Bazı alacaklar yeniden yapılandırılırken...
OHAL ekonomisi uygulamaları olanca hızı ve telaşıyla sürüyor. Aslında ekonomide OHAL halleri darbe girişiminden önce başlamıştı. Ekonomik krizin geçiştirilmesine yönelik palyatif çözümlerle ekonomiyi idare etme politikası uzun bir süredir devam etmekteydi Hatta 2008 krizinin teğet geçme hikayesine kadar hafızamızı tazeleyebiliriz. Bu süre boyunca teşvik politikaları, kaynağı belli olmayan para girişleri, varlık barışı, vergi affı gibi uygulamaların sıklıkla tekrarlanması, faiz meselesinin başat rol oynaması ekonomideki sağlıksızlığın en önemli göstergeleriydi.

Ama özellikle 7 Haziran sonrası hayata geçirilmeye çalışılan Saray odaklı rejim inşası ekonomideki OHAL koşullarını giderek belirginleştirdi. 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan ağır koşullar sonucu ekonomideki olumsuzlukların varlığı hükümeti ekonomi konusunda gereğinden fazla konuşmak zorunda bırakıyor ve sürekli ekonominin ne kadar iyi olduğu tekrarlanıp duruyor. Öyle olmadığının en önemli göstergesi ise telaşlı bir şekilde “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun” olarak adlandırılan yasanın hayata geçirilmesinde görülebilir.

Şimdi yeniden varlık barışı, vergi ve prim affı uygulaması gündemde. Hatta trafik cezaları konusunda da af son anda yasaya eklendi. Bu yasa ile adaletsiz olan vergi ve gelir dağılımı daha da adaletsiz bir hal alacaktır. Her vergi affı uygulamaları sonrası gelir bölüşümü daha adaletsiz bir hale gelmekte. Türkiye’de vergi yapısını incelediğinizde çok adaletsiz bir vergi yapısının olduğunu görürsünüz. Vergi yükü düşük olduğu kadar o denli adaletsiz dağılmaktadır ki, ancak vergi cennetlerinde görebileceğiniz uygulamalar varsıllar ve sermaye için söz konusuyken, emekçiler ve dar gelirli yurttaşlar için vergi cehennemi tanımlamasını yapmanız mümkündür. Vergi alanında OECD ülke karşılaştırmalarını izlediğinizde durumun ne denli vahim olduğu açıkça görülüyor.

Vergi yapısının bu denli çarpıklığına karşılık, bu tür yasalar ve uygulamalarla vergisini gelirine kavuşmadan ödeyenler adeta cezalandırılmakta, vergisini ödemeyenler ödüllendirilmektedir. Dolaylı vergiler ve stopaj yoluyla ortalama emekçilerin katlandığı vergi yükü yüzde 45’lere kadar çıkarken, sermayenin vergi yükü muafiyet ve istisnalar, hatta vergisiz alanlar nedeniyle yüzde 5’lere kadar düşmektedir.

Prim borcu affına da baktığınızda, çalışanların prim kesintileri konusunda hiçbir kusuru olmamasına rağmen, burada yapılan af uygulamasının emekçilere yönelik olduğu fikri yayılmaya çalışılmakta. Oysa kesilen primleri SGK’ya yatırmayıp kullanan işverenlerin affa uğraması emekçilere dolaylı bir kamusal maliyet yüklemektedir.

Hem vergi affı hem de prim borcu yapılandırması gibi uygulamalar toplumsal maliyetin yeniden dağıtılmasına neden olur. Vergi yükü de toplumsal bir maliyettir. Bu maliyeti olabildiğince toplumsal adalet anlayışına uygun dağıtabildiğiniz sürece toplumsal barışa katkı sunarsınız. Bunun yolu da ödeme gücüne göre vergi yükünün dağıtılmasından geçer. Toplayacağınız vergilerle yapacağınız kamu harcamaları ve üreteceğiniz kamu hizmeti de toplumsal maliyetin giderilmesine yönelik olmalı ve toplumsal ihtiyaçların karşılanmasını esas almalı.

Hem vergi alırken hem harcama yaparken adalet duygusundan uzağa düşmüş olan bugünkü sistem toplumsal emeğin üzerindeki yükü her geçen gün artırmaktadır. Sürekli sermayeye yönelik düzenlemelerle neoliberalizmin sınırlarını bile zorlayan AKP hükümetleri ortalama 4 yılda bir hayata geçirdiği ‘yapılandırma ve varlık barışı’ gibi uygulamalarla toplumsal barışı adeta dinamitlemektedir. Adalet duygusunu tümüyle yitirmiş bir zihniyetin vergi alanında adaletli davranmasını beklemek safdillik olur. Ekonomi alanındaki kırılganlık ve krize olan yatkınlık aslında kamu maliyesinin bu çarpık anlayışla yönetilmesi sonucu karşımıza çıkmaktadır.

Sezai Temelli