
Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Sözcümüz Ayşe Acar Başaran, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik işgal girişimine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Başaran şöyle konuştu:
HDP'nin her yerde konuşulduğu ama HDP'nin sözlerinin bu kadar az takip edildiği bir süreç daha olmamıştır. Ama birebir bizim sözlerimiz tartışılıyorsa, bizim dinlenmemizin daha iyi olacağını düşünüyorum. Rojava'ya dönük işgal saldırısı ile ilgili olarak yapılan tartışmalara ve özellikle savaşın karşısında tavır gösterenlere yönelik saldırılara ilişkin basın toplantımızı gerçekleştireceğiz.
Bu savaş iktidarın kendini var etme savaşı
Biz bu tezkere konuşulurken de daha öncesinde Afrin işgalinde de defalarca belirtmiştik. Bu Türkiye halklarının savaşı değildir. Bu Türkiye halklarının geleceğine katkı sağlayacak bir savaş ya da işgal değildir. Bu, iktidarın kendini devam ettirme, iktidarını sağlamlaştırma, milliyetçi oyları konsolide ederek kendini bir süre daha var etme savaşıdır.
Mesele Kürt alerjisi üzerine kurgulanan Selefi, çeteci IŞİD kemeri oluşturma hayali
İktidar bu işgal kararını aldığı zaman birkaç şeye değinmişti. Bunlardan biri sınır güvenliğini korumaktı. Hepimiz şahitlik ettik, iktidarın da bunun karşısında bir argümanı yok. Rojava’nın, Kuzey Suriye’nin DAİŞ çetelerinden temizlenmesinden bugüne sınırın ötesinden bu yöne bir çakıl taşı bile gelmemiştir. Yani iktidarın iddia ettiği gibi bugüne kadar Türkiye’ye dönük herhangi bir saldırı olmamıştır. Ki olsaydı çarşaf çarşaf, liste liste açıklama yapardı. Burada mesele sınır güvenliğini korumak değildir. Burada mesele Hafız Esad’ın gerçekleştiremediği, Türkiye’nin de Kürt alerjisi üzerine kurguladığı bir Selefi, çeteci IŞİD kemeri oluşturma hayalidir.
Saldırının esas nedeni Kürt alerjisi
Bununla ilgili olarak iktidarın kurduğu bütün cümlelerden güvenliği sağlamak değil, oraya gidip kendini kalıcı olarak var etme, özellikle IŞİD’den temizlendikten sonra Rojava’da ortaya çıkan demokratik yönetimi ortadan kaldırma, halkların oluşturduğu bir arada yaşam umuduna bir saldırı sonucu çıkıyor. Bizler biliyoruz ki bunun esas nedeni iktidarın Kürt alerjisidir. İçte kayyımlar eliyle, partimize dönük saldırılarla, gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla gerçekleştirdiği bu amacı dışta da başta Kürtlerin kazanımlarına, Kuzey Suriye’de oluşan demokratik sisteme, şu anda bütün dünyada örnek olarak konuşulan bir arada yaşama sistemine yöneltmektedir.
İktidar Kuzey Suriye’deki işgal girişiminde IŞİD’le ortaklaşırken içeride ses çıkaranlara saldırıyor
İktidar bu operasyonun bir parçası olarak da IŞİD’i temizleme iddiasında bulunuyor. Ancak Süleyman Soylu'nun katıldığı bir programda IŞİD’le ilgili soruya verdiği cevap şudur, cümleleri gülerek söylemiştir: “Bir şey olmaz merak etmeyin. Dünyanın bunlardan ödü kopuyor. Bizimle ittifak etmelerinden başka bir şey söz konusu değil, sakin olalım, rahat olalım.” Bu cümleleri ifade ederken bir taraftan da Ankara’da IŞİD tarafından gerçekleştirilen saldırıda hayatını kaybeden 103 kişi anılıyordu. İnsanlar bu saldırıyı kınamak ve kaybettiklerini anmak için bir araya geldiklerinde bu anmalara çok sert bir şekilde müdahale edildi. İstanbul ve Bursa’da da birçok gözaltı olmuştur. Gördük ki iktidar daha önce olduğu gibi bu dönemde de bu Kuzey Suriye’deki işgal girişiminde IŞİD’le ortaklaşırken içerde de bunun karşısında kayıpları olanlara da müthiş bir saldırı gerçekleşmiştir.
