Milletvekillerimiz Selma Irmak, Nursel Aydoğan, Bedia Özgökçe Ertan ve Dilek Öcalan'ın bugün genel merkezimizde yaptıkları basın toplantısının metni:

Değerli Basın Yayın Emekçileri,

Bugün bu salonda bir arada bulunmamızın nedeni temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi yolunda kamuoyunu yeni bir hak ihlali hakkında bilgilendirmektir.

Şu sıralarda New York’ta Türkye’nin cumhurbaşkanı düzeyinde temsil edildiği BM’nin yıllık olağan toplantıları yapılmaktadır. BM kendiliğinden bir araya gelmiş bir örgüt değildir. Milyonlarca insanın yaşamına mal olan, sayısız savaş suçunun işlendiği, insanların kitlesel şekilde tecavüze, işkenceye maruz kaldığı; 20. Yüzyılın en büyük suçlarından olan 2. Dünya savaşının ardından devletlerin ve toplumların “bir daha asla” şiarıyla bir araya geldiği bir yapıdır BM.

Bu yapı yani BM, yakın tarihin en önemli kazanımlarından olan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesini 10 Aralık 1948’te kabul etmiştir. Bu bildiriyle, yalnızca demokratik anayasalarla tanınan temel, medeni ve siyasi haklar değil, ekonomik, toplumsal, kültürel haklar da genel tanımlarla belirli hale gelmiştir.

Bu bildiri sayesinde işkence uluslararası mevzuata mutlak suç olarak girmiştir.

İşkence yasağı normu, yaşam hakkının ve kişinin, hiç kimsenin dokunma hakkı olmadığı bedensel ve zihinsel bütünlüğünü koruma talebinin bir sonucudur. İşkencenin yasaklanmasının, evrensel ve mutlak bir talep olduğu; işkencenin meşru olabileceği hal ve zamanlar olamayacağı, devletler düzeyinde genel olarak kabul edilmektedir.


İşkence ve kötü muamele uluslararası belgeler, bildirgeler ve anlaşmalarda ve iç hukukta mutlak olarak yasaktır. Fakat ne yazık ki dünyada birçok ülkede de olduğu gibi Türkiye’de de işkence ve kötü muamele yasağı halen ihlal edilmektedir. Sistem içindeki tüm kurumlar ve işleyiş, işkence pratiğinin idari olarak varlığına, gelişmesine ve uygulayıcılarının korunmasına hizmet etmektedir. İşkencenin önlenmesi, yasaklanması ve insanlık suçu sayılmasında ne yazık ki, başarı sağlanamamıştır. İşkence aletleri halen yaygın bir şekilde üretilmekte ve kullanılmaktadır. Yeni işkence yöntemleri yaratılmakta ve giderek kapalı mekanlardan açık alanlara çıkan işkence uygulamaları,  kentlerin abluka altına alarak sokağa çıkma yasakları adı altında Kürt kentlerinde yaşayanların tamamına uygulanmaktadır. Egemenler açısından sistemi korumanın yolu şiddet ve işkence uygulamalarıdır. Sistem varlığını yeniden ürettiği itaat, itiraf ve sindirme araçları ve yöntemleri ile sağlamaktadır.

Değerli Basın Mensupları,

Bundan yaklaşık 1 yıl önce Şırnak’ta PKK gerillası Hacı Birlik güvenlik güçlerince öldürülmüş ve cansız bedeninin polis panzerinin arkasında sürüklenmesi görüntüleri sosyal medya aracılığıyla kamuoyuna sızdırılmıştı.

Bizler bir ölüye en ufak bir saygısı olmayan bu anlayışı lanetlerken maalesef geçtiğimiz gün yine sosyal medya aracılığıyla kamuoyuna yeni görüntüler sızdırıldı. Söz konusu görüntülerde Hakkâri kırsalında çıkan bir çatışma sonrasında yaralı halde yakalanan bir kadın gerilla dakikalarca askerlerin ve korucuların işkence ve hakaretlerine maruz bırakılıyor ve adeta ölmesi için çaba gösteriliyor. Sonradan edinilen bilgilere göre hayatta kalmayı başaran kadın gerilla tedavisi dahi tamamlanmadan tutuklanarak cezaevine götürülmüştür.

Sizlerin aracılığıyla siyasal iktidara soruyoruz: Güvenlik güçleriniz yaralı bir insana pervasızca işkence etme cesaretini nereden buluyorlar? Askere, polise, korucuya savunmasız insanları infaz etme, işkence etme güvenini vermeyi ne zaman bırakacaksınız?

Değerli Arkadaşlar,

Cumhurbaşkanının bizzat talimatıyla siyasal iktidar tarafından çözüm masasının devrildiği 2015 yılından bu yana insan hak ve özgürlükleri açısından akıl almaz bir geri gidiş süreci yaşanmıştır.

