Turizmi Teşvik Kanununa ilişkin muhalefet şerhimiz

Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifine ilişkin Şırnak Milletvekilimiz Nuran İmir ve Bitlis Milletvekilimiz M. Celadet Gaydalı imzasıyla verilen muhalefet şerhi:

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANLIĞINA

2/3517 esas numaralı “Turizmi Teşvik Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ne ilişkin muhalefet şerhimiz aşağıdaki gibidir.

Bilgilerinize sunarız.

I. GENEL DEĞERLENDİRME

AKP dönemi ekonomi politikaları sermaye sahiplerinin daha fazla zenginleşmesine, çalışan/emekçi kesimlerin ise daha fazla yoksullaşmasına neden olmuştur. AKP iktidarları boyunca çıkan tüm teşvik kanunları, bu anlayışın bir yansıması olarak, emeğe ve doğaya karşı büyük gasplara neden olurken, özellikle doğaya karşı geri dönüşü mümkün olmayan tahribatların yaşanmasına da sebebiyet vermiştir.
AKP iktidarı doğayla yürüttüğü ‘savaşı’ her seferinde bir üst boyuta taşımaktadır. Özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde çıkarılan yangınlarla tahrip olan orman alanları, ilgili bakanlıkların yeniden yeşillendirme sözlerine rağmen, her seferinde lüks otel inşaatlarıyla veya zenginlere yönelik inşa edilen konutlarla doldurulmaktadır. Son dönemde Ege ve Akdeniz bölgelerinin denize yakın ormanlık alanlarında görülmeye ‘alışılagelen’ yangınlar, kış aylarında Trabzon gibi Doğu Karadeniz illerimizde de görülmektedir. Katar sermayesinin son dönemde yoğun ilgi gösterdiği Trabzon gibi illerimizin ormanlık arazileri büyük tehdit altındadır. Her geçen yıl artan orman yangınları, doğal yaşamı geri dönüşü olmayan olumsuz sonuçlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Dahası, küresel ölçekte devam eden iklim krizinin sonuçlarının da coğrafyamız için daha ağır hissedilir olmasına neden olmaktadır. Bir avuç patronun karı için doğal yaşam, inşaat-beton ve madencilik tehdidi ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Halkın ücretsiz yararlanması gereken plaj ve sahiller her geçen gün artan oranda özelleştirilmekte, halkın sağlıklı ve nitelikli şekilde kumsalları kullanma hakkı gasp edilmektedir. Büyük otellerin özelleştirdiği ve halkın kullanımına kapatılan kumsalları kullanmak için birçok yerde yüksek ücretler talep edilmektedir. Sermayedarların kıyılarımızdaki bu talanı ise AKP tarafından çeşitli teşviklerle desteklenmektedir.
Turizm; son tahlilde doğanın, tarihin ve kültürün pazarlanması, bunun üzerinden gelir elde edilmesidir. Tarih ve kültür turizmi, kamusal gelir elde edebilmek için kapsamlı ve etkili bir politikayla toplum yararına değerlendirilebilir. Ancak coğrafyamız turizm sektörünün temel odağı doğal yaşam alanları olduğundan, bu sektörün doğa merkezli planlanmaması, coğrafyamız ekolojik yaşamına her geçen gün daha fazla zarar vermektedir.

Her Alanda Mutlak Tekçilik ve Sermaye Dostu Politikalar

Şerhin başında da ifade ettiğimiz gibi AKP iktidarları döneminde,Kültür ve Turizm Bakanlığı da‘ülkeyi bir şirket gibi yönetme’ amacına uygun olarak şekillendirilmiş ve bir turizm şirketi patronu Bakan olarak atanmıştır. İktidarın patron dostu politikaları, bizatihi bir patron tarafından uygulamaya konulmaktadır. Turizm alanındaki tüm düzenlemeler turizm sermayesinin ihtiyacına göre şekillendirilmekte, bu amaç doğrultusunda yoğun bir doğa tahribatıgerçekleştirilmektedir.

Tüm ekonomik destek politikalarını,patronların talep ve çıkarları doğrultusunda oluşturan AKP iktidarı, bununla birlikte alanda çalışan turizm emekçilerini yok saymaktadır. Sektördeki denetimsizlik ve güvencesizlik, küresel çapta ortaya çıkan Covid-19 pandemisiyle birlikte, turizm emekçileri için zaten ağır olan ekonomik tabloyu daha ağır hale getirmiştir. Altı ay çalışarak geçinmeye çabalayan mevsimlik turizm işçileri,pandemi nedeniyle bu geliri dahi elde edememiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu süreçte bu mevsimlik işçilere-emekçilere herhangi bir destek sağlamamıştır.

Turizm alanındaki örgütsüzlük ve sendikasızlık, turizm emekçilerini patronların insafına terk etmektedir. Birçok turizm emekçisi, olağan süreçte dahi, emeklerinin karşılığı olan ücretleri tam olarak alamamaktadır. Turizm emekçileri ve mevsimlik turizm işçileri için insana yaraşır çalışma koşullarının oluşturulmasına, mevcut koşulların iyileştirilmesine, turizm emekçilerinin örgütlülüğünün desteklenmesine yönelik alandan sorumlu Bakanlığın hiçbir politikası bulunmamaktadır.

