Başaran: 2022 kadın ittifakı ve dayanışmasını güçlendireceğimiz bir yıl olacak

Kadın Meclisi Sözcümüz Ayşe Acar Başaran'ın JinNews'e verdiği röportaj:

Türkiye’deki bir yıllık kadın mücadelesini ve siyasi atmosferi değerlendiren HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, 2021 yılında kadınların mücadeleyi büyüttüğünü belirterek, 2021 yılını iktidarın sonunun başlangıcı olarak tarifledi.  

Türkiye’de kadın mücadelesi açısından 2021 yılı önemli gelişmelerin yaşandığı ve mücadelenin büyütüldüğü bir yıl oldu. Büyüyen kadın direnişi, iktidarın baskısına maruz bırakıldı. Bir gecede fes edilen İstanbul Sözleşmesi’nden, nafaka tartışmalarına, fiilen uygulamadan kaldırılan 6284 sayılı yasaya kadar bir çok yasal kazanım gasp edilirken, kadın hakları için mücadele eden kadınlar ağır cezalara çarptırılarak, tutuklandı. Geri adım atmayan kadınlar, 2022’yi ortak mücadele ile direnişi büyüttükleri ve erkek egemen sisteme karşı zaferi kuşanacakları yıl olarak karşılamaya hazırlanıyor. 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, 2021 yılında büyüyen kadın mücadelesini değerlendirdi.

*Geride bıraktığımız 2021 yılını hangi cümlelerle ifade etmek istersiniz? 

Türkiye’de uzun bir süredir yıllar birbirine çok benziyor. İkili bir benzeme hali var. Birincisini, 2015 yılından bu yana sistematik bir saldırı yılı olarak değerlendirebiliriz.  Kadın kazanımlarına, Kürt halkının kazanımlarına saldırı, her gün biraz daha demokrasi açısından geriye gitme ama bir de bu yılın üstüne eklenen büyük bir ekonomik buhran, ekonomik kriz vardı. Türkiye açısından bir gece yarısı, bir erkek kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme yılı olarak tarihe geçti. Yine dediğim gibi ekonomik krizin en derinden hissedilmesinin başlangıcı olarak tarihe geçti 2021 yılı. Bu kadar kötü bir tablonun yanında bir de mücadele yılı olarak tarihe geçti. 2015’ten bu yana bir taraftan saldıran bir taraftan da ısrarlı, kararlı bir direniş, mücadele geri adım atmama hali vardı. Bence 2021 yılı tam böyle bir yıldı. Mücadeleden vazgeçmeme, geri adım atmama ve bunun en nihayetinde de iktidarın çöküşünün belirtilerinin en net görüldüğü yıldı. Onun için bir taraftan mücadele, bir taraftan direniş, bir taraftan saldırı ama en nihayetinde iktidar cephesinden de sonun başlangıcı olacak bir yıl olarak tariflenebilecek bir yıldı.  

*HDP olarak gerek yayınladığınız deklarasyonlar gerekse de Kadın Meclisi olarak başlattığınız kampanyalarda ülkedeki temel sorunlara ve kadınların maruz kaldığı sorunlara dikkat çektiniz. Bu çalışmalarınızla halka yanıt olabildiniz mi? Çalışmalarınızın karşılığını alabildiniz mi?

Yüzde yüz yanıt olduk dersek eksik kalmış oluruz. Partimiz her zaman eleştiriye açık ve özeleştiri veren bir parti. Biz hiçbir zaman kendimizi tamamlanmış ifade etmeyiz. Bence bu da beraberinde iktidarlaşmayı, güç zehirlenmesini getirir. Bunun için biz her zaman eksik kaldığımızı düşünüp tamamlamaya çalışırız. Ama 2021’in bence çok önemli birkaç hususu vardı. Uzun bir süredir partimize yönelik sistematik saldırı planı vardı. 2014’te çöktürme eylem planı, çöktürme eylem planının toplumsal ayağı nasıl ki vardı savaş ayağı da bunun bir parçasıydı göç ettirme, şehirlerin yıkılması bu çöktürme eylem planının bir ayağı da aslında politik demokratik siyaseti ortadan kaldırmaktı ve sistematik bir saldırıyla yüz yüzeydik. Her gün tutuklamalar, gözaltılar, cezalar siyasetin dışına itme girişimleri hedef göstermeler ve en nihayetinde 2021 yılında iktidar gördü ki hiçbir saldırı bize geri adım attırmıyor. Aslında her defasında biraz daha toplumla bir aradalığımızı artırıyoruz. Bu ülkede toplumsal ihtiyaçları giderebilecek bir alternatifiz ve toplumun bütün krizlerini gören ve bunun için mücadele eden bir partiyiz. Tam da bu nedenle 2021 yılı parti kapatılmanın da tartışıldığı bir yıl oldu. Belki Türkiye demokrasisi açısından bir kara leke ama Türkiye tarihi açısından da çok olağanüstü olmayan bir durum. Çünkü belki dünyanın birçok ülkesinden daha fazla parti kapatmalarının olduğu bir ülkede yaşıyoruz, bir coğrafyadayız. Tekrar işte parti kapatma tartışmaları karşısında partimizin yayınlamış olduğu deklarasyon, yürüttüğümüz çalışmalar bu kapatmanın başarılı olamayacağını da gösteren çalışmalardı. HDP’nin fikriyatı bir umut yarattı toplumun tümünde. İktidarlar toplumsal ihtiyaçları karşılayamadı. Öncekinden daha geniş olan AKP’nin tabanında büyük bir erime oldu. Yine bu ülkenin bütün kaynaklarını eskiten biraz daha geniş bir cepheye yaygınlaştırırken o çemberin biraz daha dar bir zümreye bütün ülkenin kaynaklarının peşkeş çekildiği, onların bütün ülkenin kaynaklarını tarumar ettiği tespiti bütün toplum açısından vardı. Yine bütün toplumun bir belirlemesi de bu iktidarın karşıtlık, milliyetçilik, nefret ve savaş politikalarıyla ayakta durduğu tespitiydi. Yine ekolojik krizin iktidarın politikaları sonucunda daha da derinleştiği vardı. 19 yıldır kadına yönelik uygulanan sistematik politikaların en nihayetinde artık kadın kırımına varan bir kadın krizini ortaya çıkardığını ifade eden bir toplumsal dinamik vardı. Engellilerle ilgili olarak engellileri kendi ideolojik bakış açılarına göre eve kapatan, onları toplumsal izolasyona maruz bırakan bir yaklaşım olduğu tespiti vardı.

