Başaran: Hukuk devleti olsaydı çocuk istismarını meşrulaştıranlar hakkında soruşturma başlatılırdı

Kadın Meclisi Sözcümüz Ayşe Acar Başaran, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Başaran, şöyle konuştu: 

Bugün Çerkez Soykırımı’nın yıldönümü. Buradan bir kez daha Çerkez Soykırımı’nda yaşamını yitirenlere rahmet diliyorum. Çerkez Soykırımı’nı kınıyor, taleplerinin karşılanmasını buradan bir kez daha ifade ediyoruz. 

Uzun bir süredir Türkiye ve dünya pandemiyle mücadele ediyor. Halk mücadele ediyor ama maalesef AKP iktidarı ısrarla söylediğimiz gibi pandemiyi, virüsü fırsata çevirerek kendi ideolojik ve problematik bazı yaklaşımlarını gerçekleştirmek, halkın iradesini gasp etmek ve kadın kazanımlarını yok etmek üzere siyaset yürütüyor. 

Çocuklara tecavüz edenler salınarak çocuğa koca olarak gönderiliyor 

AKP iktidarı dört yıldır, çocuk istismarcısı failleri evlilik adı altında salıvermek için çaba sarf ediyor. Bunun hazırlıklarını yapıyor. Peki kamuoyunda bu kadar meşrulaştırma çabası yürütülen çocuk istismarı yasası ne diyor? Buradan kamuoyunun takdirine bir kez daha sunuyoruz. Bu yasayla beraber aslında çocuk değil failler korunuyor. Bu yasayla beraber çocukları istismar edenler, çocuklara tecavüz edenler cezaevlerinden salınarak çocuğa, eve koca olarak gönderiliyor. 

Çocuklar ömür boyu kendilerine tecavüz edenlerle yaşamak zorunda bırakılacak 

Çocuk istismarı yasasıyla beraber henüz kendi kararını veremeyecek, olgunlaşmamış, uluslararası hukuka göre çocuk sayılan kız çocukları aslında bir biçimde evlere kapatılacak, eğitimden, toplumsal alandan uzaklaştırılacak. Çocuk istismarı yasasıyla 15 yaşındaki bir çocuk 30 yaşındaki birinin tecavüzüne uğradığında bu evlilikle sonuçlandırılırsa, ailelerin ve toplumun baskısıyla bu kişiyle evlendirilirse fail ceza almayacak, salıverilecek. Yani aslında çocuk istismarcıları, çocuklara tecavüz edenler bu yasa ile ödüllendirilecek ama çocuklar ömür boyu kendilerine tecavüz edenlerle yaşamak zorunda bırakılacak ve aslında bir biçimde cezalandırılacak. 

Çocuk istismarında Türkiye dünya üçüncüsü 

İstismar ve tecavüz vakalarında, çocuk istismarında Türkiye dünya üçüncüsü. Türkiye’deki davalar AKP’nin iktidar olduğu son 10 yılda 3 kat arttı. Cinsel suçların yüzde 46’sı çocuklara karşı geliştiriliyor. 2002’den bu yana 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yapmış. Yine 15 yaşın altında 15 bin 937 çocuk doğum yapmış. 

Kendisine 'profesör' diyen kişiler çocuk istismarını meşrulaştırıyor 

Çocuklara taciz ve tecavüz meselesi maalesef bu kadar yakıcı bir meseleyken, AKP iktidarının propaganda aracı haline gelen, AKP’nin toplumu hazırlama aracı haline gelen televizyonlarda, sosyal medyada kendilerine 'profesör' diyen, 'uzman' diyen kişiler çocuk istismarını meşrulaştırıyor. Çocuk istismarının toplumsal zeminini hazırlamaya çalışıyor ve maalesef söylemler, ifadeler toplum vicdanını derinden yaralıyor. 12-17 yaş arasındaki kız çocuklarının, okulda okuması evde sokakta oynaması gereken küçücük çocukların cinsel açıdan olgun olduğu söylendi, 'süper kadın' tanımlaması yapıldı. 

