldırmadığı gözlemlenmiştir. Yine aynı maddenin görüşmeleri esnasından AKP grup başkanvekilleri Mehmet Muş ve Bülent Turan tarafından komisyonunun görüşünü etkileyecek şekilde komisyon üyelerinin kulaklarına fısıldadıkları görülmüştür. Bahsi geçen iddialar kamera kayıtları ile sabittir. Hem içtüzüğe hem etik çalışma kurallarına aykırı bir şekilde madde geçirilmeye çalışılmıştır. Sonrasında yapılan itirazlar ve tutulan tutanak neticesinde her ne kadar ilgili madde tekrardan görüşülse de bu maddenin içeriğine dair iktidar partisinin tutumu ve izlediği yol yöntem ikinci görüşmeye de yansımıştır. 

Önümüzdeki kanun teklifinin gerek içeriği gerekse de müzakere süreçleri AKP’nin yasa yapma stratejisinin uygulandığı bir alan olmuştur. Sağlık emekçilerine şiddetin engellenmesi ile ilgili adli takibat düzenlemesi adı altında kamuoyuna propaganda edilen kanun teklifi, hem AKP’nin kamuoyunda propaganda ettiği gibi sağlık emekçilerine yönelik şiddeti tamamen ortadan kaldırmamakta hem de sağlık emekçilerin sömürmeyi ve halk sağlığını tehlikeye düşürecek düzenlemeleri getirmek istemektedir.

AKP hükümeti, iktidara geldiği günden bu yana sağlığı kamusal hak değil, kaynak-gelir olarak gören politikalar yürütmüştür. AKP’nin sağlık alanını, kamusal bir hak olmaktan çıkararak özelleştirmeye çalışması söz konusu kanun teklifinin temel dayanaklarından birini oluşturmaktadır. Önce özelleştirilen hak, kanun sonrası uygulama yetkisini yürütme erkine devrederek icra makamının insafına bırakılmaktadır. Türkiye’deki yeni tahakküm sistemi olan yürütme erkine aşırı güç verilmesi, merkezden tabana doğru yayılmak istenmekte, Alman düşünür Carl Schmitt’ten esinle her alanda yerel “icra komiserleri” oluşturulmakta ve özelleştirilen hakların kullanımı veya sunumu bu icra komiserlerinin keyfi uygulamalarına terk edilmektedir. Bu kapsamda, ülke yukarıdan aşağıya olacak şekilde denge-denetleme, hukuk devleti ve sosyal devlet ilkeleri açılarından yeniden dizayn edilmekte; demokratik teamüller, hakların talebi, kullanımı ve sunulması ortadan kaldırılmak istenmektedir. Bu gidişatın varacağı yer bellidir. Yurttaşların haklarını kullanması önünde iki şart getirilmektedir: Para sahibi olmak ve iktidara yakın olmak. Nihayetinde komisyonda kabul edilen teklif de bu politikalarla parelerdir. Öncelikle, teklifin kimi maddeleri Anayasa’ya aykırılık göstermektedir, diğer yandan da doktorların çalışma hakkını kısıtlamakta ve sağlığı daha fazla piyasa açmayı hedeflemektedir.

Anayasa’nın yanı sıra bu kanun teklifinin genel amacı ve ilgili maddeleri, çalışma hakkı ve sağlık hakkını düzenleyen, Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerine ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin ilgili maddelerine de açıkça aykırılık teşkil etmektedir. 

Bu kanun teklifinde bulunan ve tarihin kara sayfalarında yerini alacak düzenleme, kuşkusuz ki, herhangi bir adli süreç işletilmeden, tamamen yürütme erkinin tasarrufu KHK’lar aracılığıyla işlerinden edilen hekimlerin Sosyal Güvenlik Kurumu ile anlaşması olan hastanelerde çalışmasının engellenmesi düzenlemesidir. Güvenlik soruşturmasından kaynaklı çalışamayan hekim ve diş hekimleri 600 gün mesleklerini hiçbir şekilde yapamayacağı şekilde teklif düzenlenmiştir. Bu sürenin sonunda SGK ile anlaşması olmayan kurumlarda çalışma hakkı verilirken, Türkiye’de SGK ile anlaşması olmayan hastane yok denecek kadar azdır. Haksız yere, hukuksuz şekilde ihraç edilmiş olan hekimlere yönelik bu uygulama, esasında, hukukun değil psikanalizin; adaletin değil hınç, öfke ve iktidar kibrinin konusudur. 