Bir önceki yılları dahi aratan polis, jandarma, militer ve paramiliter güçlerin pervasızca yetkilerinin arttırıldığı bir dönem olmuştur. Bu dönemin baskın, belirleyici özelliği olarak Kürt sorunundaki çatışmasızlık sürecinin durdurulması ile beraber birçok kişinin sokağa çıkma yasakları altındaki şehirlerde hayatlarını kaybettiği ve/veya yaralandığı, gösteri ve yürüyüş haklarını kullanmak isteyenlerin işkence ve kötü muameleye varan polis şiddetine maruz kaldığı, ifade ve düşünce özgürlüklerinin her geçen gün daha da sınırlandığı ve muhalif olan tüm seslerin şiddet ve zorbalıkla bastırıldığı, toplum içerisinde de muhalif gruplara yönelik ayrımcı ve nefret yüklü tutumların yerleştirilmeye çalışıldığı yeni bir olağanüstü hal dönemine girildiğini söyleyebiliriz. Yaşanılan; otoriter siyasi iktidar varlığının gün geçtikçe güçlü ve kalıcı bir hal aldığı ve bu nedenle evrensel insan hakları değerlerinin yaşamsal bir tehlike ile karşı karşıya olduğu gerçeğidir.

Mevzuatta oldu bittiye getirilerek yapılan değişiklikler işkence ve kötü muamele yasağı da dâhil olmak üzere insan hak ve özgürlükleri açısından büyük bir tehlike oluşturmuştur. Ve teşhir bu dönemin karakteristiğini yansıtan en önemli sembollerden biridir artık. Hatırlayın VartodaKevser Ertürk’ün işkence edilerek katledilmiş bedeninin teşhir edilmesi bugün karşı karşıya kaldığımız sürecin tesadüfi olmadığını göstermektedir.

Son 1 yıldır devam eden savaşta ilk kadın bedenine yönelik işkence Kevser Ertük’ün cenazesine yönelik gerçekleştirildi. Daha sonra Cizre’de abluka süresince yine bir kadına yönelik işkence görüntüleri sosyal medya hesaplarınca servis edildi. Savaşın militarist ve faşist yüzü kadınlara en ağır cinsiyetçi yaklaşımlarla ve uygulamalarla dönmektedir. Bu yüzden kadın gerillalara ve Kürt kadın siyasetçilerine yönelik işkenceler AKP hükümetinin sistematik ve bilinçli politikasıdır, kadın düşmanlığının vücuda gelmiş halidir. Artık şu açıktır ki AKP, kadın düşmanlığı konusunda IŞİD’ten feyz almaktadır.AKP’nin son 1 yıldır kadınlara yönelik yaptıkları otopsilerde görülen kadın bedenine yönelik işkence, kadın gerillalara yönelik uyguladıkları şiddet devlet şiddetinin dışa vurmuş halidir ve tesadüf değildir. Tüm bu insanlık suçlarını aynı zamanda sokaklarda, alanlarda ve genel olarak kamusal alanda var olan ve sözünü söyleyen, kendilerine dayatılan geleneksel rolleri ret ederek kadın özgürlüğünü esas alan kadınların birikimini ve deneyimini yok etmeye, kadın mücadelesini geriletmeye yönelik saldırılar olarak görüyoruz.

Siyasal iktidar bakanıyla, başbakanıyla kolluk kuvvetleri aracılığıyla her defasında topluma şu mesajı vermektedir: “infaz edin, tecavüz edin, teşhir edin”

Bu ülkede artık bir hukuk düzeninden bahsetmenin yolu kalmamıştır. Bu halkın seçilmiş milletvekilleri ve elbette bizzat halkın kendisi hak arama yoluna başvurduğunda artık sadece pervasızca sırıtan eli silahlı yüzleri maskeli kendilerine JÖH, PÖH diyen robotlar görmektedirler.

Değerli Basın Mensupları,

Ayrımcılığın, baskının, nefret dilinin ve kamu güvenliğini yücelten uygulamaların artması otoriter devletin giderek kökleşmesine neden olmaktadır. Böylesi bir ortamda da işkence ve kötü muamele uygulamaları dahil olmak üzere insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi şaşırtıcı olmaktan çıkarak ne yazık ki kanıksanmaktadır. Ancak HDP olarak biz ne işkence suçuna ne de işkence suçunun pervasızca, ahlaksızca teşhir edilmesine alışmayacağız, hesap soracağız.

Bu bağlamda son olarak ifade etmek istediğimiz husus şudur: İnsanlara işkence edilmesi, insanların işkence edilerek öldürülmesi görmezden gelinebilecek bir husus değildir. O gün o gerillaya işkence edenler, o işkence görüntülerini servis edenler suçludur, suç işlemişlerdir ve bir gün mutlaka yargılanacaklardır.İşlenen insanlık suçları aynı zamanda kadınların mücadelesine ve kazanımlarına da yönelik bir saldırıdır, günlerce aylarca kendilerine dayatılan savaş politikalarını kabul etmeyerek ablukalarda direnen Kürt kadınlarına yönelik bu saldırıları kabul etmeyeceğimizi, daha güçlü bir kadın özgürlük mücadelesi ile yanıt vereceğimizi bir kez daha belirtmek isteriz. Tüm bu süreçte işlenen savaş suçlarının cezasız kalmaması için takipçisi olacağımızı kamuoyuna duyururuz. 

21 Eylül 2016