Oluç: Bu iktidarın bekasını koruyabilmesi için daha kaç can verilecek?

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Oluç, şöyle konuştu:  

Yarın Meclis’te İdlib ile ilgili bir kapalı oturum yapılacak. Öncelikle bu konudaki görüşümüzü belirtmek istiyoruz. Biz bu kapalı oturum meselesini yanlış buluyoruz. Meclis bugüne kadar zaten olağanüstü toplanmalıydı, bu toplanmayı gerçekleştiremedi. NATO toplandı, Avrupa Birliği toplandı, Birleşmiş Milletler toplandı, ama TBMM bir türlü toplanamadı. Bu kadar geç toplanılmasını da yanlış buluyoruz. 

Putin ve Trump’ın bildiği her şeyi neden Türkiye halkından gizliyorsunuz?

Kapalı oturum yapılmasını da yanlış buluyoruz. Putin ve Trump’ın bildiği her şeyi neden Türkiye halkından gizliyorsunuz? Neden Türkiye halkından gizli bir oturum yapılacak ve İdlib meselesi halkın gözü önünde değil de kapalı kapılar ardında tartışılacak? Bunun hiçbir açıklaması yok.

Biz biliyoruz ki, bu kapalı oturumda hiçbir gizli bilgi verilmeyecek. Ne Dışişleri Bakanı ne Milli Savunma Bakanı ne Yürütme sözcüleri herhangi bir gizli bilgi paylaşamayacaklar. Her gün gazetecilere söylediklerini kapalı oturumda tekrarlayacaklar. Muhalefet de eleştirilerini tekrarlayacak. 

Kapalı oturum konuyu halktan kaçırmaktır, “dostlar alışverişte görsün” tutumudur

Dolayısıyla kapalı oturum yapmak demek, çok önemli bilgileri iktidar sanki muhalefetle paylaşıyormuş da, halkın bilmemesi gereken konular varmış gibi bir davranıştır. Biz bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz. Kapalı oturum yapılmasının aslında konuyu halktan kaçırmak olduğunu düşünüyoruz. 

Muhalefete sesleniyoruz: Acılar hepimizin, ama yanlış politikalar iktidarın

Muhalefete de sesleniyoruz; bu acılı günlerde ‘tek’ olmanın faziletini anlatarak politika yapmaktan vazgeçin. Çünkü bu yaptığınız iktidarı güçlendiriyor. Acılar hepimizin acıları, ama yanlış politikalar hepimizin yanlış politikaları değil; iktidarın yanlış politikaları. Dolayısıyla yapılması gereken, iktidarın yanlış politikalarını açık seçik tartışmak, bu politikaların değişmesi için kamuoyu baskısı yaratmaktır. Kapalı oturumu “dostlar alışverişte görsün” oturumu olarak görüyor ve yanlış buluyoruz. Bunu bir kez daha vurgulamış olalım. 

Sayaç Bakanı, mülteci sayılarıyla kamuoyunu meşgul ediyor, “cambaza bak” politikası uyguluyor

Son günlerde yaşanan tablo son derece ağırdır. Suriyeli sığınmacılar başta olmak üzere farklı ülkelerden gelen sığınmacıların, utanç vesilesi olarak geleceğimize taşıyacağımız görüntülerle sınırlara yönlendirilmesinden bahsediyorum. Gerçekten utanç vesikasıdır bu görüntülerin her biri.

Bir Sayaç Bakanı çıktı, 15 bin oldu, 30 bin oldu, 60 bin oldu, en son 100 bin oldu gibi rakamlar vererek iç kamuoyunu meşgul etti. Neymiş, Sayaç Bakanı Türkiye’den ayrılan sığınmacı sayısını veriyormuş. Otobüslere, taksilere yerleştirilip insanlar sınırlara gönderildi. Edirne’ye ve Ege kasabalarına gönderildi. Bunların içinde, Suriyeliler var, Afganistanlılar var, çeşitli ülkelerden çeşitli nedenlerle Türkiye’ye mülteci olarak gelen insanlar var.

Şimdi şunu açık bir şekilde söyleyelim. Gidenlerin sayısı öyle 100 bin falan değil bu sayıların hepsi yalan. Toplumu meşgul etmek için, gerçek meselelerden uzaklaştırmak için uydurulan yalanlar. Halk bunlarla meşgul olsun politikası, cambaza bak politikası. 

