Temel: Üçüncü İttifak’ı oluştururken tek bir sosyalist ve demokrasi yanlısının dışarıda bırakılmayacağı bir hattı kurmak istiyoruz.

Eş Genel Başkan Yardımcımız Tayip Temel'in Express'e verdiği röportaj:

Siyasal partiler açısından 2021’in başlıca özelliği saray rejiminin HDP’yi tasfiye etme operasyonuydu. Yargı eliyle yürütülen operasyon 2020’nin son gününde başladı. Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 6-8 Ekim 2014’teki Kobani olaylarıyla ilgili HDP aleyhine hazırladığı iddianame 7 Ocak 2021’de mahkeme tarafından kabul edildi. 17 Mart’ta Yargıtay HDP’nin kapatılması talebiyle hazırladığı iddianameyi Anayasa Mahkemesi’ne gönderdi, ancak AYM iddianameyi yetersiz bularak iade etti. Savcılık bunun üzerine 843 sayfadan oluşan ikinci iddianameyi, manidar bir tarihe denk getirerek, 7 Haziran’da tekrar AYM’ye gönderdi. İddianamede 451 HDP’li hakkında siyasi yasak isteniyor ve 69 partilinin söz ve eylemleri, HDP’nin kapatılması istemindeki “suçların odağı” olmasına gerekçe gösteriliyor. 2021 boyunca yargı ve medya propagandası yoluyla tasfiye edilmek istenen HDP ise 27 Eylül’de muhalefet için yol haritası olabilecek bir Tutum Belgesi açıkladı ve 2022’ye güçlü bir sol ittifakla girmek için çalışmalara başladı. HDP açısından 2021’in değerlendirmesini ve 2022’nin muhtemel gelişmelerini partinin eş genel başkan yardımcısı Tayip Temel’den dinliyoruz. Express'in kış sayısından naklen...

HDP açısından 2021’in genel değerlendirmesini yaptığınızda en önemli başlık olarak neyi görüyorsunuz?

Tayip Temel: 2021 sadece HDP ve tabanı için değil, bütün olarak demokrasi güçleri açısından mücadeleyle geçen bir yıl oldu. Siyasi baskılar kadar pandeminin ve iktidarın pandemi politikasının da ciddi bedelleri oldu. Bununla beraber iktidarın özel politikalarıyla karşı karşıya kaldık. Bu politikaların esasını HDP’ye yönelik tasfiye planı oluşturuyor. İktidarın yazdığı, yönettiği ve kimi figüranlara rol verdiği bir senaryo çerçevesinde HDP’ye kapatma davası açıldı. Partimizin kapatılmasına yönelik zemin oluşturulması amacıyla 6-8 Ekim 2014 Kobani olaylarıyla ilgili açılan kumpas davası da 2021’in hafızalardan silinmeyecek olaylarından biri. Tasfiye planına karşı toplumla, seçmenimizle ve diğer demokrasi güçleriyle birlikte tepyekûn bir direniş sergiliyoruz. HDP açısından 2021’in en net tanımı, zirve yapan baskı ve zirve yapan direniştir. Önümüzdeki döneme dair ilkelerimizi, yol haritamızı özetleyen HDP Tutum Belgesi tüm baskılara rağmen siyaset kurmakta, muhalefet yürütmekte ana aktör olduğumuzun ilanıydı.

Tutum Belgesi’nin çerçevesini nasıl özetlersiniz?

Belgemizin esaslarından biri HDP’nin sağa-sola çekilebilecek, muğlaklaştırılabilecek bir çizgisinin olmadığını, fikriyatının da tasfiye edilemeyecek kadar derin ve sağlam temelleri olduğunu göstermekti. Toplumun iki siyasi blok içine sıkıştırıldığı bir dönemde elbette esas olarak faşizmin icracısı olan iktidara muhalefet ediyoruz, ama iktidarın dışındaki bloku da eleştirilerimizden muaf tutmadığımızı göstermiş olduk. İktidar dışındaki bloka yönelik eleştirilerimizi temel ilkelere çağırarak yaptık. HDP’nin durduğu yeri, Türkiye’nin temel sorunlarına yönelik önerilerini hatırlatarak iktidar dışındaki bloka bir müzakere zemini gösterdik.

