Sancar: Muhalefet olarak AİHMin çerçevesi üzerinden yeni dönemin müzakeresini yapalım

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, TV5 kanalında Yıldıray Oğur ve Ali Bayramoğlu’nun programına konuk oldu:

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, TV5 kanalında Yıldıray Oğur ve Ali Bayramoğlu’nun programına konuk oldu. AİHM kararı başta olmak üzere gündemdeki gelişmelere dair soruları yanıtlayan Sancar'ın katıldığı programın dökümü şöyledir:  

SORU: Bütün hafta boyunca HDP merkezli tartışmalar devam etti. Özellikle AİHM’in Demirtaş kararından sonra. Öncelikle hoca ve hukukçu kimliğinizle sormak istiyorum. Bu karar ne anlama geliyor? Daha önce AİHM Demirtaş ile ilgili karar vermişti ve derhal tahliye edilmesi istenmişti. Şimdi Büyük Daire karar verdi. Bu kararın farkı nedir? Biraz teknik olarak değerlendirebilir misiniz? 

Başlarken “bir süredir HDP tartışılıyor” dediniz ama HDP yıllardır tartışılıyor. HDP Türkiye siyasetinin merkezindedir, bu açık. Fakat işte sizin gibi kanallar hariç hiç kimse HDP’lileri dinlemek istemiyor. Dolayısıyla bu yayının çok değerli olduğunu ayrıca eklemeliyim. Hem hukuki hem de siyasi değerlendirmemizi sizlerle ve değerli halkımızla paylaşmak istiyorum. Bu karar, benim de çalıştığım alanlardan biri olan “Uluslararası İnsan Hakları Hukuku”nun konusudur. Üniversitede yaklaşık 25 yıl bu dersi verdim...AİHM, Selahattin Demirtaş hakkında verdiği ilk kararında uzun tutukluluğun bir hak ihlali olduğunu zaten söylüyordu. Hükümet bu karara itiraz etti. İlk ihlal kararını veren, AİHM’nin 7 yargıçtan oluşan 2. Daire’sidir ve bu Daire’nin kararlarına itiraz yolu açıktır. Son ihlal kararını veren ise Mahkeme’nin 17 yargıçtan oluşan Büyük Daire’sidir ve aradaki fark şudur; Büyük Daire’nin kararı kesindir. Yani AİHS sisteminde başvurulacak bir üst merci daha yoktur.  

AİHM kararı bir içtihattır

Öte yandan bu karar içtihat niteliğindedir. Yani AİHM’in bu kararı, benzer olaylar gerçekleştiğinde Daireler tarafından dikkate alınmak zorundadır. Dolayısıyla Daireler önünde bizimle ilgili görülebilecek benzer davalarda Büyük Daire’nin kararında belirtilen hususlar tespitler, prensipler ve ihlaller dikkate alınmak zorundadır. Bir de şunu ekleyelim: AİHS bir uluslararası sözleşmedir. Uluslararası sözleşmelere kimse taraf olmak zorunda değildir. Sözleşmeye taraf olmak bir devletin kendi iradesine bağlıdır. Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biridir. Konsey’e üye olanlar AİHS’yi de imzalamak zorundadır. Fakat hiç bir devlet bir kuruluşta ilelebet üye kalmak zorunda değildir. Eğer o kuruluşla uyuşmazlık veya uyumsuzluk yaşadığını düşünüyorsa o kuruluştan ayrılma hakkına sahiptir. 

SORU: 156 sayfalık bir karar metni var. Çok uzun bir karar pek çok nokta da Türkiye de savunmalarını sunmuş ve onlarla da bir tartışma yaşanmış. Hükümetin tezleri ve Demirtaş’ın avukatlarının savunmaları alınmış. Çok önemli bir karar. Cumhurbaşkanı bu konu ile ilgili kararın hemen sonrasında birkaç hukuki yorumda bulundu. Dedi ki, “henüz Türkiye’deki iç hukuk tüketilmeden nasıl bu karar verilir?” dedi. Bu eleştiriye ne diyorsunuz?

Bir defa AİHM Büyük Dairesi buna cevabını ayrıntılı biçimde veriyor. Üstelik bunu Türkiye AYM’sini ve yargı sistemini mahkûm ederek yapıyor. Cumhurbaşkanı’na bu bilgileri kim vermişse ya cahildir ya da kendisini bilerek yanıltıyordur. Şu an sizinle konuştuğumuz her şeyin Cumhurbaşkanı’nın hukuk veya siyasi danışmanları tarafından tamamen biliniyor olması beklenir. Cumhurbaşkanı’nın halkı aldatmaya yönelik açıklamalar yapmak gibi bir niyeti varsa onu bilemem. Fakat iç hukuk yollarının nasıl tüketileceğini, iç hukuk yolları bütünüyle tüketilmeden AİHM’e başvuru yapılabileceğini hukuk fakültesini yeni bitirmiş stajyer avukatlar, AİHS dersini almış herhangi bir hukuk veya siyaset bilimi öğrencisi bilir. Dolayısıyla bunlar boş sözlerdir, üzerinde durmaya pek de gerek yok. Ayrıca bu değerlendirmeyi AİHM bizatihi kendisi yapıyor ve çok doyurucu gerekçeler ortaya koyuyor. Her zaman bu kadar doyurucu gerekçelerle karar verdiğini söyleyemem; ki ben de yıllarca belli kararlarını eleştirdim. Ama bu karardaki gerekçeler boşluk bırakmayacak kadar nettir. 

SORU: Birçok karar var, Türkiye’de HDP merkezli hak ihlallerini belirleyen, kuşatan. Daha önce 2019 yanılmıyorsam Türkiye, 18’inci maddeden yani siyasi amaçla dava açmak imasıyla veya lafzıyla mahkum olmuştu. Siz 2016 kararından bahsettiniz. Onun belli bir önemi var. Arkasından bir yol alındı, 2020’ye gelindi. 1) AİHM Büyük Dairesi’nin verdiği karar aslında daha önce verilen bütün kararları da gözden geçirip belli bir yere taşıyor mu? 2) 2016’dan 2020’ye doğru izlenen yolun siyasi anlamı nedir? 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başka kaynaklardan da faydalanmakla birlikte Sözleşme’yi esas alır. Öncelikle 18. maddenin ne anlam ifade ettiğini çok basitleştirerek söyleyeyim: Burada yapılan işlemler siyasi gerekçelere dayanmaktadır, hukuki değildir. Yani Mahkeme, siz açıkça siyasi kararlarla hukuku kullanmışsınız diyor; çok açık ve net. 18. madde ihlali ikinci kezdir karşımıza çıkıyor. İlki Osman Kavala davasıydı. İkincisi bu karardır. Biraz önce Yıldıray Bey Demirtaş kararıyla ilgili Büyük Daire ile 2. Daire kararı arasında fark var mı diye sormuştu. Bir önemli farkı daha vurgulamalıyım. 2. Daire üç maddeden ihlal vermişti ve aralarında 18. madde yoktu. Oysa Büyük Daire, kararı genişletti ve beş maddeden ihlal verdi. Yani ihlalin kapsamının çok daha geniş olduğu hükmüne vardı. Osman Kavala ile ilgili 18. madde ihlali, yani hukukun siyasi amaçlarla kullanıldığı yönündeki tespit Daire kararıdır. Türkiye, tarihinde ilk defa bir Büyük Daire kararıyla 18. maddeyi ihlal ettiği hükmüyle karşı karşıya kalıyor. AİHS tarihinde ve AİHM kararlarında 18. maddeye dayalı ihlal tespiti çok nadirdir. Çünkü 18. madde ihlali, en ağır kararlardan biridir. Mahkeme hükümete diyor ki “sende hukuk işlemiyor, sen hukuku kendi siyasi amaçlarına alet ediyorsun, hukuku kullanarak muhaliflerini tasfiye etmeye, susturmaya çalışıyorsun.” O nedenle 18. madde gerçekten çok önemli. 