Teklifteki ilgili düzenleme, İtalyan siyaset felsefesi düşünürü Giorgio Agamben’in Kutsal İnsan/Homo Sacer üretiminin 21 inci yüzyıl versiyonu olarak tanım ve tarif edilebilir. Kutsal İnsan, Roma döneminde ortaya çıkan ve tarihsel süreç boyunca çeşitli şekillerde tanımlansa da bugün, kabaca, “insanın harcanabilir hayatı ama hayatının kurban edilemezliği” durumuna verilen addır. Söz konusu düzenlemenin ilgilisi olan hekimlere, yaşama “şansı” muktedir tarafından “bahşedilmekte”, ama sosyal varlığı, emeği, hakları harcanabilir hale getirilmek istenmektedir. Bir yandan sosyal hayatı diğer yandan emeği ve hakları iptal edilmek istenen hekim yurttaşa, dayatılan toplum dışına çıkmak, geçimini sağlayamamak, haksız-korumasız bırakılmak dayatılmaktadır. Kuşkusuz ki, ihraç edilmiş hekimler başta olmak üzere OHAL KHK’ları ile işlerinden edilen yurttaşlar, iktidar pratiği ve penceresinden, 21 inci yüzyılın Kutsal İnsanları olarak görülmektedir. 20 nci yüzyılın Kutsal İnsanı mekân olarak kamplarda üretilirken, 21 inci yüzyılın Kutsal İnsanı, iktidar tarafından tüm ülke sathında üretilmektedir. 20 nci yüzyılda Kutsal İnsan, hukukun istisnasında üretilirken, 21 nci yüzyılda, ilgili kanun teklifindeki bir maddede örneğini göreceğimiz şekilde, hukukun içerisine alınmaktadır. Bu farklılıklarına rağmen mutlak tahakküm açısından aynı iktidar mantığının işlediği ise açıktır.

Yukarıda ifade edilenlerin yanı sıra;

Teklif, kamu yararı ilkesini esas alan, Anayasal güvence altında bir kuruluş ve meslek örgütü olan TTB’nin sağlık alanındaki etki alanını daraltmayı hedeflemektedir.  Hekimlerin birden fazla yerde çalışması durumunda TTB’den izin alma yetkisi teklifle kaldırılması, AKP’nin uzun süredir hedefinden olan meslek odalarının en etkililerinden TTB’yi ve konuya dair tüm sivil toplum kuruluşlarını zayıflatma hamlesidir. Teklif, hekimler ile söz konusu kuruluşlar arasındaki bağı kesecek ve böylelikle sağlığa erişimde kamu yararına yerine, kar odaklı sağlık hizmeti ön plana çıkmasına zemin hazırlanacaktır. Demokrasilerde meslek odalarının korunması ve örgütlenmesi önündeki engellerin kaldırılması icap ederken, teklif yetki alanı daraltarak, anti-demokratik bir işlev görmektedir.

Teklif, daha önce Anayasa tarafından iptal kararı verilen mütevelli heyeti konusunda da hukukun arkasından dolanmaktadır. Mütevelli heyetin, Rektör, Sağlık Bakanı Yardımcısı, Sağlık Bakanının seçtiği bir üye, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Yönetim Kurulu tarafından belirlenen bir üye ve Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen bir üye olmak üzere beş kişiden oluşmasını amaçlayan teklif, 2016 yılında Anayasanın “bilimsel özerklik ilkesiyle bağdaşmamaktadır“ gerekçesiyle verdiği iptal kararıyla özünde aynıdır ve Anayasaya aykırılığı sürdürmektedir.

Kar oranın yüksek olduğu bilinen ilaç ithali alanında Türkiye’de tek yetkili Türk Eczacılar Birliği iken, teklif ilaç tedarikine ilişkin başka kurum ve kuruluşlara da yetki vermeyi amaçlamaktadır. Bu durum ilaç sektörünün özelleştirilmesi anlamı taşırken, ilaç tedarikinin toplumun sağlığa ulaşmasının dışında başka amaçlar için kullanılması riskini oluşturmaktadır. Teklifin ilaçların dağıtımına dair halk sağlığını tehdit eden ve karı önceleyen bir başka noktası da sadece eczanelerde satılabilen ilaçların halk sağlığını tehdit etme ihtimali olan birimlerde de satılmasıdır.

Öte yandan bu teklif, Sayıştay raporlarıyla Sağlık Bakanlığı hakkında kimi usulsüzlükler tespit edilmiştir. Teklif ise usulsüzlüklerle anılan Bakanlığı, miktarı 10 Milyar TL’yi bulan döner sermaye işletmelerinin muhasebe hizmetlerinde tek yetkili kılmayı amaçlamaktadır. Bakanlığın bu konuda tek yetkili kılınması, denetim sorunlarını yol açacaktır.

Sonuç olarak işbu teklif, Anayasa, AİHS, ILO Sözleşmelerine aykırılık yönünden hukuk devleti ilkelerini ortadan kaldırmakta, siyasal açıdan hınç ve nefret yansımalarına sahip, sosyal açıdan hakları özelleştiren niteliklere sahiptir. Bu açılardan kanun teklifinin bütün olarak geri çekilmesi, siyasi partiler ve meslek örgütleri ile demokratik kitle örgütleri ile ortaklaşılarak tekrar yasallaştırılmalıdır.