İşçi sınıfının kahir ekseriyeti Kürtlerden oluşuyor. Öte yandan, HDK üzerinden HDP’ye yansımış, orada vücut bulmuş bir sol ittifak zaten var. Tarihsel olarak da HDP’nin yaslandığı miras sol, sosyalist mücadelenin çizgisidir. Kürt siyasi hareketi özünde sosyalisttir, tabanı işçi, emekçi sınıfıdır, yoksullardır.

Nedir bu müzakere zemini?

Örneğin, Türkiye’de demokrasiyi kurmanın en önemli koşullarından birinin inkâr ve imha politikalarına tabi tutulan bir halk olarak Kürtlerin sorunlarının çözüme kavuşturulması olduğunu bir kez daha vurguladık. Bu gerçeği görmeden, kabul etmeden hiçbir siyasi güç ülkeye demokrasi ve barışı getiremez. Ayrıca, mevcut Türk tipi başkanlık sistemi lağvedilmeden, ama geçmişteki kötü yönetim sisteminin de muhasebesi ve eleştirisi yapılmadan demokratik bir anayasa tasarlanamaz. Bunu özellikle vurguluyoruz, çünkü mevcut sistemi eleştirenlerin bir kısmı eskiyi ideal olarak sunmaya meyyal. Tutum Belgesi’yle bu konudaki uyarımızı da yaptık. Başta Kürt meselesi olmak üzere, temel sorunların çözüm zemininin TBMM olması gerektiğinde mutabıkız, ama geçmişteki parlamenter rejimle de bu mümkün değil. Halkları, kimlikleri, inançları eşitleyen bir anayasal yaklaşım o yüzden elzem.

Tutum Belgesi’nin başlıklarını hatırlatır mısınız?

Türkiye’nin temel sorunlarını ve bunların çözüm yollarını 11 başlık altında ortaya koyduk: Güçlü Demokrasi, Tarafsız ve Bağımsız Yargı, Kayyım Rejimi Değil Halk İradesi, Kürt Sorununda Demokratik Çözüm, Barışçı Dış Politika, Kadına Özgürlük ve Eşitlik, Ekonomide Adalet, Kamu Yönetiminde Liyakat, Doğaya Saygı, Gençler için Özgür Yaşam, Demokratik Anayasa… HDP düşmanı sayılabilecek siyasi anlayışlar bile “bu deklarasyonun şu cümlesi yanlıştır, Türkiye’nin yararına değildir” diyemedi. Örneğin, tarafsız ve bağımsız yargı hem genel olarak toplum için hem de özel olarak HDP için vazgeçilmez bir taleptir. Yargının AKP tarafından muhalefete karşı bir sopaya dönüştürülmesinin en büyük bedelini HDP ödüyor. Eski eşbaşkanlarımız dahil sayısız yöneticimiz bu nedenle zindanda veya sürgünde. Deklarasyonumuzda bu yargı sisteminin siyasi kararlarının geçersiz kılınması gerektiğini söylüyoruz.

Deklarasyonun ardından ne tür görüşmeler, gelişmeler oldu?

Tutum Belgesi’ni açıkladıktan hemen sonra, İyi Parti hariç bütün muhalefet partilerini ziyaret ettik. Böylece deklarasyondaki tutumu ve amacımızı yüz yüze tartışmak istedik. Verimli görüşmeler yaptık. Deklarasyona dair kaygılar, sorular, düşünceler değerlendirildi. Muhataplarımızdan edindiğim izlenim, kutuplaştırılan toplumsal yapının belli bir zeminde ortaklaştırılması adına deklarasyonumuzun önemli bulunduğu. Görüştüğümüz siyasi partiler HDP’nin önerdiği zeminin kendi politikaları açısından da ilham kaynağı olabileceğini söylediler.