Sorunların çözümü için, katı merkeziyetçi yönetim anlayışından vazgeçilerek yönetimin daha geniş kesimlere yayılması, kolektif sorumluluklar üstlenilmesi ve yerel yönetimler başta olmak üzere demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleriyle işbirliği yapılması gerekmektedir. Ancak anti-demokratik, toplumun büyük bir bölümünü yok sayan, tekçi yönetim anlayışı,baştan sona kamu yönetiminin temel anlayışı halini almıştır. Aynı anlayış, bugün komisyondan geçmiş olan kanun teklifi ile turizm alanındaki faaliyetleri tekelleştirmeyi amaçlamaktadır. Alanda faaliyet yürüten sektör temsilcilerinin, emek ve meslek örgütlerinin talep ve beklentilerini dikkate almadan yapılan bu teklif, büyük turizm şirketlerine ve otellerine büyük rantlar sağlarken orta ölçekli turizm acentelerini, büyük şirketler karşısında savunmasız bırakmaktadır.

2019 Yerel Seçimlerinde yaşadığı büyük yenilgi üzerine, yerel yönetimlerin yetki alanlarını daraltan ve belediyelerin sorumluluk alanlarına müdahale eden AKP iktidarı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı marifetiyle gasp ettiği yetkilere bir yenisini daha ekleyerek, yerel yönetimlerin turizm bölgelerini denetleme ve ruhsatlama haklarını, Kültür ve Turizm Bakanlığı elinde toplamaktadır. Bu alanda bir düzenleme yapılması ve kimi yerel yöneticilerin suiistimallerine göz yumulmaması gerektiği açıktır. Ancak bu yapılırken paydaşlar yok sayılmamalı, bir oldu-bittiye getirilmemeli ve düzenlemenin kamuoyunda oluşturduğu haklı kaygılar görmezden gelinmemelidir. Yerel yönetimlerin yetkilerinin sınırlandırılması ve bu yetkilerin merkezi idareye devri, AKP’nin Mart 2019 tarihinden sonraki temel politik yönelimlerinden biri haline gelmiştir. Yurttaşların iradesini yok sayarak HDP’li belediyeleri kayyum yoluyla gasp eden, seçilmiş belediye yönetimlerini siyasi davalarla hapseden ve kayyumla yönetilen belediyeleri yolsuzluklarla talan eden AKP iktidarı ve ortağı MHP, batıda kayyum atayamadığı belediyeleri de ekonomik ablukaya almak suretiyle işlevsiz hale getirmeye çalışmaktadır. HDP’li belediyelerin kayyumlar/valiler/kaymakamlar marifetiyle gaspı ne kadar anti-demokratik ve faşist bir öze sahipse, batıda diğer muhalefet partilerinin yönetiminde olan belediyelerin abluka altına alınması ve merkezi yönetimin ambargosuna maruz kalması da o kadar anti-demokratiktir.

Söz konusu kanun teklifiyle yerel yönetimlerin turizm sektöründeki denetim, ruhsatlama, cezai yaptırım gibi bazıyetkileri Kültür ve Turizm Bakanlığına devrilmekte, ormanlık alanlarda çadır/kamp turizmi adı altında yapılaşmanın önü açılmaktadır.

II. KANUN TEKLİFİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

30 Mart 2021 tarihinde Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonuna sevk edilen 2/3517 esas numaralı “Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” görüşmeleri, 1 Nisan 2021 tarihinde başlamıştır. İlk teklif metninde 32 maddeden oluşan kanun teklifi komisyon çalışmaları sürecinde 31 maddeye düşmüştür.

2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 492 sayılı Harçlar Kanunu, 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 5686 sayılı Jeotermal Kaynak ve Doğal Mineralli Sular Kanunu ve 5653 sayılı Yunus Emre Vakfı Kanunu ile birlikte 5 ayrı Kanunda değişiklik yapılması öngörülmektedir.

27. dönem itibari ile Turizmi Teşvik Kanununda ikinci defa bir düzenleme yapılmaktadır. Kanun teklifi ile 17 Mayıs 2019 tarihinde Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda görüşülen ve 23 Mayıs tarihinde yürürlüğe giren “Turizmi Teşvik Kanunu”nun bazı maddeleri bugün görüşülen Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile yeniden ele alınmaktadır. Anlaşılmaktadır ki, emek- meslek örgütleri ve sektörde hizmet veren işletmelerle görüşülmeden hazırlanan bu tarz kanun teklifleri, daha sonra yeniden meclis gündemine gelmekte ve değiştirilmektedir.

Yine komisyon görüşmeleri sırasında kanun teklifinin bazı maddeleri değiştirilmiş ve bir madde, metinden çıkartılmıştır. Çıkartılan madde, turizm sektöründe otel ve deniz araçlarında yabancı personelin sınırsız bir biçimde çalıştırılmasını öngörmekte idi. Özellikle turizm ve otelcilik, denizcilik fakültesi gibi alanında eğitimli bireyler yetiştiren fakültelerden kişilerin bu kontenjanları kullanması gerekir. Bu nedenle doğru bulmadığımız bu maddenin kanun teklifi metninden çıkartılması isabetli bir karar olmuştur.

Kanun teklifinin bütünü ele alındığında, ne doğa adına ne turizm işletmeleri adına olumlu sayılabilecek düzenlemelere yer verildiğini ne de ülke turizmi açısından yeni bir soluk getirdiğini söylemek mümkündür. Teklifte yer alan maddeler geneli itibari ile ormanlık alanların tahsisini, işletmecilere getirilen belge zorunluluğunu, işletmelere uygulanacak uyarma ve para cezalarını, yabancı gemilerin iç sulardaki ticari faaliyetlerine ilişkin imtiyazı ve bunu düzenleyen harç cetveli gibi hususları ele almaktadır.

Dünyamız özelikle iklim krizi ve küresel ısınma cenderesinde can çekişirken, sermaye lehineyeni orman katliamlarına yol açabilecek düzenlemelere yer verilmesi, bu kanun teklifinin tümüne karşı çıkmak için yeterli bir nedendir.

