Ayla Akat Ata: Kadınlar barışın toplumsallaşmasının en etkili dinamiğidir

Önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile MYK üyelerimizin de aralarında bulunduğu 22’si rehin 108 kişi hakkında yürütülen Kobanî Kumpas Davasının 10’uncu duruşması bir günlük aranın ardından üçüncü gününde Sincan Cezaevi Kampüsü Duruşma Salonunda görüldü. 

Eski Batman Milletvekilimiz Ayla Akat Ata, bir önceki oturumda kaldığı yerden savunmasına devam etti. Feministlerin insanların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan her türlü politikaya karşı olduğunu vurgulayan Ata, şunları söyledi:

“Kadınlar sosyal medya aracılığıyla cinsel şiddeti, tacizi dile getiriyor ve bu bir şekilde yargıya ulaşıyor. Sosyal medyada yapılan tartışmalar yargının verdiği karardan dönmesine dahi neden oluyor. Kadınların yaşadığı her mekanda maruz kaldığı cinsel şiddeti dile getirmesi çok zordur ama kadınlar Me Too hareketiyle bunu dile getirdiler. Ben de cinsel şiddet mağduru kadınlarla buluştum; gözaltında cinsel taciz ve tecavüze yönelik bir hukuki yardım programının parçası oldum. 1998’de başladığım bu çalışma yıllarca devam etti. Asker ve koruyucu faillerle yüz yüze geldik, tehditler aldık ama bunu bırakmadık.”

Ekolojik tahribat ancak ekofeminizmle engellenebilir

Dünya ölçeğindeki ekofeminizm hareketlerinden de bahseden Ata, “Ben Batman vekilliği yaptım. Hasankeyf sular altında kalmasın diye kadınlar çok mücadele etti. Ama sular altında kalmasına engel olamadık. Eğer sular altında kalmasaydı bacasız bir sanayi gibiydi. Kadınlar bunu söyledi ama karşılık bulmadı. Ekofeminizm konusu doğa ve kadının sömürüsüdür. İnsanların doğaya davrandıkları gibi kadınlara davrandıkları ifade edilir. Ekolojik tahribat ancak ekofeminizmle engellenebilir. Hem ataerkiye hem de doğayı tahrip eden her türlü çalışmaya karşı koyan bir harekettir.” şeklinde konuştu. 

Savaşta sadece erkekler konuşuyor 

Kadınların sesinin kamusal alanda duyurulması gerektiğini söyleyen Ata, “Dünyanın tamamının etkileneceği bir riskin olduğu bir süreçte kadınların sesini duyamıyoruz. Uluslararası hukuk da tamamen erkek. Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldıran sözleşme ve anlaşmalar yetersiz. Bağımsız ve özerk olan kadın kazanımları ulus devletler için bir tehdit.” dedi. 

İktidar insan haklarını gözden çıkardı

İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararına da değinen Ata, “Sözleşmeden çıkmak, AİHM kararlarını tanımamak çağdaş dünyayla bağını koparmak anlamına gelmiyor mu? İktidar giderek aşırı sağa çekilmiştir. Farklı din ve kültürde olan başka ülkelerde de çekilme tartışması başladı. İktidar aşırı sağ ve dinci desteğin karşısında insan haklarını gözden çıkarmıştır. Ama uluslararası belgelere bağlı olmalıyız, altına imza attıysak vatandaşa layık görmeliyiz. Biz buraya getirildikten 18 ay sonra AİHM iki önemli karar verdi. Ama AİHM kadınlar hakkında bir karar vermeyi aklının ucundan geçirmiyor. Ortaya koyduğu kronoloji kadınların dikkatinden kaçmıyor.” diye konuştu. 

Ata, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kadınlar sadece eşitlikçi yasaların çıkması için değil, yasa çıktıktan sonra değişikliklerin hayata geçmesi için de mücadele vermek zorundalar. Binlerce yıllık geçmişi olan ataerkilliğin değişime direndiği görülür. Bu nedenle radikal feministler, farklılığa dayanan bir eşitlik anlayışının yaygınlaşmasını istiyor. Ulusal ve uluslararası alanda yasal haklara kavuşmak ataerkiyi yok etmeye yetmese de önemli kazançlar olarak elimizde bulunuyor. Ben 'Toprağıma, önderliğime sahip çıkıyorum' kampanyası kapsamında da yargılanıyorum. Ben barışa sahip çıkıyorum. Barış ortamı olmadan kadın hareketini dahi yürütmek mümkün değil. Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi dahi yapamıyorsunuz. Kampanyamızı başlatırken ve Türkiye’yi yönetenlere bunu duyururken biz bunları söyledik. 

