Yüksekdağ: Değişim gücü HDP’nin merkezinde durduğu demokrasi ittifakı olacaktır

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın Nupel'e verdiği röportaj:

5 Kasım 2016 tarihinden bu yana Kandıra Hapishanesinde tutsak olan HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile iktidar ve devletin HDP’ye yönelik sindirme politikaları, muhalefetin tutumu, İzmir’de HDP’li Deniz Poyraz’ın katledilmesine varan bu sürecin Türkiye siyasetinin gidişatındaki yeri, pandemi sürecinde hapishaneler, ‘Endişe duyuma’ açıklamaları ötesine gitmeyen AB vb. devletlerin tavırları ve siyasi partilerin seçim pozisyonunu üzerine konuştuk.

Geçtiğimiz yılın Temmuz ayında Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 19’uncu kez hâkim karşısına çıktığınız zaman bir savunma yapmıştınız. Bu savunmanızda, “Tutuklanmanızın bir “siyasi darbe ürünü” olduğunu ifade etmiştiniz. Ek olarak bu siyasi darbenin devam ettiğine vurgu yaparak, “Darbenin üzerinden 4 yıl geçti. Darbe 4 yıl boyunca başarıya ulaşamadı. Ekonomide, sosyal yaşamlarda bu darbenin etkilerini daha fazla görüyoruz. En çok hukuk düzenine yapıldığı ortaya çıktı, hukuk düzenine yapılan darbenin mağdurlarıyız.” demiştiniz. Aradan neredeyse bir yıl geçti ve HDP üzerindeki siyasi operasyonlar ile beraber gün geçtikçe daha fazla katılaşan bir baskı ve sindireme politikasının olduğunu görüyoruz. Bu süreç üzerinden iktidar ve devletin HDP’ye yönelik daha fazla sertleşen bu politikalarını nasıl okuyorsunuz ve neye bağlıyorsunuz?

Siyasi iktidar kendi varoluşunu HDP’nin yok oluşu stratejisine bağladı. Bu uzun zamandır böyle. Bir taraftan iktidar güçlerini HDP’ye, Kürtlere saldırılar üzerinden sınıyorlar; hakimiyetlerini böyle sergiliyorlar. Ama diğer tarafta çok hazin bir güçsüzlük, çaresizlik hikayesi… Çünkü ne yapsalar kar etmiyor, ters tepiyor. HDP’nin varlığı ve politik belirleme gücü arttıkça onlarınki geriliyor. Tabii bizler açısından sayılamayacak kadar çok ve ağır bedeller var bu duruşun karşısında. Kesintisiz beş yıldır ateş altında, kimimizin hapse, kimimizin mezara girmesi pahasına sürdürülen bir mücadele var. Bizlere yönelik saldırı ve baskılarla birlikte, toplumun tüm kesimlerine ve muhalefetin her rengine saldırılar da arttı. Yani geçen zaman içerisinde biz kayıp verdik, yara aldık ama buna göre bir dirençte geliştirdik. Muhalefetin direnci zayıf kesimleri için aynı şeyi söyleyemeyiz. İktidar bütün meşru yönetme kabiliyetini yitirmesine rağmen, toplumu bastırmış, muhalefeti sindirmiş olmasından dolayı hala işgal ettiği yeri terk etmiyor.

HDP’nin Türkiye’deki demokratik ve mücadeleci muhalefet boşluğunu doldurabilecek tek parti durumunda olması iktidarı daha da hırçınlaştırıyor. Açılan son kapatma davası da güya HDP’den temelli kurtulma çaresi olacak. Saray-AKP-MHP ittifakı, yaşadığı tükenmişlik sendromunun etkisiyle işi siyasi acizlik ve aptallığa kadar götürüyor. Zira HDP’nin kapatılmasından siyasi zafer çıkaracağını sanmak despotluğun ötesinde ham kafalık. Son süreçte seçim sathı mahalline girdikleri için, bizlere ve demokrasi güçlerine yönelik baskı, saldırı uygulamalarını daha da sertleştirerek önlerini düzelemeye çalışıyorlar. Parti kapatmaktan sosyal medya hesaplarını kapatmaya kadar bir dönem politikası bu. İzmir il binamıza yönelik ırkçı-faşist saldırı sonucu değerli yoldaşımız Deniz Poyraz’ın öldürülmesi, Konya’da Kürt ailesinin yine ırkçı saiklerle katliama uğraması, mevsimlik Kürt işçilere yönelik linç saldırıları ve ölümler aynı politikanın halkalarıdır. Yani bizlere, halklarımıza yönelik darbe, şiddeti artarak devam ediyor.