Buna CHP de dahil miydi?

Evet, dahil. Deklarasyon yeni muhalefet hattı ve muhalefetin toplumsallaştırılması için önemli bir zemin olarak görüldü. Bu vesileyle HDP fikriyatının bütünleştirici, birleştirici gücünü de bir kez daha göstermiş olduk. Öte yandan, üçüncü ittifak zeminine yakın sol, sosyalist partilerle, demokrasi güçleriyle, emek örgütleriyle de görüşmeler yaptık. Onlar da deklarasyonumuzu önemsediklerini, bu hattı desteklediklerini söylediler.

Kürt sorununun çözümünün aynı zamanda pek çok başka sorunun çözümünü de beraberinde getireceğini söylüyoruz. Milliyetçiliğin, ırkçılığın, militarizmin bu kadar işlevselleştirilebilir olmasının nedeni Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasıdır.

Hangi sol partilerle görüştünüz?

TİP, EMEP, Sol Parti, TKP dahil, hemen tüm sol partilerle görüştük. Bu görüşmeler ittifak çalışmaları kapsamında değildi, esas olarak deklarasyonumuza yakın bir çizgide nasıl buluşabileceğimize dair değerlendirme görüşmeleri yaptık. Somut önerilerle bu partilere tekrar gideceğiz.

Ne tür somut önerileriniz olacak?

Hangi ortak zeminde buluşabileceğimizi, Üçüncü İttifak’ı oluştururken tek bir sosyalistin, tek bir demokrasi yanlısının dışarıda bırakılmayacağı bir hattı nasıl kurabileceğimizi beraber tartışmak istiyoruz. Bunun için MYK’mızda toplantılar yapıldı, komisyonlar kuruldu ve bahsettiğim görüşmelerle ilgili hazırlık aşaması tamamlandı. TKP’nin “Üçüncü İttifak HDP’siz de olabilir” yönündeki iddiasına gelirsek, elbette herkes kendi zemininde ittifaklar geliştirebilir, tercihler yapabilir, buna karşı bir siyasi tutumumuz olamaz. Ama HDP’siz bir ittifakın amacı mevcut iktidarı göndermek olmayacaktır. Bu iktidarı devrimci dinamikler taşıyan bir siyasetle değiştirmek istiyorsanız, “bunu HDP’siz yapabiliriz” diyemezsiniz.

Neden?

Bir kere unutmamak gerekir ki, Türkiye’deki işçi sınıfının kahir ekseriyeti Kürtlerden oluşuyor.  Öte yandan, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) üzerinden HDP’ye yansımış, orada vücut bulmuş bir sol ittifak zaten var. Ayrıca, tarihsel olarak da HDP’nin yaslandığı miras sol, sosyalist mücadelenin kuvvetli çizgisidir. Bu mücadeleyi kimlerin yürüttüğünü, nasıl bedeller ödediğini hepimiz biliyoruz. Kürt siyasi hareketi özünde sosyalisttir ve dayandığı taban da işçi, emekçi sınıfıdır, yoksullardır. Dolayısıyla, bazı arkadaşların bize egemen kibriyle yaklaşmasını kabul etmeyiz. Ama biz de kitleselliğimize yaslanarak onlara tepeden bakmayız. Kimse HDP’yi, bileşenlerini sosyalist mücadelenin, sınıf mücadelesinin dışında bir pozisyonda konumlandıramaz. Elbette, kendimizi sadece işçi sınıfıyla da sınırlandırmıyoruz. HDP aynı zamanda çok çeşitli toplumsal kesimleri demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet mücadelesinde bir araya getirmeyi hedefleyen bir parti. Farklılıkları birbirine benzetmeye değil, kendi özgünlüklerini koruyarak, ama aynı hedeflerde ortaklaşarak mücadele etmeye yöneliyoruz. HDP bu anlamda benzeri olmayan bir partidir. Ama mütevazıyız, çözüm odaklıyız, geniş perspektifliyiz. Dostlarımızla da, demokrasi güçleriyle de ilişki kurarken niceliğe dayalı hesaplar yapmayız. Bizim açımızdan ilkeler, hedefler, teorik arka plan esastır. “Biz bize yeteriz” rahatlığı yerine, büyük ittifakı kurarken her ferdin katılımının ne kadar hayati olduğunu bilerek hareket ediyoruz. Tarihsel, siyasal, konjonktürel şartlar bunu emrediyor. Bu süreçte karşılaştığımız birtakım kibirli yaklaşımları da olgunlukla, derdimizin ne olduğunu sabırla anlatarak karşılıyoruz. Üçüncü İttifak görüşmelerini bu yaklaşımla yürütmek istiyoruz. Aralık ortalarına doğru bu görüşmeleri tamamlamayı düşünüyoruz.