Erdoğan'ın mültecilerle ilgili sözlerinin Evren'in “asmayalım da besleyelim mi” lafından farkı yoktur

Sınıra gönderilenlere baktığımız zaman, 5 yaş altı çocukları, gebe kadınları, yaşlıları, küçük çocuklu ebeveynleri, kronik hastalığı olanları görüyoruz.

Şimdi bu durum utanç değil midir? Bu tablo utanç tablosu değil midir? Bu adımlar ülke içine ırkçılık tohumları ekmek değil midir? Cumhurbaşkanı sıfatı ile AKP Genel Başkanı dedi ki, “beslemeye mecbur muyuz?” Öteki nefreti yarattı. Öteki nefretini yaratınca, örneğin Maraş'ta ve Samsun’da linç girişimleriyle karşı karşıya kalındı. Bu lafın, 12 Eylül'den sonra Kenan Evren’in söylediği “asmayalım da besleyelim mi?” lafından hiçbir farkı yoktur, aynı zihniyettir. 

Türkiye'nin yaptığı tek doğru şey, savaştan kaçanlara kapısını açmasıydı

Belki de Türkiye’nin Suriye iç savaş sürecinde yaptığı tek doğru şey, savaştan kaçanlara kapılarını açmasıydı. Evet, çok ağır bir yük oldu bu. Evet, altyapısı yokken milyonlarca insan Türkiye’ye geldi. Evet, bunun ekonomik olarak da, sosyal olarak da, demografik olarak da, kültürel olarak da çok ağır sonuçları oldu. Ama bu iktidarın yaptığı tek doğru şey, savaştan kaçanlara kapıları açmasıydı.

Ama bu insani ve vicdani üstünlük, insanların sınırlardan Avrupa'ya geçme konusunda neredeyse iteler hale getirilmesiyle birlikte kaybedildi. 

Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarında insanlık değerleri öldürülüyor

İnsanlık değerlerinin teker teker öldürüldüğü günlerdeyiz. Otobüslerle sınırlara getirilen, Ege kasabalarına getirilen insanların verdiği görüntüler Türkiye tarihine utanç vesikası olarak geçecektir. Şu fotoğrafa bakın, küçücük çocuklar denize açılacaklar şişme botlarla. Bu kabul edilebilir bir durum mu? İktidar insan kaçakçılarıyla işbirliği yapıyor. Çok açık bir şekilde insanlık suçu işleniyor. Şu kabul edilebilir bir fotoğraf mı? Yunanistan sınırında yığılan insanların görüntüleri...  

Hükümete sesleniyoruz: İnsan kaçakçılarıyla işbirliği yapmayın 

Bütün bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Ege’den, Ayvacık’tan, Edirne’den botlarla denizi ve Meriç'i geçmeye çalışan çoluklu çocuklu yüzlerce insanın görüntüleri kabul edilebilir değildir. Bu görüntülere son verin. İktidara çağrı yapıyoruz, insanların hayatı ile oynamayın. İktidar koltuklarınız için insanların hayatıyla oynamayın. İnsan kaçakçılarıyla işbirliği yapmayın. 

Bir savaş yaşanıyor. Bir savaş ilan edilmedi, ama bir savaş yaşanıyor. İdlib'de sadece Şubat ayında 54 genç, 54 asker öldü. Savaş ölüm demektir, biz bunu biliyoruz. Ve tezkere Meclis'e getirildiği zaman bunu anlattık. Genel Kurul'da defalarca anlattık. Yaptığımız her tartışmada defalarca anlattık. 'Savaş ölüm demektir' dedik, 'bu tezkere çıkarılınca insanlar, gençler ölecek' dedik ve karşı çıktık.

İşte şimdi bunu yaşıyoruz. İşte iktidarın yanlış politikaları bizi buraya getirdi. Açıklama yapıyor iktidarın yetkilileri, yarın da Meclis'te bunları dile getirecekler. En son dediler ki, '2 bin civarında rejim askeri öldürdük'. Siz rejimle savaşılsın diye mi o tezkereyi çıkardınız? Meclis size rejimle savaşın diye mi o tezkereyi verdi? Biz itiraz ettik, ama sizler bunu yaptınız. Bu verilen sayı doğru ise, siz demek ki Suriye rejimine karşı savaş açtınız. Bu sayı yalansa o zaman halkı kandırıyorsunuz. 