Maddeler Bazında Değerlendirme:

Madde 1: Tıbbi ürünler ile ilaçlar eczacıların uzmanlık alanındadır. Dolayısıyla yurtdışı ilaç tedariğine ilişkin başka kurum ve kuruluşlara yetki verilmesi durumunda sağlık amacının dışında, kar amacı güdülen bir ticari faaliyete dönüşme riskini açığa çıkacaktır. Bu nedenle yurt dışı ilaç tedariği sadece Türk Eczacılar Birliği aracılığıyla yapılmalıdır. Sağlık gibi son derece hassas bir konuda ilaç tedarik hususlarını ve kriterlerini belirleyecek kurumun ilaç konusunda uzman bir kurum olması gerekmektedir. Aksi takdirde ticari bir işletme haline gelecek olan ilaç tedariği kötüye kullanıma ve istismara açık hale getirilecek ve halk sağlığı konusunda ciddi problemler ortaya çıkacaktır.

İlaç sektörünün özelleştirilmesi anlamına da gelen bu teklif sağlık gibi hayati bir konuda rekabet ortamını doğuracaktır ve bu durumdan olumsuz etkilenen vatandaşlar olacaktır. Gerekli görüldüğü takdirde Türk Eczacılar Birliğinin desteklenmesi, çalışma ağlarının genişletilmesi ve güçlendirilmesi gerekmektedir.

Madde 4: Teklifte bahsedilen  984 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin üçüncü cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır şeklinde ifade edildiği cümle şöyledir;

“Şu kadar ki, diplomalı eczacı olmak şartiyle, şeriklerden birinin ticarethane işlerinden mesul müdür gösterilmesi lazımdır.”

Tasarının 4.maddesi ile eczanelere, eczacı diploması olmayanların da ortak ve mesul müdür gösterilebilmesinin önü açılmak istenmektedir. Tasarının bu maddesiyle sağlık kurumlarından biri olan eczanelerin piyasalaşmasına neden olacak durumların açığa çıkmasına neden olacaktır. Eczacılık eğitimi almayan kişilerin ilaçlarla ilgili halk sağlığını öncelemeyeceği açıktır.

Madde 5: Teklifin 5.maddesiyle hakkında herhangi bir soruşturma ve kovuşturma olmayan ya da hakkında soruşturma varsa soruşturma sonucu beklenmeden, insanların emniyet ve istihbaratın muğlak, keyfi ve hukuksuz raporlarına dayanılarak işlerinden edilen hekimlerin SGK ile anlaşmalı olan yerlerde çalışmalarının önünü kapatılarak fiili ölüme mahkum edilmek istenmiştir. Ayrıca güvenlik soruşturmasından hukuksuz bir şekilde geçemeyen hekimlerin rapor yazma yetkisi ellerinden alınmıştır. Çok açık ve nettir ki rapor yazamayan bir hekimin özel bir hastanede istihdam edilmesi neredeyse imkânsızdır. Bu haliyle güvenlik soruşturmasından geçemeyen hekimler de aynı hukuksuzlukla ihraç edilen hekimler gibi fiili ölüme mahkûm edilmek istenmiştir.

Söz konusu teklif bu haliyle Anayasanın;

Kanun önünde eşitlik MADDE 10

Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması MADDE 15

Düşünce ve Kanaat Hürriyeti MADDE 25

Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti MADDE 26

Suç ve Cezalara ilşkin Esaslar MADDE 38’e aykırılık teşkil etmekle birlikte Türkiye’nin imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde belirtilen çalışma ve sözleşme yapma hakkına da aykırılık teşkil etmektedir.

Ayrıca, ilgili öneride geçen güvenlik soruşturmasından geçemeyen hekimlerin zorunlu devlet hizmeti yükümlülüğü olarak tabir edilen 600 günlük süre içerisinde çalışma zorunluluğu getirme ve bu süreçte işe alınmadıkları için 600 gün boyunca çalışmalarının yasaklanması ağır bir hak ihlalidir. Anayasanın “Zorla Çalıştırma Yasağı” başlıklı 18.maddesine göre ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.” Hükmü gereğince bu yükümlülüğün yerine getirilmesinin zorla çalıştırma olarak nitelendirilemeyeceği ve herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olması karşısında ülkenin her yöresinde sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesini sağlamak amacıyla tabiplerin devlet hizmetiyle yükümlü kılındığı ve niteliği gereği sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesinde ortaya çıkacak eksiklik ve gecikmelerin telafisi olanaksız sonuçlara yol açacağı hususları dikkate alındığında ülke ihtiyaçlarının söz konusu Devlet Hizmet Yükümlülüğünün zorunlu kıldığı kabul edilmiştir.

Bu durumda güvenlik soruşturmasını geçemeyen hekimlerin 600 gün boyunca bekletilmesinin bu madde çerçevesinde hizmet ulaştırılamayan yerlere hizmet ulaştırma gibi bir amacı taşımadığından anayasanın 18 maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Var olan koşullarda zaten kamu görevlisi olamayan hekim ve diş hekimlerinin kamu görevlisi zorunluluğu şartlarından olan ve kamu görevlilerine uygulanan mecburi hizmet yasasına dâhil edilmeye çalışılmasının hiçbir mantıki ve ahlaki yönü yoktur.

