Başaran: İktidarın yargılama konusu yaptığı “anasoylu sistem” Rojava’da inşa ediliyor

Kadın Meclisi Sözcümüz Ayşe Acar Başaran, genel merkezimizde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Başaran şunları söyledi:

2020 yılı, saldırılarla siyasi soykırım operasyonları ile geçirdiğimiz bir yıldı. 2021 yılı, başlangıcından itibaren bir taraftan bu saldırıların devam edeceği; ama bir taraftan da mücadelenin yükseleceği, bu faşist tekçi sisteme karşı kazanımların büyütüleceği bir yıl olacak. 

2021 yılının başında aslında uzun yıllardır ülkenin gündeminde olan ama iktidarın ısrarla görmek istemediği, başka gündemlerle çözmek istediği tecrit, yine ülkenin en esaslı gündemlerinden biri. Türkiye cezaevlerinde onlarca gündür, bugün 56’ncı gün, yüzlerce politik tutsak tecrite ve cezaevindeki insanlık dışı koşullara karşı süresiz dönüşümlü açlık grevinde. 

İktidar ülkenin en temel problemini yok sayarak siyaset üretmeye çalışıyor

Hatırlayacağınız üzere Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevleri, yine aynı sebeplerle aynı sorunların ve aynı gündemlerin çözülmesi için başlatılmıştı. İktidar o dönem açlık grevlerini sonlandırırken Adalet Bakanı, iktidarın sözcüleri çıkıp açıklamalar yaparak Sayın Öcalan üzerinde sürdürülen tecridin herhangi bir hukuki temeli olmadığını, görüşme için herhangi bir hukuki engelin olmadığını ısrarla ifade etmişlerdi. Yapılan görüşmelerden sonra maalesef tekrar ülkenin gündemi tecrit oldu. Uzun yıllardır ısrarlı bir biçimde ifade etmemize rağmen iktidar bu problemi, bu hakikati görmezden gelerek siyaset üretmeye çalışıyor. Bu ülkenin en temel problemini yok sayarak siyaset üretmeye, bu ülkenin en temel problemini yok sayarak gününü geçirmeye devam ediyor.

Tecrit bu ülkede savaşın, yoksulluğun ismi oldu

Tecrit, Sayın Öcalan şahsında İmralı'dan başlayarak ülkenin tümünde bir yönetim biçimi haline geldi. Bugün tecridin yarattığı sonuçları halk ama öncelikli olarak kadınlar çok yakın ve sıcak bir biçimde hissediyor, yaşıyorlar. Tecrit bu ülkede savaşın ismi oldu. Tecrit bu ülkede yoksulluğun ismi oldu. Tecrit, Türkiye’nin uluslararası alanda kendisini izole etmesinin ismi oldu. Tecrit bu ülkede işkencenin, tecrit bu ülkede Kürt sorununu yok saymanın ismi haline geldi. 

İnsanlık suçunu işleyenler reformlar yapma iddiasını taşıyor

İktidar ısrarla bu hakikati görmeden ülkeyi yönetmeye çalışıyor. Bu ülkede adalet reformundan söz ederken insanlık suçunu iktidarın, devletin kendisi, AKP MHP ittifakının kendisi işlemeye devam ediyor. CPT raporlarına, bu ülkenin imzaladığı uluslararası sözleşmelere göre tecrit insanlık suçudur. Bu insanlık suçunu işleyenler bugün ülkeyi yönetme, bu ülkede reformlar yapma iddiasını taşıyor. Ama biz bu yolun yol olmadığını, bu yaklaşımın çözüm getirmediğini, tecridin iktidarı da her gün biraz daha çıkmaza sürüklediğini bir kez daha ifade ediyoruz. 

İnsanlık dışı uygulamalara son verin 

Politik tutsaklar, dört duvar arasında kendilerine uygulanan işkence yöntemlerine rağmen son infaz paketinin ortaya çıkardığı hukuksuz sonuçlara rağmen ses yükseltiyorlar. Bu insanlık dışı uygulamaya son verin. Bu işkence yönetimine son verin. “Kürt sorununu saldırgan ve güvenlikçi politikalarla çözme ısrarına son verin, tecriti kaldırın” diye ses yükseltiyor politik tutsaklar. Politik tutsakların talepleri bizlerin talebidir. HDP’nin talebidir, Kürt halkının talebidir. 