"Terörden temizleyeceğiz" dedikleri yerlerde Kürtler, Ezidiler, Ermeniler, Araplar, Hristiyanlar, Keldaniler, Türkmenler yaşıyor
Yine iktidarın ortaya koyduğu bir argüman daha var. Bu da mülteci meselesi. Biliyoruz ki iktidar mültecileri iki şekilde kullanıyor. Birincisi AB'ye kendi işgal yaklaşımını, savaş siyasetini Kürt karşıtı siyasetini kabul ettirebilmek ve Türkiye’deki antidemokratik yaklaşımların üstünü örtmek için mültecileri koz olarak kullanıyor. Bir taraftan da Rojava’da bir Selefi kemerle demografik yapının değiştirilmesi için argüman olarak kullanıyor. Bakın iktidar cephesinden çokça açıklama yapıldı. Biz mültecileri götürüp güya “terörden temizlediğimiz yere yerleştireceğiz" deniyor. Ama o "terörden temizleyeceğiz" dedikleri yerlerde insanlar yaşıyor. Kürtler, Ezidiler, Ermeniler, Araplar, Hristiyanlar, Keldaniler, Türkmenler yaşıyor. Yani oradaki var olan halkları kendi yerlerinden ederek oraya buradaki mültecileri ya da belki de Türkiye’de besledikleri IŞİD çetelerini yerleştirme projesini hayata geçirmek istiyor.
Afrin'de IŞİD kalıntısı çeteler insanlık suçu işledi, benzer tablolar yaşacak
Biz bu örneği Afrin’de gördük, çokça da ifade etik. Biz Afrin’de demografik yapının nasıl değiştirildiğine hep beraber şahitlik ettik. Savaş devam ederken Suriye’'nin birçok yerinden gelip Afrin’de bir güvenli bölgede yaşayan insanlar Afrin’den çıkartıldı. Adına ÖSO dedikleri ama El Nusra, IŞİD, Ahrar uş Şam kalıntısı olan bu çeteler oradaki halkın malını yağmaladılar, büyük insanlık suçları işlediler. Bugün Kuzey Suriye’de önümüzdeki günlerde ortaya çıkabilecek tablolardan biri de maalesef bu olacaktır.
10'dan fazla sivil yaşamını yitirdi
Bu savaş ortaya çıkarken savaşın özellikle yaşam alanlarında olacağı, burada da sivillerin yaşamını yitireceği uyarısını iktidar çokça yapmıştık. Ama maalesef bu işgal girişimi başladığından bugüne 10’dan fazla sivil yaşamını yitirdi. Bununla da kalmadı dün Nusaybin’de 3, Akçakale’de 4 olmak üzere 7 vatandaşımız yaşamını yitirdi. Bunlardan biri de Suriyeli bir mülteciydi. Yani ülkesindeki savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen ama burada da bu savaşın sonucu yaşamını yitiren bir çocuktu. İşte savaş denilen şeyin sonucu maalesef ülkemizi sarmış vaziyette.
Canlı yayında şehirlerin bombalanmasını izleten iktidar barış sesini yükseltenleri gözaltına alıyor
Peki, biz bu uyarıları yaparken iktidar ne yapıyor? Canlı yayında şehirlerin köylerin bombalanmasını izletiyor. Bunu karşısında ses yükseltenlere, başta partimiz olmak üzere bütün muhaliflere hain damgası vuruyor. Yargı paketi görüşülürken, ifade özgürlüklerini kullananlara yargıyı bir sopa olarak kullanıyor. İşte bütün bunların sonucunda içlerinde basın mensuplarının da olduğu isimler gözaltına alınıyor. Jinnews muhabiri Beritan Canözer, Diken'in sorumlu yazı işleri müdürü Fatih Gökhan Diler, Birgün internet sorumlusu Hakan Demir ve bununla beraber onlarca kişi. EGM’nin yaptığı açıklamaya göre 78 ama biz biliyoruz ki sayı çok daha fazladır, birçok insana soruşturma başlatıldı.