Madde 8: Yasal tedarik dışında beşeri tıbbi müstahzarların satış, dağıtım ve pazarlamasını yapanlar veya aracılık edenler hakkında caydırıcı cezalar verilmelidir. Satışı açık olan bu ürünler yüzünden her yıl onlarca vatandaş ölümcül sonuçlara varacak şekilde sağlık sorunları ile yüz yüze kalmaktadır. Bu ilaçların denetiminin uzmanlara bırakılması, her yerde satılmaması ve hatta sadece eczanelerde satılması bu ilaçların ortaya çıkardığı hastalanma, kalıcı sağlık sorunları ve hatta öldürme durumunu ortadan kaldırabilecek tek yöntemdir. İnternet üzerinden dahi satışı yapılabilen bu ilaçların tabi olduğu yasal bir denetleme mekanizmasının olmaması tamamen para ve kar üzerinden üretimlerinin yapılmasına ve denetimsizliğe yol açmaktadır. Eczanelerden alınan ürünler bir başka aracı aracılığıyla satışa sunulabilir –üzerinde “sadece eczanelerde satılır” ibaresi olanlar- fakat üretim ve denetim yerinin ecza şirketleri olması gerekmektedir. Bu ürünlerin uzman sağlıkçılar tarafından denetlenmemesi ve incelenmemesi durumunda istismara açık bir hale gelecektir ve ciddi sağlık sorunlarına yol açılacaktır, mevcut durumda böyle olmadığı için birçok vaka mevcuttur. Bu ilaçların denetimi sırasında herhangi bir sorun çıkmasa dahi sonrasında nasıl korundukları, ilaç muhafaza yöntemlerinin uygulanıp uygulanmadığı bilinmemektedir. Bu yüzden bu ürünler sadece eczanelerde, ilaç uzmanları tarafından satılmalıdır.

Madde 9:  Teklifin 9.maddesinde tıbbi tetkik gibi laboratuvar işlemlerinin Sağlık Bakanlığınca yetkilendirilen laboratuvarlarda yapılabilmesinin önü açılmak istenmektedir. Ancak Kamu sağlığını doğrudan ilgilendiren bu yetkinin Sağlık Bakanlığı tarafından doğrudan kullanılması gerekmektedir. Çünkü yetkinin başka laboratuvarlara devredilmesi durumunda telafisi mümkün olmayan zararlara yol açma riski oldukça yüksektir. 

Madde 11:  Teklifin 11. Maddesi ile hekimlerin kamu görevi dışında birden fazla işyerinde çalıştırılmaları ya da çalışmak istemeleri halinde; bu tür çalışmaların sağlık hizmetlerine ve sağlık hizmet ortamına etkilerinin tabip odaları tarafından denetlenmesine ve değerlendirilmesine ilişkin kuralın kaldırılması teklif edilmektedir. İşverenlerin talebi gereğince, hekimlerin, özellikle de zincir sağlık kuruluşlarında daha ağır koşullarda ve daha uzun sürelerde çalıştırılmak istenmesinde ve bu amaçla oda denetiminin ve değerlendirmesinin kaldırılmasında kamu yararına uyarlık bulunmamaktadır.

Ayrıca TTB’nin denetim yetkisini kaldıran bu madde mesleki etik değerlere aykırı davranışların önünü açacaktır.

Madde 12: Sağlık Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatında döner sermaye işletmesi kurulabilir. Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı için tahsis edilen döner sermaye miktarı on milyar Türk Lirasıdır. Bu miktar her bütçe yılı içinde Cumhurbaşkanı tarafından ihtiyaca göre artırılabilir. Sağlık Bakanlığının gölge bütçesi haline gelen, muhasebe kayıtlarının yanlış tutulduğu, harcamaların yasaya aykırı yapıldığı Sayıştay raporlarıyla belgelenen döner sermaye harcamalarında denetim ve açıklık sağlanmamakta ve Sağlık Bakanlığı tek yetkili hale getirilmektedir. Sağlık Bakanlığının tek yetkili hale getirilmesi, denetim sorunlarına yol açacaktır.

Madde 13: Teklifin 13.maddesi ile döner sermaye harcamalarının takibinin il sağlık müdürlükleri bünyesine Maliye Bakanlığı yetkilisinin atanması yolu ile yapılması uygulamasından vazgeçilmekte, muhasebe takibinin Sağlık Bakanlığı tarafından yürütüleceği düzenlenmektedir. 

Sağlık Bakanlığının gölge bütçesi haline gelen, muhasebe kayıtlarının yanlış tutulduğu, harcamaların yasaya aykırı yapıldığı Sayıştay raporlarıyla belgelenen döner sermaye harcamalarında denetim ve açıklık sağlanmamakta ve Sağlık Bakanlığı tek yetkili hale getirilmektedir.