Tecrit sadece Kürt halkının ve HDP'nin problemi değil

Ama tecrit, sadece Kürt halkının ve HDP'nin problemi olmamalıdır. Yansıması nasıl bütün ülkeye oluyorsa, bütün ülke buna karşı ses yükseltmeli, tüm demokratik kamuoyu tecridin kaldırılması için üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Geç olmadan geçen seferki açlık grevlerine benzer bir can kaybı olmadan, açlık grevi eylemcileri sağlık problemleri yaşamadan bu konuda bütün Türkiye kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyoruz. 

Erkeklik Bakanı kadın katliamlarına dair istatistikleri çarpıtıyor 

Bu ülkede tecrit yürütülürken bir taraftan da AKP-MHP ittifakı, rejimini inşa etmek için her gün kadınlara saldırmaya devam ediyor. Bu ülkede bütün mekanizmalar, erkekliği savunma mekanizmaları haline gelmiş durumda. İçişleri Bakanı Türkiye'de son yıllarda ortaya çıkan kadın katliamlarını görmezden geldi. Bakın, sadece 2020 yılında 300'den fazla kadın katledildi. Bunların büyük bir çoğunluğu birinci derecede yakınları olan erkekler tarafından katledildi. Ama İçişleri Bakanı bir Erkeklik Bakanı olarak - artık İçişleri Bakanı değil, bu ülkede kadınların güvenliğini sağlayan bir bakan değil - Erkeklik Bakanı olarak çıkıp her gün bu istatistikleri çarpıtarak, bu katliamları meşrulaştırarak çözüm bulmaya çalışıyor. Toplumu, kadınları sindirmeye çalışıyor. Yüzde 21 bir düşüş olduğunu söylüyor İçişleri Bakanı ama biz bu hakikatin bu olmadığını biliyoruz. Keşke ifade ettiği bir biçimde olsa. 

Keşke İçişleri Bakanı erkekliği savunmak yerine kadınları savunsa, koruma sağlasa

Keşke İçişleri Bakanı görevini yapsa. Keşke erkekliği savunmak yerine kadınları savunsa, koruma sağlasa ama görevi ve misyonu gereği bunu yapamayacağını da biliyoruz. Yapmıyor değil yapamıyor, yapmayacak da. Bu İçişleri Bakanı yerine kadınlar gelince bu mesele aslında çözülecek. Bu şiddet sarmalında kadınlar iktidarı ya da devletin kendilerine koruma sağlamasına rağmen kendilerini koruduklarında ne oluyor? 

İktidar kendilerini koruyan kadınları suçlu gibi gösterip onlara cezaevlerinin yollarını gösteriyor

Öz savunmalarını gerçekleştirdiklerinde ne oluyor? Örneğini geçen haftalarda yaşadık. Melek isminde bir kadın, bir erkeğin şiddetine uğradı, saatlerce işkenceye uğradı. Kendini korumak için öz savunmasını gerçekleştirdi ama bu ülkede kadınlar kendilerini savunduklarında onlara cezaevlerinin kapıları gösteriliyor. Melek, öz savunmasını gerçekleştirdiği için, kendisini ve çocuklarını koruduğu için şu anda cezaevinde. Devletin yapması gerekeni yapmadığı için cezaevinde. Eğer gerçekten kadınlar bu ülkede korunabilse, belki kendilerini korumak zorunda kalmayacak. Ama iktidar kendilerini koruyan kadınları suçlu gibi gösterip cezaevlerinin yollarını gösteriyor. 

Öz savunma haktır, meşrudur

Biz buradan bir kez daha sesleniyoruz: Öz savunma haktır, meşrudur. TCK’da bile meşru savunma diye bir madde vardır. Bunu yok sayarak kadınların, kendilerini korumak için tutuklanmasını kabul etmiyoruz. Ve en önemli savunma gücümüzden birinin örgütlülük olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Tam da bu nedenle bugün örgütlü kadın mücadelesi hedef haline getirildi. 