Öte yandan, Kanun teklifi yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluk alanına giren tüm iş ve eylemleri merkezde toplamakta, tüm yetkiler Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmektedir. Katılımcı ve çoğulcu bir yaklaşımdan uzaktır.

Ayrıca, Yunus Emre Vakfı ile ilgili düzenlemeler öngören 27, 28 ve 29. maddeler, Kanun teklifinin hazırlanış amacına uymamaktadır. 27. madde ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine uyum sağlamak adına “müsteşar” ibaresi “bakan yardımcısı” olarak değiştirilmektedir. Bu durum dahi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine detaylı ve kapsamlı bir çalışma yapılmadan geçildiğini göstermektedir. Aradan 3 yıl geçmesine rağmen hala birçok yasa, yeni hükümet sistemi ile entegre edilememiştir.

Esas itibariyle hiçbir düzenleme bizi, turizm ile doğa arasında seçim yapmak durumunda bırakmamalıdır. Doğaya, ekosisteme, tarihi dokulara ve insanlığın ortak kültürel mirasına zarar vermeden, toplumun geçim kaynaklarını ve yaşam alanlarını yok etmeden, toplumsal müştereklerimiz olan plajve kumsalları sermayeye teslim etmeden, sahilleri betona gömmeden turizm yapmak hem mümkün hem de gereklidir.

III. MADDELER ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

MADDE 1

2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun 3. maddesinde yer alan “Tanımlar” başlığı altında bulunan bentlerden 4 tanesi değiştirilmekte, 3 yeni bent eklenmektedir.
“(b)” bendinde yer alan “Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri” tanımının içine “doğal ve kamu yararı” gibi kavramlar eklenmektedir. Yine (d) bendinde “Turizm Merkezi” olarak nitelendirilen alanlara “orman vasıflı olanlar dahil Hazine taşınmazları ile tescili mümkün olan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki…” alanlar dahil edilmektedir.
Kamu yararı adı altında gerçekleşen orman katliamları, ülkenin ekosistemi üzerinde geri dönüşü imkânsız zararlar vermiştir. Orman Genel Müdürlüğü ormancılık istatistiklerine göre 2012-2020 döneminde, 334 bin 35 hektar orman alanı, kamu yararı gerekçe gösterilerek, bu statünün dışına çıkarılmıştır. Orman alanları, güvenlikçi politikalar ve turizm de dahil çeşitli gerekçeler gösterilerekHES inşaatları, taş ocakları, güvenlik barajları vb. ile yok edilmiştir. Özellikle küresel ısınma tehdidin giderek arttığı bu ortamda, orman varlığının korunması bir yana, orman sayısının arttırılması gerekmektedir. Fakat iktidar bugüne kadar uyguladığı tüm politikalarla ormanların giderek azalmasına zemin yaratmıştır. 80’li yıllardan sonra birçok ormanlık alan turizm bölgesi ilan edilerek hızla erimeye başlamıştır. Otel, golf sahası, spor sahası ve buna benzer birçok tesis ormanları yok ederek faaliyete geçmiştir. Mülkiyeti devredilmeyen ve kağıtüzerinde hala ormanlık alan olarak görülen birçok yerde, ormandan geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştır. Verilere göre, ormanlık alanlarda yapılan tesisler, orman yangınlarıyla kaybedilen orman miktarının dört buçuk katıdır.Dolayısıyla doğayı, çevreyi ve biyolojik çeşitliliği hedef alan her türlü düzenlemenin kanun teklifinden çıkartılması gerekmektedir.

MADDE 2

Madde ile Kültür ve Turizm Koruma ve Geliştirme Bölgeleri için uygulanan devlet yardımlarının turizm merkezleri içinde uygulanması öngörülmüştür. Yine turizm alanlarının geliştirilmesi, tanıtılması, tesisler ile ilgili altyapının yapılması ve özel sektörle işbirliği sağlanması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş “Turizm Hizmetleri Yönetim Birliği” kurulması amaçlanmaktadır.
Özellikle turizm merkezlerinde, altyapı hizmetleri yerel yönetimlerin görev ve sorumluluğunda bulunmaktadır. Bu madde, yerel yönetimlerin asli sorumluluğu altındaki işlerin, Bakanlık tarafından yetkilendirilmiş birlikler tarafından yapılmasını öngörmektedir. Bu durum suiistimale açık bir durumdur.

Bu madde aynı zamanda etik siyaset yapma ve politika üretme ilkelerine de uymamaktadır.

2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca, Bakanlar Kurulu Kararı ile 57 adedi KTKGB olmak üzere toplam 228 adet Turizm Merkezi/KTKGB ilan edilmiştir. Bu alanların 71 adedi kıyı, 51 adedi termal, 27 tanesi kış, 24 adedi yayla, 19 adedi kent merkezi, 9 adedi golf, 7 doğa, 5 kültür, 3 inanç, 3 turizm kenti ve 1 adedi motor sporları olarak ayrılmıştır.

Özellikle 71 adet Turizm Merkezi niteliğindeki kıyının 65 tanesi Adana, Mersin, İstanbul, İzmir ve Muğla’da yer almaktadır. Bu illerin yerel yönetimlerinin tamamını AKP iktidarı son yerel seçimlerle birlikte kaybetmiş, kıyı turizmi adı altında belediye eliyle kontrol edebildiği alan sayısı azalmıştır. Dolayısı ile bu bölgelerdeki turizm faaliyetlerini merkezi bünyede toplayarak rantçı politikalarına devam etmek ve yerel yönetimlere ekonomik anlamda bir kayıp yaşatmak istemektedir. İktidarın kaybettiği alanlarda kural değişikliğine gittiği, gerek İstanbul seçimlerini yeniletmesinden gerekse doğu ve güneydoğudaki yerel yönetimlere kayyum atamak suretiyleantidemokratik ve gayrimeşru yöntemlerle el koymasından bilinmektedir. Şimdi de hatırı sayılı bir gelire sahip olan turizm alanlarının kontrolünü merkezi yönetim aracılığı ile ele geçirmeye çalışmaktadır.