Yanı sıra, açıklığın kamuoyu denetiminin olmadığı bir ortamda, Kamu-Özel ortaklığı adı altında şirketlere, yöneticilere yapılan ödemeler ile  döner sermaye havuzundan çalışanlara yapılması gereken ödemelerde gün geçtikte azaltılıp sonlandırılmaktadır.

Madde 17: Teklifin 17. Maddesi ile Sağlık Bilimleri Üniversitesinin mütevelli heyeti bileşimine ve yetkilerine  ilişkin düzenleme  yapılmaktadır. Teklifte mütevelli heyetin Rektör, Sağlık Bakanı Yardımcısı, Sağlık Bakanının seçtiği bir üye, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Yönetim Kurulu tarafından belirlenen bir üye ve Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen bir üye olmak üzere beş kişiden oluşması tasarlanmıştır.

Anayasa Mahkemesi tarafından “Mütevelli Heyeti kanalıyla merkezi idareye, üniversite üzerinde denetim ve gözetim yetkisini aşan nitelikte bir yetki tanınması Anayasa’nın 130. maddesiyle güvence altına alınan bilimsel özerklik ilkesiyle bağdaşmamaktadır” gerekçesi ile verilen iptal kararı üzerine bu düzenlemenin teklif edildiği anlaşılmaktadır. ‘Esas 2015/61 ,Karar  2016/172 Karar tarihi  2.11.2016 R.G. Tarih-Sayı  :9.12.2016-29913)

Ancak teklif, Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasaya aykırı bulunan düzenleme ile aynı öze sahiptir. İptal edilen yasa hükmünde,  Sağlık Bilimleri Üniversitesi Mütevelli Heyetinin; Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, Rektör, Sağlık Bakanının seçeceği iki üye ile YÖK tarafından seçilen profesör unvanına sahip bir üye olmak üzere toplam beş üyeden oluşacağı düzenlenmişti. Teklif Anayasa Mahkemesi kararı ile saptanan Anayasa aykırılığı sürdürmektedir.

Öğretim üyelerinin işlevlerini yerine getirilebilmesinin zeminini tarif eden akademik kurulların oluşumu, kurullara ve işleyişe katılıma dair 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda yer alan kuralların bütünüyle örtülü bir biçimde ortadan kaldırılması sonucunu doğurmaktadır.  Birlikte kullanımın olduğu tıp ve diş hekimliği fakültelerinde sözleşmesi fesh edilen öğretim üyesinin haklarının ne olacağına dair bir düzenleme de bulunmamaktadır. Öğretim üyelerinin, öğretim elemanlarının üniversite personelinin iş güvencesinin, akademik çalışma ortamının ve tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminin tahrip edildiği bir teklif söz konusudur.

Madde 18: Teklifin 18.maddesi ile; Diş tabiplerinin kamu görevi dışında birden fazla işyerinde çalıştırılmaları veya çalışmaları hâlinde; bu tür çalışmaların sağlık hizmetlerine ve sağlık hizmet ortamına etkilerinin odalar tarafından değerlendirilmesine ilişkin kuralların kaldırılması teklif edilmektedir. Bu değişiklik önerisinin gerekçesi olarak hekim ve diş hekimlerinin çalışma izinlerinin Bakanlık tarafından verilmesi gösterilmektedir.

3224 sayılı Türk Diş Hekimleri Birliği Yasası’nda yer alan bu hükümler bir yandan halkın eriştiği sağlık hizmetlerinin niteliğinin korunması, diğer yandan diş hekimlerinin sınırsız çalıştırılmalarının önüne geçerek çalışanların sağlığının korunmasını amaçlamaktadır.

Teklif diş hekimlerini zincir sağlık kuruluşlarında daha çok çalıştırmak isteyen işverenlerin, oda değerlendirmelerinin kaldırılması taleplerinin hayata geçirilmesi kamu yararına aykırıdır. Diğer yandan, hekimlerin özel sağlık kuruşlarında Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen çalışma belgesi verilirken bu çalışmanın hekimin diğer sağlık kuruluşlarındaki çalışmalarına olan etkisi ve dolayısıyla sağlık hizmetinden yararlanacak hastalara etkisi dikkate alınmamaktadır. Üstelik bakanlık tarafından düzenlenen çalışma belgesi yeni bir uygulama olmayıp odalar tarafından yapılan değerlendirmelerin alternatifi değildir. Meslek mensuplarının meslek odasıyla bağının güçlendirilmesi yerine etkisiz kılınmasına dönük olarak yetkilerinin ortadan kaldırılması yönünde düzenleme teklif edilmesi Anayasa’nın 2 ve 135’nci maddelerine aykırıdır.

Anayasa Mahkemesinin bir meslek odasının üyelerine verdiği bir belgeye ilişkin yetkilerinin kaldırılmasıyla ilgili yasal düzen lemenin denetiminde belirttiği gibi, “Demokrasi, siyasal mekanizma dışında aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Bir meslek örgütüne üyelik İşlevsiz olur ve biçimsel üyelikten öteye geçemezse, demokratik bir örgütlenmeden de söz edilemez.” denilmektedir. İşlevsiz hâle getirme demokrasiye ve hukuk güvenliğine de aykırı düşmektedir.

