Ayhan Bilgen: ‘Hayır’ demeyi yasaklarsanız elbette anayasa değişikliği yaparsınız


Grup toplantımız, Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutulan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın gönderdiği, Adalet Bakanlığı tarafından sansürlenen metnin özetinin okunmasıyla başladı. Metnin okunmasının ardından Parti Sözcümüz Ayhan Bilgen, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

25 gündür Eş Genel Başkanlarımız, milletvekillerimiz aramızda yok. Bu kürsüde onların olması gerekiyordu. Ama ne yazık ki üç grup toplantısı geçti ve hala aramızda yoklar.

- “Erdoğan ‘paralel’ bir grup toplantısı düzenliyor”

Salı günleri Meclis’te grup toplantıları yapılıyor. Bir süredir grup toplantıları Meclis’te adeta salı pazarı gibi; kim daha çok bağırırsa, kim daha çok hakaret ederse o daha başarılı siyaset yapılmış gibi bir algı oluşuyor. İktidar partisinin grubunu biraz önce izledik, statlardaki gibi amigoluk yapılıyor orada. Burada atılan sloganlar nedeniyle grup toplantımıza insanları almayanlar, Meclis’e giriş yasağı getirenler bu tabloyla gurur duyuyorlardır. Ama daha vahim bir tablo var; Türkiye’nin beşinci grubu, beşinci partisi Sayın Erdoğan da Salı günlerini hiç kaçırmıyor; her Salı sabahına mutlaka bir program koyuyor ve “ben de buradayım, benim sözüm de var, benim sözüm diğer genel başkanların sözünden daha yukarıdadır” mesajı vermek için ekranlara çıkıyor. 5. grup toplantısını yapıyor. Az önce de Binali Yıldırım konuşurken bütün TV’ler yayını kesip Erdoğan’ın konuşmasına geçti. Bu hırs, bu öfke, bu tahammülsüzlük aslında ülkenin bir numaralı sorunudur. Daha önce çok iyi ayarlayıp muhalefet partilerine denk getiriyorlardı konuşmalarını, artık tahammülsüzlük muhalefetten kendi partisine kadar ulaşmış olacak ki, Başbakan’ın konuşmasıyla aynı saatte Erdoğan ‘paralel’ bir grup toplantısı düzenliyor.

- Şirvan’daki iş cinayeti

4 Aralık Dünya Madenciler Günü. Sadece 90’lı yıllarda Zonguldak’ta, Yozgat’ta, Balıkesir’de grizu patlaması nedeniyle hayatını kaybeden onlarca insanı; kar hırsıyla Soma’da, Ermenek’te Şirvan’da hayatını kaybedenleri rahmetle anıyorum. Şirvan’da, üzerinden geçen bunca zamana rağmen dört insan halen toprak altında. Arkadaşlarımız oraya giderek tanıklıkları dinlediler. Tüyler ürpertici bir tablo. Çünkü ölen ölür kalan sağlar onlarındır. Çünkü önemli olan insan hayatı değil, önemli olan madende elde ettikleri kar. Bir gün bile gecikirse beylerin karından yiyor. Onun için cenazeye saygısızlık ediyorlar. 

- “Anzaklara gösterdiğiniz saygıyı kendi çocuklarınıza gösterin”

Cenazeye saygısızlık bundan ibaret değil. Torbalı'da bir cenaze, kaymakamın, valinin bilgisi dahilinde, defnedildiği yerden çıkarılmak istendi. Bu ülkeyi, birlikte yaşayabileceğimiz bir ülke yapacaksak, önce cenazelere saygı duymayı bileceğiz. Bu ülke her Çanakkale yıl dönümünde, her 18 Mart’ta, Anzakların mezarına saygı duymakla övünüyor. Bu benzetmeyi yapmaktan ben utanıyorum ama Çanakkale’de  Anzaklara duyduğunuz saygıyı kendi çocuklarınıza gösteremiyorsunuz, bu ayıp da size yeter!