Cezaevlerinin İmralı’da Sayın Öcalan’la başlayarak bütün toplumda yaygınlaşan tecrit yönteminin merkezi ya da başlangıcı olduğu tespiti vardı. Tüm bunların karşısında toplumun bu tespitleri karşısında çözüm yöntemleri de vardı ve iktidardan bir beklentileri yoktu. Deklarasyon buna cevap olan bir çalışmaydı. Bu ülkenin problemleri nasıl çözülür? Anladık ki iki blok var ve bu iki bloğun da gerçekten bu ülkenin temel problemleri ve nasıl çözülmesi gerektiği konusunda yeterince bir yoğunlaşmaları yok. Bir taraf zaten ret, inkar ve imha politikalarını esas alıyor. ‘Bu yüzyılda Kürtler statüsüz kalsın biz tekçi rejimi inşa edelim. 2023 hedefinde ‘Kadın, Kürt, Alevi, Êzidî olmasın kuracağımız yeni rejimde Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bu sefer daha başka bir tekçi rejimi inşa edelim’ perspektifi var. Bir taraftan da alternatifi olanın da aslında toplumsal hakikatlerin yeterince farkında olmayan birtakım çözüm perspektifleri var. İşte bunun için deklarasyon tam da bunun için hazırlanan bir metindi. Bu ülkenin temel problemleri var ve gerçekten bu temel problemlerin temel adresi de perspektif olarak HDP. Biz kadın çalışmalarında da bunu çok net bir şekilde gördük. Onlarca şehri ziyaret ettik, binlerce kilometre yol gittik, yüzlerce kadınla temas ettik ve aslında çok farklı kesimlerden kadınlardı. Bizim kendi kitle ve tabanımız değildi sadece. Belli iş kollarında, belli ekonomik seviyede olan kadınlar da değildi. Neredeyse temas etmediğimiz hiçbir kesim kalmadı. Toplamı ele aldığımızda Türkiye’deki bütün kadınlara bir şekilde ulaşmış olduk. Toplam şöyle bir tespit vardı ‘Geçinemiyoruz, özgür bir biçimde yaşayamıyoruz, kendimizi ifade edemiyoruz, kendimizi sürekli tehlikede hissediyoruz. İktidar bize daralttığı yaşam alanında boğmaya, kendine bağlamaya muhtaç etmeye, güvensiz bırakarak terbiye etmeye çalışıyor bütün toplam tespitte. Yine orada gördük ki iktidardan bir beklentileri yok. Çözümü HDP’de gören, oradan sesini duyurmaya çalışan, oradan politika üretilmesini bekleyen bir kesim vardı. Bu çalışmalar bize şunu çok net gösterdi; Türkiye’de bir siyaset değişikliğine, siyasetin yürütülüş biçiminde bir değişikliğe ihtiyaç var. Karşıtlaştırıcı, kutuplaştırıcı bir siyaset var ve bu siyaset tüm topluma kaybettiriyor. Ama en fazla da kadınlara kaybettiriyor. Çünkü savaşın, ekonomik krizin, izolasyon ve tecridin en büyük bedelini kadınlar yaşıyor ve bu artık toplumun kabul etmediği yöntem, siyaset biçimidir. Toplum artık daha demokratik, çözümü esas alan, kendi ihtiyaçlarını giderecek bir siyaseti talep ediyor ve bunda da adresi HDP’de görüyor.  2021 yılı bir dönemin turnusolüydü. Yani bir dönemi gösterdi. İktidarın 19 yıllık bütün politikalarının en görüldüğü yıldı ve ayrıca toplumun da bu politikalara ‘artık dur ’ dediği yıl oldu. 

*İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle feshedilmesi bu yılın önemli bir hak gaspı oldu. Bu kararı kabul etmeyen kadınlar bulundukları her alanı direniş alanına çevirerek itirazlarını yükseltti. Yine devam eden Danıştay başvuru ve kararları da mevcudiyetini oluşturuyor. Toplumsal bir sorun haline gelen bu fesih kararının ardından neler değişti? 