Dokunulmazlıklarımızın kaldırıldığı 2016 20 Mayıs’ı, halk iradesi ve meclisin hiçe sayılarak darbe fitilinin ateşlendiği gündü. Memlekette yarım-yamalak, yüzgördülük demokrasinin de çivisi çıkınca, hiçbir şey yerli yerinde kalmadı. Askeri darbe girişimi, ardından soslu yeni bir darbe rejiminin kurulması, bitmeyen olağanüstü hal (OHAL) tahakkümü, savaş, ölüm ve korku politikalarıyla mengeneye alındı toplum yaşamı. HDP ise dayatılan bu ağır faşizm karşı direnme gücü en yüksek, halktaki karşılığı gittikçe gelişen ve kapsayıcı demokratik programıyla gerçek bir alternatif olmasından dolayı iktidar ve statükocu devletin en sert saldırılarına hedef oluyor. AKP-MHP ittifakının siyasi darbesiyle tasfiye edilip, saraya bağlı olarak yeniden kurulan yargı ordusu üzerinden bizlere karşı bir savaş yürütüyorlar. Hapsetme davalarının hukukla, akılla, izanla ilişkisi olmadığı gibi, bu hakikatler her gün daha fazla katlediliyor. Bize bugüne kadar, ‘Sizi rehin alarak tutuyoruz’ ya da ‘İntikamımızı daha almadık, içimiz soğumadı’ demediler sadece. Geri kalan her şey zaten bu anlama geliyordu.

Aradan neredeyse 5 yıl geçti ve ellerindeki en ağır silahları kullanmalarına; en acımasız, kirli ve ahlaksız saldırı yollarını denemelerine rağmen yine de başaramadılar, başaramayacaklar. Her darbenin, diktanın, tek adam faşizminin bir ömrü vardır çünkü; ve artık demokratik direnişin kendini yenileme, başarma gücü karşısında ömürlerini tüketiyorlar.

Bu tablo üzerinden muhalefetin (CHP vb.) tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hatta muhalefetin iktidara dönük bu kadar eleştirisi olmasına rağmen HDP’ye karşı yapılan bu saldırılara bu denli kayıtsız kalmasını neye bağlıyorsunuz? Sizce muhalefet HDP’ye yapılan bu saldırılardan bir çıkar sağlamaya çalıştığı için mi güçlü bir tepki vermekten geri duruyor?

Aslında bakarsanız sorunun esası muhalefetsizlik. Keşke HDP ile demokratik dayanışma ilişkisine girmekten imtina edenler, iktidar karşısında güçlü bir alternatif geliştirebilseler ve tekçi faşist rejimde ifadesini bulan AKP-MHP sultasının hoyratça ilerleyişini kendi kurdukları savunma hattından durdurabilseler ya da yavaşlatabilseler. Ama “Seçimde görüşürüz”ün ötesine geçen mücadeleci bir tutum yok ortada. Hal böyle olunca iktidarın yaratığı yıkım ağırlaşıyor. HDP’ye bakışı problemli olan muhalefet bölüklerinin varlık nedeni de problemli hale geliyor.

Ana gövdesi Millet İttifakı’ndan oluşan geleneksel muhalefet, HDP’den uzak durayım derken nesnel hakikatle de arasına epeyce mesafe koyuyor. Sonra da bu derin boşluk, seçim matematiği hesaplarıyla, pragmatizmle doldurulmaya çalışılıyor. HDP’nin tasfiye edilmesi, güçten düşürülmesi planlarına bel bağlayan iktidarın düştüğü hal ortada. Artık iki parti bir arada olsalar, bütün devlet gücünü seferber etseler de seçimle yeniden iktidara gelemiyorlar. Böyle sabit bir deneyim göz önünde dururken, HDP’nin kaybettiği siyasi olasılıklardan muhalefetin kazanması da düşünülemez. Ama HDP üzerinden gündeme gelen bu tür yorum ve tartışmalar, ülkenin nasıl bir siyasetsizlik atmosferine sürüklendiğini gösteriyor. İktidar da muhalefeti de ikbalini HDP’ye saldırıların ortaya çıkaracağı fırsatlara bağlamışsa, durum zaten fecidir ve böyle bir makro siyasetsizliğin kazananı olmaz. Kendisiyle birlikte memlekete de zarar verir.

