Beştaş: Bu kanun teklifinin amacı darbelerle mücadele etmek değil, siyasi rant sağlamak

Yassıada Kanun Teklifi üzerine Grup Başkanvekilimiz Meral Danış Beştaş'ın Meclis Genel Kurulunda yaptığı konuşma:

Dün Ankara'ya alınmayan, bir şehrin, savunma makamına kapatılmasına dair çok garip, acı, kara bir güne tanıklık ettik. Biraz önce, yanılmıyorsam, odamdan dinledim, "Barolar yapacaklarını yaptılar." şeklide bir açıklama geldi iktidar grubundan, süreçlerini işlettiler. Nasıl bir işletme? Dün sabah saatlerinden itibaren, bugün öğlene kadar yağmur altında kafenin kapatıldığı, işçilerin arada bir saldırtıldığı, basın mensuplarının darp edildiği, dayanışmaya gelen avukatların -yanlarına iki defa gittim- dışarı atıldığı ve avukatların âdeta fiilen gözaltında tutulduğu bir yirmi dört saat geçirdiler. Bu, Türkiye tarihine bir utanç sayfası olarak geçti. Barolar savunmanın temsilcisi niteliğindeki kurumlardır. Ben de bir avukat olarak meslektaşlarıma yapılan bu muameleyi, barolara yapılan bu muameleyi kınıyorum. Bunun karşısında yer aldığımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Savunmanın durdurulamayacağını, savunmanın susturulamayacağını bu kürsüden de bir kez daha ifade ediyorum ve dünden bu yana bütün illerde alanda olan, dayanışma gösteren bütün avukat arkadaşlarımı sevgiyle, saygıyla selamlıyorum; savunma durdurulamaz.

Önümüzde, evet, bir darbeyle, geçmişle yüzleşme adı altında bir teklif var. Hani gören de diyecek ki bugünün sorunlarının tümünü çözdük, mahkemeler tarafsız ve bağımsız, adil yargılama var, gösteri hakkı, demokratik muhalefet yapma hakkı hiçbir baskı altında değil, bir işimiz kalmış, bu da geçmişte, sadece darbelerden darbe seçerek bir tane darbeye dair bir kanun çıkarmak. Evet, biz de bunu değerlendireceğiz.

Türkiye siyasi tarihi tabi ki demokratik siyaseti, yaşamı kesintiye uğratan askerî ve sivil müdahalelerle dolu. 27 Mayıs 1960 darbesini, şahsımda, demokratik yaşamı kesintiye uğratan her türlü darbe ve darbe girişimlerini şiddetle kınadığımızı ifade etmek istiyorum. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan'a da Allah'tan rahmet diliyor, darbe mağduru hem kendileri hem de tüm yurttaşlarımızın yanında olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Darbelere cevabımız hep direnmek oldu

60 darbesi gerçekleştirildiğinde resmî ideolojinin giydirmek istediği gömleği kabul etmediği için her türlü insanlık dışı uygulamaya maruz bırakılan, ezilenler ve 12 Eylül darbesiyle birlikte işkence tezgâhlarında onuru teslim alınmak istenen ama asla boyun eğmeyen ezilenlerin geleneği olarak demokratik yaşam ilkemizin arkasında her daim durduk ve durmaya devam edeceğiz.

Bizler için darbelerin sonucu hep işkence tezgâhları ve insanlık dışı uygulamalar oldu ama cevabımız hep aynıydı: Direnmek ve daha büyük direnmek. Bu vesileyle egemenlerin zulüm dolu tarihine karşı, ezilenlerin gerçekleştirdiği direniş tarihinin onurlu taşıyıcısı olarak bir kez daha istiklal mahkemelerinden, 20 Temmuz OHAL Darbesine kadar halk iradesini hiçe sayan, demokratik yaşamı kesintiye uğratan her türlü müdahaleyi ve darbeyi bir kez daha kınıyoruz.