Leyla Güven'le ilgili gerekçeli karar kadın mücadelesinin yargılandığının belgesi

Devletin bütün mekanizmaları, kadınların özgürlük mücadelesini hedef almış durumda. Bu mekanizmalardan en önemlisi ise yargı. Cinsiyetçi ve militarist bir yargı ile karşı karşıyayız. Kadınları kendini korurken cezalandıran yargı, özgürlük mücadelesi yürüten kadınları da cezalandırmaya devam ediyor. Bunun bazı örneklerini sizinle paylaşmak istiyorum. Bunlardan biri bildiğiniz gibi DTK Eş Başkanı Leyla Güven arkadaşımız. 2020 yılının sonunda ifadesi dahi alınmadan hukuksuz bir biçimde kadın özgürlük mücadelesi yürüttüğü için, bu topraklara barış gelmesi için mücadele yürüttüğü için 22.5 yıl cezaya çarptırıldı. Geçenlerde gerekçeli kararı açıklandı. Gerekçeli karardan kısa bir pasaj okumak isterim. Bu gerçekten Türkiye'deki yargının suçu değil, kadın mücadelesini yargıladığınızın belgesi olarak karşımızda duruyor. İfadeyi aynen okuyorum; “Söylemlerinin, insanlığın aynı kök atadan gelme tespiti inkarı içerikli, anlam ve içerik derinliğinden yoksun, sistematik şekilde anasoycu hitap tarzına dayalı olduğu, söylemlerin insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratan içeriği olduğu…” tespit edilmiş. 

Leyla Güven dosyasında aleni bir şekilde ideolojik tespit var

Biz daha önce de iddianamelerde 8 Mart'ın suç kabul edildiğini görmüştük. Daha önce de kadınların “kadına yönelik şiddet politiktir” söyleminin yargılama konusu yapıldığını TJA operasyonunda görmüştük. Gülistan Doku'nun nerede olduğunun sorulmasının yargılama konusu yapıldığını görmüştük. Ama bu kadar aleni bir biçimde ideolojik bir tespitin yapıldığı bir dosya var karşımızda. 

Leyla Güven suç işlediği için cezaevinde değil. Leyla Güven mücadele ettiği için bu tekçi militarist erkek egemen sisteme karşı mücadele ettiği için yargılandı. Bu mücadeleyi yürüttüğü için şu an cezaevinde rehin tutuluyor. Benzer bir bir biçimde Şevin Alaca arkadaşımız Kars Belediye Başkanımızla ilgili 133 sayfalık bir iddianame hazırlanmış. Bu iddianmenin tümü eşbaşkanlık sistemi üzerine kurgulanmış. Eşbaşkanlık sistemi terörize edilerek hedef alınmış.Ne eşbaşkanlık sistemi ne bu erkek egemen sisteme karşı mücadele suç kabul edilemez. 

Kadın özgürlükçü sistem kurulabilse problem yaşamayacağız 

İktidar yargısıyla, savcısıyla, polisiyle kadınların mücadelesini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Biz bu zihniyeti aslında tarihte çokça gördük. Ortaçağ’da kadınlar engizisyon mahkemelerinde yargılandılar. Kadınlar Ortaçağ’da cadı olarak tanımlanıp yakıldılar. Bugünkü 21’inci yüzyıl Türkiye'sinde kadınlar cadı olarak yakılmıyor olabilir ama 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde kadınlar erkek egemen sisteme karşı mücadele ettikleri için yargılanıp 22 buçuk yıl ceza alıyorlar. Ve kadın özgürlükçü sistem nefret yaratıyor gibi bir algı yaratıyorlar. Eğer gerçekten kadın özgürlükçü sistem kurulabilise aslında bugün yaşadığımız hiçbir problemi yaşamayacağız. Bu ütopik değil. İktidarın yarattığı suni algılara rağmen hakikati çarpıtma çabalarına rağmen bunun örneğini Rojava'da model olarak gördük. HDP belediyelerinde eşbaşkanlık sistemiyle bir model olarak her beraber gördük. 

Erkek egemen sistemin alternatifi Rojava’da inşa ediliyor 

Bunun yaşanmışlıkları ve ortaya çıkardığı sonuçları hep beraber görüyoruz. Bu Rojava modelinden sadece birkaçına baktığınız zaman aslında bu sistemin alternatif olduğu için hedef alındığını, iktidarın kendi sistemini sarstığı için yargılama konusu olduğunu görebiliriz. Bakın Rojava'da kadınların öncülüğünde özgür, ekolojik, demokratik bir toplum inşası söz konusu. Burada kadınlara Türkiye'deki gibi Kadın Üniversitesi adı altında toplumdan izole bir eğitim sistemi öngörülmüyor. Orada Kadın Akademileri ile kadınları jinelojiden kadın tarihine birçok alanda kendini geliştirebilmesi için bir sistem var. Yine Kadın Evleri inşa edildi Rojava'da. Bu merkezlerin temel amacı, burada olmayan şey, kadınlara yönelik her türlü şiddeti sonlandırmak, ekonomik ailevi sorunlarla başa çıkmak, boşanan kadınlara hayatlarını idame ettirebilmek için destek sağlamak. İşte Rojava'daki kadın öncülüğünde, bugün iktidarın yargılama konusu yaptığı sistem böyle bir sistem. 