Muhalefetin asıl odaklanması gereken mesele, demokrasi ve özgürlükleri kazanmak olmalı. HDP çok uzun yılların ve kimsenin görmediği zorlu koşulların birikimini taşıyan bir parti. Kimsenin arka bahçesi, stepnesi ya da parçalanıp paylaşılan savaş ganimeti olmadan yeni yollar açmayı bilir. Bizlere en ağır ve aşağılık saldırıları sergileyenler bugünlere çıkacağımızı düşünmüyorlardı. Ama HDP klasik ve statükoya batmış bir parti değil, bizzat halkın kendisidir. Onun onur ve değişim iradesidir. Gücünün ve iradesinin kötüye kullanılmasına tavır alabilen, seçeneksiz ya da taktiksiz kalmayan gelişkin bir politik akıldır aynı zamanda. Muhalefetin diğer bölükleri de bu halk hakikatine saygı göstererek, demokratik beklentilerine yanıt olarak güven kazanabilir. Hepsinden önemlisi, başta Kürt sorunu gelmek üzere bir dizi kritik demokratikleşme sorununun çözümü için somut bir program ortaya konulmadan iktidar iddiasında inandırıcı olamazlar.

Kobanê Davası’nın sürdüğü saatlerde HDP’li Deniz Poyraz İzmir’de katledildi. Burada bir bağlantı olduğunu düşünüyor musunuz? Ve HDP’lilerin katledilmesine varan bu sürecin gidişatını Türkiye siyaseti açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

HDP ve Kürtlere söz konusu olduğunda birçok olay ve söylem birbiriyle bağlantılı. Kobanê Davası’nın ilk duruşması devam ederken Deniz Poyraz’ın katledilmesi de böyledir. İktidarın bizlere yaklaşımı net; ‘Bir taraftan hapseder, bir taraftan katlederiz’ diyor. HDP’ye yönelik saldırılarla birlikte, özel savaş yöntemi olarak Kürt düşmanlığı örgütleniyor ve kışkırtılıyor. Deniz Poyraz’ın nasıl insanlık dışı bir nefretle katledildiği herkesçe malum. Batı kentlerindeki Kürt işçiler ve aileler ardı ardına ırkçı, katliamcı saldırılara uğradı. HDP binaları önünde Diyarbakır’dakine benzer provokasyon odakları yaratmaya çalışıyorlar bir taraftan da. 6 milyondan fazla oy almış ve toplumsal tabanını en şiddetli tasfiye operasyonlarına rağmen korumuş bir partinin meşruiyetini zedeleme, sürekli savunma durumuna zorlanıp siyasi hareket kabiliyetini felç etme amaçlı yönelimler bunlar. AKP-MHP ittifakı, meşru siyasal yollarla alt edemediği HDP ve demokratik halk iradesini faşizm yöntemleriyle devre dışı bırakmak ve kendi bekasını güvenceye almak istiyor. Yani varlığını HDP ve Kürtlerin yokluğuna bağlamış, başkaca bütün meşru varlık gerekçelerini yitirmiş bir iktidar pozisyonundadır.

HDP ve Kürt düşmanlığında ifadesini bulan mevcut iktidar çizgisi ve pratiği, tam bir çıkışsızlık, bunun yanı sıra siyasi kriz üretiyor. Ekonomik bunalımdan, derin özgürlük ve adalet sorununa kadar sayısız illet bu zeminden besleniyor. HDP’ye saldırıların ve siyasi tecridin sürdüğü her gün HDP’li olsun-olmasın bütün Türkiye halkları kaybediyor. Bununla birlikte HDP’de sadece kendi adına değil, toplum namına direniyor. Birlikte kazanma, tekçi faşizmi yenme iradesini büyütüyor.

Bugün katliam saldırıları, Kobanê ve kapatma davasında oluşan üç ayaklı tasfiye operasyonu ve kuşatmayla yüz yüzeyiz. Ama bu, HDP’nin siyaset alanındaki anahtar rolünü, belirleyen gücü ve iradesini kırmak bir yana, daha dinamik hale getirecektir. HDP’ye karşı kesintisiz devam eden ve tarihte eşi benzeri olmayan saldırganlık, haklı ve meşru olanla-olmayan, kaba şiddet ve zulüm uygulayanla, buna maruz kalan arasındaki ayrım çizgilerini daha da netleştiriyor. Türkiye’de eski ve köhnemiş olan siyasi yapıyla devrimci demokratik yeni arasındaki çelişki ve geri HDP karşıtlığında kendini gösteriyor. Elbette biz devrimci yeninin kazanacağına yürekten inanıyoruz…

Daha önce “Başka bir olağanüstü koşulun sonucunu da yaşıyoruz. Pandemi ayrıca siyasi ve toplumsal bir vakaya dönüştü.” sözleri ile bu süreci cezaevinde daha fazla deneyimlediğinizi ifade etmiştiniz. Şimdi bir yıllık bir pandemi sürecini geride bıraktı. Bu bir yıllık süreç ile beraber ifade ettiğiniz bu deneyimlerinize biraz değinebilir misiniz

Pandemi sistemin doğayı ve insanı tahrip eden yapısının sonucu olarak ortaya çıktı. Bugün baktığımızda ekonomik, sosyal, siyasal boyutlarıyla pandeminin tahrip edici sonuçlarının da katlandığını görüyoruz, yaşıyoruz. Aslına bakarsanız sistem hasta ama ölen, zarar gören, bedel ödeyen toplum ve insan.