Yani 2022’ye Üçüncü İttifak’la mı gireceksiniz?

Bu konuda şimdiden bağlayıcı bir değerlendirme yapamam, ama Türkiye siyasi hayatı açısından 2022’nin tarihi bir yıl olacağını düşünüyoruz. Mevcut iktidarın hızla kan kaybettiği, dikiş tutmadığı göz önüne alındığında, 2022’deki kazanımların erken seçim ve iktidar değişikliğiyle somutlaşması söz konusu. O yüzden HDP olarak tüm ittifak tartışmalarını 2021 içinde bitirip demokrasi güçleri olarak yeni yıla hazırlıklı girmek istiyoruz.

Üçüncü İttifak’ı sadece seçim için istemiyoruz. Türkiye’deki sorunlara dair çözüm stratejimiz günübirlik siyasi çıkarlara, sandalye hesaplarına indirgenemeyecek kadar derinlikli, uzun erimlidir. Üçüncü yolu kurarken uzun bir yolculuğu planlıyoruz. Bizim açımızdan üçüncü yol, uzun yoldur.

Birtakım kibirli yaklaşımlarla karşılaştığınızı söylediniz, ama tarihsel arka planı olan ideolojik ihtilaflar da yok mu?

Aslında ideolojik farklılıklar rahatlıkla giderilebilir boyutta. Ama bize yönelik bazı eleştiriler var ki, HDP’nin bunları hiçbir koşulda kabul etmesi mümkün değil. Örneğin, HDP hiçbir koşulda Kürt sorununa, Kürt halkının varlık mücadelesine duyarsız kalamaz.

Size Kürt sorununa duyarsız kalmanız yönünde “öneriler” mi yapılıyor?

Tam olarak böyle olmasa da, HDP’nin bu yöndeki duyarlılığını “fazla” bulanlar bunu önermiş oluyor. Bunun bir diğer ifadesi de HDP’nin Türkiye’deki demokrasi, adalet sorununa, sınıf mücadelesine yeterli ilgiyi göstermediğine dair eleştirilerin içine yerleştiriliyor. Oysa adalet sorununun en büyük veçhelerinden biri Kürt sorunudur. Keza ekonomik, sınıfsal meseleler de Kürt sorununu çözmek yerine savaşa dayalı ekonomi politikalarının güdülmesiyle doğrudan ilgili. Öte yandan, Kürt sorunu aynı zamanda bir sınıf sorunudur. Bugün işçi sınıfına, alt sınıflara baktığınızda en çok Kürtleri görürsünüz. Ezcümle, Kürt sorununun çözümünün aynı zamanda pek çok başka sorunun çözümünü de beraberinde getireceğini söylüyoruz. Milliyetçiliğin, ırkçılığın, militarizmin bu kadar işlevselleştirilebilir olmasının nedeni Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasıdır. Aslına bakarsanız, artık bunları konuşmak, anlatmak bile gereksiz olmalıydı. Bizim anlattıklarımız herkesin gördüğü, defalarca deneyimlediği gerçeklerin tekrarından ibaret. Özellikle dostlarımıza, demokrasi güçlerine, sol, sosyalist yapılara her seferinde başa dönüp bunları tek tek anlatmak zorunda kalmamalıyız. HDP sadece bir kesime, bir kimliğe, bir renge dayandırılamayacak, tek bir meseleyle, dar bir hedefle tanımlanamayacak kadar geniş bir siyasi perspektife sahip ve bunu da ısrarla görünür kılıyor. Buna rağmen bunu görmemek, hakikati görmek istememekle ilgilidir. Partimizin ilkeleri, programı, tüzüğü gibi, yürüttüğümüz siyaset de nettir.