Diyanet İşleri Başkanı lütfetti, çocuk evliliğine dair açıklama yaptı. Keşke Diyanet İşleri Başkanı, bunu Cumhurbaşkanı’ndan önce, iktidardan bir mesaj almadan önce söyleseydi. Keşke aynı Diyanet İşleri Başkanı, Torbalı’da da mezarlık tahrif etme, ambulans vermeme, taziye evi kapısına kilit vurma, taziye evinde dua okuyan hocanın gözaltına alınmasının da İslam’da yeri olup olmadığına ilişkin de bir şeyler söylese. Mülteciler için “Kapıları açarız, sizi salarız” diye tehdit etmenin acaba peygamber ahlakıyla izah edilecek bir durumu var mıdır?  Umarız Diyanet işleri Başkanı bu konuda da bir çift laf edebilir.

- "Cerablus'tan pis kokular yükseliyor"

Geçtiğimiz günlerde Cerablus’ta halk, rüşvet nedeniyle protesto gösterileri düzenliyor. Düşünebiliyor musunuz, bir yeri kurtarma iddiasıyla gidiyorsunuz, orada bir yönetim kurmaya çalışıyorsunuz, daha bir ay geçmeden oradan pis kokular yükseliyor.

- "Fransa’da kaç milletvekili cezaevinde"

Güzel bir Azeri atasözü var: “Kişi kendin bilse, kendi ayıbını örter”. AB’ye posta koyarken dönüp bir bakın. Fransa’yla karşılaştırma yapıyorsunuz, “Fransa’da da OHAL var” diyorsunuz. Peki, Fransa’da cezaevinde kaç gazeteci var? Kaç kişi sorgusuz sualsiz işinden atıldı? Kaç belediye başkanı yerine kayyum atandı? Kaç milletvekili cezaevinde? Bu soruları sormak yerine sadece polemik ve kavgayla AB ile ilişki inşa edemezsiniz. Sizin sorumsuzluğunuz yüzünden bütün bir ülke cezalandırılıyor. Biz siyasi istikrar olmadan ekonominin düzelmeyeceğini biliyoruz. Bunun faturasını toplumun ödemek zorunda kalması çok ağır bir yüktür. 

- "Suriye'de askerleri kim vurdu?"

Geçtiğimiz günlerde, tam da Rus uçağının düşürülmesinin yıl dönümünde, ÖSO denilen ama El Nusra, Ahrar uş-Şam ile birlikte olan TSK askerlerinin bir kısmı yaşamını yitirdi. Türkiye hala kimin bu operasyonu yaptığını bilmiyor ya da biliyor açıklamıyor. Hadi bize söylemiyorsunuz, bari hiç olmazsa bu tezkereler Meclis’ten geçerken “ülkenin çıkarları” diyerek size oy veren iki muhalefet partisini bilgilendirin.

- "İçinize Evren'in ruhu kaçmış"

Türkiye OHAL’le birlikte demokratik bir anayasanın yapılıp yapılmayacağını tartışıyor. Küçük muhalefet partisinin lideri, “bal gibi yapılır” diyor. Bu ironik fotoğrafa ciddiye alınıp söylenecek söz yok. Hocaya sormuşlar, “Abdestsiz namaz olur mu”, o da “Biz yaptık, oldu” demiş. OHAL’de referandum olur, eve, Kenan Evren yaptı oldu. Siz de yaparsınız, olur. “Hayır” demeyi yasaklarsınız, gazetecileri tutuklarsınız ve siz yaparsınız olur ama öyle bir anayasanın ne kadar meşru olduğunu da tarih yazar. Sizin içinize Evren’in ruhunun kaçtığını yıllardır söylüyoruz. “OHAL mi, referandum mu” diye adeta Meclis’i tehdit ediyorsunuz. “330  çıkmazsa OHAL’ le devam ederiz”  diyorsunuz. Cesaretiniz olsa seçimle korkutacaksınız da, gözünüz kesmiyor, anketler önünüzde. Ama milleti korkutamayacaksınız bunu bilin. Burayı noter gibi görüyor olabilirsiniz, milletvekillerinin iradesini yok hükmünde görüyor olabilirsiniz. Ama “Ya beni Cumbaba yaparsınız ya da ülkeyi kaosa sürüklerim” tehdidine halk boyun eğmeyecek, bunu göreceksiniz.

