
Urfa Milletvekilimiz İbrahim Ayhan, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde söz aldı ve şu ifadeleri kullandı:
Hükûmetin örtülü ödenekler, savaş bütçesi ve yanlış ekonomik politikalarının sonucu büyük bir kriz yaşadığımız bir dönemden geçmekteyiz. Özellikle son süreçlerde toplumsal anlamda yaşanan kimi krizlerin, kimi sorunların en büyük nedenlerinden biri de uygulanan politikalardır. AKP hükümetlerinin uygulamış olduğu politikalara baktığımız zaman, bu politikalarda, yaşamış olduğu krizleri dönem dönem "vergi affı", "varlık barışı" gibi isimlerle sermayeye yani zenginlere yönelik palyatif önlemlerle aşmaya çalıştığını görmekteyiz.
Şu anda üzerinde konuştuğumuz Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Sermaye Piyasası Kurulu da tam da bu dediğimiz manipülasyonların, bu dediğimiz palyatif önlemlerin alınmasına yönelik kurulan kurumlardan iki tanesidir. Bu iki kurum da yabancı sermayenin ve Türkiye'deki finans sektörünün daha fazla kâr etmesini, daha fazla kazanmasını, daha fazla halkın ve toplumun sömürülmesini sağlayan sektörlerden yani kurumlardan iki tanesidir. Dolayısıyla bugün "finans" dediğimizde sistemi kapitalizmden kopuk, kapitalizmden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Kapitalizm, 1970'li yıllardan beri özellikle üretim sektöründe girmiş olduğu krizden sonra tamamen kendisini finans üzerinden var etmeye çalışmakta ve bu finans kapital modeli üzerinden de bütün dünyayı bir sömürü cenderesinin içerisine almaktadır. Türkiye'de de bu sömürü sistemi, bu neoliberal politikalar 1980'lerden itibaren adım adım uygulanmakta ve son 15 yıl AKP hükümetleri döneminde de bu finans kapital modeli ve sistemi hayatın bütün alanlarında da kendini göstermektedir. Özellikle bu finansla ilgili yapılan düzenlemeler, sanal arzu nesneleri yaratılarak insanlar tüketime sevk edilmekte ve bu tüketim üzerinden toplum adeta bağımlı bir noktaya getirilmektedir.
Özelleştirilmedik bir şey kalmadı
AKP hükümetlerinin serbest piyasa söylemleri bu ülkede özelleştirilmedik herhangi bir şey bırakmamıştır. Özellikle borçlanmamış hiçbir birey de ne yazık ki kalmamıştır. Bunun yapılmasının en büyük nedenlerinden biri de neoliberal kapitalist sistemi yaşamsallaştırmaktır. Elbette AKP bu borç sarmalı ve özelleştirme sistemini bir günde getirmedi. AKP, uluslararası finans kuruluşlarının mutlak desteğini alarak iktidar yapılmış bir parti olması itibarıyla halka bu gerçekleri söylememektedir.
AKP hükümetleri faiz üzerinden bir ekonomi modeliyle kendini var ediyor
Muhafazakâr nutuklar üzerinden halkın duygularıyla oynayan bu iktidarın en büyük balonlarından biri de özellikle faizdir yani faizin meşrulaştırılması, faizin gündemleştirilmesine yönelik çok ciddi bir şekilde bir manipülasyon gerçekleştirilmektedir. Faiz gerek semavi dinlerde gerekse de İslam dininde haram kılınan ve günah kılınan bir uygulamadır. Bu gerçeklik böyle olmasına rağmen her geçen süreç içerisinde AKP hükûmetleri faizi daha fazla önemseyerek ve faiz üzerinden bir ekonomi modelini esas alarak kendini var etmeye çalışmaktadır.
Büyüyen ekonomi değil faiz sistemi
Söylemde faiz karşıtı ama gerçekte faizle birlikte var olan bir Hükümet gerçeğiyle karşı karşıyayız. Halkın borçlanması sonucu faizle finans kurumlarının büyümesini sağlayan bu iktidardır. Bu anlamıyla büyüyen ekonomi değildir, faiz sistemidir yani finans sistemidir.
Halkın yoksullaşmasıyla beraber AKP Genel Başkanı devamlı olarak "Yatırım yapın" diye talimatlar yağdırıyor. Zannediyor ki deyince üretim başlayacak. İnsanlar ticaret yaptığı zaman elde ettiği kârı dışarı çıkarıp çıkarmayacağını, en ufak itaatsizlikte şirketlerine el konulup konulmayacağını bilmiyorlarsa neden yatırım yapsınlar? Yarın ülkenin bir iç savaşa sürükleneceğinden korkan insanlar ve tüketiciler neden ev ve araba alsınlar?