Madde 20: Teklifin 20. Maddesinde  3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunun ek 9. Maddesine yeni bir fıkra eklenmesi teklif edilmektedir. Buna göre  Türkiye Kamu Hastaneleri  Kurumuna bağlı hastaneler birden fazla üniversite tıp ve diş hekimliği fakültesi ile birlikte kullanım protokolü imzalayabilecektir. Hastane başhekimi öğretim elemanları ve diğer üniversite personeli ile  en fazla üç yıl süre ile sözleşme imzalayabilecek, süresi biten sözleşmeler eğer feshedilmemişse birer yıllık süre ile uzatılacaktır.  Sözleşmelerde, “performans hedefleri”, mezuniyet öncesi ve mezuniyet sonrası tıp eğitimi ile bilimsel çalışmalara ilişkin yetki ve sorumluluklar düzenlenecektir.

Teklif edilen düzenleme; Anayasanın 130. Maddesi uyarınca öğretim üyelerinin her türlü özlük hakkının, yetki ve sorumluluklarının Kanun ile düzenleneceği kuralına aykırıdır. Yanı sıra  öğretim üyelerinin işlevlerini yerine getirilebilmesinin zeminini tarif eden akademik kurulların oluşumu, kurullara ve işleyişe katılıma dair 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda yer alan kuralların bütünüyle örtülü bir biçimde ortadan kaldırılması sonucunu doğurmaktadır.  Birlikte kullanımın olduğu tıp ve diş hekimliği fakültelerinde sözleşmesi fesh edilen öğretim üyesinin haklarının ne olacağına dair bir düzenleme de bulunmamaktadır. Öğretim üyelerinin, öğretim elemanlarının üniversite personelinin iş güvencesinin, akademik çalışma ortamının ve tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminin tahrip edildiği bir teklif söz konusudur.

Madde 21: Sağlıkta şiddetin çözümü için teklif edilen 21. maddede, sağlık personeline yönelik kasten suç işleyen kişilerin polis tarafından yakalanacağı, savcılığa sevk edileceği, müşteki, mağdur veya tanık olanların ifadelerinin işyerinde alınacağı belirtilmektedir

Teklifte yer alan düzenleme, sorunun özüne yani suçun önlenmesine yönelik bir içeriğe sahip değildir. Esasen zaten kolluğun ve Cumhuriyet Savcılığının Ceza Yargılaması ve Güvenlik Mevzuatı hükümleri uyarınca yapması gereken görevleri ikinci bir kez 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunun 12. Maddesine ek paragraf olarak konmaktadır. Bu nedenle içi boş, çözüm getirme yetisinden yoksun bir tekliftir.

2014 yılında da benzeri bir düzenleme yapılmış, kasten yaralama suçu tutuklama nedeni varsayılan suçlardan sayılmış, özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personel, bu görevleriyle bağlantılı olarak kendilerine karşı işlenen suçlar bakımından kamu görevlisi sayılmıştır.

Türk Tabipleri Birliği o zaman da bu ve benzeri düzenlemelerin sağlıkta şiddeti önlemeye elverişli ve yeterli olmadığını, hekimlerin, sağlık çalışanlarının sağlığının ve canlarının korunması, sağlık hakkının güvence altına alınması için Meclis Araştırma Raporunda yer alan önlemlerin bir parçası olarak acil bir suç ve ceza maddesine ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda Dünya örneklerini de dikkate alarak 2009 yılında hazırlayıp her merciiye defalarca ilettiği madde önerisinin yasa maddesi haline getirilmesini talep etmiştir.   Geçen zaman 2014 yılında yapılan düzenlemenin etkisizliğini ortaya koymuştur. Bu deneyimden çıkarılan sonuç gereği, teklifte yer alan önerinin dünya deneyimleri ile uyumlu, etkili bir düzenleme olması beklenirken, önleyicilik içeriğinden yoksun, etkisiz bir düzenlemenin teklif edilmesi, hekimlerin, sağlıkçıların canının, toplumun sağlığının önemsenmediğini yakıcı bir biçimde ortaya koymaktadır.

Madde 27: Aile Hekimlerinin ve Aile Sağlığı merkezlerinin özelleştirilmesini beraberinde getirecektir. Devletin asli sorumluluklarından olan halk sağlığının gerekliliklerini yerine getirmek ve sağlık çalışanlarını korumaktır. Mevcut öneri ile kamu görevlisi niteliği bulunan hekimlerin kamu görevliliğinden kaynaklanan hakları ellerinden alınmak istenmektedir. Daha önce 694 sayılı KHK ile 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen 5258 inci madde ile 65 yaşından sonra isteyen hekim, uzman hekim ve aile hekimlerine 72 yaşına kadar çalışma hakkı tanınmıştır. Şu an önerilen yasa tasarısı ile bu yaş haddi aile hekimlerine özel olarak indirilmek istenmektedir.

