Başaran: Erkek zihniyetinizi sınırların dışına çıkaracağız

Kadın Meclisi Sözcümüz Ayşe Acar Başaran, basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi. İstanbul il örgütümüzde konuşan Başaran şunları söyledi: 

İmralı’da özel infaz rejimi uygulanıyor 

Değerli basın emekçileri bizleri izleyen değerli halkımız, hepinizi sevgi saygıyla selamlıyorum. Değerli halkımız 15 Şubat komplosunun 23’üncü yılına yaklaşırken her gün tercidin biraz daha derinleştirildiğini, yaşamımız üzerinde etkisinin daha da büyüdüğünü görüyor ve yaşıyoruz. 23 yıldır Sayın Öcalan üzerinde dönem dönem avukat, aile ve heyet görüşmesi yapılsa da mutlak tecrit devam ediyor. Son birkaç ayda yaşatılan tecrit bu 23 yılı da aşmış durumda. En son 25 Mart 2021 tarihinde Sayın Öcalan ile ailesinin yaptığı kısa bir telefon görüşmesi gerçekleşti. 25 Mart’tan bu yana Sayın Öcalan ile herhangi bir iletişim kurulamadı. Bunun hukuken değerlendirmesini yaptık, İmralı’ya özel bir infaz rejiminin uygulandığını ve bunun gittikçe cezaevlerinde bir yöntem ve uygulamaya çevrildiğini ifade ettik. 

Öcalan’ın topluma söyleyeceği çok fazla sözü var 

Tabii ki Sayın Öcalan üzerindeki tecridi sadece hukuk ve yasalarla tanımak eksiktir. Bu tecridin özellikle son süreçte AKP-MHP ittifakı sürecinde derinleştirilmesi Kürt sorununa yaklaşımın bir göstergesidir. Tecrit derinleştikçe çatışma ve savaş siyasetinin derinleştirildiğini, toplumun kutuplaştırıldığını, bütün bütçenin savaşa aktarılmasıyla toplumun yoksullaştığını, militarizmin cinsiyetçilikle örgütlendirilmesiyle kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin yaygınlaştırıldığını görüyoruz. 23’üncü yılında buradan bir kez daha sesleniyoruz: İmralı’daki tecrit politikasına bir an önce son verilmelidir. İktidar, son süreçte Sayın Öcalan üzerinde birtakım manipülasyonlar gerçekleştirmeye çalışıyor. Tekrar ifade ediyoruz, Sayın Öcalan’ın topluma söyleyeceği çok fazla sözü ve ifade edeceği çok fazla düşüncesi var. O yüzden bu tecridin bir an önce kaldırılması ve görüşmelerin yapılması gerekiyor. 

İktidar cezaevlerini ölüm evlerine dönüştürmekten vazgeçmelidir

Bu tecridin cezaevlerinde vücut bulduğunu defalarca ifade ettik. En son Gültan Kışanak arkadaşımızın verdiği demeçte de ifade ettiği gibi pandemi ile beraber, Mart 2019’dan bu yana cezaevlerinde zaten var olan zor koşullar daha da zorlaştırıldı. Tecridin daha da derinleştiğini kendi cümleleriyle ifade ediyor. Mart 2019’dan bu yana hücrelerinde ya da koğuşları haricindeki hiçbir tutsakla görüşmelerine izin verilmiyor. Son infaz değişikliğiyle birlikte kitap yasakları ve özellikle muhalif basının cezaevine girmesinin yasaklanması, tutsakların infazları dolmasına rağmen infazlarının yakılması uygulamalarıyla karşı karşıya tutsaklar. Bunlardan da daha önemlisi şu anda cezaevlerindeki hasta tutsakların durumu. 600’e yakın ağır toplam 1600 hasta tutsak bulunuyor. Sadece 2021 yılı içinde 7’si infazı ertelendikten kısa bir süre sonra olmak üzere 59 hasta tutsak cezaevlerinde iktidarın denetimindeki dört duvar arasında yaşamını yitirdi. İktidar ısrarlı bir biçimde hasta tutsaklarla ilgili adım atmama eğilimi içinde. Cezaevlerinde cenazelerin çıkması politikası yürütüyor. İktidar cezaevlerini ölüm evlerine dönüştürmekten vazgeçmelidir. 