Selahattin Demirtaş’ın “kimlik siyasetinden kurtulamadık” yönünde bir özeleştirisi vardı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Deklarasyonumuz Demirtaş’ın öne sürdüğü fikirle uyumlu. Pratik hayatla hedefler, programlar her zaman tam uyum içinde olmayabiliyor. Zaman zaman eksik, yetersiz kaldığımız alanlar var. Önemli olan, eksik bıraktıklarımızın ayırdında olmamız. Kürtlere yaşatılanları da, HDP’nin Türkiye’ye dair hedeflerini de Türkiye’nin belli bölgelerine yeteri kadar anlatamadığımızın farkındayız. Bunu gidermek için dirençle çalışmayı sürdürüyoruz, sürdüreceğiz.

Sesinizi belli bölgelere ulaştıramamanızın tek nedeni devletin baskı politikaları mı?

Hayır, biz asla eksikliklerimizi iktidarın baskılarıyla izaha girişmiyoruz. Siyaset yapıyorsak, her türlü baskıya rağmen sesimizi duyurmanın yol ve yöntemlerini yaratmak zorundayız. Öte yandan, Kürt halkına Türk toplumunun da bu rejimin kurbanı olduğunu, yaşanan meselenin Kürt-Türk halkları arasında değil, halklarla iktidar arasında olduğunu yeteri kadar anlatamadık. Demirtaş’ın tespitini yerli yerine oturtmak için bu tespitimizi de ortaya koyuyoruz.

İttifak görüşmeleri olumlu sonuçlanırsa, bu yapı nasıl şekillenecek?

Üçüncü İttifak’ı sadece seçim için ve sandıkta temsil sayısını görüşmek, paylaşmak için geliştirmek istemiyoruz. Devletçi bloklar dışında üçüncü yolu temsil etmek, demokratik bir ülke ve yerinden yönetimi var etmek için elzem. Sorunlara çözüm bulmak için tüm kesimlerin birlikteliğini yaratmak ve en acili de mevcut iktidarı göndermeye motive olmuş bir mücadele hattı örmek durumundayız. Sorunlara dair çözüm stratejimiz günübirlik siyasi çıkarlara, sandalye bölüşüm hesaplarına indirgenemeyecek kadar derinlikli, uzun erimlidir. O yüzden üçüncü yolu kurarken çok uzun bir yolculuğu da planlıyoruz. Bizim açımızdan üçüncü yol uzun yoldur.

31 Mart yerel seçimleri öncesinde siyaset üstten bir ortaklaşma sağlayamayınca taban doğrudan buna müdahale ederek ortak bir tavrın örülmesini zorladı. Böylece iktidar büyük şehirlerde devrildi. Bundan hepimizin çıkarması gereken dersler var.

Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı siyaseti domine ediyor, iktidar mücadelesinin bu iki ittifak arasında yürüdüğü görülüyor. Bu durumda Üçüncü İttifak’ın geleceği belirleme gücü olabilir mi?