İstanbul Sözleşmesi bence bir sürecin halkalarından bir tanesiydi. İktidar bu tarihsel kazanıma bir anda yönelmedi. Bunun biraz tarihsel arka planı vardı. AKP’nin iktidara geldiği ilk günden beri hiçbir zaman kadın özgürlük perspektifi, kadın erkek eşitliği üzerinden bir yaklaşımı olmadı. İlk günden bu yana kadını aile içerisinde tanımlayan, sadece çocuk doğuran, erkeğe hizmet eden yani metalaştıran bir yaklaşımı vardı. Aslında süreçler içinde kadınların kazanımları gasp edildi. Nafaka tartışmaya açıldı, kürtaj şu anda Türkiye’de fiili olarak yasak. Belediyelerimize kayyımlar atandıktan sora eşbaşkanlığın hedef haline getirilmesi, kadın kurumlarının ya kapatılması ya işlevsiz hale getirilmesi ya da başına erkeklerin atanması, yine 2016 KHK ile binlerce kadının ihraç edilmesi, kadın kurumlarının kapatılması, kadın basın organlarının kapatılması bir sürecin nasıl ilerlediğini gösteriyor. Yine infaz yasasıyla kadın ve çocuklara karşı suç işleyenlerin serbest bırakılması, infaz yasasında ısrarlı bir şekilde çocuk istismarını meşrulaştıran, sürecin devamında gelen bir halkaydı İstanbul Sözleşmesi. Hukuken baktığımızda usulüne aykırı bir şekilde İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekildiği ilan edildi. Biz hala kadınlar olarak, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmeyi kabul etmiyoruz. Bu hukuki açıdan tartışmalı bir konuydu. Tabii ki Danıştay’a başvurular yapıldı ama biz bu meselenin politik bir mesele olduğunu biliyoruz. Onun için Danıştay’a başvuru yaparken, biz ve diğer tüm kadınlarla beraber alanda, meydanda mücadele etmeye devam ettik. Çünkü İstanbul Sözleşmesi iktidarın bir lütfu değildi, diğer tüm kazanımlar gibi. Ne kadınların seçme seçilme hakkı ne bugün tartışılan eşit temsiliyet meselesi, kadınların toplumsal yaşamda var olmalarının hiçbiri iktidarın, erkeklerin bir lütfu değildi. Kadınlar büyük bedeller ve emeklerle bu kazanımları elde etiler ve bir erkeğin inisiyatifiyle bunlardan vazgeçmiyor.

Kadınlar hala her yerde mücadele etmeye devam ediyor. Ama tabi bunun yansımasının nasıl olduğuna baktığımız zaman biraz geriye gitmemiz lazım. Hatırlarsanız pandeminin ilk zamanlarında bütün dünya bir kriz halini yaşıyordu. Ulusal ve eylem planlamaları hazırlanıyordu. Bizler o dönem defalarca söyledik ki, kriz ve savaş dönemleri kadınlar açısından kritik dönemlerdir. Çünkü savaşlar ve kriz dönemlerinde kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin en fazla arttığı, kadının istihdamdan en fazla çekildiği süreçlerdir. Hele ki evde kalma zorunluluğu varsa, evlerin kadınlar açısından en tehlikeli alanlar olduğu, en fazla şiddete uğradıkları alanlar olduğunu göz önünde bulundurarak acil eylem planı açıklansın diye defalarca çağrıda bulunduk. Kadın örgütleri de bulundu. Kendi cephemizden dayanışma ağları kurduk kadınlarla bir araya gelmeye çalıştık. İktidarın yarattığı güvensiz ortamı gidermek için mücadele etmeye çalıştık ama sadece bizimle olabilecek bir şey değil. Sonuçta daha konsept bir önlem alınması gerektiği çağrısını yaptığımız dönemde İstanbul Sözleşmesi tartışmaya açıldı. Ve doğalında erkekler şunu düşünmeye başladı, ‘İstanbul Sözleşmesi kadınları koruyan, kadınların yaşamın her alanında desteklenmesini hükmeden bazı maddeleri var bu ortadan kalktığında demek ki biz kadına şiddet uygulayabiliriz.’ Sanki bu suç değilmiş gibi, sanki erkekler bu suçu işlediğinde daha az ceza alacakmış gibi bir bakış açısıyla baktıkları için, kadın beyanı esastır üzerinden tartışmaya açıldığı için sanki kadının beyanının artık tek başına bir geçerliliği yokmuş gibi bir algı yaratıldığı için, kadınların gidebileceği mekanizmaların birçoğu İstanbul Sözleşmesi sonrasında bağlı 6284 sayılı kanunla oluşturulduğu için sanki bunların hiçbiri kalmamış gibi erkekler bu suçları çok rahat işlemeye başladılar. Bir güvence aldıklarını hissettiler.

Akabinde zaten infaz kanunuyla beraber de var olan düşünce toplum içinde daha fazla örgütlendi ve erkekler kadınlara karşı daha fazla kışkırtılmış oldu. 

