Yüksekdağ: Bizi rehin tutanların tarihteki hükümleri bir mahkeme tutanağı kadar bile olmayacak

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın ETHA'ya verdiği röportaj:

Ajansımız ETHA’nın sorularına yanıt veren HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Kobanê soruşturmasına ilişkin olarak, "Kobanê süreci için hesap verecek birileri varsa o da AKP Saray iktidarıdır" dedi. HDP’nin kapatılması tartışmalarına ilişkin ise "HDP'yi kapatmanın dertlerine çare olacağına, başlarına yeni dertler açmayacağına güvenselerdi şimdiye kadar on defa kapatır, Bahçeli’nin ve MHP’nin ırkçı faşist hezeyanlarına boşa çıkarmazlardı" yorumunu yaptı.

HDP'nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 5 Kasım 2016 tarihinden bu yana Kandıra Hapishanesinde rehin tutuluyor. Hakkında açılan sayısız dava ve soruşturmanın yanı sıra 6-8 Ekim Kobanê serhildanına ilişkin 6 yıl sonra açılan dava kapsamında da yargılanacak.

Figen Yüksekdağ, Kobanê soruşturması, Gökhan Güneş’in kaybedilmek istenmesi, rejim krizi ve antifaşist mücadeleye ilişkin sorularımıza yanıt verdi. 

20 Ocak günü sosyalist işçi Gökhan Güneş kaçırıldı, ailesi ve yoldaşlarının mücadelesi ile serbest bırakıldığı 26 Ocak gününe kadar gözaltında olduğu kabul edilmedi. İktidar 2015 sonrasında da yasadışı uzun süreli gözaltında tutma şeklinde bir politikayı devreye soktu. Özellikle Gökhan Güneş'in kaçırılması ile gözaltında kaybetme saldırısının devreye sokulmak istendiği görülüyor. İktidar neden yeniden gözaltında kaybetme politikasına dönüş yapıyor?

Öncellikle Gökhan Güneş'e geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Başta ailesinin inisiyatifli kararlı tavrı ve yoldaşlarının, demokratik kamuoyunun sahiplenici, mücadeleci duruşu sayesinde bir kaybın daha yaşanması engellendi. Ama mesele sadece kaybetme politikası değil. İşkencenin, insan onuruna yönelik sistematik saldırıların rutin bir yönetme politikasına dönüştüğünü görüyoruz. İktidar ve ittifak halinde olduğu kontra güçler, bundan farklı bir pratik sergileyemezdi zaten. Zulüm ve şiddetin en keskin biçimlerine başvurmaksızın yönetemiyorlar. Buna da gerçek anlamıyla yönetmek denemez zaten. Gerçek anlamı yönetme krizidir. Ucubeleşmiş bir tekçi parlamenter faşizmin, çıplak zor aygıtlarıyla toplumu, mücadele dinamiklerini kontrol altında tutma rejimi hüküm sürüyor. İşkence, kaçırma, kaybetme, ajanlaştırma saldırıları bu rejimin doğal eklentisi oldu. Halk demokrasisi yönünde yeni bir yapılanma gelişmediği durumda, rejimin aslına rücu etme eğilimi de hep varlığını koruyacaktır. Ama bir taraftan da ne yaparlarsa yapsınlar 90'lı yıllardaki asıllarına benzeyip, stratejik başarı elde etmeleri mümkün değil. O ağır dönemden demokratik muhalefet, devrimci güçler önemli deneyimler biriktirerek çıktılar. Bugün bizler dahil, siyasi mücadelenin yönünü niteliğini belirleyen kritik konumlarda o dönem kuşağının temsil ettiği birikim ve enerji var. Faşizmin bütün renklerini, biçimlerini görerek görüş açısı ve ufku genişleyen, bu açıdan ilerleyen dünkü gibi kulvarı oluşmuştur.