Sistemin bir alternatifi için mücadele ediyoruz

"Kürt kadınlar olarak Türkiye kadın hareketinin bir bileşeniyiz ama farklı bir gerçekliğimiz var. Kendi özgürleşmemizin peşinden giderken farklı zaman ve mekanlarda yaşananların izinde gidiyoruz. Egemenlik ilişkilerinin karakteri birbirine benzer. Bu nedenle erkek egemen mekanizmalara karşı çıkmak için kendi içimizdeki egemenlik mekanizmalarını da sorguluyoruz. Erkek egemenliğini bir sistem olarak tanımlıyoruz. Bununla mücadelenin ön koşulu bunu anlamaktır. Kadın ve erkek için kabul edilen geleneksel roller cesaretle çözümlenmeli. Yoksa anlaşılmayan bir sorunun çözümü için harcanacak çaba beyhude olur. Cinsiyetçilik sadece kadınların çözüm arayacağı bir sorun değil, erkeklerin de tartışması ve çözüm üretmek için mücadele etmesi gerekir. Sistemin bir alternatifi için mücadele ediyoruz. Bunun için kadının da erkeğin de egemenlik ilişkisinin mikro alanı olan ailenin de dönüşümü için yol almaya çalışıyoruz. Kaba bir eşitlik-özgürlük yaklaşımının doğuracağı sıkıntıları görmezden gelemeyiz. Sistem içinde yaşayan kadınlar ve erkekleriz. Hem kendimizi hem de toplumu değiştirme ve dönüştürme sorumluluğumuz var. Bu gerçeklikle 1990’lı yıllar kadınların kendisini sorguladığı yıllardır. Hem ulusal hem de sınıfsal sorunlar eksenli kadınlar sokağa çıkmaya başlamıştır. Kürt olarak ezildiğini ve sömürüldüğünü gören Kürt kadını, cinsiyetinden dolayı ezildiğini de görmüştür.  1999-2002 seçimleri kadınların kollaşmayla elde ettikleri statü, kadınların var oldukları tüm alanları etkilemiştir. Örgütlüyse geliştirmiş, değilse sağlamışlardır. Eşitlik ve özgürlük anlayışının bilinçle bütünleştiği bu dönem Kürt kadın hareketinin ideolojik mücadele ve arayışını ortaya koymuştur.” 

Kürt kadınların ulusal ve sınıfsal olarak maruz kaldıkları sorunlara karşı verdikleri mücadelede asla pes etmediklerine dikkati çeken Ata, “Küresel kadın örgütlülüklerinin de bir parçası olmuştur. Feminizm kadın bakış açısıdır diyoruz. Cinsel ve sınıfsal sömürü tüm kadınlar için geçerlidir. Kadınlar bu noktada ortak ses olabiliyorlar. Ama Kürt kadınların yaşadığı sorunların görmezden gelinmesi tercih ediliyor. Kimliğimizi ön plana çıkarmamamız isteniyor. Yaşamdan ve gerçeklikten kopuk bir feminizm anlayışı olabilir mi? Kürt kimliğine ve diline yönelik yasaklamalara sessiz kalmak kız kardeşliğini de sorgulatır.” dedi. 

Dünyanın erkek egemen sistemle yönetildiğinin farkında olduklarını aktaran Ata, “Kadınlığımızı ve Kürtlüğümüzü birbirinden ayrı yaşayabilir miyiz? Bizler ortak hareket etmeye çalışıyoruz. Birlikteliğimiz var, bu değerli ve önemli ama Kürt kadınların farklı sorunları da var. Ulusal taleplerimizin varlığı ve devletin yasakçı zihniyeti karşısında Kürt kadın hareketi olarak örgütlenmek durumunda kaldık. Türkiye kadın hareketinden taleplerimiz farklıydı. Dokunulanlarımız farklıydı. ‘Dokunma’ diye örgütlendik ve alanlara çıktık. Kadın olduğumuz için erkeklerden, Kürt olduğumuz için de Türkiye kadın hareketinden özerk örgütlendik.” şeklinde konuştu. 

