5. Yargı Paketine ilişkin muhalefet şerhimiz

TBMM Genel Kurulunda önümüzdeki günlerde görüşülecek olan ve kamuoyunda 5. Yargı Paketi olarak bilinen "2/3911 Esas Sayılı İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi"ne ilişkin partimizin muhalefet şerhi:

2/3911 Esas Sayılı ‘İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ’ne ilişkin muhalefet şerhimiz aşağıdaki gibidir:

Kanun koyucu, yasayı toplumsal sorunların çözümü için vaaz eder. Yasa yapmada esas olan toplumsal ihtiyaçların giderilmesidir. Oysaki komisyona daha önce de örneğini çok fazla yaşadığımız şekilde toplumun ihtiyacını gidermekten son derece uzak, asıl sorunu çözmenin çok uzağında, hatta sorunları daha kronik hale getirecek bir yasa teklifi getirilmiştir. Oldukça kritik konularda hazırlanan bu torba kanun teklifi maalesef beklentileri karşılamaktan oldukça uzaktır. Mevcut yasa ve genelgeler pratikte uygulanmaktan uzakken gelen teklifinin, bu açıkları kapatmadığı gibi işleri daha da zorlaştıracağı kuvvetle muhtemeldir.

İcra iflas daireleriyle ilgili düzenlemeler, çocuğun velayeti, boşanmış ebeveynler için disiplin hapsi ve yaptırım gibi konuları içeren bu teklif, her şeyden önce alt komisyonda görüşülmeli ve konunun uzmanı kişiler dinlenmeliydi. Çocuk velayeti gibi hassas bir konuda pedagog, sosyal hizmet uzmanı, çocuk alanıyla ilgili STK’lar ve kadın kurumlarının görüşünün alınmamış olması konuya ciddiyetsiz yaklaşıldığının en açık göstergesidir.

Yine aynı şekilde velayete ilişkin maddelerin dışında kalan cebri satışa ve icra dairelerine, ilişkin maddelerde de baroların görüşüne başvurulmamıştır. Yasa teklifi, kötü ekonomi yönetimi ile borçlular ve icralıklar ülkesi yapılan ülkede, icra iflas müdürlüklerinde yaşanan en temel sorunların başında gelen fiziki yetersizlik ve yoğun iş gücüne çözüm üretmeyi amaç edinmemiştir. Kısacası icra iflas dairelerine ilişkini düzenlemelerin yapıldığı teklifte, yapısal sorunlara çözüm sunulmamıştır.

Küresel karşılaştırma açısından borçların temerrüde düşme risk düzeyi en yüksek ülkelerden biri Türkiye’dir. Yani kişiler aldığı borcu ödeyememektedir ve neredeyse her kişiden biri icralık durumdadır. Bu riskin oluşmasının sorumlusu ise 2002 yılından bu yana ülkeyi yöneten AKP iktidarı ve ekonomi politikalarıdır.

AKP’nin finans politik yaklaşımı bağlamında borçlandırma ve bağımlı kılma politikaları, COVİD-19’un hızlandırıcı etkisi ile de geldiğimiz noktada yurttaşları, haneleri, esnafı, şirketleri, kamuyu büyük bir ekonomik çöküşün eşiğine getirmiştir. Türkiye’de 28 milyon kişi icralık, 35 milyon kişi borçludur. Yani ülke nüfusunun %75’i borçludur. Pandemi sürecinde vatandaşın yaşamını idame ettirebilmesi için ekonomik önlemler alınmaması nedeniyle yaşanan kredi patlaması borçlu sayısında mutlak bir artışla sonuçlanmıştır. Böylece konut, ihtiyaç ve taşıt kredilerinden oluşan bireysel kredilere borçlu kişi sayısı 2021 yılında yaklaşık 35 milyona, bu kişilerin toplam borcu ise899 milyar TL çıkmıştır. 

Öte yandan, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) üçüncü çeyrek verilerine göre her ilde bireylerin kredi kartı ve kredili mevduat hesabı büyümektedir. Yayınlanan verilere göre 9 ayda kredi kartı harcamaları toplamda yüzde 30,44 artmış, en yüksek artış gösteren ile ise yüzde 43,44 ile Hakkari olmuştur. Kredili mevduat hesabı harcamaları ise toplamda yüzde 41,31 yükselmiş, KMH’ta en fazla artış gösteren il ise yüzde 59,1 büyümeyle Dersim olmuştur.

2003'te 2.5 milyar TL olan çiftçilerin toplam borcu, 180 milyar TL'yi buldu. Yani, AKP iktidarları döneminde çiftçinin borcu 72 kat artmıştır.