Kadına yönelik şiddetin meşru alt zemini oluşturulmaya çalışıldı. Doğalında bu zihniyetle hareket eden iktidar, İstanbul Sözleşmesini bir tehlike olarak sunan, aile değerlerini ortadan kaldırdığını ifade eden, kadına yönelik şiddeti artırdığı gibi bir algı yarattığı için bunun hakimi, mahkemesi, yargısı da tam da buna paralel karar verme durumlarını geliştirdi ve daha az cezalara hükmetti ya da hiç ceza vermedi veya kadınlarla ilgili koruma tedbiri vermedi. Bu süreçte kadınlar için daha büyük bir fatura çıkartılmış oldu. Kadınlar pandemide mekanizmalara ulaşamadılar. Karakol karakol gezmek zorunda kaldılar. Herkes kendini yetkisiz ilan etti halbuki hala 6284 işler durumda, hala yerinde duruyor. Kadınlar tedbir almak istediklerinde kadınlardan deliller istendi. Kadın beyanı tek başına kabul edilmedi. Bunlar gibi aslında bir taraftan erkeği cesaretlendiren ve onların şiddetini meşrulaştıran bir politik ve toplumsal atmosfer oluşturulurken bir taraftan da yargının ve diğer mekanizmaların işletilmesi de bu şekilde durdurulmuş oldu. Bakanlık açıklamalar yaptı İstanbul Sözleşmesi’nden önce ve sonra, kadına yönelik şiddetinin azaldığı yönünde iddialarda bulundular ama bunların doğru olmadığını biliyoruz. Çünkü hem basına yansıyan hem de kadın örgütlerinin yaptığı araştırmalarda şiddetin arttığını aslında bu istatistiklerin sağlıklı bir şekilde tutulmadığını da gösteriyor bize. Bu kadar tarihsel bir kazanımın geri çekilmesi sonucunda erkekler sosyal medyadan yazmaya başladı ‘Bu sefer ne yapacaksınız, sizi ne koruyacak?’

Aslında yasal bir güvence yok ama varmış gibi bir algı oluşturuldu. Erkekler bu açıdan daha rahatlamış ve elleri güçlenmiş oldu. Aslında bu da erkekler ve iktidar arasında nasıl bir ittifak ilişkisinin de geliştiğini gösteriyor. Çünkü iktidar toplumu zapturapt altına almaya çalışıyor. Erkekleri de toplumda özgürlüğün öncülüğünü yapabilecek, toplumsal dönüşümü yapabilecek kadını şiddetle, zorla, baskıyla zapt altına alması için bir silsilenin parçası haline getirdi. ‘Suç işleyebilirsiniz’ dedi ‘Ben sizi koruyacağım. Başvuru yapılsa koruma tedbiri vermeyeceğim, kadınlar mahkemelere başvursa indirimlerle size kolaylıkla ceza almanızı önleyeceğiz. Ceza mı aldınız, cezaevine mi girdiniz merak etmeyin ceza infaz yasaları var sizi o ceza infaz yasalarıyla cezaevlerinden kurtaracağım.’ Tabi ki bir erkekte oluşabilecek düşünceyi düşünün. Sokak ortasında bir erkek gidip bir kadını zayıf gördüğünü düşünerek katletti. Bakın bu bence bütün politikaların bize gösterdiği en net resim. Kadın katledildiğinde erkeğin söylediği cümle, ‘Kimi öldürebilirim diye düşündüm, en zayıf olanı tercih ettim.’ Zayıf olduğunu düşünmesine kim neden oldu? Nasıl böyle bir algı oluştu? Erkek, nasıl bir kadını öldürmenin daha kolay olabileceğini düşündü? Bu iktidarın yürüttüğü politikanın sokağa, alana, kadına yansıması. 

*2021 yılı yasamasında görüşülen ardından ise Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından yürürlüğe giren 4, 5 ve 6’ncı Yargı Paketleri kadın ve çocuklar için iç açıcı şeyler vaat etmedi. Bu yargı paketlerinde istismar, taciz gibi ülkenin temel sorunlarından oluşan suçlarda ‘somut delil’ aranma hükmü getirildi. Bu yargı paketlerinin kadın ve çocuklar açısından getirisi ve götürüsü ne oldu? 

Türkiye’de iktidarın bir politikası var 2023 hedefi. 2023 hedefi arasında kadına biçtiği bir rol var. Ve bu rolü gerçekleştirmek için bence yasama bir araç haline getirildi. Az önce saydığım süreçleri ilerletme biçimi. Şimdi bir de Meclis’te Kadına Yönelik Şiddet Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun da sonuçları tıpkı boşanma komisyonundaki gibi olacak. Kadınların kazanımlarının gasp edilmesine yönelik bazı düzenlemelerle geleceğini biliyoruz. Burada aslında bir sürecin bir parçası olarak ilerleniyor. Biz biliyoruz ki tecavüz delili olmaz. Nasıl bir delil? Tam da bu nedenle kadın beyanı yeterli görülmüş ve ek bir delile, araştırılmaya gerek olmadığı ifade edilmiş. Çünkü zaten kadınlar bir tecavüze maruz kaldıklarında, çocuklar açısından da öyle, bunu ifade etmeleri çok kolay olmuyor. Bazen uzun süre kendilerine bile itiraf edemiyorlar. Tam da bu nedenle psikolog eşliğinde çocuklardan alınan ifadeler yeterli delil sayılıyor ve ek bir delile ihtiyaç kalmıyor. Bunu da ortadan kaldırmaya çalışıyorlar, yine kadını korumasız bırakarak. Kadın bedeni üzerinden toplumu kendi egemenliğine almaya çalışıyor. Sonrasında yine çocuk teslimiyle ilgili düzenlemede de benzer bir durum söz konusu son yargı paketinde. Çocuk tesliminde adliyelerde kurulacak birimler eliyle çocuklar teslim edilecek. Kadınların en fazla şiddete uğradıkları, katledildikleri mekanlar adliyelerin kapılarının önü. Bu kadar şiddetin üretilebileceği alanlarda kadınların çocukların tesliminde oraya yönlendirilmesi, yine bununla beraber çocuğun yararı gözetilmeden erkeğe kolaylık sağlamak için düzenleme getirdiklerinin göstergesi. İktidar şöyle düşünüyor, ‘Ben erkeğe nasıl bir kolaylık sağlarım.’ Sonuçta iktidarın en büyük ittifakı şu anki partisi değil. AKP- MHP ittifakının erkeklerle kurduğu daha geniş bir ittifak var. Onlarla kurduğu ittifak erkeklere her türlü kolaylığı sağlamakta ve kadınların da yaşamını 2023 hedeflerine göre dizayn etmekte. Yasama da biraz böyleydi. Erkek bir yasama geçirdik maalesef. 

