Ülke gündeminden düşürülmeyen darbe iddialarının araştırılması için verdiğimiz önerge

Grup Başkanvekillerimiz Meral Danış Beştaş ve Saruhan Oluç'un, ülke gündeminden düşmeyen darbe iddialarının araştırılması, demokrasi dışı müdahalelerle siyasal alanının dizayn edilmesinin engellenmesi, darbe mekaniği ile yüzleşilmesi ve darbe tehdidi çıkaranlarla mücadele edilmesi amacıyla TBMM'ye sunduğu araştırma önergesi:

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA

Ülke gündeminden düşmeyen darbe iddialarının araştırılması kapsamında, milletvekillerinin demokratik siyasetten dışlanması başta olmak üzere demokrasi dışı müdahalelerle siyasal alanın dizayn edilmesinin engellenmesi, darbe mekaniği ile yüzleşilmesi ve darbe korkusu ya da tehdidi çıkaranlarla mücadele edilmesi amacıyla Anayasa’nın 98 inci ve İçtüzüğün 104’üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederim.

GEREKÇE

Türkiye siyasi tarihinde demokratik siyaseti yıkıma uğratarak halkların iradesinin üzerinde tasarrufta bulunan çok sayıda askeri darbe gerçekleşmiştir. Kimi 1960, 1971 ve 1980 yıllarında olduğu gibi doğrudan yönetime el koyarak, kimi 28 Şubat’ta olduğu gibi tankları yürüterek, kimisi de 27 Nisan’da olduğu gibi e-muhtıra şeklinde gerçekleşen darbeler, Türkiye’de demokrasinin her daim sıfır noktasına dönmesine neden olmuş, demokrasi kültürünü gerileterek siyaseti bir arada yaşama sanatı olmaktan çıkarmış ve dost-düşman ikiliğine indirgemiştir.

Türkiye tarihi boyunca sıklıkla karşılaşılan darbeler, hukukun üstünlüğü ve hukuki güvencenin her daim işlevsiz kılınmasına neden olarak yurttaşların yaşam hakkını ihlal etmiştir. Bu darbeler, aynı zamanda, toplumun kodları ile oynamak suretiyle bir arada yaşam bağlarını da zayıflatmış, toplumu ayrıştıracak, kutuplaştırma üzerinden siyasal alanı domine edecek politikaları devreye koymuştur.

Dünyadaki siyasi literatür askeri darbelerin yanı sıra “hükümet darbesi”, “yürütme darbesi”, “yeni nesil darbe” şeklinde tanımlanan demokrasiye yönelik müdahaleleri de tartışmaktadır. Bu tartışmalara göre yürütme erkini elinde bulunduran iktidarlar, tahakküm araçlarını kullanarak yetkiyi kendisinde toplayıp demokratik işleyişi sekteye uğratmakta ve hukuki güvenceleri ortadan kaldırmaktadır. Kuşkusuz ki, bu tanımın Türkiye siyasi tarihindeki en bariz örneği 20 Temmuz 2016 tarihinde devreye konan ve ülkenin yönetim sisteminin değiştirilmesine kadar iktidar tarafından devam ettirilen OHAL uygulamasıdır. 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra tüm siyasi partiler ve toplum tarafından darbe ile mücadelede destekleneceği ifade edilen iktidar, darbeye karşı demokrasi ve hukuk mücadelesi yürütmek yerine, 20 Temmuz’da OHAL ilan ederek demokrasiyi ve hukuku askıya almayı tercih etmiştir.

Türkiye siyasi tarihi, darbenin askeri ya da yürütme erki ile gerçekleşmesi deneyimlerine tanık olmuştur. 2020 yılı itibariyle Türkiye siyasetinin gündeminde hala darbe tartışmaları yer alabilmektedir. Tarihi darbeler tarihi olan bir ülkenin darbeye karşı kalıcı çözümler üretememesinin çeşitli sebepleri vardır. Bunların en başta geleni gerek askeri gerekse sivil güçlerin demokrasiyi bir arada yaşam siyaseti olarak değil, güç temerküz araçları olarak görmesinde yatmaktadır. Bu anlayış Türkiye siyasetini “güçlenen siyasi odaklar-askeri odaklar” kör denklemine yerleştirmiş ve darbeyi bir müdahale aracı olmaktan çıkarıp sürekli dinamik kalan mekaniğe ait hale getirmiştir.

Yanı sıra darbelerle hiçbir zaman tam olarak yüzleşilmemesi ve demokratik siyasete müdahalede ısrarcı olunması darbe mekaniğinin canlı kalmasına neden olmaktadır. 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili olarak darbenin siyasi ayağı ve darbe günlerine dair kör noktalar başta olmak üzere, 15 Temmuz üzerindeki sis perdesini ortadan kaldıracak tek adım atılmamıştır. 4 Kasım 2016 tarihinde demokratik siyaset kesintiye uğratılarak milletvekillikleri gözaltına alınmış ve ardından tutuklanmış, son olarak da 4 Haziran 2020 tarihinde Leyla Güven, Musa Farisoğulları ve Enis Berberoğlu’nun milletvekillikleri teamüllere aykırı bir şekilde düşürülerek, halk iradesini yok sayan, parlamentonun eşitlikçi ve çoğunlukçu anlayışına aykırı tutum ve uygulamalara devam edilmiştir.

Tüm bu yaşananlar darbe tartışmalarının kamuoyu gündemini artarak meşgul etmesine neden olmaktadır. Fakat Türkiye’de darbe tartışmaları devam ederken darbe ile ilgili sorumluluğu bulunan Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı, MİT gibi kurumların sessiz kalması ve hatta TBMM gibi halk iradesinin temsilcisinin 4 Haziran’da yaptığı gibi demokratik siyaseti bertaraf edecek tutum alması mevcutta bir tehdit ile mi, yaratılmak istenen bir darbe korkusu ile mi karşı karşıya olduğumuzu muğlak hale getirmekte ve darbe tartışmalarını çetrefilli hale sokmaktadır.

Siyasetin dizayn edilme isteği sadece darbe yaparak değil, darbe korkusu yayarak da gerçekleştirilebilmektedir. Darbe korkusu, deyim yerindeyse “maymuncuk anahtarı” gibi birçok kilidi açmanın aracı olarak kullanılabilmektedir. Siyaseti dizayn etme, korku yayarak meşruiyetini arttırma ya da siyasal alanı dizayn etmenin hazırlığı olarak kullanma gibi birçok açıdan darbe korkusu, farklı aktörler tarafından gündeme getirilebilmektedir. Fakat darbe tehdidi ya da korkusu en nihayetinde Türkiye’deki demokrasiyi ve özgürlükleri daha fazla geriletmekte, hukuki güvenceleri zayıflatmakta ve birlikte yaşam isteğini güçsüzleştirmektedir.

Bu kapsamda, Ülke gündeminden düşmeyen darbe iddialarının araştırılması kapsamında, milletvekillerinin demokratik siyasetten dışlanması başta olmak üzere demokrasi dışı müdahalelerle siyasal alanın dizayn edilmesinin engellenmesi, darbe mekaniği ile yüzleşilmesi ve darbe korkusu ya da tehdidi çıkaranlarla mücadele edilmesi için Meclis araştırması açılmasını talep ediyoruz.

9 Haziran 2020