AKP Hükümeti, iktidarını sürdürmek için kamuyu her geçen gün daha fazla faiz ödemesine yönlendirmekte; kamunun çöküşü yüksek sesle çağrılmaktadır. Faiz oranları sadece kamu için değil bireyler, firmalar ve bankalar için de yüksektir. Ülkenin kredi risk primi, AKP’nin iç ve dış politikaları nedeniyle, yüksek olduğundan bu fatura her sosyal kesime yansımaktadır.

İktidar, koca bir ülke kredi kartları ile ayakta durmasına rağmen vatandaşı icra bataklığına sürükleyen politikalardan vazgeçmeden göstermelik düzenlemeler ile halkı oyalamaya ve borçlu vatandaş imal etmeye devam etmektedir. Oysaki vatandaşın derdi icralık olan evinin satışının kolaylaşması değil icralık olmamak için gerekli önlemlerin alınmasıdır. Efektif olmaktan uzak düzenlemelerden ziyade acilen vatandaşın borç batağından çıkmasına yardımcı olacak düzenlemeler yapılmalıdır.

Bu bağlamda, Tüm vatandaşlarımızın 50.000 liraya kadar olan kredi kartı ve kredi borçlarının faizleri silinmelidir. Bazı sermayedarlara uygulanan kredi ve vergi borçlarını silme toleransı tüm yurttaşlara gösterilmelidir. Anaparaları faizsiz ve uzun vadeli olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Esnaflar ve vatandaşlar açısından kredi borçlanmalarında faizlerin silinmesi, borçların sıfır faizle yeniden düzenlemesi, geleceğin ipotek altına alınmaması için adım atmayı sağlayacaktır. Bireysel kredi kartı borcu olanlardan temerrüde düşen ya da ödeyemeyenler için faizler silinmeli, ana borcun uzun ve taksitli olarak yeniden yapılandırılmalıdır.

Kanun Teklifi ile çocuk teslimi veya çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin ilam veya tedbir kararlarının icrası, icra sistemi dışına çıkarılarak yeniden düzenlenmektedir. Değişiklikle, ‘çocuk teslimi’ veya çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin işlemlerin, Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüklerince yerine getirilmesi ve tarafların harç ödeme zorunluluğunun kaldırılması düzenlenmiştir.

Çocuğun ana- baba ile görüşmesinin sağlanması adli destek ve mağdur hizmetlerinin belirleyeceği ‘teslim mekanları’nda gerçekleşeceği, İlam veya tedbir kararlarının yerine getirilmemesi halinde teslim emrinin düzenleneceği, çocuğun ‘teslim’ edilmesini  ve çocukla kişisel ilişki kurulmasını engelleyen taraf hakkında disiplin hapsi uygulanacağı, ilam ve tedbire uygun davranmama halinde velayetin değiştirilebileceği halleri düzenlenmiştir.

Kanun teklifi, çocuğun üstün yararı ilkesine aykırı olması,  kadınların ve çocuklarının şiddete karşı korunmasına yönelik somut tedbirler içeren kurumsal bir mekanizma örgütlememesi, idari belirsizliklerle dolu olması, cins eşitlikçi bir yapıda olmaması  ve birçok konuda anayasaya aykırılık içermesi sebebiyle geri çekilmelidir.

Partimizin defaatle dile getirdiği gibi kadınların ve çocukların korunması kadın dernekleri, feministler, çocuk hakları dernekleri ile konuyla alakadar sivil toplum örgütlerinin katılımı ve işbirliği ile çalışan bir Çocuk Bakanlığının kurulması gerekmektedir. Çocukları ilgilendiren bu önemli mevzunun  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın da dahiliyetiyle Çocuk Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak alt birimler tarafından ele alınması elzemdir. Çocukları ve kadınları ilgilendiren bu düzenlemenin alelacele ve hiçbir hassasiyeti gözetmeden yapıldığı ortadadır.