Maliye Bakanı bütçenin açılış konuşmasında 2016 yılı bütçesinin 29 milyar açık verdiğini söylemişti. Peki, Sayın Bakan neden geçen yılın rakamlarını veriyor da güncel rakamları vermiyor? Onu da bizler verelim: 2013 yılında bütçe 18 milyar açık vermiş, 2014'te 23 milyar, 2015'te 30,5 milyar, 2016'da 30 milyar, 2017'nin ilk on ayında ise 35 milyar açık vermiştir. Bütçe yılın ilk on ayında 35 milyar açık verdi. Bu açık 2016'nın aynı döneminde 12 milyar TL'ydi yani hemen hemen 3 katı bir açık durumu söz konusu. 35 milyar TL açık varsa bunu finanse etmek için kabaca 40 milyar lira borçlanması gerekmektedir, oysa borçlanma 77 milyar TL. Hazineye yönelik inanılmaz bir rakamla karşı karşıyayız. Hazinenin, bütçenin hâletiruhiyesi budur işte.
"Dövizimi ve altınımı bozduruyorum" kampanyaları sürreeldir
Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezine göre yılın ilk 8 ayında, bireysel kredi borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4,1 oranında artarak 499 bin kişi olmuştur. Bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı ise 632 bin kişidir.
Halkın boğazına kadar borçlu olduğu bir ülke gerçekliğinde "dövizimi ve altınımı bozduruyorum" kampanyalar düzenlemek en hafif tabirle sürreel bir gerçekliktir. Yani gerçekte ve yaşamın doğasına uymayan bir kampanyadır.
Mega projelerin hepsinde döviz cinsinden borçlanılıyor
Bankacılıktan bahsederken paranın en fazla döndüğü sektörün yerli parayla mı yabancı parayla mı ilişkili olduğunu gösterecek rakamlar vermek daha iyi olacaktır. Bugün Türkiye'de 52 tane banka vardır. Bu 52 bankanın 29 tanesi yabancı sermayeye aittir. Aynı zamanda 62 sigorta şirketinin 39 tanesi de yabancı sermayeye aittir. Bireysel emeklilik hizmeti veren ilk 18 şirketten 10'u da yabancılara aittir. Yabancı para yerine TL'yi teşvik etmekten söz eden Hükûmet yetkililerinin kendi ifadeleriyle mega projelerin hepsinde döviz cinsinden borçlanmaktadır.
Asgari ücret 400 dolardan 364 dolara indi
Bir diğer husus da asgari ücret. Özellikle 1.404 lira olan asgari ücretin mevcut durumunu dolar bazında ele aldığımızda bu 400 dolara tekabül etmekteydi ama şu anda aynı asgari ücret doların yükselmesiyle beraber 364 dolara inmiştir.
Enflasyonun, işsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir yerde ekonomi büyüyor sözleri ve tespitleri halkın akıl gücüyle ne yazık ki alay etmektir. Sermayenin büyümesi ve sürdürülmesi ilkesiyle yapılan tüm bu neoliberal modellerin halka demokrasi kavramı içerisinde pazarlaması oldukça ironiktir. Olabildiğince siyasal alan içinde demokrasi kavramıyla ilişkilenme ise siyaset kurumunun kurnazlığından başka bir şey değildir. Yasalar önünde özgür ve eşit olarak kurgulanan demokrasi, ekonomik alanda da bir eşitlik ilkesiyle buluşturulmadığı müddetçe sadece söylemde ve yasalar üzerinde kalacaktır. Ekonomide de birikimin adaletli bölüşümü ve emeğin değerinin teslimi olması asıl sürdürülebilir model olacaktır. Nitekim günümüzde de farklı coğrafyalarda neoliberal kalkınma modeline alternatif geliştirilen kalkınma modelleri yer almaktadır. Fakat bunların hepsindeki temel sorun, sermayeyi koruma ve kapitalizmi sürdürme eksenlidir. Bu yüzden de tüm modeller bir yerden patlak vermektedir.
Bohçayı yamamaya yönelik bir bütçe
Ekonomik sıkışmışlıklardaki takvim ise gün geçtikçe daralarak kendini hissettirmektedir. Yani şu anda da yazılan bütçe, bu ekonomik sıkışmışlığın, bu kapitalist mantığın ve sistemin esas aldığı bir zihniyetle gerçekleştirilen bir bütçedir. Krizi esas alan ve bohçayı yamamaya yönelik bir bütçe olduğu için bu bütçenin de halkın, toplumun refah, huzur ve ekonomik seviyesinin yükseltmesini beklemek de beyhudedir. Dolayısıyla, bir düşünürün de dediği gibi, yanlış hayat doğru yaşanmaz. Bu bütçe de yanlış kurgulandığı için, içi yanlış verilerle ve yanlış projelerle doldurulduğu için bu bütçeden halka refah, huzur ve mutluluğun getirilmesini beklemiyoruz. Bunun için yapılması gereken temel nokta, Türkiye'nin gerçekten hakça, adilce, eşitlikçi büyümesini sağlayabilecek bütçeler oluşturmaktır.
13 Aralık 2017