Anayasa Referandumu: OHAL Türkiyede kalıcı olabilir

Mardin Milletvekilimiz Mithat Sancar'ın Euronews'ta yayınlanan makalesi:

Referandum günü yaklaştıkça, oylanacak anayasa değişikliğinin içeriği üzerindeki tartışmalar azalmaktadır. Cumhurbaşkanı ve hükümet, bunun yerine kutuplaşmayı besleyecek bir propaganda stratejisi izlemeyi tercih ediyor. Böylece bir yandan kendi seçmen kitlesini konsolide etmeyi, diğer yandan milliyetçi kesimden daha fazla oy çekmeyi hesaplıyor.  İktidar, ülke içinde gerilim ve kutuplaştırma politikasını her fırsatta aşırı bir şekilde kullandığı için, buna elverişli yeni alanlar bulmakta zorlanıyor. Bu nedenle “dış ilişkiler” alanına yöneliyor; güçlü bir “dış düşman” algısı yaratmak üzere, Avrupa ülkeleri ve kurumlarıyla sert bir çatışma üretiyor. Bu stratejinin önemli bir sonucu, anayasa değişiklinin gerçekte neler getirdiği konusunun sürekli tartışmanın kıyısına itilmesidir.

İktidar çevreleri, anayasa değişikliğiyle getirilmek istenen yapıyı “Cumhurbaşkanlığı sistemi” olarak adlandırsalar da, uluslararası kamuoyuna (Türk tipi) başkanlık olarak sunuyorlar. Bununla amaçladıkları şey, ABD’deki sistemi çağrıştırarak, demokratik hükümet sistemleri yelpazesinin dışına çıkmadıkları algısı yaratmaktır. Oysa getirilmek istenen sisteminin ABD’dekiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Her şeyden önce, “Türk tipi” denen bu sistemde kuvvetler ayrılığı ilkesi işlevsizleştirilmekte, iktidar çok büyük ölçüde cumhurbaşkanına devredilmektedir. Oylamaya sunulan değişiklik metni, cumhurbaşkanının partilerüstü ve tarafsız olduğu parlamenter sistemden kaynaklanan hak ve yetkilerini koruduğu, aynı zamanda başkanlık sisteminin başkana tanıdığı hak ve yetkileri de kazandığı bir yapı öngörmektedir. Bunun adı “kuvvetler ayrışması” değil, “iktidar yoğunlaşması”dır. Buna bağlı olarak, demokratik sistemlerin vazgeçilmez şartı olan “denge ve denetleme” mekanizmaları da neredeyse tamamen askıya alınmaktadır. Parlamenter sistemin tüm denetim mekanizmaları (gensoru, sözlü soru gibi) kaldırılmakta, ancak yerine başkanlık sisteminin denetim mekanizmaları (üst düzey kamu görevlilerinin seçimle veya senato onayıyla göreve gelmesi ve denetlenmesi gibi) getirilmemektedir. Yürütme, sınırsız ve denetimsiz hale getirilmekte, ancak yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı için somut hiçbir güvence öngörülmemekte, yasama faaliyetinin yürütmeden bağımsızlığı ve işlerliği koruma altına alınmamaktadır. Aksine HSYK ve Anayasa Mahkemesi muktedire, daha açık bir ifadeyle Cumhurbaşkanına teslim edilerek, yargı tamamen işlevsizleştirilmekte, Cumhurbaşkanı kararnameleriyle TBMM'nin elinde kalan tek yetki olan kanun yapma yetkisi de elinden alınmaktadır. Cumhurbaşkanı, herhangi bir sebeple bağlı olmadan, tamamen öyle arzu ettiği için TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verebilir. Buna mukabil TBMM'nin böyle bir kararı alabilmesi için üye tam sayısının 3/5 çoğunluğuna (yani 600 milletvekilinin 360’ının oyuna) ihtiyaç bulunmaktadır. Meclis'in keyfi feshi, Meclis yetkisinin güçlendirildiğini iddia eden iktidar cephesinin en aşikar çarpıtmasıdır.