Teklif ilk bakışta, çocukların cebri icra yoluyla teslimini değiştirme iddiasında olması sebebiyle olumlu bir düzenleme gibi görünse de teklifin genel gerekçesi ile maddelerine bakıldığında “çocuğun üstün yararı” ilkesinin neredeyse baştan sona yanlış yorumlandığı görülmektedir. Teklifin genel gerekçesinde çocukla kurulacak kişisel ilişkinin “annelik veya babalık duygusunun tatmini”ne indirgenerek düzenlenmesi; çocuk, malvarlığına ilişkin “verme borcunun” konusuymuş gibi “çocuk teslimi” ifadesinin kullanılması; çocuğun kişisel ilişki kurmasının salt olarak ebeveynlerin hakkı olarak görülmesi ve tam da bu noktada çocuğun gerekirse kolluk marifetiyle ve zor kullanılarak “hak sahibi” ebeveyne tesliminin sağlanmasıyla teklif, çocuğun üstün yararını gözetmekten çok verilen mahkeme kararının her ne olursa olsun icra edileceğinin altını çizmektedir. Bu bağlamda çocuğun teklifte ilişkiyi kuracak özne olarak değil kendisiyle ilişki kurulacak nesne olarak değerlendirildiği açıktır. Ancak kişisel ilişki kurma, kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır ve çocuğun korkularının, endişelerinin ve isteklerinin ön planda tutulması gerekmektedir. Çocuğun kişisel ilişkisinin düzenlenmesi ve sağlıklı bir biçimde sürdürülmesi salt kararın icrası anlamına gelmeyen; kendine özgür, dinamik, esnek ve multidisipliner bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Borçlar hukukuna ilişkin sözleşmelerde dahi “yapma borcunun” zorla icra edilemeyeceği kabul edilirken çocuğa bu konuda dayatmada bulunulması çocuğun üstün yararını gözetmekten tamamen uzaktır. Türkiye’nin de tarafı olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 9. Maddesinin üçüncü fıkrası “Taraf Devletler, ana-babasından veya bunların birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana babanın ikisiyle de bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler” diyerek çocuğun kişisel ilişki kurmanın öznesi olduğunu açıkça ifade etmektedir. Yine yerel mevzuata göre boşanmayla birlikte ergin olmayan müşterek çocukların velayetinin boşanan eşlerden birine bırakılması gerekmektedir ve bu aşamada tarafların velayetin hangi tarafa bırakılacağı hususunda anlaşmaları hâkim açısından bağlayıcı değildir. Çünkü velayet, kamu düzenine ilişkindir ve anne-babanın istek ve hırslarından azade bir şekilde çocuğun üstün yararını gözetmek zorundadır. Dolayısıyla çocuğun salt ebeveynlerinin eylemlerinden ötürü bir yapma edimi içerisine sokulması, çocuğa rağmen çocuk adına kişisel ilişki kurmak anlamına gelmekte ve ilgili tüm genel ve özel kanunlar ile Anayasa’nın 90. maddesine göre usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil etmektedir.

Teklif, her ne kadar ebeveynler arasında bir ayrıma gitmediği için “eşitlik” ilkesine aykırı görünmüyor olsa da somut koşullar göz önüne alındığında teklifin cinsiyetçi bir düzenleme olduğu ortadadır. Şöyle ki; TÜİK verilerine göre sadece 2020 yılında kesinleşen boşanma davaları sonucunda 124 bin 742 çocuğun velayete verildiği görülürken bu çocukların velayetinin %75,8 oranında anneye verildiği görülmektedir. “Bakım verme görevi”nin kadına yüklendiği bu koşullarda erkek şiddetinden kaçmak durumunda olsa dahi hapis cezası dahil her türlü yaptırımla karşılaşacak kesimin çok yüksek oranda kadınlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda ayrımcılık içeren bu teklif karşısında mutlak eşitlikten bahsetmek mümkün olmayacaktır. Eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı ve pozitif ayrımcılık birbirleri ile iç içe giren kavramlardır. Kişinin din, dil, cinsiyet, siyasi görüş veya etnik kökeni nedeni ile bir ayrımcılığa uğraması karşısında bu kişilere ayrımcılık yapılmaması ve diğerleri konumuna getirilmeleri bir bakıma eşit davranma ilkesini gerekli kılar. Anayasa’nın 10. Maddesinin ikinci fıkrası; “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” derken retorik bir eşitlikten değil gerekirse pozitif ayrımcılık yoluyla Devlete gerçek bir eşitliğin sağlanması görevini yüklemekten bahseder. Dolayısıyla somut koşullar göz önüne alınmadan salt teoride eşitliği sağlamaya çalışan bu teklif Anayasa’ya aykırıdır.

Mevcut uygulamada velayetin değiştirilmesi oldukça istisnai hallerde gerçekleşmektedir. Çocuğun velayetini elinde bulunduran tarafla kurduğu sürekli ilişki, çocuğun eğitim hayatı, sosyal çevresi göz önüne alındığında zorunlu olmadıkça  çocuğun velayetinin değiştirilmemesi  gerekmektedir. Ayrıca velayetin kötüye kullanılması halinde de  mevcut hukuk sisteminde çocuğun üstün yararının gereklerine göre   velayetin değiştirmesi davası  açılabilmektedir. Bu iddiada bulunan tarafın dava hakkı haizdir.Dolayısıyla velayetin değiştirilmesinin çocuğun menfaati  bakımından istisna olması asıl iken kanun teklifi ile bu konu kolaylaştırılmak istenmektedir. Bu da çocukları bu kaotik ilişkilerin mağduru haline getirme tehlikesi yaratmaktadır.