Ata şöyle devam etti:

“Kadının bir irade olarak tanınması kendi örgütlülüklerini yaratmasıyla mümkün oldu. Bu deneyimler kadınların var olduğu her alana aktarıldı. Bunun için büyük bir özveriyle mücadele ederek özgün modellerini yarattılar. Kendimizi donattık ve eril zihniyete karşı mücadele ettik. Kürt kadın mücadelesi, kadınların bulunduğu tüm yapıları demokratikleştirmeye zorlayan çatışmaları beraberinde getirdi. Emeğini görünür kılma arzusu ve iradesini ortaya çıkarma arzusu temel motivasyon kaynağı oldu. Kadının eşit ve özgür olduğunu söylemekle buna karşı pratikte yaşanan çelişkilerle karşılaşıyoruz. Yüzleşmek bu noktada önemli. Kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesinin bir parçası olmak dünya kadın yürüyüşüyle başladı. İddianameye bakıyorum, biz sürekli talimat almışız. Hayır; bu bizim birikimimizdir, deneyimlerimizdir, mücadelemizdir. DÖK’ün olduğu süreçte bu dosyanın merkezinde olan 6-8 Ekim olayları yaşanıyor. Bu iddianamede de DÖK’ün açıklaması var, bu açıklama bayramlaşmaya davet. İddianamenin başından bu yana DÖK’ün tek paragraflık açıklaması var.” 

Yok edemezsiniz

Kürt kadın hareketi olarak Türkiye ve dünya kadın hareketine büyük bir miras bıraktıklarını vurgulayan Ata, “Kadınlarla birlikte çalışmak, doğruya işaret etmek beni çok heyecanlandırdı. KJA da böyle kuruldu. Kadınların çözüm masasına oturması için, resmi bir sıfatımızın olması için bir arzu vardı ama bugün iddianamede yer alanların bununla bir ilgisi yok. Biz kimseden talimat almadık. Çözüm Sürecinde kurulan bir yapılanmadır KJA. KJA kapsamında yaptığım konuşmaların bu dosyayla ne ilgisi var, 6-8 Ekim’le ne ilgisi var da dosyaya konulmuş? Biz kadınların bir araya gelmesinin tek nedeni vardı o da demokratik çözüm düşüncesi ve resmi bir kurum olarak kadın temsiliyetiydi. Ama olmadı, karşılayamadı ve KJA kapatıldı ve yerine TJA kuruldu. Yok edemezsiniz. Kürt kadınlar, erkeklerle birlikte içinde yaşadıkları toplumu dönüştürme çabasını veriyor. Bunun en temel göstergesi eşbaşkanlık sistemi. Kendilerini tarihin özneleri olarak kurma, dünyaya direnmeye, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde kendi teorilerini oluşturma hakkına sahiptirler. Kadınların karar alma ve uygulama süreçlerine katılmasının önündeki engeller kalkıncaya kadar mücadele sürecek.” diye ifade etti. 

Kadınlar barışın en etkili dinamiğidir

Kürt kadınların savaş ve şiddetin ne demek olduğunu iyi bildiğini vurgulayan Ata, şöyle devam etti: 

“Savaş, kan dökülen siyasettir. Savaş yürütülen siyasetin devamı olarak kabul edilmiştir. Barış ise savaş halinde olmamak olarak tanımlanır. Meşrulaştırılan savaşlar beraberinde buna karşı verilen mücadeleleri de getirmiştir. Zor da olsa bir şekilde var olmaya çalışan kadınlar, eğer örgütlülüklerini sağlayamamışsa savaş kararında olduğu gibi barış sürecinde de belirleyici olamamaktadır. Kadınlar barışın toplumsallaşmasının en etkili dinamiğidir. Kadınlar savaş süreçlerinde yaşadıkları zorluklar ve tecrübeyle hakikatin ortaya çıkması ve adaletin sağlanması için en etkili örgütlenmelerin misyon sahibi olarak barış süreçlerinde belirleyici olabilmeli ve bunun için mücadeleyi sürdürmelidirler. 

"Savaş ve çatışma ortamında toplumun tüm bileşenleri zarar görür; barış aktivistleri de yasal olmayan yöntemlerle etkisiz hale getirilmeye çalışılır. Kadınlar bir mülk olarak görülüyor, bedenleri de bir işgal alanıdır. Bu gerçeklik bir yana kadınlar savaş döneminde erkeklere tanınan toplumsal rollerin hepsini üstlenmek durumunda kalırlar. Savaş ve barış başladığı an kadınların mücadelesi de başlamaktadır. Kadınların çözüm ve barış süreçlerinde yer almaları eşitlik ilkesiyle doğrudan bağlantılı. Çünkü kadınlar toplumun yarısını oluşturur. Bu dosyada yargıladığınız kadınlar, bulunduğumuz coğrafyada bu sürecin içinde yer almış örgütlenmiş yüzlerce kadından belki de sadece bir kaçıdır. Kadınların sürece dahil olması barışın kalıcı olmasında doğrudan etkilidir. Bu noktada bizim sürecimiz açısından yapılan çalışmalar yol gösterici olmuştur. Eşitlik ve özgürlük talebinde bulunmaya ve barışı sağlama mücadelesi vermeye reva görülenin cezaevi olması dolayısıyla ben ve arkadaşlarımız karşınızdayız. Yargılanan ilk kadın değilim.”  