*Kadına yönelik saldırılar hız kesmeden devam ederken, siyasi katliamlar da sürdü. HDP İzmir İl Binası’nda Deniz Poyraz’ın katledilmesi Kürt kadınına yönelik saldırının bir örneğiydi. Bu katliamın militarizmin desteklenmesi sonucu gerçekleştiği ve Kürtler şahsında ülkede ırkçılık ve ayrımcılığın yükselmesine yol açtığı söylenebilir mi? 

Başak Cengiz’i katleden kişi, “Ben Başak’ı zayıf gördüğüm için katlettim” diyordu. Erdoğan “Kadın erkek fıtratında eşitlik yok” diyordu. Nasıl ki iktidarın söylemi halkta, toplumda başka bir biçime dönüyorsa Kürtler ve ülkedeki diğer farklılıklar açısından da kullanılan her sözün topluma yansıması çok farkı oluyor. Mesela o erkek de aslında Deniz Poyraz’ı katleden şahıs da ilk ifadelerinde onu katliama götüren süreci anlatıp aslında bu meselede tek başına olmadığını göstermişti. Sürekli iktidarın nefret dilini üretmesi, Suriye’de çetelerle işbirliği yaptığı, o çetelerle bu kişinin nasıl bir irtibatı olduğunu, emniyetle yaptığı görüşmeler, partimizin önüne gelmesi ve ekonomik durumunun iyi olmamasına rağmen çok şatafatlı bir yaşam sürmesi o süreç içerisinde ve yine Deniz’i katlettikten sonra indiğinde polisin o kişiye yaklaşımı bize bir kez daha gösterdi ki Deniz’i katleden sadece o kişi değildi. Evet, tetiği çeken oydu ama onu o noktaya getiren, ona o ideolojik perspektifi veren, o olanakları sağlayan daha derin bir güç var arkasında. Bu da iktidarın ta kendisi. Ülkedeki üçüncü büyük şehrindeki bir parti binasına bir kişinin girip katliam yapmasına ses çıkarmayan, bununla ilgili tek bir değerlendirme yapmayan İçişler Bakanı’nın birebir bu meseleyle nasıl bir bağlantısı olduğunu bize gösteriyor. Bu kişinin jet hızıyla emniyet sürecinin tamamlanması ve jet hızıyla tutuklanması, irtibatta olduğu kimsenin araştırılmaması, bir şeylerin üstünün örtülmeye çalışıldığının net göstergesi.

Konya Katliamı da çok farklı ilerlemedi. Orada da aile ısrarla başvuru yapmasına rağmen failler korundu. Aile ‘katliam geliyor’ demesine rağmen adım atılmadı, koruma kararı alınmadı ve aslında bir katliamın önü açıldı. Bir katliam göz göre göre geldi. Deniz Poyraz’da da biraz böyleydi. Ama iktidar bunları örgütleyen esas güç, dinamikti. Çünkü her gün partimiz sistematik bir şekilde hedef haline getirildi. Her gün, her an. Halkın bazı duygularını da okşayarak, milliyetçiliği, militarizmi örgütleyerek partimiz her gün hedef haline getirildi. Şu an partimizin birçok ilinin kapısının önünde oturtulmuş kişiler var. Fail bunu söyledi zaten. ‘Ben oradaki çadırı gördüm, duygularıma yenik düştüm’ diye bir şekilde kısmen de olsa itiraf etti. Gerçekten daha demokratik ya da adil bir düzen içerisinde olsak o kişinin nerelerle bağlantılı olduğunu çok net bir biçimde görecektik. Ama ortaya çıkan tablo bile bağlantısını, ideolojik beslenme kaynağını çok net bir biçimde gösteriyor.