Tüm darbelerle yüzleşme önerisi kabul edilmedi

Demokratik hukuk devletlerinde yasa yapma süreçleri iktidarın aslında meşruiyetini belirler. Temsili demokratik rejimlerde darbe bütün yurttaşları ilgilendirir. Bir partinin tabanı, oy verenleri değil, bütün toplumu ilgilendirir. Dolayısıyla darbelere ilişkin yapılan yasal düzenlemeler bütün siyasi parti gruplarıyla ortaklaşarak yapıldığı ölçüde darbeye karşı demokrasini sesi daha güçlü çıkar. Yasayı yapan iktidarın amacı darbelere karşı demokrasiyi savunmak ise yapması gereken ilk iş muhalefetle ortaklaşmaktır. Bu gerçeğe rağmen iktidar ve ortağı muhalefetin tüm darbelerle yüzleşilme önerisini kabul etmedi, darbecilerin adlarının kamusal alandan silinmesi başta olmak üzere her türlü darbe karşıtı önerimizi Anayasa Komisyonu'nda reddetti.

Darbelerden darbe seçtiler

Anayasa Komisyonu'nda da ifade ettim, burada da söyleyeyim. Bu teklifin sadece AKP ve MHP ortakları tarafından hazırlanıp Anayasa Komisyonu'na verilmesi zaten bunun meşruiyetini baştan ortadan kaldırmıştır. Biz de burada bulunuyoruz. Grup başkan vekillerimizin, Meclis Başkan Vekilimizin ve partimizin zaten basına yansıdıktan sonra bu konudan haberdar olduğu, Hükûmetin ve ortağının darbelerden darbe seçtiği ve sadece kendilerine siyasi bir rant alanı oluşturmak için yaptıkları bütün Türkiye'nin ve dünyanın gözünün önünden geçti.

Evet, biz HDP olarak ne önerdik? Dedik ki: İdam gibi bir cezanın telafisi mümkün değildir. O nedenle, bu cezaların verilmesini tabii ki demokratik hukuk devleti ilkelerine aykırı buluyoruz ve kesinlikle tasvip etmiyoruz, Adnan Menderes'i de Deniz Gezmiş'i de Erdal Eren'i de tasvip etmiyoruz. İdam cezası bir yöntem değildir ve rövanşist bir bakış açısıyla da değerlendirilemez dedik ama ne yazık ki Denizlerin idamı bu idamın bir rövanşı gibi değerlendirilmiş ve Deniz, Yusuf, Hüseyin idam edilmiştir. Şayet iade-i itibar edilecekse, geçmişle yüzleşme yapılacaksa meseleler ayrıntılı ve topyekûn değerlendirilmelidir.

Yine başka bir örnek vereyim: 15 Kasım 1937 tarihinde Elâzığ Örfi Mahkemesi kararıyla idam edilen Seyit Rıza ve 7 kişinin de darbe pratikleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekir; bu yüzden gereklidir tam da. 1937'de idam edilen Seyit Rıza ve oğlu Resik Hüseyin, Uşene Seyit, Aliye Mirze Sili, Civrail Ağa, Hasan Ağa, Fındık Ağa ve Hesene İbrahim'in itibarlarının iadesi gerekmektedir. Bu bahisle dedik ki: Gelin, bu yasanın kapsamını genişletelim. Seyit Rıza 75 yaşının üzerindeydi ve tek bir talebi vardı: Oğlundan önce idam edilmek. O kadar gaddar bir yönetim vardı ki oğlundan önce idam edilmesine bile izin verilmedi ve yaşı küçültülerek idam edildi.