Bu durumun kabul edilmesi, yerel yönetimler açısından yaratacağı büyük sakıncaların yanı sıra ciddi bir ekonomik kayba da sebebiyet verecektir.

MADDE 3:

Bu madde ile plajlara ve konaklama tesislerine, iş yeri açma ve çalıştırma yetkisi almış olsalar dahi Bakanlığın verdiği “turizm işletmesi belgesi” alma zorunluluğu getirilmektedir. Söz konusu madde, belediyeler tarafından düzenlenen iş yeri açma ve çalıştırma ruhsatlarının yürürlükten kaldırılması anlamı taşıyacaktır. Her ne kadar Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı belediyelerin hiçbir yetkisinin ortadan kaldırılmadığını söylese de aynı Kanun teklifinin 4. maddesinde yer alan “Bakanlıktan turizm işletmesi belgesi alınmasını müteakip, başka bir işleme gerek kalmaksızın onbeş gün içinde bu tesisler için işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilir.”ibaresi belediyenin hüküm ve tasarruflarını ortadan kaldırmaktadır. 4. madde lüks çadır alanlarına dairolsa da söz konusu hüküm, tüm alanlar bakımından genişletilerek yorumlanabilir. Dolayısı ile maddenin yeniden düzenlenmesi ve belediyeler tarafından verilen iş yeri açma ve çalışma ruhsatlarının altının çizilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bir yetki kargaşası meydana gelebileceği gibi yerel yönetimler açısından yeni sorunlar da açığa çıkabilir.
Konaklama tesislerinin iş yeri açma ve çalıştırma ruhsatı olsa dahi bir yıl içinde, konaklama içermeyen müstakil plaj işletmecilerinin ise 30 gün içinde turizm işletmesi belgesi alması zorunluluğu eklenmektedir. Turizm işletmesi belgesini almayan işletmelerin ise faaliyete açılamayacağı öngörülmektedir.

Özellikle dünyanın covid-19 pandemisi ile tanışmasının akabinde, ülkeler her türlü turizm faaliyetini askıya almış, yurtdışı uçuşları uzun bir süre durdurulmuş ve dolayısıyla en çok zarar gören sektörlerden biri de turizm olmuştur. Ayrıca şehirlerarası seyahat yasakları ile birlikte yurt içi turizm de durmuş; turizm işletmecileri için ekonomik sorunlar daha da derinleşmiştir. Birçoğu ya işletmesini kapatmış ya da kiraya vermiştir. Bu şartlar altında, özellikle küçük ölçekli işletmelere ekstra maliyet yüklemek, sorunları bitirmeyeceği gibi turizm işletmecileri açısından yeni sorunlar meydana getirecektir.

MADDE 4

Söz konusu madde ile bakanlık ücretsiz girişli günübirlik tesis yapma ve yaptırma hakkına sahip olacaktır. Maddeye göre glamping alanları gibi çadır alanları “Bakanlık turizm işletmesi belgesi alınmasını müteakip, başka bir işleme gerek kalmaksızın onbeş gün içinde bu tesisler için işyeri açma ve çalışma ruhsatı…” verilecektir.

Bir turizm tesisin kurulmasında belli başlı prosedürler yer almaktadır. Buna göre projelendirme aşaması, belediyenin belirlediği müfredat ve izin aşaması son olarak Turizm Bakanlığı turizm işletmesi belgesi süreçleri bulunmaktadır.

Bu madde aslında ilk iki durumu ortadan kaldırarak doğrudan Bakanlığın yetkilendirilmesinin önünü açacaktır. Öyle ki, projesi yatırımcı tarafından hazırlanmış bir yerin belediye tarafından gerekli incelemeler sonrası turizm bakanlığına turizm işletme belgesi alması süreçleri bulunmaktadır. Burada özellikle belediye tarafından sağlanan ve ikinci adım olarak düşünülebilecek (inşaat ruhsatı, denetim, işyeri açma ve çalışma ruhsatı vb.) prosedürlerden vazgeçilerek, doğrudan bakanlığın yetkilendirilmesi sağlanmaktadır. Bu durum yerel yönetimlerin irade ve denetimine müdahale anlamı taşımaktadır.

Kolektif çalışma ve çoğulcu karar alma mekanizmasının tamamen tasfiye edildiği, yerelin değil merkezin kararlarının önem taşıdığı bu tarz düzenlemeler belediyelerin önem ve anlamının da zayıflamasına sebebiyet verecektir.

Hangi alanların nasıl ve ne şekilde kullanılması gerektiği kararının tek bir merkezden alınması genel anlamda bahsedildiği gibi turizmin ilerlemesine değil, doğal yapının bozulmasına neden olacaktır. Bakanlığın görevi lüks çadır alanı kurmak değil, ülkenin turizm hareketliliğini sağlamak olmalıdır. Bunun için başta yerel yönetimler olmak üzere tüm bölgelerin doğal ve tarihi yapılar korunmalı, sermaye uğruna çevreye zarar verecek uygulamalardan uzak durulmalıdır. Burada bakanlık yeri geldiğinde bir işletmeci, yeri geldiğinde bir müteahhit gibi davranmakta, yerel yönetimleri bypass etmektedir.