Bütçe görüşmelerini siz de takip etmişsinizdir. ‘Aklınızda ne kaldı bütün bütçe görüşmeleri sırasında’ derseniz yok. Ne vaat ettiler, neyi çözeceklerini ifade ettiler? Sadece gelip burada hamasi birtakım tartışmalar yürüttüler, partimize saldırdılar, partimizin politikalarını, cezaevindeki arkadaşlarımızı hedef aldılar. Bu halkın zihninde başka hiçbir şey kalmadı ki. Açın TV programlarını bakın, dolar 20’ye yaklaştı 15’i de aştı. Yılın sonuna kadar belki 20’yi de bulacak. Ne konuşuyor TV’ler, HDP. HDP ve HDP düşmanlığı, Kürt, kadın düşmanlığı. Aslında biz bütçede de bunu çok net hep beraber gördük. Bununla ayakta duran bir AKP var. Aslında failler 90’lı yıllarda kimse, binlerce faili meçhulün faili kimse, Cizre bodrumlarında insanları diri diri yakan kimse, 3 kadını Silopi’de katleden sonra da “terörist” diye manşete çeken kimse, Paris’te 3 kadını katleden kimse, Ekin Wan’ın çıplak bedenini teşhir eden kimse, Garibe’ye cinsel saldırıda bulunan, sistematik işkenceye maruz bırakan kimse aslında bunların toplam faili belli, tek. Fazla aramaya gerek yok, uzaklarda aramaya da gerek yok. Çünkü bu dönem bir taraftan milliyetçilik ve militarizm örgütleniyor, bir taraftan da kadın bedeni hedef alınıyor. Kadın ve kadın bedeni üzerinden aslında bir savaş yürütülüyor. Bu da dünya savaşlarında aslında çok görünmeyen bir yöntem değil.

*Garibe Gezer’in şüpheli ölümü sonucunda cezaevindeki siyasi tutsakların maruz kaldığı işkence bir kez daha gündeme geldi. Siyasi tutsakların ölümüyle topluma özelde ise Kürtlere nasıl bir mesaj verilmek isteniyor?

İktidar bütün başarısızlığının faturasını bütün topluma çıkarıyor. Cezaevleri de bunun bir parçası. Cezaevlerinde olan arkadaşlarımız toplumdan ayrı değil, mücadele eden, toplumun demokrasisi, barışı ve özgürlüğü için büyük bedeli göze alan arkadaşlarımız.  Bütün topluma çıkarılan faturanın bir benzeri de cezaevlerinde çıkarılmak isteniyor. 80’li dönemlerde de dışarıda sıkıyönetim içeride insanlık dışı uygulamaları gördük. Bu dönem de Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamalarla karşı karşıyayız.  Askeri nizamda sayım, tekmil, çıplak arama, sürgünler… Cezaevlerinde toplam ihlallerle beraber kadınlara daha özgün yaklaşım söz konusu. Nasıl ki dışarıda tecavüz ya da kadına yönelik saldırılar bir yöntem haline getirildiyse, İpek Er, Gülistan Doku, Hakkari’de son ortaya çıkan meseleler ve Van’da iki çocuğun uzman tarafından istismar edilmesinde gördük. Dışarıda kadın bedeni nasıl bir savaş haline getirildiyse cezaevinde de benzer bir uygulama olduğunu biliyoruz ve Garibe bunun bir örneğiydi. Tecavüz araçsallaştırılarak savaş haline getirildi. Cezaevindeki tutsaklara insanlık dışı uygulamalarla geri adım attırılmak isteniliyor.  Dirençleri ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.

Türkiye cezaevlerinde en büyük ihlal nedir diye baktığımız da tecridin kendisi.  Sayın Öcalan 1999 yılından bu yana İmralı’da tek bir hücrede ve ada hapishanesinde tutuluyor. Türkiye hukukunun hiçbir maddesi İmralı için geçerli değil. Uluslararası kanunlar İmralı’da geçerli değil. İmralı’ya özgü bir rejim uygulanıyor. Son 8 aydır Sayın Öcalan kimseyle görüştürülemedi. Spor saatlerinde volta atma, etkinlik saatlerinde sohbet etme gibi çok absürt ciddiyetsiz bir şekilde Sayın Öcalan’a disiplin cezaları verildi. Bir irade savaşının göstergesi. İmralı’da bugün nasıl bir irade savaşı veriliyorsa Türkiye cezaevlerinde tutsaklara iradelerini kırma, geri adım attırma politikası sürüyor. Hasta tutsaklar da tam da bu meselenin can alıcı yerinde duruyor. İktidar fiili bir idam rejimi uyguluyor. Birçoğu aslında eğer bilimsel, adil bir inceleme yapılsa hiçbirinin cezaevinde kalma koşulu olmadığını görecektir. Hiçbiri cezaevinde yaşamını idame ettiremez. Mehmet Emin Özkan’ın kamuya yansıyan görüntülerden bunu görüyoruz. Aysel Tuğluk’un hem avukatlarının, ailesinin hem bizim yaptığımız gözlemlerde cezaevinde kalamayacağı tespitini yapabiliyoruz. Halil Güneş bir kanser hastasıydı, kanser tedavisi gören bir tutsaktı.