- "Erdoğan çift başlı kartalı kesti, yoldu, pişirdi"

Bir anayasa tartışması düşünün ki gazeteciler, akademisyenler, anayasa hukukçuları içeriğini bilmiyor. İşçi bilmiyor, genç bilmiyor, kadın bilmiyor. Bırakın gazetecinin, akademisyenin halkın bilmesini; kendi partilerinin yöneticileri bilmiyor. Böyle bir yeni anayasa olabilir mi? Evet siz iki parti kafa kafaya vermiş, 70 model milliyetçi anlayışla bir yeni milliyetçi cephe kurmaya karar vermiş olabilirsin. Ama küçük muhalefet partisinin bağırarak hatırlattığı, "çift başlı kartal"ı Sayın Erdoğan çoktan kesti, yoldu, soydu, pişirdi, yemeye hazırlık yapıyor, sizi de sofraya çağırıyor. Biri de kenardan bağırıyor, “hani bana hani bana”. Doğan görünümlü Şahin misali, cumhurbaşkanlığı görünümlü başkanlığı nasıl geçirirseniz geçirin meşru olmayacak. 

Biz sistem sorununun farkındayız; cumhurbaşkanlığı mızrağı, Hükümet’in çuvalına sığmıyor. Ortada bir kriz var, o kesin, kem aletle kemalat olmaz. Yangından mal kaçırır gibi, metnini açıklamaya bile cesaret edemediğiniz bir anayasa değişikliğini 330’a tamamlayarak, OHAL koşullarında geçirseniz bile bu anayasanın bir meşruiyeti olmayacak. 

- Demirtaş'ın mektubuna sansür 

Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın 2 hafta önce bize ulaşması gererken mektubu sansürlü haliyle bize ulaştı. Sizce az önce dinlediğiniz içerikte gizli bir talimat olma ihtimali var mı? Uluslararası gelişmeleri analiz ediyor, Türkiye siyasi tarihiyle ilgili değerlendirmelerde bulunuyor. Türkiye tarihinde bu ilk değil. Menderes’e Yassıada’da aynen eş başkanlarımıza uyguladığınız gibi mektup sansürü uygulanıyordu. Çok kısa bir paragraf: “Mektuplar 50 kelimden fazla olursa, fazlalıklar makasla kesilir ya da karalanırdı. Fotokopileri bazı işlemlere tabi tutulurdu”. 

- "Demirtaş’ın mektubunu demokrasi müzesine göndereceğiz"

Meclis’te 15 Temmuz dolayısıyla, iktidar partisinin girişimiyle bir demokrasi müzesi yapılmaya çalışılıyor. Şüphesiz 15 Temmuz bir ayıptır. Ama bizden de bir katkı olsun. Demirtaş’ın bu mektubunu Meclis Başkanlığına göndereceğiz. Demokrasi müzesine koysunlar. Çünkü Meclis’i savunmak sadece bombalara karşı savunmak değildir. Mektubu makasla sansürlenen milletvekilini savunabiliyor musun, savunamıyor musun? 

Onlar haklarında hüküm verilene kadar milletvekilimizdir, eş genel başkanlarımızdır. Onların Yasama faaliyetlerini engellemek suçtur! Eğer bir mektuptan korkuyorsanız diyecek hiçbir şeyimiz yok ama siz bunu kendinize layık görüyorsanız, bunu demokratlık sayıyorsanız kendinizi kandırıyorsunuz. Bu tablo ders kitaplarına geçecek bir tablodur. 