16 bin 500 arkadaşımız gözaltına alındı

Diğer soruya gelince 2016 iki türlü önemli, çünkü OHAL’in başladığı tarih. 15 Temmuz darbe girişimi, sonra OHAL, sonra dokunulmazlıkların kaldırılması, sonra Demirtaş ve diğer arkadaşlarımızın gece yarısı baskınıyla rehin alınması…Bakın bu sözü bilerek kullanıyorum. Bu tür tabirleri kolay kolay kullanma taraftarı değilim. Fakat baştan beri bu konuda hiçbir tereddüdüm yok. 4 Kasım 2016 gecesi ben Genel Merkez’deydim ve neler yaşandığını gördüm. Sonrasında süreci takip eden bir konumdaydım ve şimdi de partinin eş genel başkanıyım. Arkadaşlarımız gerçekten rehin alındılar. Sadece arkadaşlarımız değil, Osman Kavala da rehindir. Bu konuda “hukuk var, mahkeme kararı var” gibi aldatmacalar, içe kamuoyuna dönük olarak bile inandırıcılığını kaybetmiştir. 4 Kasım rehin alma operasyonuyla birlikte HDP’ye yönelik çok yönlü saldırılar başladı; hem de her türlü imkan kullanılarak.  Yüzlerce, binlerce arkadaşımız gözaltına alındı. 2016’dan bugüne kadar gözaltına alınan arkadaşlarımızın sayısı 16 bin 500, tutuklananların sayısı 3 bin 500 civarındadır. Bir de en son olarak 2014 dönemi MYK’mıza operasyon yaptılar; bütün MYK üyelerini içeri aldılar. 

AİHM 6-8 Ekim suçlamalarını geçersiz kıldı

AİHM, dokunulmazlıkların kaldırılması işleminin Sözleşme ile uyumlu olmadığını söylüyor. Anayasa değişikliği ile yapılan bu işlemin ne alışılmış bir yöntem ne de öngörülebilir bir düzenleme olduğuna hükmediyor. Dolayısıyla dokunulmazlıkların kaldırılmasına dönük Anayasa değişikliği AİHS’yi ihlal etmiştir. Mesele zaten oradan başlıyor. Pek çok arkadaşımıza davalar, dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra açıldı ve tutuklamalar da böyle başladı… 

Demirtaş ve eski MYK’mıza yapılan operasyon hakkında başvurulan gerekçelerden biri, 6-8 Ekim Kobani olaylarıdır. AİHM Demirtaş kararında, sayılan gerekçelerin “terör çağrısı” ya da “terörü destekleme fiili” olduğu suçlaması kabul edilemez. Yani 6-8 Ekim ile ilgili bizim partimize ve arkadaşlarımıza yöneltilen itham ve suçlamalar, AİHM tarafından geçersiz kılındı. Devamı da var: DTK operasyonları ile pek çok aydın, yazar, siyasetçi ceza alıyor. En son Leyla Güven’e 22,5 yıl ceza verildi. AİHM Demirtaş kararında DTK faaliyetlerine katılmanın suç olmadığını, DTK’nin yasal bir kuruluş olduğunu söylüyor. Yani Mahkeme, 2016’dan, OHAL’den, Anayasa değişikliği ve arkadaşlarımızın içeriye alınmasından bugüne kadar yaşadığımız ve hukukla kılıflandırılmaya çalışılan bütün işlemlerin AİHS’ye aykırı olduğunu belirtiyor; iktidar hukuku kullanarak Türkiye’nin 3. büyük siyasi partisini çökertmek istemiştir diyor. Daha ne desin!

SORU: İsterseniz bu 3 maddeye biraz daha ayrıntılı bakalım bunlar çok önemli. Özellikle bu dokunulmazlık meselesi. Başka davaları da etkileyebilir. Bu dokunulmazlık zırhından kurtulduktan sonra pek çok insanın konuşmaları yaptığı eylemler suç oldu, hapiste olanlar var. Bu karar tam olarak nasıl gerekçelendirilmiş? Türkiye ilginç savunmalar yapmış, bu dokunulmazlıklar sadece HDP’lilerle ilgili kaldırılmadı diyor. Örnek olarak AKP’li ve MHP’li 5 milletvekilinden bahsediliyor ama daha sonra onların isimleri verilmemiş herhalde. Biraz onunla ilgili bilgi verirseniz…

Sonda söyleyeceğim şeyi şimdi söyleyeyim; geçen hafta Van İl Kongremizdeki konuşmamda da söyledim. AİHM kararında özetle şunu diyor: “Game Over, Oyun Bitti.” Bu kadar açık. Şimdi gelelim somut soruya. Orada oyun nasıl bitti? AİHM diyor ki dokunulmazlıkları kaldıran Anayasa değişikliği öngörülebilir değil, alışılmış değil, belli bir kitleyi hedef alıyor. Hükümet de diyor ki “Hayır efendim CHP’lilerin de kaldırıldı. AKP’lilerin, MHP’lilerin de kaldırıldı.” AİHM diyor ki dokunulmazlığı kaldırılan HDP dışındaki milletvekili sayısı çok sınırlı, ancak pek çok HDP’li milletvekili var. Dolayısıyla Mahkeme hükümetin bu savunmasını gerçekçi bulmuyor. Her şey o kadar açık ve ortada ki; bir partinin eş genel başkanları, grup başkan vekilleri, eski eş genel başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları hukuksuzca içeri alınmış! Diğer partileirn vekillerine yönelik böylesi sistematik bir uygulama var mı? Üstelik AKP ve MHP vekillerinden içeri alınan yok, tutuklanan yok ve yargılamalarda neler olduğunu da maalesef bilmiyoruz. 