İktidarın hedefi kadın özgürlükçü sistem 

Rojava'da, daha geçen günlerde Kobanê'de Hüda El Ali ve  çocuğunu işkencede katleden Hasan Abdi Abbas yargılandığı halk platformunda müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Peki Türkiye'deki sistem ne? Kurumsallaştırılmaya çalışılan erkek egemen sistemde durum ne? Bir erkek, kadına şiddet uyguluyor, katlediyor ve çok rahat bir şekilde “3 yıl sonra çıkarım” gibi söylemlerde bulunuyor. İşte iktidarın hedef aldığı esasında kadın özgürlükçü sistem. Kadın özgürlükçü sistem kendi iktidarlarını sarsıyor. Çünkü bu sistem toplum içinde örgütlenirse, kendi alternatifleri olarak kurumsallaşırsa iktidarlarını yürütmeyecekler, nefret söylemi ile ayakta duramayacaklar. 

İktidarın kadınlara reva gördüğü yaşam ile mücadeleden vazgeçmeyeceğiz

En büyük nefret söylemini, her gün kadınları hedef gösteren, kadınları tehdit eden iktidarın kendisi gerçekleştiriyor. Açtığınız bütün TV'lerde kadınlar hedef gösteriliyor. Açtığınız bütün televizyonlarda kadınlara bir yaşam dayatılıyor. Şu anda özellikle Kürdistan'da, bunun altyapısı oluşturulmaya çalışıyor. Evlilik Kursları adı altında kadınlara makul ve makbul kadın olma öğretiliyor. "İtiraz etmeyeceksiniz, özgürlük istemeyeceksiniz, katledilseniz de kendinizi savunmayacaksınız" deniyor. İşte kadınlara iktidarın reva gördüğü, AKP-MHP ittifakının reva gördüğü yaşam bu. Ama biz bunun karşısında mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Eşbaşkanlık çizgisini de savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. Erkek egemenliğine karşı kadın özgürlük mücadelesini yürütmekten de vazgeçmeyeceğiz. Sizin yürüttüğünüz tecrit politikalarına karşı özgürlüğü savunmaktan da vazgeçmeyeceğiz. Çünkü doğal olan bu. Hakikat olan bu. 5 bin yıldır erkek egemenliğinin ortaya çıkardığı çarpıtma mutlaka son bulacak. Örneğin şu anda Rojava'daki modelin tüm saldırılarınıza rağmen dünyanın tümünde yerleşeceğine inanıyoruz. 

2021'de kadın özgürlük mücadelesini yükseltmeye devam edeceğiz

Biz 2021 yılına girerken Kadın Meclisimizde seri toplantılar gerçekleştirdik. Bütün bu saldırı politikalarına karşı, alternatifi yok etme siyasetine karşı yaşamımızı, geleceğimizi korumak için yeni bir planlama çıkarttık. Biz biliyoruz ki bugün yargının oluşturduğu adaletsiz ortamdan en fazla etkilenen kadınlardır. Tecritten en fazla etkilenen kadınlar, pandeminin oluşturduğu ekonomik krizden en fazla etkilenen kadınlar. Bunun karşısında neler yapabileceğimizi yoğunluklu olarak tartıştık. Önümüzdeki günlerde daha geniş bir planlamayla alanlarda, sokaklarda kadın özgürlük mücadelesini yükseltmeye devam edeceğiz. Bu mücadele hepimizin mücadelesi. Kazanımlar, bütün kadınların kazanımları Türkiye'deki feminist kadınların, sosyalist kadınların, Kürt Kadın Hareketinin. Bu kazanımlarımızı korumak, geleceğimizi inşa etmek için bir arada olmaktan başka şansımız yok. Bu savaş ve erkeklik siyasetine karşı kadın özgürlükçü, ekolojik bir yaşamı hep beraber inşa edebiliriz. 

21 Ocak 2021