Pandemi sürecinde hastane ve cezaevinin nasıl bir süreç yaratacağını herkes farkında ama tüm bunlar rağmen iktidar düşman hukukunu da geçen bir uygulama ile tabutların cezaevinden çıkmasına sebep oluyor ya da ölümüne en yakın zamanda tahliye ederek, dışarıda yaşamını idame ettirmesine engel oluyor. Bu da yetmezmiş gibi Garibe’de gördük, cenazeler üzerinden toplumsal bir cezalandırma yapıyor. Bu uygulamalar hiçbir inançta kabul edilmez. Ailelere kargo ile cenazeler gönderildi. Hangi inancın hangi temsilcisine giderseniz gidin cenazeyi kargo ile göndermek nedir derseniz, cevabı yok. Hukukta kişi yaşamını yitirdiğinde, dosyaları defterleri kapatılır ama AKP iktidarında öldükten sonra o defter kapanmıyor. Bir de o cenaze üzerinden intikam alınıyor. O cenaze üzerinden aileye ceza veriliyor. Taziye kurulmasına izin verilmiyor. Bu artık toplumun vicdanında açtığı yara çok derin ve bütün herkesin bu duruma karşı çıkması gerekiyor. Aysel Tuğluk parlamentoda görev yapmış bir kadın arkadaşımız ve bir hasta tutsak. Hiç kimse “ben bilmiyordum” diyemez. Birkaç gün içerisinde 4 kişi yaşamını yitirdi.  Toplumsal vicdanın bu duruma müdahale etmesi lazım. Bu durum artık politik bir meseleden çıktı. HDP’li olmasına ya da Kürt olmasına gerek yok. Vicdani olarak bu duruma dur denilmesi lazım. Çünkü artık toplum vicdanını kaybediyor. Toplum değerlerini kaybediyor. Buna hep beraber dur dememiz gerekiyor.

*Derinleşen ve ısrarlı tecrit politikaları yaşamı, siyaseti ve kadını nasıl etkiliyor? Çözümsüzlük dayatan bu ısrarın ana kaynağı nedir?

Sayın Öcalan üzerinde yürütülen politikalar sadece hukukla tanımlanacak bir mesele değil. Hem Sayın Öcalan’ın kendi rolü, ülkede yürütülen süreçlerde aldığı misyon sadece hukuki mesele olarak değerlendirmenin önüne geçen bir mesele. AKP iktidarının varlığının yürütmek için nasıl ki tekçiliği kurumsallaştırmaya çalışıyorsa bu ülkede savaş siyasetiyle de ayakta duruyor. Tam da bu mesele ile mutlak tecridin derinleşmesi yönünde tavır alıyor. İmralı'daki tecrit bir taraftan Güney’e yapılan saldırılar ve bir taraftan Rojava’nın sürekli var olan modelin hedef gösterilmesi… Bunlar hepsi bir konseptin sonucunda ortaya çıkan tablo.

Tecridin yarattığı atmosfer böyle bir çürüme siyasetini de beraberinde getirdi. Tecridin çoklu yansımaları olduğunu biliyoruz ama o kapının açılmasıyla başka bir atmosferin de yaratılacağını biliyoruz. 

*Vekilliği düşürüldükten sonra tutuklanan Leyla Güven ile yıllardır Kürt kadın hareketinin sembol isimlerinden biri haline gelen Ayşe Gökkan’ın tutuklanması ve kendilerine verilen cezalar kadın mücadelesini nasıl etkiledi? 

İktidar bir hedef koymuş önüne ve bu hedefin önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu engellerin en dinamiği kadınlar ve büyük bir kesimi de Kürt kadınları. İktidar rejimi tekleştirmeye çalışırken kadın mücadelesi, iradesi, gücünü de ortadan kaldırmayı hedefliyor. Tam da bu nedenle kadın mücadelesi suç olarak gösterilmeye çalışılıyor. Ayşe Gökkan belki bunun en açık örneği. Bir kadın katledildiğinde verilen ceza ile kadının siyaset yapması, mücadele yürütmesine verilen cezaya bakıldığında nasıl bir düşman hukuku işletildiğini görüyoruz. Ayşe Gökkan sadece kadın mücadelesi yürüttüğü için 30 yıl ceza aldı. Leyla Güven bir intikam operasyonu haline getirildi. Verdiği kadın mücadelesi, bu ülkede tecridin ortadan kaldırılması için girdiği açlık grevi ve verdiği sonuç, iktidar açısından bir intikam operasyonu yapma gereği kıldı. İktidar bir taraftan kadınları iradesizleştirmeye çalışırken, diğer taraftan direnenlere de verdiği cezalarla diğer kadınlara mesaj veriyor. Kadınlara; “Direnirseniz, mücadele edersiniz yeriniz dört duvar arası” diyor ama dört duvar arasında kadın arkadaşlarımız geri adım atmıyor. Hakikat mücadelesi verdiğinin farkındalar. Orada da mücadele etmeye devam ediyorlar. İktidar başarılı olduğunu ifade ediyor ama bir Leyla cezaevine giriyor dışarıda olan binlerce kadın, mücadelesini vermeye devam ediyor.

*Yılın en çok konuşulan ve konuşulmaya devam eden hukuksuzluklardan biri 6 yıl sonra davaya dönüşerek duruşma salonlarında görülmeye başlanan Kobanê Davası ile bu dava içeriği gerekçe gösterilerek başlatılan HDP Kapatma Davası’na dair neler söylemek istersiniz?