Bu iktidarın bekasını koruyabilmesi için daha kaç can vereceğiz?

Suriye'de verdiğimiz onlarca can için yas tutan, canı yanan, öfke duyan yurttaşlar olarak soruyoruz:

Neden komşularımızın topraklarını işgal etmek uğruna gençlerimiz ölüyor?

Neden bu ülke açlıkla yoksullukla işsizlikle boğuşurken, kaynaklarımız savaşa, bombalara, ölüme harcanıyor?

Neden barış içinde yaşamak varken, gençlerimizi, geleceğimizi kaybediyoruz?

Soruyoruz, daha kaç can vereceğiz? Bu iktidarın bekasını koruyabilmesi için daha kaç can vereceğiz?

Türkiye’yi savaşa sokanlara, bu savaşa engel olmak için çaba göstermeyenlere soruyoruz bunları.

İdlib'de cihatçı çeteleri korumak neden milli çıkarımız oluyor?

Bu soruları milyonlarca insan soruyor. Ve bu soruların cevaplarını alana kadar da her gün daha yüksek sesle sormaya devam edeceğiz. İktidarın bunlara verecek cevapları yok. Onlar hamaset yaparak bekalarını korumaya çalışıyorlar. 

Mesnetsiz bir savaş bataklığında debelenip duruyoruz

Ekonomik krizi unuttuk, işsizlik sorununu konuşmuyoruz. Yarın enflasyon rakamları açıklanacak, göreceğiz iki haneli olmaya devam edecek. Hayat pahalılığı resmi rakamlardan çok daha yüksek. Elazığ, Malatya, Başkale’deki deprem mağdurlarını kaderlerine terk ettik. Bağışıklığımız varmış gibi dünyayı titreten grip salgınını gündemden çıkardık. Mesnetsiz bir savaş bataklığında debelenip duruyoruz. İşte iktidar bizi bu hale getirmiş durumda.

Sokak ağzıyla diplomasi ve dış politika yapılamaz

Yarın da, önümüzdeki günlerde de tartışmaya devam edeceğiz. Sokak ağzıyla diplomasi ve dış politika yapılamaz! Bir ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıp da Rusya’ya, 'çekil aradan bizi rejimle baş başa bırak' diyemez. Sokak ağzı ile diplomasi yapılıyor. Bir pinpon topu vaziyetindeyiz ABD ve Rusya arasında. Böyle bir dış politika, böyle bir diplomasi olamaz. 

Bu iktidar oyun kurduğunu düşünüyor, ama kurulmuş bir oyunun piyonu durumundadır

Bu iktidar oyun kurduğunu düşünüyor. Hayır, bu iktidar kurulmuş bir oyunun parçasıdır, piyonudur. Bu iktidarın yaptığı budur. Pinpon topu diplomasisinden bir oyun kuruculuğu çıkmaz. 

Türkiye'nin yanlış politikasına en çok cihatçı çeteler dua ediyor

Suriye’ye Türkiye’nin savaş açmasını isteyenler Suriye ile hesabı olanlardır. Ve bu tutuma, bu politik yanlışa en çok dua edenler kimlerdir? Cihatçı selefi çetelerdir. HTŞ dua etmektedir bu politikaya. Türkiye’nin yarın da yan yana yaşamak zorunda olduğu komşusuna savaş açması kabul edilebilir değildir.

Türkiye çatışmalardan uzak durmalıdır

Bir kez daha söyleyelim; birincisi, Türkiye çatışmalardan ve savaştan uzak durmalıdır. İktidar bunu tercih etmedi, ama tercihini bir an önce değiştirmelidir. İkincisi; Türkiye’nin geleceği Suriye’dedir, Suriye’nin yeniden demokratik inşa sürecindedir; Suriye'nin de Türkiye’den başka seçeneği yoktur. Çünkü biz yüzlerce yıldır komşuyuz.

İktidar, komşumuzda yaşanan iç savaşı, felaket durumunu kendisi için fırsata çeviren bir anlayışa sahiptir. Bu da kabul edilebilir değildir. 

Sınır güvenliği Suriye'de istikrarlı ve demokratik bir yönetimle sağlanabilir

Türkiye enerjisini ve kaynaklarını Suriye'de tüketmektedir. Yanlıştır bu, bir tuzaktır. Bu tuzağı Türkiye’nin savaşa girmesini isteyenler kurmuştur. Türkiye toplumunun bu savaştan hiçbir çıkarı yoktur. Sadece iktidarın çıkarı vardır.