Suçlamaların yüzde 99.9’u konuşmalarla ilgili, fiili değil

Üstelik onların filleri de siyasi değil. Mesela mali suçlar, yolsuzluk ve benzeri fiiller. Bize yöneltilenler suçlamaların ise % 99.9’u siyasidir; üstelik de fiillerden değil, yapılan konuşmalardan kaynaklı olarak. AİHM bunu tespit ediyor; Demirtaş’ın tutuklanmasına gerekçe gösterilen fiillere bakıldığında bunların tamamının açıklamalardan, konuşmalardan ibaret olduğunu söylüyor. Ayrıca AİHM’nin söylediği çok önemli bir şey daha var: Hiçbir mahkeme, bu açıklamaların ve konuşmaların mutlak dokunulmazlık dediğimiz yasama sorumsuzluğu kapsamında olup olmadığını incelememiş diyor. Biliyorsunuz, kürsüde sarf edilen sözlerden dolayı hiç kimse, hiç bir zaman yargılanamaz. Bir milletvekili, kürsüden söylediği sözlerden, dile getirdiği görüşlerden dolayı suçlanamaz; ebediyen dokunulmazdır. Bunu Anayasa’mızın 83. maddesi söylüyor. AİHM de diyor ki; Türkiye’de bir tane mahkeme de çıkıp Demirtaş’ın konuşmalarının çok büyük bir bölümü Meclis’te yaptığı konuşmaların dışarda tekrarlanmasıdır diye bakmadı mı? Kendi Anayasanızı tanımıyorsunuz. 

SORU: Bir şey dikkatimi çekti. Siz de hukukçu olarak çok daha yerinde bir yorum getirebilirsin. Ben tabi tüm kararı okumadım. Özetini okudum. Gazetelere yansıyanları okudum. Dikkatimi çeken şey şu oldu. Sanki ilk defa bir uluslararası mahkeme Türkiye’deki bir yargı oyununu deşifre eder bir durumda. Bu ne demek? Yani benimle ilgili bir dava açtınız, ben o davadan beraat ettim ya da tahliye edilme noktasında geldim. Ama siz beni bırakmak istemiyorsunuz. Başka bir dava açıp neredeyse aynı kanıtlarla aynı iddialarla beni tekrar yargılıyorsunuz. Buna da hukuki, kanuni diyorsunuz. Sanki AİHM Büyük Dairesi, “Ben bu oyunu gördüm ve bu kabul edilemez. Bunun kendisi de ihlal” diyor gibi. 

Böyle bir ifade kararda var. Açıp baktığınızda diyor ki ben bir karar verdim. Siz bu kararı geçersizleştirmek için aynı olgulara dayanarak yeniden başka bir dava varmış gibi yeniden tutuklama kararı verdiniz; bunun benim kararımın etrafından dolanılması olduğunu görmeyeceğimi mi düşünüyorsunuz? Yani açıkça “kimi kandırıyorsunuz?” diyor. Böylece Mahkeme, bunların herhangi birine dayanarak verilecek yeni bir tutuklama kararının geçersiz olacağını peşinen söylemiş oluyor. AİHM kararlarında, uygulamaya dair ne yapılması gerektiğini nadiren belirtir. Yani uygulamayı iç hukuk organlarına, idareye bırakır. Fakat bazı durumlarda, bunu yapmak istemiyor çünkü idareye güvenmiyor. Güvenmediği zamanda da ne yapılması gerektiğini açıkça belirtiyor. Burada da demiş ki “Demirtaş derhal tahliye edilmelidir.” Bu kararın tek uygulanma şekli vardır; bu kararın gereğini yerine getirmek demek, Demirtaş’ı tahliye etmek demektir. Hukuksal olarak tartışılacak bir şey yok. Durum son derece net. Bu çok ağır bir karardır ve herkese bir uyarı, bir imkân ve bir şanstır! Farklı kesimler tarafından değerlendirilmelidir. 

SORU: Bu karardaki Kobane olaylarıyla ilgili olan kısmı konuşalım. Esas olarak Demirtaş’la ilgili eleştiri ve suçlamaların temel kaynağı bu aslında. Cumhurbaşkanı da “53 insanın katili, terörist” dedi. Yine Süleyman Soylu benzer açıklamalar yaptı. Bununla ilgili olarak karar Türkçe’de olmadığı için herkes bilmiyor. Nasıl bir şeyle anlatıyor? 

Mahkeme açıkça şunu söylüyor: Demirtaş’ın terör suçlarından tutuklu olduğunu gösteren hiç bir kanıt yok. Hükümet, kendi savunmasında 6-8 Ekim’i yazmış tabi. Esasen Demirtaş’ın tutuklu olduğu dosyalardan biri bu. Yani 6-8 Ekim olaylarının sorumlusu olarak yargılandığı dosya da onun tutukluluğuna esas teşkil etmiş. Mahkeme, 6-8 Ekim’i de bir başlık olarak ekleyerek Demirtaş’ın terör fiili işlediğini gösteren yeterli kanıt sunulmamıştır diyor. Yani hükümetin sunduğu kanıtlar ve yaptığı açıklamalar Demirtaş’ın 6-8 Ekim dahil hiç bir fiilinden dolayı terör suçlusu olarak yargılanıp, tutuklanmasını haklı kılmıyor. Mahkeme, Demirtaş’ın açıklamaları siyasi ifadeleridir, düşünce özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındadır diyor. 

6-8 Ekim gerekçesi veya suçlaması, yani kumpası bir kez daha çökmüştür. 6-8 Ekim’in kumpas olduğunu AİHM’nin söylemesine gerek var mıydı? Türkiye’de kendilerine muhalif diyen partiler veya çevreler ya iktidarın baskısından ya da HDP’ye baskı onların da işine geldiğinden susuyorlar ya da bu hukuksuzlukları onaylıyorlar. 2014’te atılmış bir twitten dolayı 6 yıl beklenecek ve sonrasında suçlama yöneltilecek, olacak iş mi? Üstelik 2014 Ekimi’nden sonra çözüm süreci de devam etmiş…O dönem Davutoğlu’yla bir toplantıda 6-8 Ekim’de hükümetin sorumlu olduğunu uzun uzun anlattığım bir konuşma yaptım. Geçiştirildi. Bu kadar açık bir kumpas var ortada ve bu kumpas Türkiye’de bozulamadı; biz çok uğraştık direndik, mücadele ettik fakat yetmedi. Sadece bizim çabamız yetmiyor. Elbette bunu teşhir ettik, deşifre ettik ama arkadaşlarımız bu kumpastan dolayı içerdeler. Bu kumpasın ortaya çıkarılması ve çökertilmesi için AİHM kararına ihtiyaç yoktu. Ha iyi ki bu karar geldi; bir de oradan teyit almış olduk. 