MADDE 5

Söz konusu madde ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezleri içerisinde yer alan “korunan alanlarda” her ölçekteki plan tekliflerinin sadece Kültür ve Turizm Bakanlığına gönderilmesi öngörülmektedir. Aynı zamanda Bakanlık ilgili kurul, kurum ve kuruluşların görüşlerini inceleyerek uygun görülen planları Çevre ve Şehircilik Bakanlığına göndermektedir.

Burada korunan alanlar olarak belirtilen alanlar sit alanı veya diğer alanlar olarak nitelendirilebilir. Burada yapılacak olan bir planlamanın ilk olarak Kültür ve Turizm Bakanlığına sunulması hedeflenmektedir. Planlama ile ilgili olarak belediyelerinde süreçlere dahil edilmesi, aynı zamanda meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve odalardan görüşlerin alınması, kamuoyunun süreç ile ilgili olarak ayrıntılı bir şekilde bilgilendirilmesi gerekmektedir. Fakat maddeye bakıldığında sivil toplum kuruluşları, odalar, meslek örgütleri, sendikalar ve belediyenin görüşlerinin alınsa dahi öneminin olmadığının, Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görmesi durumunda planların Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderileceği anlaşılmaktadır.

Bu maddede de diğer maddelerde olduğu gibi yerel yönetimlerin ve meslek gruplarının görüşlerinin bir bağlayıcılığı söz konusu olmamaktadır. Merkeziyetçi ve otoriter yaklaşımın giderek tüm kurumlar üzerindeki tahakkümünü artırmaktadır.

Yine bir diğer fıkrasında “Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ve turizm merkezlerinde Bakanlıkça yapılacak alt yapı ve plânlama işlemlerine esas olmak üzere diğer kamu kurum ve kuruluşlarından istenilen bilgi, belge ve görüş3 ay içinde verilir. Bu süre sonunda istenilen bilgi, belge ve görüşün verilmemesi durumunda ilgili iş ve işlemler Bakanlıkça re’sen tesis edilebilir” maddesinde yer alan 3 ay ibaresi 30 gün olarak değişmektedir.

Burada sürecin hızlandırılması düşünülmüştür fakat yine de eksik bir maddedir. Burada diğer kamu kurum ve kuruluşlarından istenilen bilgi, belge ve görüş olarak bahsedilen yerler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Yerel Yönetimler veya diğer önemli kurul ve kamu kurumlarıdır. Dolayısı ile bu bakanlıklardan ya da yerel yönetimden görüş alınmadan ya da kısa sürede görüş alınması beklenerek bir iş ve eylemde bulunmak doğru olmayacaktır. Dolayısıyla b süre kısaltılacaksa bile görüş alınması ve planlamaların bu doğrultuda yapılması önem arz etmektedir.

MADDE 6

Madde ile “Mera, yaylak ve kışlaklar; ot bedeli taşınmazın tahsisi aşamasında yatırımcı tarafından karşılanmak kaydıyla, 4342 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsis amacı değiştirilerek, sadece turizm amaçlı kullanılacağına ilişkin şerhli olarak hazine adına tapuya tescil edilir ve tescili müteakip Bakanlığa tahsis edilir.” denilmektedir. Bu durum giderek sayısı azalan, hayvancılık için önemli bir yer tutan alanların yok edilmesine zemin hazırlayacaktır. Meraların yok edilmesi yem fiyatlarından et fiyatlarına kadar birçok alanda ekonomik açıdan sorunları ortaya çıkartacaktır. Türkiye’de üretim politikaları birer birer terk edilerek yerine tüketime dayalı bir politik yaklaşım sergilenmektedir. Daha önceki yıllarda Sayıştay Raporlarına da yansıdığı üzere meralar, yaylar ve kışlaklar amaç dışı kullanılmaktadır. Örnek olarak Bitlis’in Ahlat ilçesinde bulunan Yeniköprü Köyü mera alanı Okçular Vakfına devredilmiştir.

Anayasanın 45. maddesinde; ‘Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır’ denilmektedir.

Fakat Mera Kanunun 14. maddesinin hükümleri gerekçe gösterilerek turizm amaçlı kullanılmasının önü açılmaktadır. Oysa ki, aynı Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrası “ Mera, yaylak ve kışlaklar; özel mülkiyete geçirilemez, amacı dışında kullanılamaz, zaman aşımı uygulanamaz, sınırları daraltılamaz. Ancak, kullanım hakkı kiralanabilir. Kiralama ilkeleri yönetmelikle belirlenir” demektedir.

14. madde meraların çeşitli hallerde talan edilmesinin önünü açmaktadır. Hâlihazırda söz konusu düzenleme 14. madde hükümleri çerçevesinde gerçekleşmektedir. Hâlbuki meraların korunması, hayvancılığın ve hayvansal üretimin desteklenmesi gerekmektedir.
Diğer bir yandan; 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun 8. maddesinin (A) fıkrasının(1) numaralı bendinde yer alan “iki ay” ibaresi “üç ay” olarak değiştirilmiştir. 17 Mayıs 2019 tarihinde görüştüğümüz Turizmi Teşvik Kanununun 2. maddesinde bu fıkra eklenmiş, muhalefetin tüm “bu sürenin yeterli olmayacağı” görüşlerine rağmen aynen geçmişti.

Şimdi ise 3 ay olarak değiştirilmek istenmektedir. O dönemde belirttiğimiz üzere bürokratik yavaşlık göz önüne alındığında bu süreninde yeterli olmayacağı aşikardır. Bakanlıkların bir görüş bildirmesi zorunluluk haline getirilmeli ve bu durum kamuoyu ile paylaşılmalıdır.