65 yaşından sonra aile hekimlerinin çalışamayacağına dair hangi verilere dayanarak bu yasa geçirilmek istenmektedir? Yasa da bahsi geçen görevin gerektirdiği nitelik” betimlemesi açıkça tarif edilmelidir. Bu önerideki nitelikler nelerdir? 2017 yılında düzenlenen kanun maddesi ile 72 yaş sınırı çalışma yaşı olarak belirlenmişken bir yıl sonra bu değişim kararının verilmesi gerekçesi nedir. Aile hekimlerine yönelik bu ayrımcı tutum kabul edilemez. Yaş haddinin diğer hekimlerde olduğu gibi aile hekimlerinde de 72 yaş sınırına çekilmesi gerekmektedir.

Anayasanın 4447 sayılı “İşsizlik sigortası kanunu” 49.maddesinde “İşsizlik sigortasının gerektirdiği ödemeleri, hizmet ve yönetim giderlerini karşılamak üzere, bu Kanunun 46 ncı maddesi kapsamına giren tüm sigortalılar, işverenler ve Devlet, işsizlik sigortası primi öder.” Şeklinde açıkça ifade edildiği halde ve bu sorumluluğun müştereklerinden biri devlet olduğu halde sağlık kurumlarında çalışan personelin bu haktan mahrum bırakılması hem ayrımcı bir uygulamayı getirmekte hem de ilgili yasanın ihlali anlamına gelmektedir. Sağlık merkezlerine çalışan personellerin çalıştıkları süre içerisinde sigortalı olarak çalıştıkları göz önüne alındığında bu maddeden yararlanma haklarının olduğu görülmektedir.

Var olan durumda fiili olarak aile hekimleri sağlık merkezlerinde çalışan personelin giderlerini kendileri ve aile sağlığı merkezi bütçesi tarafından ödemektedir. Bu durum ile hâlihazırda işveren sicil numarası verildiği ve aile sağlığı merkezi giderleri için yapılan ödemeden personel çalıştırabileceklerine dair Yönetmelik hükümlerine yasal dayanak amacıyla getirildiği anlaşılmaktadır. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin bu şekilde düzenlenmesi aile hekimliklerini devletten bağımsız özel bir kuruluş olmaya teşvik etmektedir.

Diğer kamu görevlilerinin izni erteleme şansı varken aile hekimliklerinin bu izninin elinden alınması Memuriyet yasasının 657 inci maddesinde belirtildiği gibi izinlerin bir sonraki yıla devredilebilmesi hakkının ihlalidir. İş yoğunluklarından kaynaklı çoğu zaman izinlerini parçalı ve eksik kullanmak zorunda kalan aile hekimlerinin yıllık izin haklarına dair yapılan bir uygulamadır. Diğer kamu görevlilerine bu hak verilirken aile hekimlerine verilmemesi kabul edilemez.

Kamu görevlilerinin mazaret izinleri yasada on gün artı on gün olarak belirtilmişken aile hekimlerinin beş gün ile kısıtlanması kabul edilemez. Aile hekimlerinin kamu görevliliği haklarından mahrum bırakılması ve engellenmesi anlamına gelmektedir. Kamu görevi statüsünde olan her çalışanın yararlanabileceği haklar olarak yasada tanımlanan bu hakların “bazı” kamu görevlilerine verilmemesi ayrımcı bir uygulamadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununda (6.madde 1.fıkra) düzenlenen izin haklarının Aile Sağlığı çalışanlarına tanınmaması ayrımcılık içeren bir hüküm olmakla beraber sağlık çalışanlarının işini iyi yapmasının önünde de engeldir. Kamu çalışanlarına uygulanan izin hükümleri aile hekimleri için de uygulanmalıdır. Hastalık durumlarında kullanılacak izin gününün en fazla 40 güne düşürülmesi haksız bir uygulamadır. Uzun dönemli hastalıklar için de aynı gün sayısının geçerli olması hekimlerin hastalıkları durumunda mağduriyet yaşamasına ve nitelikli sağlık hizmeti vermemesine sebep olacaktır.