Herkes pandemide değişen düzeylerde kayıplar yaşadı fakat cezaevlerinde bu süreç daha özgün ve ağır sonuçlar doğurdu. Zaten genel olarak halkın hak arama, hakkına sahip çıkma yöneliminin önü pandemiyi bahane ederek kesildi. Cezaevleri ise hak ve olanakların kırıntısını bile süpüren uygulamalara sahne oldu. 1.5 yıldır ailelerimizle maske-mesafe kuralıyla bile açık görüş yapamıyoruz. Avukatlarımızla hala camdan cama görüşüyoruz. Sohbet-spor gibi tanımlanmış haklardan yaralanamıyoruz. Birçok insani talebimiz, mantıklı gerekçesi olsun-olmasın pandemi koşulları bahanesiyle reddediliyor. Her yerde ve tabi burada da katı bir tecrit hakim. Özellikle de siyasi tutsakları izole etmenin, uzun ve can bedeli kazanılmış hakları gasp etmenin adı pandemi oldu. Kadın katilleri, şiddet suçluları, hırsızlar, dolandırıcılar, cinayet işleyenler ‘pandemi tedbirleri’ adı altında açık cezaevlerine alındı, sonra çoğu dışarıya salındı. Ama tek bir siyasi tutsak bu süreçte tahliye edilmedi. Aksine, 2 bin civarında hasta tutsak ölüme terk edildi. Bu yüzden çok sık ölüm haberi aldık. Sonradan çıkarılan yargı-infaz yasalarıyla da tecrit ve hak gaspı saldırıları tırmandırıldı.

Diğer yandan virüsün girmediği hapishane kalmadı. Tutsakların temel haklarla her tür teması kesildi ama personel yoluyla covid-19 yine yayılıyor. Yani asıl mesele mahpusları pandemiden sakınmak değil, bu fırsatta olağanüstü hal rejimini hakim ve kalıcı kılmak. Bu nedenle içerde de dışarıda da sosyal ve siyasal yıkıma dönüştürülen pandemi yönetimine karşı daha aktif bir mücadele gerekiyor.

HDP’ye yönelik bunca alenen yapılan hukuksuzluğun teşhir olmasına rağmen ‘Endişe duyuma’ açıklamaları ötesine gitmeyen AB vb. devletlerin tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz ve ‘kaygıları’ ne içeriyor?

AB ve Batılı devletlerden bir beklenti içinde olmak zaten doğru değil. Ama maalesef yıllar içerisinde AB’ye giriş gündemi üzerinden Türkiye kamuoyunda beklenti ortamı yaratıldı. Bu ortamı egemen AB devletleri de Türkiye’deki siyasi iktidarda kendi çıkarları lehine dere-tepe kullandı. AB’nin ‘vade dilmiş özgürlük ve refah toplumu’ hikayesi ise artık kimsenin dinlemek istemediği bir martavala dönüştü. Bu durum AB efsanesinin, 2. Dünya Savaşı sonrasında onu var eden asgari demokratik değerlerin erozyona uğramasıyla da ilgili. Kimse ondan Türkiye’ye demokrasi, özgürlük getirmesini zaten istemiyor. Ama kendi değerlerine ve kurumlarına bağlı kalmaları elbette beklenir.

En basitinden, kurumsal-organik bağlayıcılığı olan AİHM karalarına sahip çıkmayan, arkasında durmayan bir AB ve AK (Avrupa Konseyi) gerçeği var ortada. Çoğunlukla Türkiye iktidarına ‘Neden AİHM karalarına uymuyorsun?’ deniyor fakat AB devletlerinin siyasi iktidarın bu itaatsizliğini sineye çekme karşılığında ne kadar kirli bir pazarlık ve al-ver çarkı döndürüldüğü son zaman kadar pek konuşulmuyordu. Bu çarkın işleyişi artık birçok boyutuyla ifşa oldu. En bariz örneğini ise göçmen pazarlıkları sırasında görüyoruz. AB, siyasi iktidarın ağır hak ihlallerine, anti demokratik zulüm politikalarına sessiz kalıp durumu idare etme karşılığında Türkiye’yi mülteci kampına dönüştürme, bazı Batlı tekellere ekonomik pazarda ayrıcalık sağlama gibi tavizler alıyor. Aynı zamanda rüşvet, lobi, arka kapı lobi diplomasisi kanallarının açık olduğunu uzun zamanlar duyuyoruz, biliyoruz.