Bu duruma en güzel cevabı halkımız verdi. Binlerce sayfalarla savunma yazıp konuşabiliriz ama partimize dönük kapatmaya en büyük cevabı halk Newroz alanlarında verdi.  HDP’nin salt bir binadan ibaret olmadığı, bir fikriyat olduğu ve tüm kesimler tarafından benimsendiği ortaya çıktı. Newroz ile başlayıp “HDP’liyiz Her Yerdeyiz”, “Kadınlar için Adalet” ile devam eden sürece toplum kendisi cevap vererek “Buradayız” dedi. İktidarın “mecal” söylemlerine ise İstanbul Kongresi bir cevap verdi.  Biz bir kongre örgütledik ama iktidarın civardaki illerden taşımayla gerçekleştirdiği mitinglerden daha coşkulu bir kongre gerçekleştirdik. Bu da toplumun iktidara verdiği bir cevaptı. Halk, partimize kapatma davası ile Kobanê Kumpas Davası’nın hukukla hiçbir alakasının olmadığının çok farkında. Bunların içeriği Google üzerinden hazırlanmış iddianameler. HDP’yi toplumla birlikte savunacağız. En büyük cevabı iktidara halk verecek, bu halk duruşu ile verecek ve kapanan HDP olmayacak.  HDP fikriyatı kendini büyüterek ulaşamadığı yerlere ulaşacak ama kapanan AKP’nin siyasi hayatı olacak. Şu anda zor aygıtları ile bunu görünmez kılmaya çalışıyor ama bunu da artık başaramıyorlar. Bu faşizm ortasında insanlar, kendileri itirazlarını dile getiriyorlar ve iktidarın kırıldığı, defterinin kapandığı bir dönem olarak tarihe geçecek.

*Siyasi ve hukuki gelişmelerin yanı sıra askeri operasyonlar da devam ediyor. Kuzey ve Doğu Suriye ile Federe Kürdistan’a yönelik saldırılarını sürdüren iktidarın bir Garê pratiği de oldu. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Garê de insanlığa karşı suç olarak ortaya çıktı. Orada bir savaşta esir olanlar vardı, iktidar bir başarı hikayesi çıkarmak adına oradaki sivillerin can güvenliğini düşünmeden bir operasyon başlattı ve insanlığa karşı suç işlendi. Bugün Şengal’e dönük saldırılar, Güney’in işgali, Rojava’ya saldırılar iktidarın kullandığı kimyasal silahlarla bir biçimde artık yöntemini insanlığa karşı suça çevirdiğini gösteriyor. Kimyasal silah kullanılması, sivillere dönük saldırı uluslararası hukukta insanlığa karşı suç olarak tanımlanır. Uluslararası kurumların da hareket etmesi gerekirken, uluslararası kurumların sessizliği iktidarın pervasızlaşmasının önünü açıyor. Bugün bir sessizlik var ama iktidarın bu politikaları Türkiye hukukunda ve uluslararası hukukta yargılanması gereken suçlar haline geldi. İktidarın düşmanca politikalarının başarısızlığının bir göstergesi. Eskiden manşetlerle savaş naralarıyla toplumu konsolide edebiliyordu ama artık yapamıyorlar. Çünkü toplum da yoruldu. İktidarın bu politikası kendisini de tüketen bir politika haline geldi.

*Yine erkek zihniyetinin hakimiyet sağlamaya çalıştığı ancak kadın mücadelesinin de kendini gösterdiği bir yılda Meclis’te de yoğun kadın eylemleri gerçekleşti. Bu eylemler ile erkek vekiller şahsında tüm eril zihniyete nasıl cevap oldunuz?

Meclis ve yerel yönetimler, iktidarın en görünür olduğu yerler. Siyasetin merkezi ama siyasetin merkezinde HDP bunun mücadelesini veriyor.  Eşit temsiliyet, kadının rengi, kadın kazanımlarının savunulmasının mücadelesini veriyor. Meclis’in tümü neredeyse erkek fikri ile dizayn edilmiş bir durumda. Kadınlar olarak bunu kabul etmiyoruz. Dışarıda nasıl toplumun dönüşümü içerisinde yer alması gereken bir kesim olarak ifade ediyorsak, içeride de erkek egemen oluşumunu kabul etmediğimizi ve alternatifini üretmek için mücadele ettiğimizi ifade ediyoruz. Bunu dönem dönem eylemselliklerle, yaptığımız konuşmalarla ve kadın grubumuzun yaptığı çalışmalarla bunu dönüştürmeye de çalışıyoruz. Zor ama Meclis de bizim. Bu alanı dönüştürmeyi ve değişimi hedefliyoruz. 2022 yılında hem temsiliyetimizi arttıracağız hem de bu erkek egemen görünürlüğü kaldırmak için mücadele edeceğiz.

*Son olarak HDP ve HDP Kadın Meclisi olarak nasıl bir yol haritası çizdiniz? Mücadele hattınız ne şekilde örülecek?

Eksiğiyle fazlasıyla bir yılı geride bıraktık. Mücadele ettiğimiz, bir şekilde örgütlülüğümüzü büyütmeye çalıştığımız bir yıldı. Önümüzdeki yıl kendimizi örgütleyeceğimiz, kadınlarla bir araya geleceğimiz ve kadın dayanışmasının ittifakını genişleteceğimiz yeni bir Türkiye’yi, kadın özgürlükçü bir perspektifle inşa etmenin mücadelesini yürüteceğimiz bir yıl olacak. Kazanımlarımızı sahipleneceğiz ama kazanımlarını sahiplenen, savunan yerde değil inşa eden bir yerde öreceğiz. HDP kadın meclisi olarak değil, kolektif kadın mücadelesine inan bir partiyiz. 2022 yılı kadın ittifakını ve kadın dayanışmasını güçlendiren bir yıl olması için mücadele edeceğiz. Bize dayatılan faşizmi ortadan kaldıracağımız bir yıl olacağına inanıyoruz.

Röportaj: Dilan Babat-Öznur Değer

23 Aralık 2021