Hakikatleri ortaya çıkaralım dedik kabul edilmedi

1937-1938, Dersim halkına yönelik baskı ve asimilasyon politikalarının toptan bir imha politikasına dönüşme tarihidir aynı zamanda. Dersim Tertelesi hâlâ kapanmamış bir yaradır, etkileri bitmemiştir. Bu nedenle Komisyonda dedik ki: Gelin, geçmişle yüzleşelim, hakikatleri ortaya çıkaralım ama kabul edilmedi. Biz üzerinde ayrıntılı tarihsel arka planı çalışarak bir önerge verdik, bu önergemizin Komisyonda kabulünü istedik. Peki, bu önergemiz neydi? Bir, dedik ki: "18 Eylül 1920 tarihinde kurulan İstiklal Mahkemelerinde yargılanan, idam edilen, cezalandırılanların yakınları ile birlikte 60, 71, 80, 97 yıllarında yapılan askerî darbeler ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından biliyorsunuz OHAL ilan edildi, 20 Temmuz OHAL darbesi, KHK'lerle iş ve işlemlerinden edilen, tüm zarar gören yurttaşlardan ve yakınlarından özür dilenmesine ve bu konuda darbe yöntemlerinin demokrasi, insan hakları ve özgürlüklere yönelik bir suç olduğunun kabul edilmesini ve bunun hukuka ve adalete müdahale olduğunu kabul edelim." Geçmişe dönük "Gelin, bunu kabul edelim." dedik, reddedildi.

Yine, dedik ki, İstiklal Mahkemeleri tarafından yürütülen işler ile -orayı da katmamız lazım- 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve sonrasında gerçekleşen, bununla birlikte 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ve KHK'lerle zarar görenlerin zararlarının tazminine dair ayrıntılı bir önerme sunduk, burada okumama gerek yok zaten muhalefet şerhiyle birlikte bu yayınlanacak.

Yine, başka bir önerimiz, dedik ki, darbeler ve darbe yöntemleri sonucu hukuken kanıtlanmış, yeterli verilerle desteklenmiş İstiklal Mahkemeleri işlemleriyle, darbe rejiminin kararları ve uygulamaları ile idam cezasına çarptırılan, yaşamını veya beden bütünlüklerini, akıl ve vücut sağlıklarını yitirmiş olanlara, yaşamını yitirenlerin haleflerine, işkence görenlere, dini ve etnik kimliğinden ötürü her türlü haksızlığa uğramış kişilere özür kapsamında bir manevi tazminat konulmasını önerdik, reddedildi.

Darbecilerin isimleri caddelerdeyken kimse bize yüzleşiyoruz demesin

Yine, uzun önergemiz, en önemli kısımlarını söylüyorum, antidemokratik yöntemlerle sivil yönetimleri devirmek amacına yönelik askerî darbe ve darbe girişiminde bulunanların isimleri. Bu, bugün canımızı çok yakan bir meseledir değerli milletvekilleri. Kamu kurum ve kuruluşları ile kamusal niteliğe haiz meydan, cadde, park, sokak, tesis ve bunun gibi kamuya ait alanlarda kullanılmaması için gerekli çalışmalar yapılarak askerî darbeleri çağrıştıran mevcut isimlerin değiştirilmesini talep ettik. Evet, Muğlalı Olayı biliniyor. 33 kişiyi kurşuna dizen bir askerî yetkili, Van'da ismini değişik yerlere veriyor. Buna ilişkin yüzlerce örneği sizinle paylaşabiliriz.

Darbecilerin isimleri okullarda, sokaklarda, caddelerde olduğu müddetçe hiç kimse bize "Darbeyle yüzleşiyoruz." ya da "Geçmişle hesaplaşıyoruz." demesin. Darbelerden darbe beğenenler bunu dikkatle not alsınlar. Darbeye karşıysak "ama"sız, "fakat"sız karşı olmamız lazım.

Şimdi, burada, Meclisin halk egemenliğinin sorumlusu olduğu ve yasama erkinin meşruluğunu halktan aldığı gerçeği var önümüzde. Yasa yapma süreçleri en az içerikleri kadar meşruluk testine tabidir. Bu yönüyle söz konusu kanun teklifi, darbeye karşı "demokrasi" demek yerine kurumların önerilerini hiçe sayarak meşruiyetini tartışmalı hâle getirmiştir.

