Azad Barış: Baskı politikalarına karşı direnç alanları kurmak gerekiyor

Eş Genel Başkan Yardımcımız Azad Barış'ın Mezopotamya Ajansı'na verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Azad Barış, “Apê Musa’ların açtığı yolda hakikatin izini sürenler, bugün de benzer şekilde baskılara, tutuklamalara maruz kalmaktadır. Baskılara karşı direnç alanları kurmak gerekir" dedi. 
 
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) her yıl yayımladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye’nin, 180 ülke arasında 157’nci sırada yer alıyor. Özgür Gazeteciler İnisiyatifinin (ÖGİ), verilerine göre ise Türkiye’de 139 gazeteci tutuklu. ÖGİ’nin Kasım ayı raporuna göre 8 gazetecinin evine baskın düzenlendi, 12 gazeteci gözaltına alındı ve bunlardan 4’ü tutuklandı. Kasın ayında 5 gazeteci saldırıya uğrarken 51 gazetecinin yargılanmasına da devam edildi. Yargılamalar sonucunda 12 gazeteciye toplam 45 yıl 15 gün hapis cezası verildi. 
 
Gazetecilere dönük baskıların hat safhaya ulaştığına dikkati çeken Halkların Demokratik Partisi (HDP) Basın Yayın ve Propagandadan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Azad Barış, baskılara karşı direnç alanlarının oluşturulması gerektiğini söyledi. 
 
BASINA DÖNÜK SALDIRILAR HAD SAFHADA
 
Bütün eleştirilere rağmen modern dünya tarihinin en önemli ortak değerlerinden birinin ifade özgürlüğü olduğunu belirten Barış, sistemin derin bir medeniyet bunalımı ve değer düşüş sürecini yaşadığını ve büyük yapısal krizlerle baş etmeye çalıştığını ifade etti. Sisteminin yapısal krizlerinin aynı zamana bir özgürlükler ve hürriyetler krizi olarak görmek gerektiğini dile getiren Barış, “Dünya genelinde meydana gelen hak ve ifade özgürlüğü ihlalleri hem bölgede hem Türkiye’de daha katmerli bir şekilde yaşanmaktadır. Nitekim ülkedeki krizlerin tamamını bu küresel krizlerin bir parçası olarak görmek gerekir. Ayrıca hem Türkiye hem de dünyadaki sağ popülist rejimlerin inşa süreçleri ve oluşturdukları baskıcı yönetim aygıtları bundan azade değildir. Ama gelinen aşamada mevcut rejimlerin mevcut sistem krizlerine yönelik çözüm planları olmadığı da başka bir hakikattir. Onun için buna karşı küresel çapta bir hak ve özgürlük arayışı mücadelelerinin baş gösterdiğine tanıklık ediyoruz” dedi.
 
GELİŞMİŞLİK DÜZEYİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜYLE ORANTILI
 
İfade özgürlüğü toplumda kanaat oluşumunun ve kamusal tartışmanın varlığını mümkün kılan ve söz konusu demokratik amaçların gerçekleşmesi için bir katalizör işlevi gördüğünü vurgulayan Barış, ifade ve düşünce özgürlüğünün sürekli tehdit altında olmasının ana sebebinin bundan kaynaklı olduğunu dile getirdi. İfade ve düşünce özgürlüğünün çağdaşlaşmanın temeli ve ülkelerin demokratik ve refah seviyesini belirlemenin temel ölçütü olduğunu sözlerine ekleyen Barış, “Bir ülkenin demokrasisinin gelişmişlikle ilişkisinin birebir ifade özgürlüğüyle orantılı olduğunu verili olgularla görüyoruz. Buradan hareketle modern Türkiye inşasından bugüne kadar ciddiye alınacak bir yolun kat edilmemesinin temel sebeplerinden biri de tam da budur. Türkiye her şeyden önce bu gerçeği artık görmeli ve bir şekilde içe dönük kavramalıdır. Çünkü ifade özgürlüğü aynı zamanda sosyal ve ekonomik gelişmenin de kapısını açan anahtardır. Başka bir deyimle, ifade ve düşüncenin serbestçe yarıştığı ortamlarda hem hakikatlere daha kolay ulaşma zemini oluşur hem de sorunların çözümü daha az maliyet ve ziyanla sağlanır” diye konuştu. 
 
GÜVENCE ALTINA ALINMADI
 
Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan bugüne, aradan geçen yüzyıllık süre zarfında ifade özgürlüğünün hiçbir zaman temel bir hak olarak güvence altına alınmadığını hatırlatan Barış, şöyle devam etti: “Kemalist rejim de otoriterdi, lakin kendi yasalarına uyar, kendi hukuk normlarına riayet ederdi. Ama maalesef bugün kendi yasalarına bile riayet etmeyen, liberal modern devlet ilkelerini bile göz ardı eden bir baskı ve faşizan sistemle karşı karşıyayız. Bütün baskıcı rejimler gibi, AKP-MHP iktidar bloku da benzer şekilde kendi rejimini inşa ederken, aykırı bütün sesleri bastırmaktadır. Bu hukuksuz uygulamaları konjonktürel ya da dönemsel olarak değerlendiremeyiz. Olan biten şey, inşa edilmeye çalışılan yeni rejimin, kurumsallaştırılmaya çalışılan faşizmin birer yönetim biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu rejim inşa sürecinin bir sonucu olarak bugün AKP-MHP iktidar bloku dışında kalan herkese karşı büyük bir baskı rejimi kurulmuştur. Bu baskı rejiminin sonucunda bugün aykırı bütün sesler ya cezaevine atılmış, ya ülkeyi terk etmek zorunda kalmış ya da bir bütün olarak sessizleştirilmiştir.”
 
