Eş Genel Başkan Yardımcımızın açıklaması:

9 Ocak 2013 tarihinde Paris’in göbeğinde gerçekleşen katliamın üzerinden tam iki yıl geçti. Değerli 3 Kürt kadın devrimcinin katledildiği sürece baktığımızda, bu katliamın barış görüşmelerinin başladığı, kamuoyuna açık deklare edildiği, barışa dair umutların yeşerdiği günlerde gerçekleştiğini hatırlatmakta fayda görüyoruz. Bu saldırı geri dönülmesi zor bir anda, savaşın en şiddetli olduğu dönemde Sayın Öcalan’ın çağrısıyla başlayan diyalog sürecinde, halkların barış mücadelesine yönelik, uluslararası çapta organize edilmiş ve birden çok gücün örgütlemiş olduğu bir saldırıdır.

Bu saldırıyı düzenleyen zihniyet barışı ve çözüm sürecini hedeflediği gibi Kürt halkını ve Kürt kadınlarını da hedeflemiştir. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez, her biri Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ilk kuşak, orta kuşak ve son kuşakta yer almış ve kesintisiz bir şekilde mücadeleyi sürdürmüş sembolleridir.

Partimiz saldırının gerçekleştiği ilk andan itibaren katliamın faillerinin ve arkasındaki güç odaklarının en kısa sürede ortaya çıkarılması gerekliliğini ortaya koymuştur. Bugüne kadar gerek Paris’te yürütülen soruşturma gerekse de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmada katliamı planlayan ve gerçekleştiren güçlere ilişkin bir sonuç ortaya çıkarılmamıştır. Aradan geçen iki yıllık süreçte katliamın yıldönümü olması dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketi’nin temsilcileri de katliamın gerçek yüzünün açığa çıkarılmasının gelişen ve gelişecek siyasi konjonktürde adeta bir turnusol rolü oynayacağını yaptıkları açıklamalarda müzakerenin muhatapları olarak yinelemişlerdir.

9 Ocak 2013 tarihinde daha cenazeler kaldırılmamışken dönemin Başbakan Yardımcısı Hüseyin Çelik başta olmak üzere Hükümet yetkilileri “örgüt içi hesaplaşma” açıklamaları yapmışlardır. Yine Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen basın yayın organları ve kalemşörler Hükümetin bu açıklamalarını destekler mahiyette “Kandil-İmralı Çatışması” başlıkları ile yayınlar yapmışlardır.

Paris katliamının siyasi boyutu ile paralel yürüyen hukuki boyutu ise bu katliamın üzerinin kapatılması endişelerini ne yazık ki bir kez daha gözler önüne sermiştir. Üç değerli kadın siyasetçinin uluslararası çapta organize edilmiş böylesi bir suikastla öldürülmesi sonrası gerçekleşen siyasi basınç ile katliamın örgüt içi hesaplaşma olduğu tespiti gayesi ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca soruşturma başlatılmıştır. Aradan geçen iki yıl, belli güçlerin kendi aralarındaki ittifaklarını zedelemiş olup, Hükümet tarafından başlatılan “paralel yapı ile hesaplaşma” süreci bu katliamın faillerinin birbirleriyle kıyasıya bir savaşa girmesi ile soruşturmanın amacını elbette değiştirmiştir.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, aradan geçen iki yıla rağmen gerçek ve usulüne uygun bir soruşturma yürütmemiştir. Gerek HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu olarak, gerekse de ailelerin avukatları olarak başlatılan soruşturmaya ilk andan itibaren müdahil olmamız, katliam soruşturmasının siyasi boyut ile paralel yürüyen hukuki boyutu ile ilgili yetkililerin ne düzeyde (!) bir soruşturma yürüttükleri hususunda açıklama yapma zorunluluğuna bizleri itmiştir.

Katliamın gerçekleşmesi üzerine soruşturma başlatan Fransa adli mercilerini yakından takip eden Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, bu kapsamda Adalet Bakanlığı’na istihbari bilgilerini ve izlenimlerini an ve an sunmuşlardır. Adalet Bakanlığı’nın talimatı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma, Şubat 2014 tarihine kadar katliam mağduru ailelerin vekaletli avukatlarından kısıtlanarak ve gizlilik kararı ile savcılık merciince yürütülmüştür.