Barışı savunmak suç değildir, canlı yayınlarda savaş propagandası yapmak suçtur
Yine bu savaş siyasetine, bu işgal siyasetine en nihayetinde ortaya çıkabilecek büyük insanlık dramına karşı ses yükselten HDK, DTK ve HDP eşbaşkanlarımız hakkında jet hızıyla soruşturma başlatıldı. Bu soruşturmaların gerekçeleri de örgüt propagandası yapma, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme. Biz, daha önce de çokça ifade etik. Barış savunuculuğu, barış propagandası suç olamaz. Uluslararası kanunlarda da suç olan aslında bütün TV kanallarında günün 24 saati canlı yayınlarda yapılan savaş propagandası.
En büyük savaş suçunu Cumhurbaşkanı ve bakanları işliyor
Bugün en büyük suçu iktidarın en tepesinde olan Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, diğer bakanları ve milletvekilleri yürütmektedirler. Bunlar açık bir şekilde savaş propagandası yapmaktadırlar. İktidarın kendi iktidarının devamlılığını sağlamak amacıyla giriştiği işgalde büyük savaş suçları işlenmektedir. Biz Afrin’de bunların örneğini gördük. Demografik yapıyı değiştirmek yani bir halkı kendi yaşadıkları topraklardan çıkarıp başka yerlerde yaşamaya zorlamak, Kürt halkını oradan sürerek oraya Arapları ya da farklı etnik kimlikleri yerleştirmek demografik yapıyı bozmaktır. Afrin’de yapıldığı gibi başka bir ülkenin topraklarına kendi bayrağını dikmek savaş suçudur. İnsanlığa karşı suçtur.
Savaş suçu işleyenlerle ilgili adım atmayan yargı iktidarın hukuk komisyonu olduğunu kanıtladı
Aslında yargının bunlarla ilgili adım atması gerekirken, iktidarın hukuk komisyonları olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bugün yargı reformu konuşulurken güya kanunlarda bir takım değişiklikler yapılarak ifade özgürlüğünün önü açılacak denmesine rağmen, bu konuşulurken gösterilen pratik ortadadır ki bunlar tamamen bir perdeleme aracıdır.
Tehditlerinize rağmen barış mücadelemizi sürdüreceğiz
Bizler biliyoruz ki, tarihte çokça örneğini gördük, Hayata Dönüş operasyonunda da, Zeytin Dalı operasyonunda ve yine yargı ‘reformu’ çalışmasında, en son da Barış Pınarı denilen bu işgal girişiminde ses yükseltmekten başka bir yolumuz ve çaremiz yoktur. Bizlere gözaltını bir tehdit olarak gösteren, yargıyı Demokles'in kılıcı gibi kafamızın üzerinde sallandırıp bize cezaevlerini gösterenler, her gün yayınlarda bizi hain olarak damgalayanlar bilsin ki biz savaş siyasetine karşı durmaya devam edeceğiz. Gözaltına alınanlarla da dayanışmaya devam edeceğiz. İl ilçe örgütlerimiz, milletvekillerimiz, Türkiye’de savaşın sonuçlarını bilen savaşın etkilerini bilen savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunu en naif bir biçimde söyleyen tüm kesimlerle beraber mücadele etmeye devam edeceğiz.