Yine eklenen (O) fıkrası ile “Kültür ve Turizm Koruma ve Geliştirme Bölgeleri içinde veya dışında kalan belediye, il özel idaresi ve yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıklarına ait taşınmazlar da yatırımcıların talebi ve maliki idarenin uygun görüşüyle, tahsis bedeli maliki idareye ait olmak üzere Bakanlık tarafından yatırımcıya bu madde uyarımca tahsis edilir…” denilmektedir.

Taşınmazların tahsisi, Belediye Kanunun 18 maddesinin (e) bendine göre belediye meclisinin görev ve sorumluluğudur. Özellikle belediyenin başka bir partiden, belediye meclis üye çoğunluğunun da başka bir partiden olduğu durumlarda cebren bir uygulama söz konusu olacak ve Kültür ve Turizm Bakanlığı taşınmaz hakkındaki yetkiyi kendi elinde toplayacaktır.

MADDE 7:

2634 sayılı Kanunun 11 maddesi değiştirilmiş. Buna göre daha önce belgeli yatırım ve işletmelerin tümünün veya bir kısmının devredilmesi ibaresinden bir kısmı çıkarılmış ve tümünün devri veya kiraya verilmesi durumunda bakanlığa bilgi verilmesi istenmiştir.

Yine belgeli işletmelerin ülke turizminin göstergelerinin belirlenmesinde kullanılacak verileri altı veya üç ayda bir bakanlığa vermesi ibaresi çıkartılmıştır. Bunun yerine bakanlığın belirleyeceği zamanlar olarak değiştirilmiştir ve bu hususta bir zorunluluk getirilmektedir.

Ayrıca belgeli işletmeler 11/07/2019 tarih ve 7183 sayılı Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı Hakkında Kanuna göre turizm payının ödenmesine ilişkin belgeyi onbeş gün içerisinde Bakanlığa ibraz etmesini öngörmektedir.
Buna göre turizm payı; Bileşik tesisler ile konaklama tesislerinden binde yedi buçuk, Bakanlıktan belgeli yeme-içme ve eğlence tesislerinden binde yedi buçuk, Deniz turizmi tesisleri ile Bakanlıktan belgeli deniz turizmi araçlarından binde yedi buçuk, Seyahat acentalarından (münferit uçak bileti satışları hariç) on binde yedi buçuk, Havayolu işletmelerinden (ticari yolcu taşımacılığı faaliyetlerinden) on binde yedi buçuk, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından işletilenler hariç olmak üzere havalimanı ve terminal işletmelerinden binde iki olarak uygulanmaktadır.

Pandemi döneminden geçtiğimiz, hala birçok işletmenin gerçek anlamda çalışmalarına başlayamadığı, ekonomik belirsizliklerin devam ettiği bu durumda işletmeler üzerindeki vergi yükünü ağırlaştıracak bir maddenin ivedilikle gündeme getirilmesi doğru değildir.

Sonuç olarak bu tarz yerlerde binlerce emekçi çalışmakta ve çok düşük ücretlerle işlerini kaybetmemek adına emek yoğun bir iş pratiği sergilemektedir. Büyük sermaye gruplarının vergi sorunlarını bir kalemde çözen iktidarın, pandemi döneminde ağır yaralar almış turizm işletmecileri üzerinde vergi sopasını sallaması doğru değildir. Eğer bir vergi adaleti sağlanması isteniyor ise öncelikli olarak büyük sermaye gruplarından başlayarak bu vergileri tahsis etmesi gerekmektedir.

MADDE 10:

Yabancı bayraklı gemilerle ilgili karasularında turizm amaçlı çalışmalarının usul ve esasları belirleniyor. Kanun Teklifi ile “Bakanlıkça ülke turizmine ve tanıtımına katkı sağladığı değerlendirilen ve boyları otuz dokuz metrenin üzerinde olan yabancı bayraklı ticari yatların Türk karasularında faaliyet göstermelerine ve seyrine her yıl belirlenen sosyal ve teknik altyapı hizmetlerine katkı payı alınması suretiyle, aynı takvim yılını geçmeyecek şekilde geçici süreli olarak Bakanlıkça izin verilebilir.” denilmektedir.

Hala yürürlükte bulunan “Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) Ve Limanlarla Kara Suları Dahilinde İcrayı San'at Ve Ticaret Hakkında Kanun”un 1. Maddesinde, “Türkiye sahillerinin bir noktasından diğerine emtia ve yolcu olup nakletmek ve sahillerde limanlar dahilinde veya beyninde cer ve kılavuzluk ve her hangi mahiyette olursa olsun bilcümle liman hidematını ifa etmek yalnız Türkiye sancağını hamil sefain ve merakibe münhasırdır” denilmektedir. Söz konusu madde ile 39 metrenin üzerinde olan yabancı bayraklı ticari yatların ticari faaliyette bulunmasının önü açılmaktadır. Fakat bu düzenleme Kabotaj Kanununa aykırıdır.

Komisyon çalışmaları sırasında Bakan yardımcısı “megayat boyutunda yatların olmadığını, ciddi sayılarda yabancı ülkelerden ülkemize bu anlamda talepler olduğunu” vurgulamıştır. Burada deniz filosunun güçlendirilmesi hususu gündeme getirilmemiş, yabancı yatırımcıların talepleri ile hazırlandığı dolaylı olarak kabul edilmiştir.

Türkiye’nin, 3 tarafının denizlerle çevrili olduğu düşünüldüğünde, denizcilik alanında yeterince geliştiği söylenemez. Burada sorun yabancı bayraklı yatların gelip gelmemesi husus değil, yerli bayrak alınması noktasındaki sorundur. Bakıldığı zaman yerli yatlar dahi yabancı ülke loydlarına kayıt yaptırmaktadır. Burada denizcilik alanında gerek turizm gerek ticaret hususunda ciddi bir eksiklik söz konusudur. Özellikle turizm amaçlı kullanılan deniz araçlarının yaşlarına bakıldığında dahi birçoğu 30-40 yaşından büyük deniz araçlarıdır. Turizm hususunda bir canlılık yapılmak isteniyor ise bu filoların gençleşmesi adına gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.