BASIN VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ AYRILMAZ
 
Basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulayan Barış, bazı meslek guruplarının ifade özgürlüğünün mevcudiyetine ve doğrudan kullanılmasına dayandığı için daha çok önemli olduğunu bu meslek guruplarının başında gazeteciliğin geldiğini anımsattı. Bir devletin hukuk devleti olabilmesi için temel hak ve özgürlükleri güvence altına almış olması gerektiğini sözlerine ekleyen Barış, bu mekanizmanın Türkiye’de işlemiyor olması nedeniyle başta muhalifler ve Kürtler olmak üzere her gün envai çeşit hak ihlaliyle karşılaştığını söyledi. Türkiye hem basına dönük baskılar hem de özgürlükler anlamında üçüncü dünya ülkeleri kategorisinde yer aldığını dile getiren Barış, AİHM nezdinde ifade özgürlüğü ihlalleri nedeniyle en çok mahkumiyet alan ülkelerden birinin Türkiye olduğunu anımsattı. 
 
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ YOK
 
İktidarın bütün basını zapturapt altına almaya çalışması, basın özgürlüğü konusunda pembe bir tablo çizerek bariz bir riyakarlık ve kendi baskıcı karakterini yansıtma hali olduğunu belirten Barış, sözlerini şöyle sürdürdü: “’Hayır, basın özgürlüğüne müdahale yoktur, basın özgürdür’ söylemleri de baskıcı rejim refleksinin bir sonucudur. Bu durum, basına yönelik tehditleri teyit etmektedir. İktidarların basınla kurdukları ilişki, onların bir bütün olarak toplumla ve özgürlük alanlarıyla kurdukları ilişkileri kristalize etmektedir. Nazi Almanya’sı ve Goebbels örneği, bütün baskıcı rejimlerin ilham kaynağıdır. Eğer bir ülkede basın özgürlüğü yoksa orada ifade özgürlüğünden, akademik özgürlükten ve bir bütün olarak özgürlüklerden bahsetmek mümkün değil.” 
 
‘KARŞI DİRENÇ KURMAK GEREKİR’
 
2017 yılındaki referandumdan sonra hayata geçirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yeni bir rejimin kendisine tekabül ettiğini dillendiren Barış, şunları söyledi: “Bu sistemde basın, akademi gibi kurumlar ‘düşman’ ve yok edilip kontrol altına alınması gereken kurumlar olarak düşünülmektedir. İktidarın bu yeni epistemolojik inşasının dışında kalan herkesin de dolayısıyla kontrol altına alınması gerekmektedir. Gazetecilere dönük baskıları bu çerçeveden değerlendirmek ve bu baskı politikalarına karşı direnç alanları kurmak gerekir. Darbe teşebbüsünü ‘lütuf’ sayıp, onu da kendi politik programını hayata geçirmek için istismar eden iktidar, son 3 senedir onlarca muhalif basın platformunu kapattı, yüzlerce kişiyi cezaevine koydu ve binlerce kişiyi mağdur etti.” 
 
‘ÖZGÜR BASIN VARLIĞINI KORUYOR’
 
İktidarın baskı politikalarına hala göz yummayan, biat etmeyen bir direnişçi basın çizgisinin olduğuna vurgu yapan Barış, baskının olduğu yerde direnişinde olduğunu bu adeta bir fizik kuralı gibi olduğunu söyledi. İktidar kendi varoluşunu sürdürmek için baskıya, tutuklamaya ihtiyaç duyduğunu sözlerine ekleyen Barış, iktidarın baskılarına karşı baş eğmeyen ve hakikatin izinden dirençle koşan basın geleneğinin güçlü bir şekilde varlığını koruduğunu ifade etti. Özgür basın kurumlarının sadece AKP-MHP iktidarında değil, kurulduğu günden bu yana, bütün rejimlerin, bütün hükümetlerin hedefinde olan kurumlar olduğunu da hatırlatan Barış, sözlerini şöyle tamamladı: “Bilindiği gibi 3 Aralık 1994’te bombalanan Özgür Ülke gazetesi bu ülkede özgür basına yönelik saldırıları kristalize etmektedir. Aradan geçen süre zarfında binlerce özgür basın emekçisi, gözaltına alındı, tutuklandı yahut katledildi. Apê Musa’ların açtığı yolda hakikatin izini sürenler, bugün de benzer şekilde baskılara, tutuklamalara maruz kalmaktadır.” 
 
MA / Erdoğan Alayumat

8 Aralık 2019

Etiketler: #azad barış