İktidar, bu Suriye politikasıyla topluma ve ülkeye büyük zararlar vermektedir. İktidarın şunu bir an evvel idrak etmesi gerekir: Türkiye’nin Suriye ile olan sınırlarının güvenliği, Suriye'deki iç savaşın bir an önce bitmesi ve Suriye’de istikrarlı ve demokratik bir yönetimin oluşması ile sağlanabilir, savaşa girerek değil. 

İdlib'deki cihatçı terörist grupların varlığı Türkiye’nin sınırları için bir tehdittir, Türkiye’nin iç güvenliği için de bir tehdittir. Ne çabuk unutuldu; Türkiye’deki en ağır sonuçları olan terör saldırılarını Suriye’den Türkiye’ye geçen cihatçı militanlar gerçekleştirdi. Suruç Katliamı, Ankara Gar Katliamı, Türkiye tarihinin en ağır katliamlarıydı. Kimler gerçekleştirdi? IŞİD'liler. Onlar Suriye’den Türkiye’ye gelerek yaptılar bunları. Hangi bağlantıları olduğunu da biliyoruz elbette.

Suriye'deki savaşın sürmesine çanak tutarak Türkiye'nin güvenliği sağlanamaz

Son olarak şunu vurgulamak istiyorum. Türkiye'nin güvenliğini isteyen, Türkiye'yi sevdiğini söyleyen herkesin şunu bilmesi gerekiyor: Suriye'deki savaşın sürüp gitmesine çanak tutarak ya da Suriye rejimine savaş açarak bu gerçekleşemez.

Daha çok insan hayatını kaybetmeden, Suriye’de istikrarın ve demokrasinin sağlanması ve iç savaşın sonlanması için çalışmak en önemli iştir. İktidarın koltuklarını koruması ve bekasını sürdürmesi için attığı adımların yanlış adımlar olduğu net olarak ortadadır. 

İmralı'da çıkan yangına ilişkin bir an evvel sağlıklı bir açıklama yapılmalı

İki konuya daha değinmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta İmralı Adası'nda bir yangın yaşandığını İçişleri Bakanı dile getirdi. O günden bugüne kadar da bu yangının neden çıktığı, hangi çapta olduğu, cezaevinde bulunan Sayın Öcalan başta olmak üzere diğer tutukluların herhangi bir şekilde bundan etkilenip etkilenmediği konusunda sağlıklı bir bilgi alınamadı. Biz bu bilgiyi ve yetkililerin açık cevaplar vermesini bekliyoruz. Bir an evvel adım atılmalıdır. Çünkü bu kış günlerinde, yağmurlu günlerde yangın olması tesadüfi değildir. Halkımız ciddi endişe duymaktadır ve bu cevapların bir an evvel iktidar tarafından kamuoyuyla paylaşılması gerekmektedir. 

Demokratik siyasete yeni darbeler planlayanlar 2 Mart Darbesi'nin sonuçlarını hatırlasın

Bugün 2 Mart. 2 Mart 1994, DEP milletvekilliklerinin düşürülmesinin tarihidir. Yani 1991 seçimlerinde SHP listelerinden Meclis'e giren ve akabinde DEP’e katılan vekiller, 2 Mart 1994 tarihinde Meclis'ten yaka paça gözaltına alındılar. O görüntüleri hatırlarsınız.

DEP'li milletvekillerinin dokunulmazlıkları Ankara DGM Savcılığının talebi üzerine 2 Mart 1994’te kaldırıldı. Ve o zaman demokratik siyasete bir darbe yapıldı, Kürt siyasetine bir darbe yapılmış oldu.

Dokunulmazlıkları kaldırılır kaldırılmaz Orhan Doğan ve Hatip Dicle Meclis çıkışında gözaltına alındılar. Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak 2 gün sonra gözaltına alındı ve yargılamaları sürdü.

Kürt demokratik siyasetine ve genel olarak demokratik siyasete yapılan bu darbe asla unutulabilir değildir. Bunun sonuçları Türkiye açısından son derece ağır olmuştur. Bunları hatırlatıyoruz ki, demokratik siyasete yeni darbeler planlayanlar bu geçmişi unutmasınlar, akıllarından çıkarmasınlar.

2 Mart 2020