43 kadın kurumunun kapısına kilit vuruldu

Kayyım atamalarının son derece planlı olduğunu vurgulayan Ata savunmasına şöyle devam etti:

“Neredeyse bütün belediyeler, ürettikleri hizmetin yanında kasalarına para bırakmıştır. Yapılan incelemelerde hiçbir belediyede usulsüzlük tespit edilmemiştir. Eşbaşkanlığı yaygınlaştırmayı hedeflemiştir yerel çalışmalar. Yerel yönetimler alanında özgün çalışmalar yapılmıştır. Toplumsal ekonominin kadın eksenli örgütlenmesine yönelik çalışmalar yürütülmüştür. Kadınlar büyük emek harcadılar. Egemenlikten vazgeçmek, iktidar alanını kadınlara devretmek o kadar kolay olmadı. Büyük bedeller ödendi. Kayyımlar atanmadan önce hükümet demokratik ve eşit seçimle göreve gelen kadınları illegalize ederek tutuklamıştır. Görevden alma ve tutuklamaların ardından kadın politikalarıyla birlikte HDP’nin ve diğer öncü partilerin geliştirdiği kadın kurumları hedef alınmıştır. 

Akıl almaz bir kadın düşmanlığı görüyoruz

“Belediyelere kayyım atandığında ilk yönelinen kurumlar kadın kurumları oldu. 43 kadın mekanının kapısına kilit vuruldu. Akıl almaz bir kadın düşmanlığı görüyoruz. Kadınların adlarını taşıyan sokaklar değiştiriliyor, kurslar kapatılıyor. Belediyelerin gaspını izleyen süreçte en önemli hedef kadın özgürlükçü yerel pratiğimiz olmuştur. Kadın politikalarının içi boşaltılarak amacının dışında kullanılmıştır. Kadın eşbaşkan ve kadın politikalarıyla ilgili tüm bilgiler belediyelerin web sitelerinden çıkarılmıştır. Bununla hafızasızlaştırma politikası uygulanmıştır. Bunlar iktidarın istediği ölçüde yeni bir insan profili yaratma politikasıdır.  Kadının farkındalığını güçlendirecek her türlü mekanizma yok edilmeye çalışılmıştır.

“Ancak kadınların özgür ve özerk örgütlendiği zamanlardayız. Bu örgütlülük bir bütün toplumu değiştirecek ve dönüştürecektir. Tabii ki beklemeyeceğiz sınırları, sınıfları aşacağız. Dünya nüfusunun yarısıyız ve farkındayız savaş dönemlerinde ganimet olarak kabul edilen bir yarıyız. ‘Eşit işe eşit ücret’ diyen kadınlarla birlikte haykırdık. İspanya’da ‘eşitlikte bir adım bile geri gidilemez’ diyen kadınlarla birlikte yürüdük. Polonya’da kürtaj yasağına karşı siyah giyinmiştik, İsviçre’de eşitsizlik ve kadına yönelik şiddete karşı yürüyen kadınlarla birlikte sevindik, kadınların regl döneminde mabede girme yasağına karşı Hindistanlı kadınlarla birlikte mücadele verdik. Susmayacağız, korkmayacağız, itaat etmeyeceğiz, ‘kadına yönelik şiddete hayır’ demeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Tartışılması gereken kadınların ve kız çocuklarının Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşımının çok sınırlı olduğu gerçeğidir. Tartışılması gereken yöneticilik pozisyonundaki kadınların sayısının yüzde 20, parlamentodaki kadınların oranının yüzde 17 iken eşbaşkanlık sisteminin yasal güvence altına alınmasıdır. Tartışılması gereken kadın ve çocuklara yönelik şiddetin medyada yer alan şekli ve kullanılan dildir. Özgür olmamız gerekiyor. Prometheus'un tanrılardan alarak halka dağıttığı ateş bugün kadınların elinde tuttuğu meşale ile ölümsüzleşiyor. Kadın varsa umut vardır.”

Duruşma yarın Ata’nın savunmasıyla devam edecek. 

3 Mart 2022