SORU: Şimdi tabi Türkiye’de bu konularda basının geldiği hal belli. Gerçek, samimi, gerçekleri dışa yansıtan tartışmaların yapılamadığı bir ülkede yaşıyoruz. Faydacılık kültürümüz de malum. Şimdi acaba pek çok insan, “AİHM yine bildik kararlardan birini verdi. Hükümet de icabını yapacaktır. Bunu yerine getirmeyecektir. Kendi bildiği yoldan gidecektir.” diye düşünmekte muhtemelen. Bu kez bir yaptırım var mı? 

Bu karar çıktığında, üç isim yüksek perdeden bu kararı tanımayacaklarını belirtti. Biri Cumhurbaşkanı, biri MHP Genel Başkanı biri de İçişleri Bakanı. Bu kişiler Türkiye halkına, Türkiye toplumuna hakaret ediyorlar. Çünkü ben bu kararı tanımıyorum diye bir şey olamaz. Eğer devlet bir sözleşmeyi onaylamışsa, bu sözleşmeyle bağlıdır. Uluslararası hukukta  imza ve onay, ahde vefadan tutun, başka ilkelere kadar bir devletin şeref ve onurudur. Bu üç şahıs bunu bilmiyor mı? Şayet bilmiyorlarsa durum çok vahim. Biliyorlarsa durum çok çirkin. Neden? Bir devletin, onayladığı bir sözleşmenin ve onun yetkili organlarının kararını tanımamak gibi bir seçeneği yok. Şunu deseler çok daha dürüstçe davranmış olurlar: “Ben bu kararı yerine getirmeyeceğim. Bedeli neyse öderim.” Bu hali halkı kandırmaktır, halkla alay etmektir. Buna kimsenin hakkı yoktur. Eğer gerçekten kabadayılık yapılacaksa, söylenecek söz, “bu karar bizi bağlamaz” değildir. Söylenecek söz, “Bu sözleşmeye tarafım, bu kararını uygulamam gerekir fakat ben bu sözleşmeden ayrılacağım. Avrupa Konseyi’nden çıkacağım. Bu kararı uygulamıyorum. Sonuçları ne olursa olsun göze alıyorum.” Böyle deseydiler, çok daha dürüstçe davranmış olacaklardı. 

Demirtaş kararı Bakanlar Komitesi’ne gidecek

Büyük Daire kararını uygulamamak demek, sürecin Bakanlar Komitesi’yle ilerlemesi demektir. AİHM’in kendi polis gücü yok ama yaptırım mekanizmaları var. Bakanlar Komitesi, üye devletlerin tamamının dışişleri bakanlarından oluşuyor. Bu kararın uygulanması konusunda Bakanlar Komitesi’ne gidilecek. Komite bunu takip etme yetkisine sahiptir. AİHM, Avrupa Konseyi’ne bağlıdır ama AB, Avrupa Konseyi’nin bazı organlarının kararlarını referans alır. Mesela, AİHM’in karar ve içtihatlarının AB İnsan Hakları Komiserliği’nce referans alınması veya Venedik Komisyonu’nun belirlemelerinin, tespitlerinin referans alınması gibi. Sadece Avrupa Konseyi’nin değil AB’nin de işin içine olduğu bir süreç söz konusu. Ne yapabilir Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi? Yılda dört kere toplanıyor ve Mart ayında toplanacak; fakat açıklama yapmak için bekler mi? Daha yüksek düzeyde, mesela Avrupa Konseyi’nin Genel Sekreteri, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, İnsan Hakları Komiseri, Venedik Komiseri peş peşe açıklamalar yapacaklardır ki bir kısmı yaptılar bile. Avrupa Birliği “Bu kararı uygulamanız gerekiyor” diye çağrıda bulundu.   

12 Eylül’de Türkiye’nin üyeliği askıya alındı

Uygulamazsa karşı karşıya kalacağı yaptırım iki aşamalı olabilir. Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması. Bu Türkiye tarihinde bir kere oldu; o da 12 Eylül sonrasında. 12 Eylül’de Türkiye’nin üyeliği askıya alındı. Eğer ihlalin giderilmemesi konusunda inat devam ederse Türkiye Avrupa Konseyi’nden ihraç edilebilir. Bakanlar Komitesi ihraç kararı alabilir. Türkiye, Avrupa Konseyi'nden ihraç edilirse ne olacağını ben biliyorum da “bu karar bizi bağlamaz” diyenler bunu halka anlatsınlar bakalım. Var mısınız? Engelleriz diye düşünüyor olabilirler, gider pazarlık yaparız, ticari ilişkiler de dahil bazı tavizler, sözler veririz diyor olabilirler. Ancak Avrupa sadece hükümetlerden ibaret değildir. Avrupa aynı zamanda kamuoyundan, sivil toplumdan ve muhalefet güçlerinden de oluşur. Ve büyük bir tepki var. Artık oyun bitti. Bu kadar büyük hukuksuzlukları yapmaya hiçbir yetkilinin, hiçbir gücün hakkı  yoktur. Cumhuriyetin başından beri hedef konulan Batı bütünleşmesi ya da Batı değerleri meselesinin sonuna mı geleceğiz? Göreceğiz ama Türkiye halkı buna izin vermeyecek. Bu kararın gereği yerine gelecektir. Çok da gecikeceğini düşünmüyorum.      

SORU: Cumhurbaşkanı, kararla ilgili konuşmasında Herri Batasuna Partisi'nin kapatma kararına hak veriyorsunuz Demirtaş kararında niye böyle yapıyorsunuz dedi. Bu benzetme doğru mu, ne dersiniz?

Cumhurbaşkanı konuşmasında “Demirtaş ile ilgili hüküm aynı, Mahkeme’nin İspanya’daki Batasuna kararıyla açıkça çelişmektedir.” dedi.  Şimdi ikisinin apayrı davalar olduğu o kadar açık ki; Batasuna parti kapatma davası, Demirtaş davası ise tutukluluğunun hukuka, AİHS’ye aykırılığı davası. İkisinin arasında benzerlik kurmak da son derece absürt ve anlamsız. Cumhurbaşkanı’nın danışmanları bilerek mi yaptılar yoksa cehaletten mi yaptılar bilmiyorum. Batasuna kararını çok kullanıyorlar ve kamuoyunu aldatıyorlar. Batasuna ve Herri Batasuna kararları 2009 tarihlidir. Herri Batasuna ve Batasuna partileri İspanya’da Bask bölgesinde faaliyet gösteren partilerdir ve bunların ETA örgütüyle organik bağı, onların eylemleriyle destek ilişkisi olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır. AİHM bu partilerin kapatılmasını Sözleşme’ye aykırı bulmadı. İspanya yargı organlarının verdiği kararı doğru buldu. Parti kapatma konusunda AİHM’in temel içtihadı bu mudur peki? Hayır. Daha yeni bir karar var: 2016 yılına ait DTP kararı. AİHM, DTP kararında Batusuna kararını da tartışıyor.  