Hukuk devleti olsaydı çocuk istismarını meşrulaştıranlar hakkında soruşturma başlatılırdı 

Dün de en son bir partinin genel başkanı dedi ki “bizim daha önceki dönemlerde annelerimiz, anneannelerimiz 13-16 yaşlarında evlendiler ve çok mutlu bir yuva kurdular.” Bunun tahribatlarını hala yaşıyoruz. Halen kadınlar yaşadıkları vahşetin üzerlerinde yarattığı psikolojiden kurtulmuş değiller. Suç işliyor bu şahıslar ve devlet bunları suça teşvik ediyor. Demokratik bir hukuk devleti olsaydı bu kişiler hakkında ‘suç ve suçluyu övmekten’ haklarında soruşturma açılırdı. Eğer demokratik bir hukuk devleti olsaydı, çocuğun üstün yararını gözeten bir devlet olsaydı, gerçekten bu çocukların önümüzdeki dönemlerde sağlıklı bireyler olmaları için çaba sarf eder, bu kişilerin çıktığı televizyonlara RTÜK  tarafından yaptırım uygulanırdı. Ama maalesef RTÜK’ün tek derdi muhalif televizyonları para cezalarıyla sindirmek.  

AKP cunta iktidarı, tüm bakanlıkları da savaş bakanlığıdır 

Evet AKP sadece çocuk istismarını teşvik edip bunu meşrulaştırmak için çaba sarfetmiyor. Bir taraftan da kadına yönelik şiddetin bu kadar arttığı bir dönemde, kadına yönelik şiddet vakaları ile ilgili hala bir eylem planı açıklamamakta kararlı görünüyor. Çünkü AKP iktidarı meşru bir hükümet olmaktan çıktı. Toplumsal ihtiyaçları, çocukların, kadınların, yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak için çaba sarf eden bir iktidar değil AKP iktidarı. 7 Haziran’dan bu yana sivil görünümlü bir darbe iktidarı, bir cunta iktidarıdır artık.  Bütün bakanlıklar savaş ve propaganda bakanlığı haline gelmiş durumda. Bu bakanlıklar televizyon ve medya gücünü kullanarak yarattıkları milis güçlerle toplumun bütün kesimlerine saldırı geliştiriyorlar, Kadının tüm kazanımlarını yok etmek için zemin oluşturmaya çalışıyorlar, nefret söylemlerini bütün televizyon ve sosyal medya araçlarıyla yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Savaş bakanları da bunun uygulamasını gerçekleştiriyorlar. Savaş bakanları oluşturulan milis güçlerle, polislerle, askerlerle topluma biat ettirme, geri adım attırma siyaseti yürütülüyor. En son Ankara il binamıza yapılan saldırı bu yaklaşımın bir göstergesidir. 

Mağdur ve muktedir olma arasında çok ince bir çizgi vardır. Sırat köprüsü gibi kıldan ince kılıçtan keskindir. AKP uzunca bir süredir bu sırat köprüsünden geçemeyerek muktedir olma kararlılığına varmıştır. Mazlumdan ve mağdurdan yaratılan muktedir bugün postmodern darbeden söz ederken, darbe mağduriyeti üzerinden varlığını devam ettirirken, 28 Şubatçılar gibi bu darbe bin yıl sürecek anlayışıyla, bütün toplumsal muhalefeti ama başta kadınları, toplumu zapturapt altında tutup iktidarını devam ettirme siyaseti yürütüyor.  

Kayyım atarken adeta fetih politikası yürüttüler 

Bunun bir örneği de pandemi sürecinde özellikle halkçı, şeffaf, kadın özgürlükçü, ranttan uzak belediyelerimize karşı yürüttüğü saldırıyla bir kez daha göstermiş oldu. Daha salgının ilk günlerinde 8 belediyemize kayyım atandı, geçen hafta da 5 belediyemize daha kayyım atandı. Bunun daha önce gerçekleşen darbelerden bir farkını görmüyoruz. Darbeciler 28 Şubat’ta tankları caddelerde yürütmüşlerdi. 80 Darbesinde seçilmiş hükümet yerinden edilmişti, 27 Mayıs'ta başbakan asılmıştı ama bugün iktidarın yürüttüğü kendine göre 'mücadele' dediği ama halkı karşısına aldığı bu darbe rejimi 5 belediyemizi işgal etti. İşgal görüntüleri apaçık ortadaydı. Fetih politikasını yürüttükleri ortadaydı. Astıkları bayraklarla, belediyelere giriş biçimleriyle işgal ettiklerini tasdiklemiş oldular. Kayyımların ilk yaptığı da tek adam rejiminin simgesi haline gelen Erdoğan’ın fotoğrafını asmak oldu. Bununla halkın taleplerini yerine getireceklerini iddia ediyorlar. Mesele gerçekten mücadele olsaydı bu kurumların kapatılması nasıl açıklanacak? 