Cumhurbaşkanının sahip dolduğu bu aşırı yetki madalyonunun diğer yüzünde sorumluluk yer almıyor. Hukuken var gibi görünen ve iktidar sözcüleri tarafından sürekli parlatılan “cumhurbaşkanının sorumluluğu mekanizması” işletilmesi neredeyse fiilen imkansızdır. Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açılması TBMM'de 301 kişinin vereceği önergeyle mümkündür. Soruşturma ne savcılar tarafından yürütülecektir, ne de bir yargılama süreci olacaktır. Siyasi partilerin güçleri oranında üye vereceği, yani bir kısmını parti başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı'nın belirlediği komisyona gelir. Bu komisyondan Cumhurbaşkanı aleyhinde karar çıkması imkansıza yakındır. Komisyon kararı Genel Kurul'da oylanacaktır ve Yüce Divan yolunun açılabilmesi için 400 milletvekilinin oyuna ihtiyaç vardır. Anayasa Mahkemesi bu yargılamayı Yüce Divan sıfatıyla yapar. Bir başka deyişle Meclis'teki bu zorlu süreç aşılabilirse Cumhurbaşkanı'nı yargılayacak olan merci, 15 üyesinin 12'sini doğrudan Cumhurbaşkanı'nın seçtiği Anayasa Mahkemesi'dir. Sorumsuzluk zırhı Cumhurbaşkanı için, tıpkı bakanlar gibi ömür boyudur. Bakanlar ve Cumhurbaşkanı yardımcılarının görevlerinden dolayı işledikleri suçlar nedeniyle yargılanmaktan kurtulmaları, ömürlerinin sonuna dek bu karmaşık aritmetik sonucu mümkündür.

Bu sistemin gerçek adı “otokrasi”dir. Böyle bir sistem kolayca “modern bir diktatörlüğe” dönüşebilir.

Esasen anayasalar (anayasa değişiklikleri), yapıldıkları ortamın ve şartların rengini alırlar. Referanduma sunulan bu anayasa değişikliği de, bu dönemin otoriter ve çatışmacı atmosferinin ruhunu yansıtmaktadır. Parlamentodaki en güçlü üçüncü parti olan HDP’nin eş genel başkanları ve 11 milletvekilli keyfi bir şekilde hapiste tutulmaktadır. Birçok il ve ilçede binlerce parti yöneticisi tutuklanmıştır. Ülke cumhurbaşkanı ve hükümetin birlikte çıkardıkları kararnamelerle yönetilmektedir. Bu kararnamelerin denetlenmesi fiilen imkansızdır. Dolayısıyla iktidar sınırsız ve keyfi yetki kullanabilmektedir. Bu yetkilerin kullanılması sonucunda, başta ifade ve basın özgürlüğü, örgütlenme ve siyasi faaliyet hakları olmak üzere birçok insan hakkı askıya alınmıştır. Bu ortam, rengini anayasaya da vermekte, referandumdan “evet” çıkarsa neler yaşanacağının bir fragmanını canlandırmaktadır.

Sandıkta "Evet" cevabı verilirse, bu cevap halkın en az yarısını karşı cepheye yerleştirerek, düşmanlaştırarak verilecek. Böylece zaten çok ve çeşitli olan çatışma eksenleri beslenecek ve kutuplaşma kronikleşerek derinleşecek. Bu şartlarda ülkenin akut bir yönetilememe krizi yaşama ihtimali çok yüksektir. Buna mukabil "Hayır", normalleşmenin yolunu açacak, kutuplaşmaların aşılması için uzlaşıyı ve çatışmaların çözümü için diyalogu öne çıkaran bir tercih olacaktır. Tüm çatışmayı bir anda silecek bir sihirli değnek değilse de "Hayır", merkezdeki bir güç yoğunlaşması karşısında yerel demokrasinin güçlendirilmesi talebinin yansıması olacaktır. Gerilimin yumuşatılarak iktidarla muhalefet arasında makul bir müzakere zemininde buluşmanın önü ancak "Hayır"la açılabilir. Şüphesiz "Evet" her şeyin sonu demek değildir.. Belki şartlar biraz daha ağırlaşacaktır; ama barış, demokrasi, eşitlik, özgürlük, kadın hakları, doğa hakları için verilen mücadele de daha büyük bir ciddiyet ve sorumlulukla devam edecektir.

Mithat Sancar
10 Nisan 2017