AİHM’in parti kapatma içtihadı DTP davasıdır

Hükümet o zaman yaptığı savunmada Batasuna kararına yine atıf yapıyordu. “DTP Batasuna gibidir, kapatılması doğrudur. O nedenle mahkeme aynı kararı versin” diyordu. Kararın ayrıntılarına girmeyeceğim. Birincisi AİHM dedi ki DTP ile Batasuna aynı değildir. Bu partiler aynı şekilde değerlendirilemez. Bugün bize yöneltilen bütün suçlamalar hükümetin o zamanki savunmalarında vardır. DTP’nin terör destekçisi olduğu, bölücü olduğu, ülkeyi bölmeye çalıştığı, PKK’ye destek verdiği; buna benzer saçma iddialar. Bugün bize ne söyleniyorsa o davadaki hükümet savunmasında da var. AİHM, bunların tamamının geçersiz olduğunu söyledi. Mahkeme, ilk olarak bu iki parti aynı değildir; ikinci olaraksa Türkiye ile İspanya aynı değildir dedi. Şimdi Batasuna deyip duranlar Bask sorunun İspanya’da hangi çerçevede yer aldığını bilmiyor mu? İspanya dünyada bölgesel özerklik sisteminin en gelişmiş olduğu ülkelerden biridir ve 17 özerk bölgeye sahiptir. AİHM kararında diyor ki “İspanya’da bölünmeyi de ayrı devlet kurmayı da herkes rahatça savunur.” 

AİHM Türkiye hukuk sistemi iflas etmiştir demeye getiriyor

Dolayısıyla AİHM bir partinin yalnızca bölücülükten kapatılamayacağını söylüyor ve şunu da özellikle vurguluyor; “DTP gibi bir partinin amacı Kürt sorunun demokratik çözümünü barışçıl yollarla sağlamaktır. Ondan her konuda Batasuna gibi davranmasını beklerseniz bu işlevini yerine getiremez. Oysa hem başkanlarının açıklamaları hem de partinin programı ve faaliyetleri açıkça gösteriyor ki DTP gibi bir partinin Kürt sorununun barışçıl çözümü için hayati önemi vardır.” Mahkeme diyor ki 2013-2015 arası Türkiye’de Kürt sorunun çözümü için bir süreç yürütüldü. O zaman çözüm sürecinde yer alan parti HDP. HDP ise DTP ile aynı gelenekte yer alan bir parti. Demek ki Türkiye istediğinde bu partileri çözümün bir parçası olarak devreye sokmaya izin veriyor, o halde işlevlerinden biri bu. Çözüm süreci bitince “bunlar teröristtir” denilmesi  inandırıcı değil. Daha ne desin? Tekrar söylüyorum; Batasuna kararında AİHM ayrıntıları ile “mesafe koydu koymadı, kınadı kınamadı vb.” pek çok meseleyi tartışıyor ve bunların hiçbiri DTP’nin terörü desteklediği, PKK’nin organik parçası olduğu anlamına gelmez diyor. Bu kadar açık ve net. 

Batasuna atfı iktidarın elini çürütür

Bu kadar net bir karar var ve bunu kimse konuşmuyor. Biz anlatıyoruz ama kamuoyuna yansımıyor. Türkiye’de yöneticiler, iktidar temsilcileri, Cumhurbaşkanı ve bakanlar halkı kandırma hakkına sahip değiller. Açıkça tartışma imkanı olsa biz bunu her yerde anlatırız. Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunun ikna olacağına da inanıyorum. O nedenle Batasuna’ya yapılan atıf iktidarın elini çürütür, gerekçesini çürütür, duruşunu çürütür. Böyle bir bilgi yanlışlığı Cumhurbaşkanı’na söyletmek de Türkiye’de sistemin geldiği yerin çürümüşlüğünü daha açık gösterir. Sistem çürümüştür. Nitekim Demirtaş kararında AİHM, Türkiye’de hukuk sisteminin baştan aşağı iflas ettiğini ilan ediyor. 

SORU: Batasuna kararına atıf yapması şu açıdan da ilginç. Çünkü bir de HDP kapatılsın tartışması var. Özellikle Devlet Bahçeli’nin çok ısrarla söylediği, tweet attı, hatta parti başkan yardımcısı daha ileri gitti itlaf edilmeli diye bayağı ileri bir laf etti. Genel olarak AKP cenahının parti kapatmaya sıcak bakmadığı söyleniyor çünkü 1991’den beri pek çok parti kapandı ama bu parti hala Meclis’te var. Siz bu kapatma meselesinin neden gündeme geldiğini düşünüyorsunuz? Bu konuda bir hazırlık olup olmadığına dair size gelen bir bilgi var mı?

Bu konuda bir hazırlık olup olmadığını bilmiyorum ama biraz önce hukuki temeli söyledim. Eğer Türkiye Anayasası hala geçerliyse, Anayasa’nın 90. maddesi uluslararası anlaşmaların iç hukukta kanunlardan da üstün olduğunu söylüyor. Bizim taraf olduğumuz AİHS’nin yargı organı olan AİHM, bize yöneltilen suçlamaların hiç birinin parti kapatma gerekçesi olmayacağını söylüyor. Dolayısıyla parti kapatılsın diyenler Anayasayı çiğniyor. Burada yapılan şey Türkiye’de Anayasayı kapatmaktır. HDP’yi kapatalım çağrısı Anayasal sistemi kapatma çabasından farklı değildir. İkincisi bunun siyasi sonuçları vardır. Nedir o siyasi sonuçlar? Anayasayı ortadan kaldırırsanız Türkiye’yi tescilli diktatörlük haline getirirsiniz. Yani iktidar Anayasa’ya uymayacağını açıkça gösterirse bu devlet tamamen keyfi olarak yönetilen bir diktatörlüğe dönüşür ve bu durum resmen tescil edilmiş olur. Diğer noktaya gelirsek; HDP Türkiye’de demokrasinin de çoğulculuğun da Kürt sorununda demokratik çözümünde vazgeçilmez bir gücüdür. Bunu iktidar da biliyor, 2013-2015 arasındaki süreçte bütün Türkiye de gördü. En büyük riski HDP aldı, en büyük çalışmayı HDP yaptı. O zaman sürecin en kritik yerlerinden birinde yer alan arkadaşlarımızdan olan İdris Baluken 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı, Sırrı Süreyya Önder mahkum edildi. Selahattin Demirtaş hala rehin tutuluyor. Bu arkadaşlarımızın hepsi o süreçte yer aldılar. Bu mahkumiyetlerin bir kısmı o süreçteki faaliyetlerden dolayıdır. Şimdi HDP’yi kapatma çağrısı Türkiye’yi mutlak bir şiddete mahkum etme girişimidir, şiddet döngüsünün Türkiye’yi boğmasını istemektir, Kürt sorununda çözüm hiçbir şekilde siyasi alanda konuşulmasın çabasıdır. 