ATK’deki hekimler İktidarın politikaları doğrultusunda karar vermekten vazgeçmeli

Hasta tutsaklardan bahsederken kamuoyunun gündeminde olan Aysel Tuğluk’un durumundan bahsetmek gerekir. Tuğluk, bütün yaşamını kadın mücadelesine, Kürt halkının özgürlük mücadelesine veren bir arkadaşımız. Tek istediği bu topraklarda eşit ve özgür bir yaşam iken, annesinin cenazesine yapılan saldırıdan sonra her geçen gün ilerleyen demans hastalığının pençesinde. Kocaeli Hastanesi “cezaevinde kalamaz” raporu vermesine rağmen ATK “cezaevinde kalabilir” raporu vermişti. Tıpkı diğer hasta mahpuslar gibi cezaevine geri göndermişti. ATK’deki hekimlere de seslenmek istiyorum: İktidarın politikaları ve eğilimleri doğrultusunda karar vermekten vazgeçin, hekimliğin etik değerleri çerçevesinde demans hastasının cezaevinde kalmasının hastalığını ilerleteceği görüşü bütün toplumun bildiği ve takip ettiği bir görüş. Siz de etik değerlere ve vicdanınıza göre hareket edin. İktidara göre hareket etmeyin. 

Cezaevlerinin gözü, kulağı, sesi olalım

Gültan arkadaşımız da ifade etmişti, sadece cezaevleriyle dayanışmayalım, biz cezaevlerinin gözü kulağı ve sesi olalım. Bütün kadınları bu konuda duyarlı olmaya çalışıyoruz. Tam da bu çerçevede altı bölgede kadın hukukçularla bir araya geliyoruz. Cezaevlerinde kadınlara yönelik özgün yönelimleri, Aysel Tuğluk şahsında hasta kadın tutsakları ve uygulanan işkence yöntemlerine karşı nasıl bir mücadele örülebileceğinin tartışmalarını yürütüyoruz. Çalışmalarımız, dayanışmamız ve ses olma çabamız devam edecek. 

Kadınlar yüksek yerlerden, evlerin balkonlarından düşerek yaşamlarını yitiriyor 

Cezaevlerinde kadınlar mücadele ettikleri için rehin tutulurken, onlarca yılla cezalandırılırken bu süre içinde kadın katliamları kadına yönelik vakaları hız kesmeden devam ediyor. Sadece 2022 ocak ayı içerisinde 26 kadın erkek şiddetiyle katledildi, 28 kadın intihar süsü verilerek şüpheli bir biçimde yaşamını yitirdi. Kadın katliamları kırım boyutuna gelmiş durumda. İktidar bunları önleyeceğine erkekleri teşvik eden, cinsiyetçiliği körükleyen yaklaşımından vazgeçmelidir. Erkeklerin son süreçte kadın cinayetlerini örtbas etme yöntemleri şüpheli ölümler, intihar süsü verilen ölümler. Sadece 2021 içerisinde 217 kadın şüpheli bir biçimde yaşamını yitirmiş. Kadınlar yüksek yerlerden, evlerin balkonlarından, pencerelerinden düşerek ya da itilerek yaşamlarını yitirmiş. 

İktidar şüpheli kadın ölümlerine intihar süsü veren erkeklerin yanında yer alıyor 

Konya’da 20 yaşındaki Melike Şahin birlikte olduğu Kadir Yalagöz’ün 4’üncü katındaki evinden düşerek hayatını yitirdi. Antep’te 22 yaşındaki Adile Kılınç yine 4’üncü kattan düşerek yaşamını yitirdi. Evde bulunan Çağrı Şaşmaz tutuklandı. İstanbul’da 30 yaşındaki Kübra Ece, yine bir binanın 4’üncü katından düşerek yaşamını yitirdi. O esnada evde 7 kişi gözaltına alındı. Kırıkkale'de 45 yaşındaki iki çocuk annesi Hayriye Ulusu, bir bagajda yaşamını yitirmiş bir şekilde bulundu. Bu cinayetler gerçekleşirken tabii ki iktidar bu şüpheli ölümlere intihar süsü veren erkeklerin yanında yer almaktan vazgeçmedi. Biraz hafızamızı tazelemekte fayda var. Çünkü bunlar tesadüf değil, bunlar olağan değil. Şule Çet, Duygu Delen yanlarında erkekler varken ne tesadüftür ki “düşerek” yaşamlarını yitirdi. Şule Çet 2018’de Ankara’daki bir plazanın 28’inci katından düşerek şüpheli bir biçimde yaşamını yitirdi. Sanıklardan Çağatay Aksoy ve Berk Akand tutuklandı. Daha sonra erkekleri aklayan yargı tarafından bu 2 kişi serbest bırakıldı. Ancak Şule’nin katledilmesini şüpheli gören ve bunu bilen kadınlar ses yükseltti, mücadele ettiler ve bu erkekler tutuklanmak zorunda kaldı. Çağatay Aksu’ya müebbet ve 12 yıl, Berk Akand’a 18 yıl ceza verildi. Ama kadınların mücadelesi olmasa bu erkekler intihar savunması yapacaktı, erkek yargı da bunu destekleyen bir biçimde erkekleri aklayacaktı. 