'Güçlendirilmiş' yerel yönetimden 'güç kullanma' anlayan bir iktidar var karşımızda 

Kayyımlar ilk geldiklerinde yürüttükleri ilk siyaseti hepimiz biliyoruz. Şeffaf belediyecilikten rantçı belediyeciliğe geçtiler. Halka hesap veren, bütün bütçesini her dönem harcamalarıyla beraber ifade eden, halka duyuran belediyelerden, faturalarla yolsuzlukların hırsızlıkların yapıldığı belediyeler haline geldiler. Kadın belediyeciliğinden, yani eşbaşkanlık sistemiyle yürütülen, toplumun yarısı olan kadınların ihtiyaçlarına göre yürütülen belediyelerden, kadın kurumlarını kapatan, kadın çalışmalarını durduran kadın müdürlüklere erkek atayan bir belediyecilik anlayışına geldiler. Ki hatırlarsınız, 2002’de AKP’nin seçim beyannamesinde güçlendirilmiş yerel yönetimlerden söz ediliyordu. 'Güçlendirilmiş'ten, güç kullanma anlayan bir iktidar var karşımızda. 

Kayyım rejimi ile kadın özgürlükçü siyaset yok edilmeye çalışılıyor 

Kayyımların ilk hedefinin her zaman kadınlar, kadın çalışması olduğunu çok iyi biliyoruz. Çünkü bu tekçi rejim karşısında alternatif üreten, bu tekçi rejim karşısında direnen, bu tekçi rejim karşısında büyük bir toplumsal güç yaratan kadınları sindirme politikası yürütüyorlar. Bir taraftan cinsel taciz, cinsel istismar yasalarıyla kadınları eve kapatma, tecavüzcülerle beraber yaşamaya zorlarken, infaz yasasıyla kadın düşmanı erkekler sokağa salınıp, kadın katliamları teşvik edilirken, kadınlar cezaevlerinde ölüme terk edilirken, kayyım rejimi ile kadın çalışmaları yok edilmeye, kadın özgürlükçü siyaset yok edilmeye çalışılıyor. 

Hiçbir biçimde uygulanmayan kadınların seçilme hakkı, eşbaşkanlık ile yerine getirildi 

Ve biliyoruz ki; Türkiye’de belki övünülen bir mesele, 1930’dan bu yana kadınların seçilme hakkı vardır. Bakın üzerinden kaç yıl geçtiğini siz hesap edin. Bugün geldiğimiz noktada, 2009 yılında bu belediyelerde maalesef sadece 85 kadın seçilmiş. Ve son seçimde, 2014 ve 2019 yerel seçimlerinde, bizim eşbaşkanlık sistemimizde, sadece yasalarda sözlü olarak bulunan, temsiliyetin sözde kaldığı ama hiçbir biçimde uygulanmayan, kadınların seçilme hakkı, eşbaşkanlık sistemimizle yerine getirilmiş oldu. 

İktidar kadınların mücadeleden uzak kalmasını istediği için onları eve kapatmak istiyor

Ama iktidarın kadınların siyasette var olmasını istemediğini çok iyi biliyoruz. Kadınların toplumsal alanda olmasını istemediğini çok iyi biliyoruz. İstemiyorlar, kadınların mücadeleden uzak kalmasını, kadınların yerel yöneticilikte bağı olmasını istemediklerini çok iyi biliyoruz. Onun içindir ki mağduriyetleri, emekleri üzerinde yükseldikleri kadınları, bir çırpıda tekrar evlerin içerisine kapatmaya, temsiliyetten uzaklaştırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Ortaya konulan sistemden uzaklaştırma çabalarının ne kadar aleni bir biçimde olduğunu görüyoruz hep beraber. 