Madde 28: Bu maddeyle, Sağlık Bakanlığına aile hekimlerine kayıtlı kişileri istediği gibi başka bir hekime kaydırma yetkisi tanınmıştır. Bu maddeyle, 2023 yılına kadar hekim başına düşen hasta sayısının 2000’e düşürülmesinin planlandığını düşünüyoruz. Hasta sayısının azalması tabii ki de iyi bir şey ve önemsiyoruz. Çünkü bu şekilde muayenede tanınan sürenin artması tedavinin daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır ve sağlıkta şiddeti de azaltacaktır. Fakat azalan nüfusla hekime verilen ücret azalmamalıdır. Yapılan bu değişiklikle sıfır nüfuslu ASM'ler açarak yakın bölgelerdeki ASM'lerden bu yeni sıfır nüfuslu ASM'lere hasta transferleri yapılmak isteniyor. Bu da hekimler arasında çalışma barışının bozulmasına neden olacaktır ya da aile hekimlerinden memnun olan hastalar yeni bir aile hekimine gitmek zorunda kalacaktır. Sağlık Bakanlığına verilen bu yetkiyle, aile hekimlerinden topluca nüfus kaydırılmasının yolu açılıyor. Bu maddede yer alan "coğrafi şartlar, sağlık hizmet planlaması” ifadesiyle “daha yakın yerlere ASM açıyoruz” diyerek nüfus kaydırmaları için zemin hazırlanacaktır. Yine maddede yer alan "Hazine ve Maliye Bakanlığı görüşü alınarak” ifadesi değişikliği yeni ASM açılmasını işaret ettiğinin göstergesidir. Bu değişiklik talebinin aile hekimlerinin de görüşü alınarak yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, bir çalışma barışının bozulması durumu söz konusudur. Bununla beraber, aile hekimlerini değiştirmek istemeyen hastaların da istek ve talepleri göz ardı ediliyor. Aile hekimliklerinin giderek özelleştirilmeye çalışıldığı bu kanun önerisiyle yeni ASM'lerin açılıp açılmamasının kararında Hazine ve Maliye Bakanlığının görüşlerinden ziyade ilgili sendika ve odaların ve aile sağlığı hekimlerinin görüşlerinin alınması nitelikli sağlık çalışması için olması gereken şeydir. Ayrıca önerilen tasarı ile hangi hastaların yen i yapılacak olan ASM’lere aktarılacağı meselesi de tartışmaya mahal verecek bir durumdadır.

Madde 30: “Eşlerden birinin en az beş yıldır genel sağlık sigortalısı veya bakmakla yükümlü olunan kişi olup dokuz yüz gün genel sağlık sigortası prim gün sayısının olması” şartlarının birlikte gerçekleşmesi halinde maddesinin sosyal devlet anlayışı çerçevesinde bir insan sigortalıysa veya genel sağlık sigortası bir gün dahi varsa yeterli olması gerekmektedir.

Madde 35: Teklifle şehir hastanesi yapan şirketler yararına yeni düzenlemeler getirilmesi planlanmıştır. Teklifte “hizmet bedeli” tanımında “ve ihtiyari hizmetlerde sözleşmede yer alan miktara bağlı tıbbi destek hizmetlerinde ise on yılı geçmemek üzere” ile yapılan eklemeyle şirketlere hasta garantisi verilen tıbbi hizmetlerde, 10 yıllık süre garantisi de verilmiş oluyor. Böylelikle Sağlık Bakanlığı’nın bugüne kadar söylediği “beş yılda bir pazar testi yaparak günün koşullarına göre en uygun şirketlerle çalışabileceğiz” savının gerçek olmadığı ortaya konulmaktadır.

Şehir hastanesini işleten şirketlerin işletme dönemindeki teminat miktarının TÜİK tarafından belirlenen Yurtiçi Üretici Fiyat Endeksi (YÜFE) oranında artırılmasını öngören bir değişiklik de teklifte yer almaktadır. Şehir hastanesini yapan şirketlerin, dövize ve enflasyona endeksli sözleşmelerine ilişkin değişiklik yapılmazken, şirketlerin teminat tutarlarında şirketler lehine yapılan değişikliğin gerekçesi teklifte yer almamaktadır.

Şehir hastanesi yapan şirketlere daha önce inşaat dönemiyle sınırlı olmak üzere Harç ve Damga Vergisi muafiyeti tanınırken teklifle bu işletme dönemini de içine alacak şekilde genişletilmektedir.

Şehir hastanesi yapan şirketlere, yüzde 70 doluluk garantisi, ücretsiz Hazine arazisi, en az 25 yıl boyunca kira garantisi, tıbbi hizmetlerde en az 10 yıllık sözleşme garantisi, kurumlar vergisinde indirim, tam KDV muafiyeti, Kamu İhale Kanunundan muafiyet, alacakları kredilere türev ürünler dâhil tam Hazine garantisi verilmiştir.

Şirketlere sağlanan bu mali kolaylıklar nedeniyle kamunun vergi kaybının ne olduğu, bu tutarla kaç hastane yaptırılabileceği Mevzuat Hazırlama Yönetmeliğine ve 5018 sayılı Yasaya göre maliyet etki analizi ile birlikte sunulması gereken teklifler arasında olmasına karşın teklifte bu çalışmaları içeren bilgiler yer almamaktadır. Sağlık Bakanının makam odasının da yer aldığı Bilkent’teki binanın aylık kira bedeli 2018 yılı başında 2,5 Milyon TL olduğu gerçeği karşısında bu bilgilerin topluma verilmesinin gerekliliği açıkça ortadadır.

 

Habib Eksik                                           Semra Güzel                     Serpil Kemalbay  Pekgözegü

Iğdır Milletvekili                             Diyarbakır Milletvekili                 İzmir Milletvekili

 

9 Kasım 2018