MHP kendini kurtarmak için HDP'yi hedef gösteriyor

MHP'nin herhangi bir konuda siyaset ürettiğini gördünüz mü? Bütçe konuşmalarında doğru dürüst herhangi bir değerlendirmelerine rastladınız mı? Gündemde pek çok kanun var, bunlarla ilgili herhangi bir çalışma yürüttüğünü söyleyebilir misiniz? Hayır. Devamlı çatışma dili, kutuplaştırma ve Kürt sorununda güvenlikçi, şiddete dayalı politikanın devam etmesini sağlamak; bütün çabası bu. Eğer HDP kapatılırsa, Türkiye'de gerilim daha da yükselir, güvenlikçi politikalar geri dönülmez biçimde yerleşir ve MHP de kendi yerini sağlamlaştırır. Çünkü MHP'nin oyları düşmektedir. Bunu taraflı tarafsız her kamuoyu araştırması söylüyor. Kendi başına parlamentoya girmesi neredeyse imkansızdır. Şiddet, çatışma dili ve kutuplaştırma siyaseti derinleşmezse MHP eriyecek ve yok olacak. Kendini kurtarmak için HDP'yi hedef gösteriyor. 

MHP'nin sözleri Ruanda'da soykırım suçu sayıldı

Sadece kapatma çağrısı yapmadı HDP. Soykırıma davet olarak nitelenen sözler kullandı genel başkan yardımcısı. Boş ifadeler değil bu söylenenler. Bu sözler, BM’nin kurduğu Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi kararlarında suç sayılmıştır. Hutuların Tutsileri, ılımlı Hutuları ve muhalifleri katlettikleri o korkunç soykırımın başlangıcında bir radyodan ve iktidara yakın bir gazeteden sistematik olarak "bunlar hamam böceğidir, haşeredir, itlaf edilmelidirler" propagandası yapılmıştır. Bu radyo istasyonu ve iktidarın gazetesinin sorumluları Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmış "Bunlar itlafı gereken haşerelerdir" sözlerinden dolayı soykırıma tahrik ve teşvik suçundan 30 ila 35 yıl arası hapis cezasına çarptırılmışlardır. MHP'nin Türkiye’yi sürüklemeye çalıştığı yer bu. 

Demirtaş kararı iktidara imdat frenini çekme şansı veriyor, bu şansı değerlendirmeli

Doğrusu Demirtaş kararı bu hükümet için, bu iktidar için bir şanstır. Neden? Bize göre Türkiye uçurumun kenarına gelmiş durumda ve imdat frenini çekmek gerekiyor. Normal frenin kurtarabileceği bir mesafede değil Türkiye. Demirtaş kararı iktidara imdat frenini çekme şansı veriyor. Bu şansı değerlendirmesini bekliyoruz tabi ki. Mahkemeleri engellemesinler. Mahkemeleri kontrol ettikleri ayan beyan ortada, illa bir talimat vereceklerse "Demirtaş'ı bırakın" diye talimat versinler. Cumhurbaşkanı ilk konuşmasında AİHM'i ikiyüzlülükle suçladı, Demirtaş'ın terörist olduğunu söyledi. Bu konuşma bizatihi AİHM'in ne kadar haklı olduğunu ortaya koydu. Çünkü AİHM "sizin yargınız iktidara bağlı" diyor, Cumhurbaşkanı "siz iki yüzlüsünüz" diyor. Böyle bir garabet içindeyiz. Diyoruz ki her şeyden önce imdat frenini çekin. 

AKP'ye sesleniyorum: Sizi bu patikada sürükleyen güçlerle birlikte ülkeyi uçuruma götürüyorsunuz

AKP 2015'ten beri bir patikaya girmiştir. Patika teorisini bilirsiniz. Ekonomide de başka alanlarda da kullanılır. Patikaya girdiğiniz zaman manevra şansınız yoktur, patika sizi götürür. Ya düz gideceksiniz ya da bu yoldan geri döneceksiniz. AKP yanına aldığı güçlerle bu patikada 5 yıldır ilerliyor. Bu patikanın sonu ülke için felakettir. Bu patikanın sonunda uçurum vardır. Öyle ufak tefek reformlarla, küçük mesajlarla, uluslararası sistemde belli aktörlerle yürütülecek pazarlıklarla gidişatı değiştirmek mümkün değil. Yapılacak tek şey var: Geri dönün. Eğer iktidarın AKP kanadı ile MHP kanadı uyuşmuyor deniliyorsa, apaçık AKP'ye sesleniyorum: Sizi bu patikada sürükleyen güçlerle birlikte ülkeyi uçuruma götürüyorsunuz. Ufak tefek manevralarla çıkış bulamazsınız. Geri dönün. Çıkın bu patikadan. Ülke de çıksın. Sonrasında demokratik siyasetle yeni bir dönem başlatmak mümkün hale gelir. Böylesi bir yeni dönemi de AKP ile bilmem kimin pazarlığı olarak düşünmemek gerek. Yeni dönem ancak demokrasinin işleyişi ile hukuk devletinin yerleşmesi ile mümkün. Biz de HDP olarak demokratik siyasette üzerimize düşeni yapmaya hazırız. 

HDP tüm baskıya rağmen büyüyor

Bakın, HDP bu kadar baskıya rağmen ayaktadır, büyümektedir. Bunu bir Eş Genel Başkan propagandası olarak algılamayın. Gerçekten büyümektedir. Van Türkiye'nin en ağır baskılara maruz kalan, en ağır hak ihlallerinin yaşandığı şehridir. 2016'dan beri eylem etkinlik yasağı var. 4 yıldır adı konmamış bir sıkıyönetim var. 23 Aralık’ta il kongresine gittim. Arkadaşlar katılımı sınırlamaya çalıştılar fakat zor kontrol ettik. Faaliyetimizi 1000'den fazla insanla yürüttük. Pandemi şartlarına uygun olsun diye spor salonu talep etmiştik. En az 5 bin kişi gelmeye hazır olduğunu bildirmişti. 