İktidarın görevi cenazelere katılmak değil çözüm bulmaktır
İktidarın da görevi siviller yaşamını yitirdikten sonra cenaze törenine katılmak değildir. İktidarın görevi barış ortamını tesis etmektir. İktidarın görevi bir Kürt alerjisi ile Kürt düşmanı siyasetiyle ülkeyi savaş alanına çevirmek değildir. İktidarların görevi çözüm bulmaktır. barış ve demokrasi ortamını sağlamaktır. Bir partiyi doğruları söylediği için hedef göstermek değildir, cezaevleriyle terbiye etmeye çalışmak değildir. Bugün partimizde, işgal girişimi başlamadan önce Urfa ve Mardin başta olmak üzere, yani sınır hatları başta olmak üzere parti yöneticilerimiz, DTK delegeleri operasyonlarla gözaltına alınmış elimizdeki rakamlara göre 90’ın üzerinde gözaltı vardır. Bunun tek bir amacı vardır, iktidarın kendisinin karşısında yükselen sesi bastırma girişimidir.
Ölümlerin sorumlusu iktidardır
Yaptığı şey, politikalarını, tıpkı Kuzey Suriye’de olduğu gibi cebren, saldırıyla kabul ettirme yöntemidir. Bizler bunun karşısında durmaya devam edeceğiz. Bu savaş siyasetinin karşısında HDP olarak tek başımıza kalmış olsak bile barışın, çözümün sesini yükseltmeye devam edeceğiz. Ölümlerin sorumlusu iktidarın kendisidir. Bugün ortaya çıkacak bütün savaş suçlarının sorumlusu iktidarın ve bu işgali destekleyenlerindir. Bu suçtan bize saldırarak kurtulamayacaklar. Bugün olmayabilir. Bugün iktidarın kendilerine verdikleri güçle sesimizi kısabilirler. Bugün iktidarın verdiği güçle bu siyasetlerini devam ettirebilirler. Ama en nihayetinde bütün bu suçlarla ilgili olarak, sorumlulukları gereği hesap verecekler. Bugün iktidar hesap verme konumundadır. Hiç kimseden özellikle partimizden hesap soracak konumda değildir.
Bugün ses çıkarma günüdür
Türkiye’de barıştan, özgürlükten yana olanlara, demokrasiyi ve ortak yaşamı savunanlara; uluslararası alanda Rojava’da Kuzey Suriye’de Kürtlerin kazanımlarına saygı duyanlara sesleniyoruz: Bugün ses yükseltme günüdür. Sesimiz savaş tamtamları arasında çıkmıyor gibi hissetmeyelim. Bugün çıkan her barış sözcüğü iktidarın daha fazla geri adım atmasına, yaptığından pişman olmasına sebep olacaktır.
Meselenin çözümü çetelerle, tecavüzcülerle değil Kürtlerle müzakere etmektir
Yine iktidara bir kez daha sesleniyoruz. Gittiğiniz bu yol yol değildir. İçeride çözemediğiniz Kürt meselesini sınırın ötesindeki Kürtlere saldırı olarak kullanamazsınız. Bu meselenin çözümü içte ve dışta çetelerle, işbirliği yaparak değil, tecavüzcülerle işbirliği yaparak değil, bin yıllarca ortak kaderi yaşadığınız Kürtlerle oturup, müzakere edip barışmaktır. Kürtlerle barışmadan bir adım daha ileri gidemeyiz. Ülkenin her defasında daha da geriye gideceğini, bu savaş ve kaos ortamının ekonomik olarak da dış siyaset olarak da Türkiye demokrasisi olarak da büyük zararlarla karşı karşıya kalacağımızı bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
Soru: Trump'ın attığı tweetler var. 3 seçenek sundu, yaptırım, asker gönderme ve ara buluculuk. Nasıl değerlendirirsiniz?
Trump’ın ne dediğinden çok biz ne diyebiliriz konusu daha önemli. Bu topraklarda yaşayan halklar ve onların temsilcisi olarak ve Rojava’da yaşayan halklar olarak bu sorunu nasıl çözebiliriz diye konuşmamız gerekiyor. Maalesef gelinen ortamda bir ülkenin başkanı bizim iç siyasetimize, Türkiye siyasetine yön verir hale geldi. Bu da bizim kendi sorunlarımızı çözememiş olmamızın sonucudur. Türkiye’nin aldığı bu işgal kararının maalesef ki önümüzdeki süreçlerde Türkiye’nin bütün halklarına büyük bir fatura çıkartılacak bir sonucu olacaktır.
11 Ekim 2019