Bu kanun teklifi siyasi rant sağlamayı amaçlıyor

Darbelere karşı durmak yerine darbeye yoğunlaşan bu kanun teklifi, demokrasiyi güçlendirecek olan genel yararı ve kamu vicdanını esas almıyor, toplumun bir kesiminin beğenisini, altını çizerek söylüyorum, toplumun bir kesiminin beğenisini karşılamak üzere ve siyasi rant sağlamayı ve egemenin tarihini yazmayı amaçlıyor aslında. Evet, kuşkusuz ki siyasi meşruiyetini kaybeden bir iktidarın yapacağı tek şey, darbe mağduriyetlerini ve hukuk gibi değerleri araçsallaştırmak ve bu araçlar aracılığıyla kazanç sağlamaya çalışmaktır. Bu teklifin bugün gelmesinin anlamı budur.

Amaç darbelerle mücadele değil

AKP ve MHP tarafından Meclise sunulan bu kanun teklifi, siyasi iktidar ve ortağının Türkiye siyasi tarihini yeniden yazma arayışıdır aslında. Nedir? Bu arayış, ne yazık ki darbelerle, bütün darbelerle yüzleşmeyi içermiyor, darbecileri toplumsal hafızalardan atmayı amaçlamıyor. Bu anlayış, darbelerden bir darbe seçerek kendi tarihini egemen tarih olarak topluma kabul ettirmek istiyor. Darbelerle yüzleşmekten kaçan AKP-MHP ittifakı, bütün darbelere karşı çıkmak yerine 27 Mayıs darbesini ele almış ve tarih yazımı işine girmiştir. Açıktır ki amaç darbelerle mücadele etmek değil. Darbelerin yarattığı haksızlıkları eğer onarmak istiyorsak yapılması gereken şey darbe seçmek değil, tüm darbelere karşı durmaktır.

Kimse bize yargıyı araç olarak kullanıyoruz demesin

Bu ülkede darbelere karşı demokrasiyi savunmak ancak 49'lar davası, 27 Mayıs sonrası kurulan Yüksek Adalet Divanıyla; 12 Eylül darbesi sonrası kurulan sıkıyönetim mahkemeleriyle; 90'larda devlet güvenlik mahkemeleriyle, 2000'li yıllarda özel yetkili mahkemelerle; 20 Temmuz darbesi sonrası kurulan OHAL'le yüzleşerek mümkün olabilir. Bugün hâlâ mahkemeler 4 kere tahliye kararı verildiği hâlde Selahattin Demirtaş'ı tahliye etmiyorsa hiç kimse bize "Tarihle yüzleşiyoruz, yargıyı araç olarak kullanmıyoruz." demesin. Osman Kavala hâlâ içerideyse kimse bize bu iddiada bulanamaz.

Bugün, 56 baro, yağmurda, karda kışta yirmi dört saat bekletiliyorsa kimse o dönemin mahkemelerini tartışmasın bizce çünkü bugün aynı vahamet devam ediyor. Bunu da egemenlerin değil ancak ve ancak ezilenlerin ortak mücadelesi gerçekleştirebilir. Evet, aydınlık bir ülke için demokrasi ittifakı çağrımız tam da bu mücadelenin adıdır, bunu egemenler değil ancak ezilenler yapabilir.

Demokratik bir gelecek için geçmişi aydınlatma arayışında bulunmamız gerekiyor, her türlü darbeye karşı demokrasiyi savunmanın adıdır bu, Sevgili Noam Chomsky'nin ifade ettiği gibi, yurttaşların seyirci olarak değil oyuncu olarak yer aldığı demokratik bir sistemi inşa etmenin ifadesidir.

Adnan Menderes'e yapılan zulmü ve demokratik iradenin hiçe sayılmasını demokrasiye bütün müdahalelerle birleştirmemiz gerekiyor, bu arayış bunu gerektiriyor. Bizler biliyoruz ki ortak tarih yapamayan topluluklar ortak siyasi kimlik yaratamazlar, ortak yaşam oluşturulamaz, ortak geleceği demokratik şekilde inşa edemez bu toplumlar.