Mevcut iki ittifakın devletçi refleksleri var. Bir buçuk yıldır tarlalarda, fabrikalarda yaptığımız görüşmelerde, yoksulluğa karşı yürüttüğümüz faaliyetlerde, ezilen toplumsal kesimlerin mevcut iktidara öfkeli, ama Millet İttifakı’na da tepkili yaklaştığını gördük. Bu iki blokun da topluma umut vermediğini, üçüncü bir seçeceğin bir mecburiyet kadar tarihsel bir imkân da barındırdığını düşünüyoruz. Sol siyasete, demokrasi mücadelesine yeni bir ivme kazandırabiliriz. Bunun da yolu tüm ezilenlerin güçlerini birleştirmesini sağlayacak öncü siyasetten geçiyor. Aslında biz tabandan gelen talebin de etkisiyle üçüncü seçeceği ortaya koyuyoruz. Taban “birleşin” diyor. Demokratik mücadelenin inşa zemini toplumdur. Türkiye toplumu iktidarın kutuplaştırma siyaseti nedeniyle bölündüğü, parçalandığı halde, ortaklaşma iradesi yine toplumdan çıkıyorsa, bunu düşünmek zorundasınız. 31 Mart yerel seçimleri öncesinde siyaset üstten bir ortaklaşma sağlayamayınca taban doğrudan buna müdahale ederek ortak bir tavrın örülmesini zorladı. Böylece iktidar büyük şehirlerde devrildi. Bundan hepimizin çıkarması gereken dersler var.

HDP’nin kapatılması davasına dönersek, bu davanın 2022’de sonuçlanması söz konusu mu? Kapatma davasına paralel ilerleyen Kobani davasında neler oluyor?

Kobani davası tam bir kumpas ve hakikati çarpıtma davası. Yargılama sürecinde mahkeme heyeti sürekli siyasi müdahalelere uğradı, heyet başkanı ve bir üye görevden alındı. Ayrıca, kimi siyasetçilerin mahkeme heyetiyle sistematik görüşmeler yaptığına dair elimizde bilgiler var. Bu dava hızlandırılarak kapatma davasına payanda yapılmak isteniyor. Daha doğrusu, kapatma davasının zemini olarak Kobani davası kurgulanıyor. Çünkü kapatma davasında siyaset yasağı istenen arkadaşlarımızla ilgili hiçbir dava sonuçlanmış, hükme bağlanmış değil. Çoğu hâlâ fezleke düzeyinde soruşturmalar. O yüzden Kobani davasını sonuçlandırıp HDP’yi kapatacak, pek çok arkadaşımıza siyaset yasağı getirecek bir dayanak oluşturmak istiyorlar. Zaten Kobani davası veya başka siyasi müdahaleler olmazsa, mevcut delillerle kapatma davasının aleyhimize sonuçlanması imkânsız.

Kobani davasında HDP neyle suçlanıyor?

IŞİD’in Eylül 2014’te Kobani’ye yönelik saldırısını izleyen süreçte HDP’nin halkı sokağa çağırdığı, halkı tahrik ettiği ve dolayısıyla 6-8 Ekim olaylarında yaşananlardan HDP’nin sorumlu olduğu suçlaması var. Fakat olayların müsebbibinin HDP olduğuna dair hiçbir somut delil yok. HDP’nin o günlerdeki çağrısı, demokratik zeminde herkesin Kobani’yi sahiplenmesi yönündeydi. Nitekim, sahiplenme gösterilerinin olaylara dönüşmemesi için, başta o dönemki eşbaşkanımız Selahattin Demirtaş olmak üzere, HDP yetkililerinin özel çabaları olduğuna dair açık veriler bulunuyor. Bu kapsamda Sayın Öcalan’la diyalog kurulduğu, Öcalan’ın çağrısıyla da olayların durulduğu bizzat AKP yetkilileri ve devlet tarafından biliniyor. Olaylarda katledilenlerin çoğu HDP’liydi ve bu cinayetlerle ilgili açılmış tek bir soruşturma yok. Oysa bazı insanlarımız doğrudan kolluk güçlerinin açtığı ateşle hayatını kaybetti.