Erkek zihniyetinizi sınırların dışına çıkaracağız

Sadece şüpheli ölümlerde değil tabii ki iktidarın ya da yargının erkeklerin yanında durma hali. Nurcan Aslan’ın birkaç gün önce duruşması vardı, orada da gördük faillere iktidar indirim uygulamaktan vazgeçmiyor. Bu örnekte de erkekler cinsiyetçi yargının verdiği kravat indirimi ya da cezasızlıktan cesaret alarak kadınları katlediyor. Erkek yargı kadınlar söz konusu olduğunda, kadın mücadelesi söz konusu olduğunda ne yapıyor? Ayşe Gökkan örneğini ısrarla vermeye devam edeceğiz. Ayşe Gökkan kadın mücadelesi verdiği için 30 yıl ceza ile cezalandırıldı. Yine kamuoyuna da yansıdı, çokça açıklamamız oldu, “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” dedikleri için İranlı 4 mülteci sınır dışı edilmek isteniyor. Sadece İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmedikleri için İranlı mültecilere “Bu ülkede yaşayamazsınız” diyorlar. “Kadın mücadelesinin yanında yer alırsanız, bu sınırlar içinde sizi yaşatmayız, İran'da yaşam tehlikeniz olmasına rağmen sizi iade ederiz” dedi iktidar. İktidara sesleniyoruz, kadın mücadelesini yürütenleri cezaevlerinde hapsediyorsunuz, bunun karşısında kadınlar cezaevinde mücadele ediyor. Kadınları sınırdışı ediyorsunuz ama şunu net olarak bilin ki, sizin erkek zihniyetinizi biz bu sınırların dışına çıkaracağız. Sizin bu erkek zihniyetiniz, karşısında büyük bir kadın gücü bulacak. Şüpheli ölüm diye erkekleri aklamanıza, kadın cinayetlerini meşrulaştırmanıza izin vermeyeceğiz. Yine kazanımlarımızı gasp etmenize izin vermeyeceğiz. Bunu da buradan bir kez daha söylemiş olalım. 

Boşanan kadınların sadece yüzde 7’si resmiyette nafaka alıyor

Kadın kazanımlarına saldırının bir örneğini daha yaşıyoruz. Geçen yıl içerisinde İstanbul Sözleşmesi erkeklerin talebiyle geri çekildi. “Mağdur” diye adlandırılan erkeklerin talebi ile çocuk tesliminde düzenleme yapıldı, yine erkeklerin isteğiyle bugün kadınların en önemli kazanımlarından olan nafaka hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor. İktidar uzun süredir nafaka haklarını ellerinden alarak kadınları şiddet dolu yaşamların içerisinde hapsetmeye ve erkeklere bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Yoksulluk nafakası talebi olan dosyaların yüzde 82.9’unda kadınlar şiddete uğradığı için evlilik birliğini sona erdirmek ve evlilik birliğinde verdikleri emeğin karşılığı olarak nafaka istiyorlar. Boşanma davalarında kadınların yüzde 45’i herhangi bir gelire sahip değil. Yoksulluk nafakasının tüm dosyalardaki oranlarına baktığımıza yüzde 7. Yani boşanan kadınların sadece ama sadece yüzde 7’si resmiyette nafaka alıyor. Ama bunun fiiliyata çok daha az olduğunu biliyoruz. Bu nafaka ortalaması ne kadar biliyor musunuz? Sadece 287 TL. İktidar ne yapıyor? Magazinsel örnekler üzerinden algı yaratıyor. Sanki kadınlar nafaka almak için boşanıyorlar gibi bir algı yaratıyor. Sanki kadınlar yaşamları boyunca nafaka alıyor ve bundan zenginleşiyorlarmış gibi bir algı oluşturuluyor. Erkekleri mağdur göstererek bu mağduriyet üzerinden de 6 ncı yargı paketiyle nafaka düzenlemesini değiştirmeye çalışıyorlar. 