Bu iktidarın darbe siyaseti bin yıl sürmeyecek çünkü karşısında kadınlar var 

Bunu yaparken de demokrasiden söz ediyorlar. Daha önce de darbeciler 'demokrasiyi getireceğiz' demişlerdi. Daha önceki darbeciler de 'bu ülkenin demokrasiye, özgürlüğe ihtiyacı var' demişlerdi. Daha önceki darbeciler de ilk olarak kadına saldırmıştı, daha önceki darbeciler de kadından başlayarak toplumu teslim almaya çalışmıştı. Ama bir kez daha hatırlatıyoruz; hiçbir darbe, 28 Şubat’ta dahil, bin yıl sürdüremedi darbesini. Bu iktidar da yürüttüğü darbe siyasetini bin yıl sürdüremez. Çünkü karşısında, virüs olmasına, faşist bir rejim olmasına rağmen direnen kadınlar var. Cezaevlerinde, sokaklarda, alanlarda, meydanlarda direnen kadınlar var. 

Çağrımızı iktidara değil tüm kadınlara yapıyoruz çünkü saldırı hepimize 

Biz çağrımızı iktidara değil, kadınlara yapıyoruz; biz daha önce mağduriyetimizle de gücümüzle de bir araya geldik. 28 Şubatlarda baş örtülü kadınlar darp edilirken, bizler bütün kadınlar tek ses olup, kadınların giyimine, yaşam tarzına, kadınların siyasette var olma hakkına kimsenin dokunamayacağını ifade ettik. Bugün de bütün kadınların bir arada olması gereken günlerdir. Çünkü bu saldırı sadece HDP’ye değil, HDP’li kadınlara değil, Kürtlere değil, Kürt kadınlara yönelik değildir. Bütün kadınlara, mücadele eden, direnen, kadın varlığını savunan, kadın siyasetini savunan bütün kadınlara saldırıdır. 

Kadınlara karşı tek yerden gelen bu saldırıya karşı biz de tek ve güçlü bir ses çıkarmalıyız 

Bütün kadınlara saldırı olduğunu da, birkaç gün önce örneklerle gördük. Canan Kaftancıoğlu, Feyza Altun, Ayşe Sarısu Pehlivan, bugün cezaevinde açlık grevinde olan Ebru Timtik ve daha yüzlerce kadın, AKP iktidarının saldırısı altında. Bu saldırı eğer tek yerden geliyorsa, bizim de hep beraber tek sesle bu saldırılara daha örgütlü daha güçlü ses yükseltmemiz gerekiyor. İktidar ilk defa kadınlara saldırmıyor, iktidarlar ilk defa kadın iradesini yok saymıyor. Ama dediğim gibi bizler mücadele ederek, bu saldırıları bir kez daha püskürteceğiz. Yeter ki 'yalnız değiliz' diyelim, yeter ki 'birlikte güçlüyüz' diyelim, yeter ki 'kayyımlar da kadın kazanımlarına saldırıdır', 'cinsel istismar yasası da kadın kazanımlarına saldırıdır', 'infaz yasası da kadın kazanımlarına saldırıdır' diyelim. Bugün televizyon televizyon gezip, kadınları nefret ve cinsel obje haline getiren söylemler de kadın kazanımlarına saldırıdır diyelim. Kadın kazanımlarına saldırı tektir, biz de tek bir sesle biz beraber güçlüyüz, beraber mücadele edeceğiz, bu tekçi erkek egemen iktidarın darbesini hep birlikte püskürteceğiz. 

O yüzden iktidara değil, kadınlara seslendiğimizi bir kez daha ifade ediyorum. Gelin bizi ayrıştırma siyasetine karşı kadın kimliğiyle bir araya gelelim. Gelin 'mağdur et yönet' siyasetine karşı birbirimizle dayanışalım. Dayanışmayı büyütelim. Bununla en kısa zamanda bu iktidarı, gasp ettiği, işgal ettiği bütün alanlardan püskürteceğimize inanıyoruz. Daha önce başardık, yine başarabiliriz. Geleceğe gerçekten kadın özgürlükçü, demokratik bir ülke bırakacağımıza inanıyorum.

21 Mayıs 2020