Ve bunlarla ilgili dava açılmadı, öyle mi?

Hayır, bir soruşturma bile yapılmış değil. Çok sayıda aile katledilen yakınlarının faillerinin bulunması için suç duyurusunda bulunduğu halde soruşturma açılmadı. O olayları bir gazeteci olarak takip etmiştim. Çözüm süreci devam ediyordu ve hükümet yetkilileri, kontrol edemedikleri bazı güvenlik güçleri olduğunu aktarıyordu. Kontrol edilemediği söylenen o güçler Kobani’yle dayanışma gösterilerinin olaylara dönüşmesine, demokratik zeminden çıkmasına yol açtı. Avukatlarımız o sürece dair ciddi deliller sundukları halde, siyasi saiklerle hareket eden mahkeme heyeti bildiğini okuyor. Düşünün, Rojava bölgesinde şu an yönetimde olan PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi) o dönem kendi web sitesinde yayınladığı bir açıklama HDP’nin e-mail adresine de gönderilmiş ve mahkeme heyeti bunu HDP’ye yönelik bir talimat olarak yorumlayıp suçlamalar yapıyor.

Kobani olaylarında, aralarında Yasin Börü’nün de bulunduğu dört kişiyi öldürme iddiasıyla tutuklanan 14 yaşındaki Mazlum İ. olay esnasında 140 kilometre uzaktaki bir düğünde olduğunu kanıtlayan deliller sunulmasına rağmen mahkûm edildi ve yedi yıldır hapiste…

Emin olun, buna benzer onlarca olay var. Avukatlarımız kumpas davasında mahkemeyi tarafsız ve dürüst bulmadıkları için, hukuki delillerle mücadele etmenin anlamsızlığına da vurgu yaparak, onlarca delil sunuyorlar. Fakat davanın amaçlarından biri, o dönem demokratik eylemlerle Kobani’yi savunmanın, o barbar saldırıya karşı durmanın meşruluğunu ortadan kaldırmak. Çünkü o dönem Kobani’nin düşmesini isteyen iktidarın öfkesi sürüyor. Davadaki ikinci gaye de, az önce söylediğim gibi, HDP’yi hiçbir maddi zemine dayanmayan bu davayla mahkûm etmek. Tutuklu Mazlum İ. 140 değil, 1400 kilometre ötede bile olsa, bunu delilleriyle ortaya da koysa, gerçek fail çıkıp “ben yaptım” bile dese, mahkûm olmaktan kurtulamayacaktı. Çünkü kurguladıkları bir senaryo var ve o senaryoya sadık kalmaya niyetliler. Keza bunun üzerinden Demirtaş’a karşı da bir karalama kampanyası yürütüyorlar. Olaylarda çoğunluğu HDP’li 50’ye yakın insan hayatını kaybettiği halde tek bir isim, Yasin Börü sembol isim olarak seçilmiş durumda. Katledilen 30’u aşkın HDP’liden tek birinin bile ismi kesinlikle anılmıyor.

HDP’nin kapatılması seçim sonuçlarını iktidar lehine değiştirir mi?