HDP'yi devre dışı bırakmak bu ülkeyi yıkıma götürme çabasıdır

Biz Türkiye'yi düze çıkaracak olanın demokratik siyaset olduğunu söylüyorsak bunda samimi olduğumuz görülsün. Bize yönelik tüm siyasi kumpaslar çöktü. Bunca baskıya rağmen ne parlamentoyu terk ettik ne demokratik siyasetten vazgeçtik. Çünkü bunun faturasının Tüm Türkiye için ağır olacağını biliyoruz. Tek çözüm demokratik çözümdür ve HDP bunun güvencesidir. O nedenle HDP'yi devre dışı bırakmak bu ülkeyi yıkıma götürme çabası ile eşdeğerdir. 

Her konuda iktidara karşı olan muhalefet neden iktidarın HDP ile ilgili söylediği her şeye inanıyor

Muhalefet partilerinin HDP ile yan yana görünmeme gibi tutumları oldu. Dönem dönem azaldı, dönem dönem arttı. Bazı muhalefet partilerinde daha az, bazılarında daha çok. Gerekçe ne? Bu iktidarın bize kurduğu kumpaslarla yarattığı hava. Defalarca muhalefeti uyardım. Dedim ki, bütün konularda AKP'ye, bu iktidara karşısınız. Pek çok konuda yalan söylediğini söylüyorsunuz. Ülkeyi yıkıma götürdüğünü belirtiyorsunuz. Yahu doğru söylediği tek konu HDP midir? Neden HDP ile ilgili söylediği her şeye inanıyorsunuz da diğerlerinde farklı bir tutum takınıyorsunuz?

Muhalefet olarak AİHM'in çerçevesi üzerinden yeni dönemin müzakeresini yapalım 

Muhalefet için de bir imkan doğdu. Türkiye'de sadece siyasi muhalefet değil, bütün toplumsal muhalefet için imkan oluştu. Gelin AİHM'in Demirtaş kararında belirlenen çerçeve üzerinden yeni dönemin müzakeresini yapalım. Bu kararı yalnızca Demirtaş'ın tahliyesi meselesi olarak sınırlarsanız yanlış okursunuz. Bu karar 2016'dan beri yürütülen bütün kumpasların çöktüğünü apaçık belgeliyor. Bu karar Avrupa devletlerinin önüne gelecek, Türkiye'nin önüne gelecek. Muhalefete çağrımı tekrarlıyorum; yeni dönemi başlatmak gerekiyor ve bu yeni dönemde HDP temel aktörlerden biridir. Bu yeni dönemi de AİHM'in Demirtaş kararındaki çerçeve üzerinden müzakere edebiliriz. HDP olarak biz hazırız. Muhalefetin de bu konuda cesur davranması gerekiyor. Açık söyleyeyim, iktidar için oyun bitti diyoruz ya; game over. Bence hepimiz için oyun bitti, -mış gibi yapmayalım. Artık gölge boksu yapmayı, iktidarın bazı konularda gölgesinde yürüyerek bu ülkeyi felakete gidişten kurtaramayacağımızı görelim. Önümüzde Avrupa'nın bütün organlarının referans alacağı sağlam bir çerçeve var. Gelin bu çerçeve üzerinden demokratik hukuk devletini ve barışı konuşabileceğimiz bir çerçeveyi ortaya koyalım. Tüm muhalefet olarak bu çerçeve üzerinden müzakere yürütelim. Yeni dönemin nasıl başlayacağını Türkiye'de bizden umut bekleyen herkese gösterelim. 

SORU: Bir taraftan terörizmle suçlanıyor, bölücülükle suçlanıyor HDP. Bir taraftan da İstiklal Marşının 100. yılının ilanıyla ilgili teklifin altına imza attı. Eleştiriler de aldınız. Hangi saikle imza attınız. 

Bizim ulusal sembollerle sorunumuz yok, ulusal sembollerin kullanılış biçimiyle sorunumuz var

Bu teklif bizim imzamız olmadan geçebilirdi. Yeni madde ihdası olarak geldi. Gruplardan da imza istendi. Biz imza vermezsek basit çoğunlukla kabul edilirdi. Meclis Başkanı bize böyle bir taleple geldiğinde arkadaşlarımızla değerlendirdik. Diğer prosedüre gerek kalmadan o oturumda imza vererek bu teklifin kabul edilmesini sağlayalım mı diye konuştuk. Görüş ayrılığı yoktu. Bizim ulusal sembollerle sorunumuz yok. Bizim ulusal sembollerin kullanılış biçimiyle sorunumuz var. Bizim İstiklal Marşı ile sorunumuz yok. Türkiye'nin ortak sembollerini kötüye kullanan, istismar eden anlayışla sorunumuz var. Biz apaçık söylüyoruz. Türkiye'yi yönetmeye talip bir partiyiz. Türkiye'de demokrasiyi barışı yerleştirmeye çalışan bir partiyiz. Tüm Türkiye'yi kucaklayan bir partiyiz. Bizim burada farklı bir tutum takınmamız zaten gereksiz, yanlış olur, bizim bu iddiamızla uyuşmaz. Asıl ikiyüzlülük bizi sürekli itilafla, kapatmayla, terörizmle itham edenlerin yaklaşımıdır. 

Parti kapatma gündeme gelecekse sürekli şiddet çağrısı yapanlar gündemde olmalı

Eğer bir parti kapatma meselesi gündeme gelecekse öncelikle sürekli şiddete çağrı yapanlar, ağır kıyım daveti anlamına gelen ifadeler kullanan partilerin gündemde olması lazım. 

Bizim kimseye yaranmak gibi bir çabamız olamaz. Teklifin gerekçesine itirazımız vardı. Hamasi bir gerekçe yazmışlardı. Biz toplumsal birleştiriciliği olan bir gerekçe önerdik, ufak tefek değişiklikler dışında dokunmadılar. Oysa gerçekten demokratik bütünlük isteniyor idiyse bizim önerilerimiz de dikkate alınır ve daha güzel bir gerekçe yazılabilirdi. Buna rağmen dedik ki, "biz görüşümüzü anlatırız, eleştiri alırız ama tutumumuzu halkımıza da Türkiye'ye de anlatırız". 

SORU: HDP'nin kapatılması düşünülürken HDP yüzünden bir televizyon kapatıldı. Çok üzücü. Kanalın sahibi Cavit Çağlar, kanalın kapatma gerekçesi olarak HDP yayınlarına ağırlık verilmesi ile başlayan bir cümle kurdu. Bu kanal pek çok etkinlik gibi HDP grup toplantısını da yayınladı. Hükümetin baskısı olduğu da söylendi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu kapatma kararını? 