Hakim sistemin gelişmeye ne kadar kapalı olduğunu ve ne düzeyde tıkandığını da görüyoruz. Bu durum yapısal geriye dönüş eğilimini de güçlendiriyor. İktidarın 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle ülkeyi bitmeyen bir darbe, OHAL yönetimine maruz bırakması da onun ultra gericiliğinin başka bir gerekçesi.

Türkiye '80 darbesi ile '90 kontra-mafya sistemi kırması ve bir rejimle yönetiliyor. Bunun üstüne tek adam, tek parti sunağında eksik parlamenter sistemi de kurban ettiler. Geriye siyasetten bahisle zorbalıktan yasaktan silah sopa yönetiminden başka şey kalmadı.

Tabii ağır saldırılar altında da olsa devrimci, demokratik antifaşist mücadele direncini koruyacak ve gelişmeye devam edecektir. Elbette birçok içsel eksiklik, yetersizlik var. Ama bu haliyle bile egemenleri korkutmaya, şirazesinden çıkarmaya yetiyorsa, demek ki daha çok çalışmamız, amaca daha sıkı bağlanmamız gerekiyor. Bu her şeyden önce onur mücadelesidir. Kaçırma, işkence, ajanlık saldırılarıyla demokrasi ve özgürlükler mücadelesini yıldırma, korku yayma taktiğiyle teslim almaya çalışıyorlar. Ama nasıl faili meçhul kaybetme ve açık zor aygıtlarının yetmediği yerde gladyo tipi çete aygıtlarıyla saldırma politikaları bugüne kadar gelişimin önüne geçemediyse bundan sonra da başarılı olamaz.

Elbette asıl olarak Gökhan'ı işkencecilerin elinden alan, kaybedilmesine, katledilmesine, engel olan mücadele iradesi belirleyicidir. Bütün toplumun, demokrasi güçlerinin, siyasi iktidarın düşürme, çürütme, onursuzlaştırma, temel ahlaki değerleri sosyal yıkımın altında bırakma taarruzu karşısında tavrı çok önemli. Böylesi saldırılar karşısında toplumsal refleks ve bilincin daha da gelişeceğine inanıyorum. Çünkü bu toprakların insanı yılgınlığa benzinliğe düşebilir; iktidar karşısında özgücünü harekete geçiremeyebilir ama onursuz değildir. İnsan onuru ve değerlerine yönelik kirli, kanlı siyasi düzenekler ise bu sosyal hakikat karşısında oldukça sert kırılır.

Partinizin milletvekillerine, yöneticilerine açılan Kobanê davasının ilk duruşması 26 Nisan'da görülecek. İktidar neden, 6 yıl önce gerçekleşen eylemleri, bugün bir yargılama konusu haline getiriyor?

Ellerinde bu komplo davasından başka bir şey kalmadı. 4 yıldır doğrudan siyasi kasıtla binlerce HDP'li hapiste tutuluyor ve defalarca kendi yazılı hukuklarını, içtihatlarını da yerle bir ederek bunun devamını sağladılar. Aklı ve hukuku bir kez daha katletmekte bir sakınca görmüyorlar. Daha doğrusu içine düştükleri siyasi çaresizlik pozisyonunda başka bir yol da bulamıyorlar.

6 yıldır suçlamalara dayanak sayılacak tek bir veri, delil bulamadılar. Son bir yılda ise Saray baskısı, doğrudan ve özel müdahalesiyle zorlama bağlantılar, yalancı tanıklar, sahte deliller üretildi. Bunlar FETÖ döneminden de bildiğimiz şeyler. Her şeye tamah edebilirler. Düşman olduğu eski ortaklarını kopya etmekten de sakınmazlar.