AKP’liler bilsin ki, HDP’nin kapatılması davası onların ayaklarına dolanır. HDP’yi kapatma fikrinin iktidar içinde ne kadar gelişkin olduğunu bilmiyoruz, ama bunun MHP’nin talebi olarak dayatıldığı, AKP’nin de MHP’yle ortaklığını sürdürmek adına bunu kabul ettiği görülüyor. Elbette AKP de HDP’den kurtulmak ister, ama bunu kapatma yöntemiyle gerçekleştirdiğinde kimin kaybedeceğini henüz kestiremiyor. AKP içinde belli bir grubun HDP’nin kapatılması durumunda nasıl bir faturayla karşılaşacaklarına dair hesap kitap yaptıklarını biliyoruz. Bir kesim de kapatma yerine kolunu kanadını kıracak bir plan üzerinde çalışıyor. Ama biz sonucu biliyoruz: Partimizi kapatarak da, önümüze başka engeller koyarak da bizi zayıf düşüremezler. Bizim yaptırdığımız kamuoyu araştırmaları ve bizim dışımızda yapılan kimi kamuoyu yoklamaları HDP’nin oyunun yüzde 17’lere kadar çıktığını gösteriyor. Nitekim, geçtiğimiz günlerde KONDA genel müdürü Bekir Ağırdır da partimizin oylarının yüzde 15 civarında olduğunu söyledi. Net olarak söylüyorum ki, partimiz kapatılırsa bu oran yüzde 20-25’lere dayanır. Halihazırda Kürdistan’da partimize yönelik müthiş bir sahiplenme var. Daha önce partimize mesafeli olan kesimler de yürütülen baskılar karşısında HDP’ye yöneliyor.

Peki, partinizin kapatılma ihtimali var mı?

Bırakın partimizi, hemen her gün Anayasa Mahkemesi’nin kapısına kilit vurma tehdidinde bulunan bir iktidar ortağı varken, elbette böyle bir ihtimal var. Fakat partimizi kapatarak yolumuzu tıkayamazlar.

HDP kapatılırsa seçimlere nasıl gideceksiniz? Bağımsız adaylarla mı, başka bir parti çatısı altında mı, yoksa oluşacak sol ittifakla mı yol almayı düşünüyorsunuz?

Bizi düşman belleyenlerin kafasına karpuz kabuğu düşürmek istemediğimiz için seçeneklerimizi sıralamayalım. Ama çok fazla seçenek var ve seçmenimiz en iyi seçeneği tercih edeceğimizden emin olabilir.

Ekonomik krizde esas yük yoksulların, alt sınıfların sırtına yüklenmiş durumda. İşsizliğin en yoğun olduğu bölgelerden Kürdistan’da ekonomik krizin etkileri nasıl görülüyor?

Kürt halkı neredeyse kırk yıldır özel politikalara maruz bırakılıyor. Her ne kadar baskılar hep siyasi çerçevede gibi görünse de, saldırı araçlarından en büyüğü de ekonomiktir. Halkımızı yoksul, devlete muhtaç bırakma politikası sistematiktir. Bu politikayı en sinsi ve etkili yöntemlerle kullanan iktidar AKP oldu. Yoksullaştırılmış halkı sadakayla kendine bağımlı kılarken, dar bir sermaye çevresini de palazlandırdılar. Bugünlerde çiftçiler elektrikle terbiye edilmek isteniyor mesela. İnsanlar elektrik faturalarını ödeyemedikleri için hasatlarını kaldıramıyor. Doğalgaz ve yakıt sorunu çetin kış koşullarında katlanılamayacak boyutlara gelecek. Hayvancılık bitirildi, çiftçilere destek programlarından yararlanılamıyor. İktidarın yoksullaştırma politikasına bir de kuraklık ve pandemi eklenince sorunlar çok daha korkunç bir boyut kazandı. Şu anda Kürdistan’daki gelir ortalaması Türkiye genelinin çok altında. Mardin’de köylerle ilgili karşılaştırma yaptık. AKP’ye oy vermiş köylerin çoğuna elektrik şirketleri uğramış bile değil, ama HDP’li köylüler elektrik faturaları altında eziliyor. Hal böyleyken bizim sınıf mücadelesinin en önemli parçası olmadığımızı, olmayacağımızı kim, nasıl iddia edebilir?

1+1 Express, sayı 178, Kış 2021-22

9 Ocak 2022