- "KJA, kapısına mühür vurduğunuz derneğimizdir"

KJA çalışanı Sara Aktaş havaalanında gözaltına alındı. Televizyonlara talimatla alt yazı geçirdiler, kaçmaya çalışıyor diye. Baştan sona yalan, KJA kapısına kilit vurduğunuz kadın derneğimizdir. 

Başka bir yalan Hediye Ataman’la ilgili. O yaşta bir kadını, yalanlarla evinde yakarak öldürdünüz. Sizin bize devlet diye tanıttığınız bunlardan ibaret. Her şeyiniz yalan dolan. 

- "Bitlis’te hendek mi vardı"

Utanmadan, sıkılmadan belediyelere el koyarken “halka hizmet etmiyorlar” diyorlardı. Ya bu belediyeler 5-10 yıl önce sizdeydi. Geriye bol miktarda borç ve yolsuzluk dosyası bıraktınız. Şimdi kayyum yoluyla geri almaya utanmıyor musunuz? Hadi bazı belediyeler için hendek var diyorsunuz, Bitlis’te hendek mi vardı?

- "Gemi batıyor"

Gemi batıyor. Daha kolay yükselebilmek için paraşütten yük atıyorlardı geçmişte. Beraber yükseldikleri arkadaşlarını feda ediyorlardı. Şimdi gemi batarken da aynı şeyi yapıyorlar. Gemi batarken bazıları üst kamaralara koşar. Ama bundan kimseye çare olmaz. Bırakın dolar bozdurmayı, kafayı bozmuş danışmaların çağrılarıyla ekonomiyi kurtaramazsınız. Küçük esnafta ayakkabı kutularına saklanmış dolarlar mı var ki bozdursunlar. Bence talimatları daha somutlaştırın, “Babacığım bozdurduk, ama hepsini bozduramadık” diye talimat verin ki ayakkabı kutularında dolar saklayanlar daha doğru anlasınlar, dolarlarını bozdursunlar. 

Geçtiğimiz haftalar boyunca parlamento çalışmalarını OHAL kampanyamızı yerel toplantılarda tartışmaya devam ediyoruz. Elbette bir taraftan meclis kürsüsünde sözümüzü söylemeye devam edeceğiz ama bir taraftan da hep birlikte nasıl bir karar vereceğiz nasıl bir çalışma yürüteceğiz nasıl bir kampanya sürdüreceğimizin tartışmasını yapacağız.

Neyi göze aldığımızı, neyi terk etmeyi bildiğimizi, nerede olacağımızı göreceksiniz. Sizi şaşırtacak taleplerle, kararlılıkla, netlikle bu tartışmaları tüketeceğiz. Tartışmalarımızı yasaklasanız da -Konya’da olduğu gibi önce kaymakamlık sonra valilik yasaklıyor kapalı toplantıyı- engelleseniz de bizim sesimizi halkımız duyacak. Ama şunu özellikle ifade etmek istiyoruz: bu kürsüleri siz bize armağan etmediniz, sizin lütfunuzla burada değiliz. Bizim burada olmamızdan ne kadar rahatsız olduğunuzun farkındayız. Önümüzdeki günlerde özellikle bu anayasa kumpasınızda neyle karşınıza çıktığımızı, OHAL karşısında nasıl bir sözle, tıpkı 'seni başkan yaptırmayacağız' sözü gibi nasıl bir sözle karşınıza çıktığımızı göreceksiniz.

Sözlerimi yine bir tahammülsüzlükle gözaltına aldığınız Ahmet Türk’ün sözleri ile bitirmek istiyorum. Ahmet Türk 94’te Meclis’teki görüşmeler sırasında, “12 Eylül’de içeri alındım, 1987 seçimlerinde halkın oylarıyla yeniden Meclis’e geldim. Eğer sağ çıkarsam halkın iadesiyle yine geleceğim. Biz her zaman toplumsal barıştan yana olduk. Sorunların diyalog içinde barış içinde çözümünden yana olduk” diyor. Bizler de sizleri bu inançla selamlıyoruz.

29 Kasım 2016