Bizleri ve HDP'yi bir kez daha siyasetten tasfiye etmeyi, karşılarında en önemli güç olan halkların demokratik iradesini, hareketini devre dışı bırakarak iktidarlarını güvencelemeyi deniyorlar. Bu zamana kadar bize saldırarak ömürlerini uzatmayı görünürde başardılar. Ama her gün daha fazla zayıflamalarını, güç kaybetmelerini engelleyemediler. Bugün de köpürttükleri Kobanê davası ve parti kapatma gündemine sarılarak amaçlarına ulaşamazlar. Kobanê süreci için hesap verecek birileri varsa o da AKP Saray iktidarıdır. Artık bütün yargı kurumlarını, devlet yönetimini ele geçirdiklerine, yalan rüzgarı iddianamelerine, kimsenin karşı duramayacağına, medya ve kamuoyu hakimiyetlerine güveniyorlar.

Sonuçta 6 yılda ancak bütün güçleri ve olanaklarını seferber ederek, böyle bir siyasi operasyona hazır duruma geldiler. Yine büyük yalanları bangır bangır söylemeye, yitirdiğimiz onlarca canımızın ahı vebali üzerinden saray ve taht oyunları düzenlemeye devam edebilirler; ama tarihteki hükümleri bir mahkeme tutanağı kadar bile olmayacak.

Kobanê iddianamesinin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihlerde HDP'nin kapatılması bir kez daha gündeme getirildi. Ancak bu kez özellikle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından daha sık bu tehdit dillendiriliyor. Neden? Bununla bağlantılı olarak, HDP'nin kapatılması konusunda MHP ile AKP'nin farklı düşündüğünü MHP'nin bu konuda AKP'yi zorladığı gibi değerlendirmeler yapılıyor. Siz nasıl görüyorsunuz tabloyu? HDP düşmanlığında aralarında bir fark var mı gerçekten?

Aslında bakılırsa, HDP ve Kürt düşmanlığı paydasında sonuna kadar anlaşılıyor. İttifaklarının tek tutarlı tarafı da bu düşmanlık. Bizlere dönük saldırılarda, dokunulmazlıkların kaldırılmasından, hapsetme ve zulüm politikalarına kadar her aşamada Devlet Bahçeli ve MHP'nin özel rolü hep oldu. Faşizmin en fütursuz yıkıcı, kıyıcı kanadını temsil ediyorlar ve bu halka tarih boyunca tek bir faydaları olmadığı gibi derin tahribat yaratmışlar. AKP ve Erdoğan bir tercih yaptı ve bu kanatla anlaştı. Bugün aralarında hiçbir niteliksel farktan söz edilemez. Ama bu ittifak saflarında rekabet, çatışma, Saray içi entrika ve etkinlik mücadelesinin olmadığı anlamına gelmiyor. Rejimin iç klik mücadelesinin hangi biçimler alabileceğini en yakın 15 Temmuz sürecinden biliyoruz. AKP-MHP ittifakı da her zaman için bu potansiyeli taşır.

Bugün açısından MHP ve Bahçeli, halklara karşı politik saldırganlığın koçbaşı rolünü oynuyor. Bir taraftan istedikleri tekçi, faşizan düzenin yerleşmesi, Kürt halkının, kadınların, emek ve özgürlük güçlerinin bastırılması ekseninde, AKP ve Erdoğan ile stratejik ittifak halinde hareket ederken diğer taraftan da ortaklarını bunun üzerinden yönetme, tam kontrol sağlama yolu izliyor. HDP'ye yönelik saldırganlık öyle bir noktaya geldi ki, iktidar kendi arasındaki hegemonya mücadelesinden tutalım, muhalefeti dizayn etme taktiklerine kadar her yerde HDP ve Kürt düşmanlığını kullanıyor.

Son olarak şunu söyleyebilirim; HDP’yi kapatmanın dertlerine çare olacağına, başlarına yeni dertler açmayacağına güvenselerdi şimdiye kadar on defa kapatır, Bahçeli'nin ve MHP'nin ırkçı faşist hezeyanlarını boşa çıkarmazlardı.