HDP’yi yok sayanlar bir süre sonra yok oluyor

Bakın öyle narsist falan değiliz, kendimizi çok seviyoruz gibi anlaşılmasın ama tekrar söyleyeceğim. HDP’yi yok sayanlar bir süre sonra yok oluyor. HDP’yi devre dışı bırakmak isteyenler bir süre sonra devre dışı kalıyor. HDP’yi kapatma hevesinde olanlar Türkiye’de demokrasiden kalan kırıntıları da kapatıyorlar, Türkiye’de hukuk adına ne varsa onu da tasfiye ediyorlar. HDP’yi yok etmeye çabalamak bu memlekete özgürlüğü, demokrasiyi, hukuku, barışı yok etmek demektir. İşte Olay TV’de olan bu. 

HDP’nin grup toplantısını verdi diye bir kanala ancak 25 gün izin verdiler

Düşünün bir TV kanalı bizim grup konuşmasını canlı yayınlıyor, 2-3 haberi diğerler kanallardan farklı olarak veriyor. Hükümet ve iktidar buna tahammül edemiyor, baskı yapıyor ve kanal kapanıyor. Basın özgürlüğü adına geldiğimiz ortada. Benim en çok üzüldüğüm orada çok değerli basın emekçisi, yazar, çizer televizyoncu vardı ve bir araya geldiler, yeni bir umutla bir işe giriştiler; bu iktidar böyle kıymetli bir çabaya 25 günden fazla izin vermedi. Ama ben şunu da söyleyeyim. Bütün o arkadaşlarımızı buradan tek tek kutluyorum. Hepsi tek tek çok değerlidir. Son program da tarihe güzel bir örnek ve görüntü olarak geçti. Hafızalara yer edindi, tıpkı İMC’nin kapandığı zamanki görüntü gibi. 

Televizyonlar kapatılınca Türkiye daha iyi bir yere mi geldi?

İMC kapatıldığında bu ülkede Kürt sorunu daha iyi bir yere mi geldi, bu ülke demokrasi adına daha iyi bir yere mi geldi? Bu ülkede hukuk adına daha iyi şeyler mi yapıldı? Olay TV meselesi de Türkiye’nin bu patikada uçuruma doğru ilerlemesinin yaratabileceği tahribatları bir kez daha hatırlattı bize. Ben o basın emekçilerinin ve birlikte hareket ettikleri yatırımcı iş insanlarının yola devam edeceklerini umut ediyorum. Kimseden özel kahramanlık beklemek gibi bir durumumuz olamaz. Ama bu ülkede basın özgürlüğü için, hukuk için mücadele etmek artık bir haysiyet meselesidir. Bu kavram ve söz çok önemlidir, bütün mücadeleleri özetleyebileceğimiz bir ifade olarak kullanıyorum. Türkiye’de yürüttüğümüz mücadele bir haysiyet mücadelesidir. Demokrasi için özgürlük için mücadele, Kürt sorununda barışçıl demokratik çözüm için mücadele, hukuk için mücadele aynı zamanda haysiyet mücadelesidir. Olay TV örneği bize bunu bir kez daha hatırlatmış olmalıdır. 

SORU: Demirtaş’ın avukatları tahliye için mahkemeye başvurdular. Mahkeme ise kararın çevirisinin olmadığı yolunda bir cevap geldi ve tahliye talebi reddedildi. Kapının kapanmaması ilginç. Siz nasıl değerlendirdiniz.  

Umarım öyledir, çeviri dedikleri resmi çeviridir. Biz çeviririz ama onu kabul etmiyorlar. Esas bekledikleri Adalet Bakanlığının resmi çevirisidir. Umarım dediğiniz gibidir, umarım resmi çeviri gecikmez ve bir an önce mahkemeye ulaşır ve mahkeme de tahliye kararı verir. Fakat trajikomik olan kısmı önemli. Biraz önce haysiyet mücadelesinden bahsettim. Bu kadar bariz hukuk ihlali, hukukçuların, hakimlerin ve savcıların da haysiyetine yönelik bir saldırıya dönüşüyor. Yargıda hala adalete inanan çok sayıda insan olduğundan şüphem yok. Hala yaşananlardan vicdanının rahatsız olduğuna inandığım çok sayıda hakim ve savcı var. Bundan şüphe etmiyorum. Fakat sistem, baskı, zulüm üzerine kurulmuştur ve elbette insanlar bu sistemden bıkmıştır. Bu sisteme gönüllü olarak hizmet edenler de vardır, bunu biliyorum. Fakat kendi hayatından, kendi çoluk çocuğunun geleceğinden endişe ettiği için uymak zorunda olanlar da vardır. İşte bu nokta haysiyet meselesine dönüşüyor. Bütün bunlara karşı çıkmak, bunlara karşı mücadele etmek, haysiyet için mücadele etmektir aynı zamanda. 

SORU: Cumhurbaşkanı da 3 kez AİHM’e başvurmuştu. Bu kapının varlığı bile Türkiye’de çok kıymetli. Türkiye’de hava her zaman değişiyor. Dışarıda bu kapının açık olmasının en fazla kıymetini belki AKP’lilerin bilmesi lazım. Bir hukuk profesörü olarak AİHM’e ilişkin görüşlerinizi de alalım. 

Başörtüsü davalarının AİHM’de nasıl örnek kararlara dönüştüğünü bilenler biliyor. Cumhurbaşkanı 301’den mahkumiyet aldığında ifade özgürlüğünden dolayı ihlal kararı verilmesi için AİHM’e başvurmuştu. Şunu söylemeliyim: AİHM’in eleştirdiğim pek çok kararı olsa da son 4 yılda özellikle OHAL ile ilgili yaklaşımını gerçekten çok sorunlu bulsam da bir kurum olarak sadece Türkiye ve AB için değil bütün dünya için önemli bir referanstır. Dünyanın şimdi içinde bulunduğu dönem insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün çok da itibar gördüğü bir dönem değildir. Ancak belli periyodlar vardır ve bir periyod yaşanır, zirve yapar ve biter. Ben 2020 yılından itibaren dünyanın, toplumsal mücadelelerin de etkisiyle yeniden insan hakları dönemine kapı aralayacağını düşünüyorum. Bakın Biden’in seçilmesini sadece seçimin kendisine indirgememek lazım. ABD’de seçim kampanyalarında yer alan halk gruplarının, mağdur kesimlerinin, farklı toplulukların çoğulcu bir mücadele birlikteliği vardı. Ben bu dinamizmi önemsiyorum. Dünyada da bu dinamizmin yükseleceğini görüyorum. Önümüzdeki dönem AİHM gibi kurumlara daha fazla iş düşeceği bir dönemdir. Yeniden daha itibarlı hale gelecekleri bir dönemdir. İnşallah Türkiye’de aynı döneme ayak uyduracak bir toplumsal dinamizmi hep birlikte yaratabiliriz. HDP olarak hedefimiz budur. 

27 Aralık 2020