MADDE 11:

2634 sayılı kanunun 30. maddesinde bir değişiklik öngörülmektedir. Buna göre daha önce Bakanlığın gerekli görmesi durumunda sınıflandırma yetkisi uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum kuruluşları tarafından yapılabilecekti. Yapılan değişiklik ile bu yetki valiliklere verilmektedir.

Türkiye’de hayata geçirilmek istenen veya geçirilen her kanun teklifi her geçen gün biraz daha merkeziyetçi biraz daha otokratik bir yapıya bürünmektedir. Mevcut yasa aslında sadece Bakanlığın görev yükünü azaltmıyor aynı zamanda yetki dağlımı ile sivil toplum kuruluşu gibi kurumları sürece dahil ederek katılımcı bir demokrasinin zeminini hazırlıyor. Yapılmak istenilen bu düzenlemenin gerekçesi anlaşılmamaktadır. Valilikleri illerde her türlü tek karar mekanizması haline getirme yaklaşımı doğru değildir.

İktidara göre valilikler yeri geldiğinde içişleri bakanlığı yetkilerine, yeri geldiğinde ulaştırma bakanlığı yetkilerine yeri geldiğinde aile, çalışma ve sosyal hizmetler bakanlığının yetkilerine sahipti. Şimdi de Kültür ve Turizm alanında yetkiler verilmesi valilik kavramını daha komplike bir durum yaratmaktadır.

Meslek örgütlerinin bu sürece dahil edilmesi ve aktif rol almaları önem arz etmektedir.

MADDE 13:

Üzerinde değişiklik yapılmak istenen 2634 sayılı kanunun 32. maddesi 17 Mayıs 2019 tarihinde yine “Turizmi Teşvik Kanunu” adı altında gelmiş ve 23 Mayıs 2019’da resmî gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Kanunun muhatapları, meslek örgütleri, odalar dolayısı ile kanunun olumlu ya da olumsuz tüm yönlerinden etkilenecek çevrelerle ayrıntılı bir şekilde yapılmadan hazırlanan kanun teklifleri bir süre sonra uygulamalarda yaşanan sorunlar sebebiyle yeniden değiştirilmektedir. Bu durum genelde deneme yanılma yoluna bırakılmak yerine tüm paydaşlarla birlikte kolektif bir çalışmanın ortaya çıkartılması gerekliliğini göstermektedir.

17 Mayıs’ta komisyonda görüşülen Turizmi Teşvik Kanunu Teklifinde, herhangi bir değişiklik yapılmadan olduğu gibi geçen kanun maddesinde bugün bir değişiklik yapılarak Bakanlık tarafından uyarma verilen durumlardan “isim değişikliğine ilişkin başvuruda bulunmaması” durumu çıkarılmıştır.

MADDE 14:

Söz konusu madde belirlenen usul ve esaslara uyulmaması durumda para cezalarını ve işletme faaliyetlerinin belli süre durdurulmasını öngörmektedir. Turizm sektörünün darboğaz içerisinde olduğu bir durumda para cezalarını öngören bir maddenin görüşülmesi doğru değildir.

Fakat (j) bendi salgın hastalıklar durumunda Bakanlıkça belirlenen usul ve esaslara uyulmaması durumunda verilecek idari para cezasını öngörmektedir. Pandeminin 3. dalgasının yaşandığı şu dönemde tüm işletmelerin sağlık gibi önemli bir konuda dikkatli olması gerekmektedir. Her ne koşulda olursa olsun ortaya çıkan eksiklikler toplum sağlığını ciddi anlamda tehdit etmektedir. Aynı zamanda özellikle dört, beş yıldızlı oteller ile dört, beş yıldızlı tatil köyleri, özel tesis, butik otel ve kruvaziyer ve yat limanları hariç, diğer işletmeler için birinci fıkrada belirlenen para cezaları yarısı oranında uygulanacağı öngörülmüştür. Butik otellerle ya da dört yıldızlı bir otelle beş yıldızlı bir otele yönelik salgın hususunda öngörülen para cezalarının aynı oranda olması doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Diğer hususlarla ilgili olarak turizm payının ödenmemesi, işletmelerde kusur ve eksiklerin olması, tesisin isim değişikliği bildirmemesi, yanıltıcı reklam, turizm işletmesi belgesinin alınmaması, müşteriye taahhüt edilen hizmetin verilmemesi, Bakanlığa bilgi verilmeden işletmenin devri veya kiralanması gibi durumlarda para cezası ve onbeş gün süreyle kapatma öngörülmesi ağır yaptırım niteliğindedir. Dolayısı ile (j) bendi dışında diğer bentlerin kanun teklifine böylesi bir dönemde eklenmesi turizm alanında faaliyet gösteren işletmeler için yeni bir ekonomik sorun olmaktan öteye geçmeyecektir.

MADDE 16:

Söz konusu madde,kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezleri içinde ve bu bölge ile merkezlerin dışında olmakla birlikte, denize kıyısı olan ilçelerde bulunan ormanlık alanların lüks çadır, çadır ve karavan alanı yapılması amacıyla kiraya verilebilmesini düzenlemektedir.Ormanlık alanların kullanımı hususunda gerekli hassasiyetlerin bugüne kadar korunamadığı, seri orman katliamlarının yaşandığı bir ortamda bu düzenleme yeni orman katliamlarına neden olacaktır. Burada turizm faaliyetlerinin yapılmasını engellemek değil, turizmin doğaya zarar vermeden yapılması gerekliliğinin altı çizilmedir.