Savcılık soruşturmanın ilk aşamasından itibaren Fransa, Hollanda ve Almanya adli birimlerinden istinabe talebinde bulunarak, Ömer Güney’in PKK bağlantısını çözmek üzere soruşturmaya yaklaşmıştır. Bu kapsamda savcılığın belli bir döneme kadar yapmış olduğu soruşturma işlemlerinin birçoğu katliamın baş zanlısı Ömer Güney’in örgütsel irtibatlarını araştırma amaçlı olup, katliamın “örgüt içi infaz” olduğunun ispatına yöneliktir. Kaldı ki, savcılığın ilk aşamadan itibaren öldürülen kadınlar için kullanmış olduğu dil “Terör Örgütü Mensubu Üç Kadın” şeklinde olup, adli merciin de siyasi aklı doğrultusunda hareket ettiğini ve katliama bakış açısını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Gizlilik kararı ile soruşturmasını sürdüren Paris adli mercileri ise Ankara Savcılığı’na yazmış oldukları istinabe yazısı ile basına da yansıdığı üzere Ömer Güney’le ilişkilendirilen telefon numaraları, kişi ve ilişkilerin araştırılmasını talep etmişler, Ankara Savcılığı bu istinabeye Fransa’dan farklı olarak olumlu yanıt vererek yaptığı araştırmaları Fransız adli mercileriyle paylaşmıştır. Dosya kapsamında elde edilen deliller ve belgeler avukatlar olarak bizlerde şüpheye mahal vermeyecek ölçüde katliamın failleri hakkında bilgi vermektedir.

Savcılığın soruşturma kapsamında yapmış olduğu araştırma sonucu fail Ömer Güney’in 3 Ekim 2012, 19, 20 ve 21 Aralık 2012 tarihlerinde Türkiye’de olduğu tespit edilmiştir. Failin, katliamın hemen öncesi Türkiye’ye kısa sürelerle giriş-çıkış yapması elbette kanımızca tesadüf olamayacak düzeyde önemli bir tespit olup, katliamın Türkiye bağlantısını ve uluslararası boyutunu açığa çıkarmaktadır. Bilindiği üzere 12 Ocak 2014 tarihinde youtube üzerinden yayınlanan ve Ömer Güney’e ait olduğu iddia edilen ses kaydı ve 14 Ocak 2014 tarihinde internet üzerinden yayınlanan “Arz notu” başlıklı 18 Kasım 2012 tarihli MİT’e ait olduğu iddia edilen evraklar kamuoyuna yansımıştır. Bunun üzerine davanın avukatları olarak soruşturmanın genişletilmesi ve bu delillerin araştırılmasını talep etmiş bulunsak da, talebimiz üzerinden geçen bir yıllık zaman zarfında MİT, basın yoluyla yaptığı “araştırıyoruz” açıklaması dışında bu zamana kadar adli birimlerin sorularına resmi olarak henüz yanıt vermemiştir.

Bu kapsamda savcılık üzerinden yapılan yazışmalarda kurum araştırmasının devam ettiğini, bu kapsamda elde edilen bilgi ve verilerin ve soruşturma sonucunun savcılığa bildirileceğini beyan etmişlerdir. Hükümet her fırsatta çözüm sürecinin devamından yana olduğunu beyan ederken, uygulamada aksine yönetim tarzından ve idari, yargı pratiklerinden vazgeçmelidir. Bunun en önemli göstergelerinden biri katliamın Türkiye ayağının ortaya çıkarılması ve MİT’e ilişkin iddialara zaman kaybetmeden derhal yanıt verilmesi olacaktır.

Hükümet şüpheli olmaktan kurtulmak istiyor ise, Ankara’daki ilişkileri ve planlamaları ortaya çıkarmak zorundadır. Üç Kürt kadın siyasetçiye yönelik bu katliamın aydınlatılması ve faillerinden hesap sorulması elbette başta Kürt halkı olmak üzere tüm halkların ve kesimlerin çözüme ve barışa olan inancını, desteğini ve güvenini arttıracaktır.

Bu çerçevede katliamın planlayıcıları, uygulayıcıları ve sorumluların ortaya çıkarılması ve yargılanması icra yetkisi olan Hükümetin ve adli makamların sorumluluğu altındadır. Katliamın üstünün örtülmesinin de yine aynı kurumlar sayesinde olacağı bilinciyle bir kez daha yenilemekte fayda görüyoruz; samimiyet ve ciddiyet gereği belli gerçeklerle yüzleşmekten ve hesaplaşmaktan kaçınarak bu topraklara kalıcı barışın tohumları atılamaz. Kürt halkının özgürlük demokrasi ve barış simgesi haline gelmiş üç değerli kadın yoldaşımızın faillerinin, kökleri nereye dayanırsa dayansın, bulunması için hukuki ve siyasi mücadelemiz devam edecektir.

Meral Danış Beştaş
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı
9 Ocak 2015