Şimdi sözde Kobanê davasından medet umuyorlar. Mahkemelere peşin talimat verildi; hızla davayı karara, cezaya bağlayıp güya aradıkları kapatma gerekçesine kavuşacaklar. Ama bu dava da baştan mahkum olmuştur. İnsan aklı, vicdanı ve kamu bilinci, seviyesiyle alay eden bu komplo süreci de çökecek.

Son birkaç ay içinde iç politikada yaşananlar hayli ilginç. Damat Berat'ın istifasının ardından geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanı ile İçişleri Bakanı arasında yargıya müdahale, parmak sallama gerilimi oldu. AKP ve şeflik rejiminde bir krizin dışa vurumu olduğu görülüyor. Bu kriz nereye, nasıl ilerler?

AKP rant, mevki ve dünyalık çıkarlar için güce tapma, kendisi dışında kimseye hayat hakkı tanımama temeli üzerinde yükseliyor. Muhafazakar mukaddesatçı yaldızları döküleli zaten çok oluyor. Mevcut iç birliğini ve dengesini sadece Erdoğan'ın varlığıyla koruyor. Tekçi şeflik rejiminin savunulması AKP için kendi varlığının can damarını savunmakla eş anlamlı. Ama uzun süredir Erdoğan şefliği de bozulan dengeleri, içteki çürümeyi düzeltmeye yetmiyor. Oy tabanındaki erimeyi de engelleyebileceklerini düşünmüyorum. Siyaset pazarları daralınca çarşı karışıyor haliyle. Damadın, ardından Arınç'ın istifası; sonra Gül-Soylu restleşmesi buzdağının sadece görünen, saklanamayan yüzü. Çıkar, rant, bitmeyen güç ve otorite açlığı büyüdükçe iç çatışma ve çürüme de artıyor.

Bu elbette bir krizin dışavurumudur. Toplumu rızaya dayalı yönetme ehliyetini tamamen yitirmiş AKP Saray iktidarı, artık kendini yönetmekte de zorlanıyor. Kaba güç ve darbe OHAL pratiğiyle durumu idare ediyorlar. Türkiye'de yönetim krizinin hem kaynağı hem sonucu olarak, parti içi zeminlerinin stabil olması da beklenmemeli. Yani ne kadar idare etmeye, örtmeye çalışsalar da benzer durumlar yine yaşanır. Son dönemde kendi içsel kırılganlıklarını üç parçaya bölünmüş olmalarını dikkatlerden uzaklaştırmak için muhalefeti bölme, partilerin içini karıştırma operasyonları düzenliyorlar. Ama rejime karşı hoşnutsuzluk öyle bir seviyeye geldi ki bu kirli siyaset oyunları da pek para edecek gibi görünmüyor. Aynı zamanda yeni anayasa ve reform gündemini ortaya atarak soluklanmaya çalıştıkları görülüyor. Ama bu gündemlerin hiçbiri demokratik amaç ve muhteva taşımadığı için memleketin krizini de kendi krizlerini de büyüteceklerini söyleyebiliriz. Hiçbir tekçi faşist yönetim krizsiz ya da krizde dip yapmadan da gitmiyor zaten.

AKP iktidarının AB ile ilişkileri düzeltme, Jeo Biden yönetimi ile ilişkileri geliştirme eğiliminde olduğu görülüyor. Bu iki eğilimi rejimin içinde bulunduğu kriz ile birlikte düşünmek mümkün mü?

İçte ve dışta ciddi düzeyde sıkışmış olmasıyla bağlantılandırmak mümkün tabii. Bir süredir dış politik ilişkilerde uzatmaları oynuyordu, şimdi AB, ABD gibi güçlerin fazladan tanıdığı vade doldu. İçteki faşist tahkimata fazla karışmamaları karşılığında Kıbrıs-Ege meselesinde görüldüğü gibi ciddi tavizler de verirler. Ne var ki, Trump'un gidişi, Putin'in durumunun sallantıda oluşu gibi faktörler, bir dönem kurulan oyunun değiştiğini yeni oyun kurmanın da zorlaştığını gösteriyor.