MADDE 18:

Madde basit konaklama turizm işletme belgesi ve plaj işletmeleri için ise turizm işletme belgesi alınması zorunluluğunu getirmektedir. Belediyeler tarafından verilmiş işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı ile faaliyette bulunan konaklama tesislerinin bir yıl içinde, plaj işletmelerinin ise bir ay içerisinde Bakanlığa gerekli belgeler için başvurma zorunluluğu getirilmektedir. Aksi durumda faaliyetlerinin durdurulacağını belirtilmektedir. Burada süreç pandemi koşulları ve işletmelerin ekonomik kayıpları göz önüne alınarak yeniden değerlendirilmeli, ruhsat iptali veya faaliyetleri kapatma gibi ağır yaptırımların ikincil bir yol alarak gündeme getirilmesi gerekmektedir. Kaldı ki özellikle işyeri açma ve çalışma ruhsatı almış yer, gerekli prosedürleri yaparak faaliyetlerine başlamıştır. Belgelerini tamamlamamaları durumunda kapanma riski ile karşı karşıya bırakmak sosyal devlet ilkeleri ile de uyuşmamaktadır.

MADDE 19-20:

Söz konusu maddeler ormanlık alana yapılmış turizm tesisleri ve bunların tahsisleri ile ilgili müeyyidelerden oluşmaktadır. Ormanlık alanların turizm faaliyetine kurban edilmesi ekosistem üzerinde geri dönüşü imkânsız tahribatlara neden olacaktır. Sermaye ve doğa ilişkisinde kazanan hep sermaye olmuş, doğa ve ormanlık alanlar sermaye tarafından talan edilmiş, yıkılmış ve yakılmıştır. Her ne kadar mevcut uygulamalar üzerine bir düzenleme öngörülse de iktidarın ormana bakışı değişmemiştir.

Anayasanın 169. maddesi “Devlet ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir. Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz.” demektedir. Bugüne kadar iktidar yeşile her baktığında ya bir turizm tesisi ya da bir maden görmüştür.

Anayasada belirtilen “ormanlar devlete aittir” kavramını ormanlar iktidar ve rant gruplarına aittir olarak algılayan bir yaklaşım söz konusudur. Ormanlar toplumun, gelecek nesillerin hatta ve hatta dünyanın ortak varlığıdır. Ortak zenginliğimizin kaynağı otel, plaj, golf sahaları ya da tesisler değil; doğa dostu, ağaca ve yeşile zarar vermeyen yapıların korunması ve teşvik edilmesidir. Bu husus, başta mevcut iktidarın olmak üzere tüm toplumun sorumluluğudur.

MADDE 22:

Bu madde ile 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na yeni bir madde ihdas edilmektedir. Buna göre “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, genel bütçe ve özel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde mesleğe özel yarışma sınavına tabi tutulmak suretiyle girilen ve belirli bir yetişme programı sonrası yeterlik sınavına tabi tutularak müfettiş, denetçi, denetmen ve kontrolör kadrolarında yardımcılık veya stajyerlikte geçen süreler dâhil en az beş yıl görev yapmış olanlar ile aynı sürede görev yapmış olmak kaydıyla daha önce bu unvanları ihraz etmiş olanlar arasından, yapılacak yazılı ve/veya sözlü sınav sonucunda başarılı olanlar, 31/12/2021 tarihine kadar durumlarına uygun kontrolör veya başkontrolör kadrolarına naklen atanabilirler. Bu şekilde atananların sayısı kırkı geçemez.” denilmektedir.

Burada sorun yazılı ve/veya sözlü sınava tabi tutulma durumudur. Bilindiği üzere bugüne kadar yapılan tüm sözlü mülakatlar birçok adaletsizliğe ve soruna sebebiyet vermiştir. Özellikle siyasi şahsiyetlere olan yakınlık ve uzaklık ilişkisi üzerinden sözlü mülakat puanları verilmekte, yazılı sınavdan en yüksek puanı alan bir kişi dahi sözlü mülakat sonucu elenebilmektedir. Bu durum işin niteliği ve liyakat ölçütlerini ortadan kaldırmaktadır. Dolayısı ile zaten kamu personeli durumunda olan bu kişilerin sadece yazılı sınava tabi tutulması, sözlü sınav gibi torpil ve kayırmacılığa zemin hazırlayan uygulamalardan geri durulması gerekmektedir.

MADDE 23:

Söz konusu madde, 10. maddede öngörülen yabancı bayraklı yatların Türkiye karasularında faaliyet göstermeleri sonucu 492 sayılı Harçlar Kanunu uyarınca devletin alacağı harçları düzenlemektedir. Kabotaj Kanununa göre Türkiye karasularında sadece Türkiye bayraklı gemiler faaliyet gösterebilir. Kabotaj Kanunu yürürlükteyken hem bu Kanunu yok sayan bir madde ihdas edilmesi hem de yabancı bayraklı gemilerden harç alınması yasa yapım tekniği bakımından sorunludur.

MADDE 28:

Yunus Emre Vakfının ihtiyaç duyduğu personeli, diğer kamu kurumlarından görevlendirme ile alması öngörülmektedir. Buna göre, personel en fazla iki yıl çalışabilecek ve bu süreçte asıl kurumundan izinli sayılacaktır. Burada en büyük sorun, Yunus Emre Vakfında görevlendirilecek kamu personelinin sayısının Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesidir. Herhangi bir sayı sınırı ya da kısıtlama bulunmamaktadır.

17 Temmuz 2021