Kanun teklifinde Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Adli Destek ve Mağdur Hizmetleri Müdürlüğü’nce belirlenen çocuk ‘teslim mekanları’ nda kadınların boşandıkları veya boşanma sürecinde oldukları erkeklerin şiddetine maruz kalma ihtimalleri düşünülerek kadınları ve çocukları erkek şiddetine karşı koruyacak bir tedbir düzenlenmemiştir. Her gün en az üç kadının adliye kapılarında, okul önlerinde şiddete uğradığı, öldürüldüğü gerçeği düşünüldüğünde kadınları korumasız bırakan bu düzenleme kabul edilemez.

Kanun teklifinin bu haliyle yasalaşması halinde kadınlar şiddet tehdidi, can güvenliği riski olduğu için çocukları ‘teslim etmemeleri’ halinde disiplin hapsi ile karşı karşıya bırakılmaktadırlar. Bu durumda hem kadınlar cezalandırılmak istenmekte hem de çocuğun disiplin hapsi karşısında içine itileceği psikoloji göz ardı edilerek çocuğun üstün yararı yok sayılmaktadır.

Teklifle çoğunlukla velayeti elinde bulunduran kadınların haklı gerekçeleri hiçe sayılarak, şiddet, tehdit ve zorlamaya maruz kalıp kalmadıkları araştırılmadan  kadınlara karşı ‘çocuk kaçıran’ muamelesi yapılmaktadır. Halbuki çocuk aracılığıyla boşandığı kadınların yaşamını gözetleyen, baskı ve tacizi sürdüren erkeklerin artık harç bile ödemek zorunda olmadıkları bir düzenlemeyle çocukları nesneleştirme ihtimalleri ele alınmamıştır. Her ilişkiye  özgü durumların araştırılması, kadınların sakıncalı bulduğu durumların olup olmadığının, çocukla kişisel ilişki kurmak isteyen babanın çocukla gerçek anlamda iletişim kurup kurmadığının, çocukla ilgilenip ilgilenmediğinin, çocuğa karşı şiddet uygulayıp uygulamadığının saptanması ve her kişisel ilişki kurulması öncesi ve sonrasında çocuğun uzmanlarla görüştürülmesi gerekmektedir.

Teklif metninde konu icra müdürlüklerinin görevinden çıkarılıyormuş gibi görünse de kararın yerine getirilmesindeki işleyişin değişmediği, sırf göstermelik bir düzenleme yapıldığı ortadadır. Çocuk hiçbir suretle kolluk zoruyla karşı karşıya bırakılmamalıdır. Ancak düzenleme mevcut durumundan farksız bir yöntem geliştirememiştir. ‘Teslim’ emrine uyulmaması ve çocukla kişisel ilişki kurulmasının engellenmesi halinde kolluk zoru uygulanacağı düzenlenmiştir. Kadına yönelik erkek şiddetinin yoğun yaşandığı gerçeğinden hareketle görüşmeler esnasında kadınların, çocukların ve diğer görevlilerin erkek şiddetine karşı korunması amacıyla kolluk bulundurulmalıdır. Ancak bu kolluğun çocukta bir travmaya sebep olmaması açısından sivil giyinimli olması, pedogoji eğitimi almış olması, çocuğu ve tarafların hikayesine vakıf olması gerekmektedir.

Teklif metninde Adli destek ve mağdur hizmetlerinde çalışan uzmanların mahkemeden bağımsız görev yapacağından söz edilmektedir. Bu durum rastgele görevlendirilen, her seferinde değişme riski olan uzmanın çocuğu tanımadan, her somut olaya özgü özellikleri, ilişkilerdeki şiddet geçmişini bilmeden  raporlama yapma tehlikesini doğurmaktadır. Teklifte sözü edilen ‘danışmanlık tedbiri’ de oldukça muğlaktır. Bahse konu danışmanın uzmanlık alanı, tecrübesi ve yetki sınırları belirsiz bırakılmıştır. Ayrıca   Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüklerince yürütülmesinin söz konusu birimde  hem yeterli ve donanımlı çalışanın olmaması hem de  boşanmış ailelerinin mağdur olduklarına dair ön kabulün ve boşanmanın kötü olduğu düşüncesine yol açması bakımından da  sakıncalar doğuracağı ortadadır.

8 Kasım 2021