Son olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararları kamuoyuna yansıdı ama açıkçası yine ‘Bir adım ileri iki adım geri’ klasiğini tekrar edebilirler. Avrupa demokratik kurumları ve kitlesinin basıncıyla dönem dönem ve gayet sınırlı söylemler geliştiriyorlar. Bu da esas olarak Avrupa demokratik kamuoyunun yarattığı bir yansımadır. Bugüne kadar hep çıkar ‘kaygıları’ ağır bastığı için gerçek bir pratik sergilenmedi zaten. Bizim için en doğrusu AB ve Türkiye iktidarını kaygı ve pazarlıklarıyla baş başa bırakıp yolumuza bakmaktır.

Bir diğer değinmek istediğim nokta ise hükümet yani AKP-MHP ittifakın (Cumhur İttifakı) kan kaybetmesi. Yapılan seçim anketleri ve toplumsal tablo Cumhur İttifakı’nın tek başına iktidar olamayacağını gösteriyor. Ana muhalefet konumunda olan CHP ve İYİ Parti yani Millet İttifakı ise Cumhur İttifak’ını geçmektedir ama tek başına iktidar olabilmesi biraz zor gözükmektedir. Hiçbir partinin tek başına iktidar olamayacağını ifade edebiliriz. Bu tablo içerisinde HDP ise yüze %11 ve üzerinde gözükmektedir. Her şeye rağmen HDP kilit bir noktada durmaktadır. Yani, tablonun 7 Haziran 2015 seçimlerine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu noktada, siz tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz ve değerlendirmelerinizden doğru HDP’nin nasıl bir politika izlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Ya da HDP var olan yönelimini nasıl geliştirmeli

Cumhur ittifakı bakımından sonun yakınlaştığı daha net söyleyebiliriz. Açık zor politikaları ve muhalefetin yetmezliği, alternatif sıkıntısı nedeniyle oynadıkları uzatmaların da sonuna gelindi. Onların tükenişi ve bu sırada yarattıkları ağır tahribatın arasında hayatın ve siyasetin temel kuralı gecikmeli de olsa işliyor. Cumhur ittifakı durdurulamaz şekilde kan kaybederken, muhalefetin ivme kazanması ve toplamda AKP-MHP koalisyonunu seçmen desteği bakımından geride bırakması böyle açıklanabilir. HDP ve temsil ettiği halk realitesi, olası bir seçimde kazanan ya da kaybeden tarafı belirleme bakımından özgün ve kritik bir yerde duruyor. Dün bu özgün rolün sonuçları belirlendi, bugünde daha belirleyici hale geldi. Elbette mevcut durumda siyasi rolünü faşizme karşı demokratik halk iradesinin gelişmesi ve önünün açılmasından yana kullanacaktır.

Öteden beri sadece seçim odaklı siyasi tutum belirlemenin yetmezliklerine vurgu yaptık. Bugün bu belirleme eskisinden daha tayin edici bir yerde duruyor. Antifaşist demokratikleşme programını alanlarda, halkların bağrında var etmek; emek, özgürlük, barış ve kadınların kurtuluşu saflaşmasını sağlamak HDP’nin güncel politik önceliği ve en önemli farkıdır. Bir süredir bu yönlü dinamik eylem ve doğrultu geliştirdiği de ortada. HDP’nin siyasi dengeleri yapıcı ve yeniden kurucu düzeyde değiştiren rolü de buradan geliyor. Kapsamlı ve tutarlı demokratikleşme programını, onun siyaset ve toplumsal sahadaki pratiğini ve bu yönlü birleşik mücadele hattını temsil etmesi bakımından, halkımız için üçüncü bir yol ve seçenek sunuyor. Geleneksel devlet statükosuyla kilitlenmiş iki ittifak dışında bu kilidi açacak değişim gücü, HDP’nin merkezinde durduğu demokrasi ittifakı olacaktır. Bu çizgide kararlı şekilde ilerlediğimizde 7 Haziran’ı da aşan politik başarılar ortaya çıkacaktır.

Umutla, dirençle, dayanışmayla uyanacağımız yeni günlerde buluşmak üzere…

Röportaj: Vedat Yeler

14 Ekim 2021