Nafaka yardım değil haktır

6’ncı yargı paketiyle beraber evlilik süresi kadar nafaka verilecek. Yani 3 yıl evli kalınmışsa kadın 3 yıl nafaka alabilecek. Bu yük erkekten alınacak. İktidar erkeklerin hakkını hukukunu koruma konusunda çok mahir olduğu için, bu 3 yıllık nafakanın bir buçuk yılını erkeğin ödeyeceğini; bir buçuk yılını da devletin ödeyeceğini iddia ediyor. Bu düzenlemeyi getirmeye çalışanlar bunun için de bir kaynak oluşturacakmış, bu kaynak toplumun vergisinden oluşturulacak. Devlet bu nafakayı ödeyecek mi, hangi koşullara bağlayacak dönüp diğer sosyal yardımlara bakmak lazım. Kaldı ki kadınlar yardım istemiyor, kaldı ki kadınlar erkekten sonra devlete de bağlı olmak istemiyorlar. Nafaka yardım değil, haktır. Kadınlar emekleriyle evlilik birliğine katkı sunuyorlar ve bu hakkın kendilerine verilmesini istiyorlar. Şu an yapılmak istenen nafaka hakları ellerinden alınarak kadınların boşanmasını engellemek. Kadınları erkeklere bağlayarak makul ve makbul kadın yaratmak için bu düzenlemeyi getirdiklerini biliyoruz. Kadınlar günlerdir bu konuda haykırıyor, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmediğimiz gibi nafaka hakkından da vazgeçmiyoruz. Nafaka haktır ve bu mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz. Biz HDP Kadın Meclisi olarak sokakta da mecliste de hakkımızı savunmaya devam edeceğiz. 

Ekonomik krizin en büyük faturasını da kadınlar ödüyor

Kadınlar bu kadar büyük bir yoksulluk pençesinde iken Türkiye’nin büyük bir ekonomik krizin içinde olduğunu görmek lazım. İktidarın yanlış politikaları ve tercihleri sonucu bütün halk bunun faturasını ödemek zorunda kalıyor. Her gün doğalgaz, elektrik faturalarıyla; marketten, pazardan, bakkaldan filelerimizin boş dönmesiyle bu faturayı nasıl ödediğimizin en yakın şahitliğini yapıyoruz. Bu yoksulluk bütün toplumu etkileyen bir mesele. Ekonomik krizin bütün topluma büyük bir etkisi olduğunu biliyoruz. Yoksulluğun kadınlaştığı bir süreçte ekonomik krizin en büyük faturasını da kadınlar ödüyor. En büyük yoksulluğu kadınlar yaşıyor. İlk gözden çıkarılanlar, ilk işten çıkarılanlar kadınlar oluyor her zamanki gibi. Bütün yaşamın yükünü alan kadınlar bu krizin en büyük etkilerini yaşıyor. Tam da bu nedenle Türkiye’nin her bir yanında kadınlar direnişin öncülüğünü yapıyor. Emeklerinin geleceği için kadınlar itirazlarını yükseltiyorlar. 

Kadınların bir günlük geliri bir ped parasına yetmeyecek düzeyde

Yaptığımız kampanyada da gördüğümüz gibi kadınların bir günlük geliri bir ped parasına yetmeyecek düzeyde. Kadınların bir günlük emeği yağ almaya yetmeyecek düzeyde. Kadınların bir günlük emeğinin karşılığı bir günlük elektrik faturasına, doğalgaz faturasına yetmeyecek düzeyde. İktidar algı operasyonlarıyla kriz yokmuş gibi bir yaklaşımla bu süreci geçiştiremeyeceğini bilmelidir. Toplum artık iktidarın bu politikasını çok yakından hissedip, bunu kabul etmeyeceğini her alanda ifade ediyor. Biz de Kadın Meclisi olarak bir kez daha ifade ediyoruz; mücadele eden bütün kadınların yanında olacağız. Mücadele eden bütün işçilerin emekçileri yoksulların yanında olacağız. 

Bu iktidarı gönderen kadınlar olacak

8 Mart’ta giderken daha çok kadınla bir araya gelmeye, mücadeleyi daha da ortaklaştırmaya, erkek egemen zihniyetin karşısında kadın direnişini, mücadelesini ve ittifakını büyütmeye devam edeceğiz. Bu iktidarı gönderen kadınlar olacak; yarattığı yoksullukla gönderecek bu iktidarı kadınlar. Yarattığı şiddetle beraber gönderecek bu iktidarı kadınlar. Yarattığı nefretle birlikte gönderecek bu iktidarı kadınlar. Bizler yeni yaşamı ve ittifakımızla 8 Mart’ta oluştuğumuz renklerimiz, birlikteliğimiz de, 25 Kasım’da yükselttiğimiz çığlıklarımız, zılgıtlarımız ve sesimizle bu ülkede yeni yaşamı kuracağız. Bu iktidardan beklentimiz yok, ama kadınlardan ve kendimizden beklentimiz var. Bir araya gelelim daha çok örgütlenelim, örgütlendikçe emeğimizi bedenimizi ve haklarımızı savunalım. Bütün kadınları ve halkımızı selamlıyorum. 

11 Şubat 2022