AB ve ABD'yle ilişkileri iyileştirme iddialarının küresel emperyalist çıkarlara hizmet etmenin ötesinde bir karşılığı yok henüz.

Öte yandan kısıtlı burjuva düzlemde demokratikleşme çıtasını. AB ve ABD zaten çoktan düşürmüştü. Ehlileşmiş faşizme de razılar ama buralarda o da yok. Sonuçta iktidar AB ve ABD’yle uzlaşma ve bu yolla kısmi demokratik iyileştirmeler yapabileceği beklentisi yaratıyor ve bu beklentiden beslenerek zaman kazanıyor. Yaşadığı yönetme krizinin ateşini düşürmek için kullandığı bir yöntem aynı zamanda. Muhalefetin iç devrimci demokratik dinamiklere daha fazla yönelmesi önemlidir bu dönemde.

Faşizme karşı birleşik mücadele emekçi sol hareketin gündeminde. Birleşik Mücadele Güçleri kuruluşunu ilan etti. Önerileriniz neler?

Emekçi sol ve devrimci hareket bileşenlerinin, halklarımızın, kadınların ihtiyaç duyduğu öncülük performansını sergilemesini diliyorum. Bu süreçte zihinleri ve kireç tutmuş eklemleri açma sorumluluğunu birilerinin üstlenmesi gerekir. Sorumluluğun bir yanı tutarlılık, ilkesellik ise diğer yanı esnekliktir.

Yaşamın ve mücadelenin bütün alanlarını dikkate alma, kapsama bakış açısını elden bırakmamak gerekir. Bilhassa yerel ve taban odaklı gelişim çizgisini temel almanın önemi de ortada.

Kadın, emek, gençlik, doğa savunucusu gibi bütün alanlarda antifaşist mücadelenin ruhu ve pratiği var edilmeli. Zira faşizm her yerde. Bugün öyle dramatik bir tablo hakim ki iktidarın faşist siyasi karakterini dile getirmekten sakınan herkesi iktidar faşist olmakla suçluyor. Elbette bu iktidardan çok muhalefetin zafiyetidir. Egemen olan pasif defansif ruh halinin devrimci enerji ve özgüven taşıyan ruh haliyle değiştirilmesi değerli bir aşama olacaktır.

Aynı zamanda HDP, HDK gibi birleşik ve toplumsal antifaşist mücadele merkezlerinin bütün emekçi solun ilgi ve yönelim sathında olması gerekiyor. HDP faşist saldırıların her biçimine maruz kaldığı kadar parti bileşeni ya da değil bütün antifaşist kesimler adına direnişin de yatağıdır. Gelişecek her antifaşist mücadele formu bu yatağı etkilemek kadar desteklemeyi, birleşikliği ve sinerjiyi artırmayı hedeflemelidir.

Durumun aciliyeti, hayatiyeti ortada. Boğaziçi öğrencilerinin direnişi, verilmesi gereken mücadelenin: "Aşağıya bakmama", "Baş eğmeme" mücadelesi olduğunu bütün keskinliğiyle gösterdi. Çok geniş bir alan ve hayatiyettir bu. Alanın genişlediği zamanda ufuk daralamaz. Hiçbir emekçi sol güç kendine böyle bir hale tanımamalı. Öncelik daima halklardan ve somut hareketten yana olmalı. Tıkanıklık ve tavsama, güncel politik mücadele iradesini geliştirerek pratiğin netleştiriciliğiyle ortadan kalkabilir. Bu çok kurulan bir cümledir biliyorum, ama inanıyorum ki genel tespitçiliği gereksizleştirecek canlı bir antifaşist mücadele mecrası açılacaktır.

6 Şubat 2021