Bizler ezilenlerin tarihini yazmaya hazırız

Meşruluk yerine gücün, rıza yerine zorun geçer akçe edilmek istendiği bir topluluk ortak gelecekte buluşamaz. Ortak tarih yapmanın karşısında egemenin tarihi yer alır, bu tarih kâğıttan kaplanların tarihidir ve şüphe yok ki bir gün bozulmaya mahkûmdur. Bizler egemenlerin bozulmaya mahkûm tarihi yerine, ezilenlerin yaptığı tarihi yazmaya hazırız ve bunun mücadelesini yürütüyoruz. Bizler iktidarların sadece hatırlamayı seçtikleri tarihler için değil, aynı zamanda unutmak istedikleri ezilenlerin tarihini de yazmaya da hazırız. Darbelere karşı demokraside ısrarımız, egemenlerin, egemen olmak isteyen iktidarın kendi tarihini yazma ihtiyacı yerine, halkların darbe karşısındaki ortak tarihiyle buluşmasının manifestosudur.

Türkiye siyasetinin iki farklı tarihi var: Bu tarihin ilki demokratik yaşamı kesintiye uğratan müdahalelerin tarihidir. 21 Anayasası'nın inkârıyla başlayan, halk iradesini yok sayma ve demokratik yaşamı kesintiye uğratma çabasını Şark Islahat Planı'nda, 27 Mayısta, 12 Martta, 12Eylülde, 2 Mart 1994'te, 27 Şubatta, 27 Nisan e-muhtırasında, KCK davalarında, 4 Kasım 2016'da, 20 Temmuz 2016 darbesinde, 19 Ağustos kayyum atamalarında, kurulan darağaçlarında gördük.

Türkiye halkları demokrasi isteğinden hiç vazgeçmedi

Egemenlerin adları değişti, unvanları değişti; kimileri apoletli üniformalar, kimileri de takım elbise ve kravatlı çıktı halkın karşısına ama tarih hiçbirinin adını hayırla yâd etmedi ve yâd etmeyecek. Onlar tarihe adlarını altın harflerle yazdırmak isterken Türkiye halkları adlarını kömür karasına boyayarak tarihe dip not olarak düştü. Onlar bu halklara boyun eğdirmek isterken Türkiye halkları tarihi yapanlar olarak asla demokrasi ve barış içinde yaşama isteğinden vazgeçmedi. Her türlü saldırıya karşı demokrasi ve barışın sesi 1991 seçimlerinde kazandı, 7 Haziran 2015'de kazandı. Kan ve barut kokusunda sandığa gidilen 1 Kasım'da dimdik ayakta durdu. OHAL şartlarında "Em li vir in” dedi, "Buradayız." dedi. Her türlü baskıya, hukuksuzluğa, zora rağmen 31 Mart ve 23 Haziran'da kazandı.

Asıl tarihi ezilenler yazdı

Egemenler, kendi tarihlerini yazmak isterken asıl tarihi tabii ki ezilenler yazdı. Demir parmaklıklar, işkence tezgâhları olsa da sonunda ezilenler direnerek bu tarihi yazmaya devam etti ve bugünde ediyor. Darbelere karşı her zaman başı dik duranlar, darbe seçmek yerine demokrasiyi kesintiye uğratan ve halk iradesini hiçe sayan her politikaya "darbe" diyenler gerçek tarihi yazdı.

Yeri geldi, 94 yılında DEP milletvekilleri; Leyza Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak, Selim Sadak, Sırrı Sakık, Orhan Doğan, Zübeyir Aydar, Ahmet Türk'ün milletvekilliklerinin düşürülmesiyle demokrasiyi kesintiye uğratanlara karşı durdu. Yeri geldi, 4 Kasım 2016 tarihinde -hepimiz buradayken- 6,5 milyon oy alan HDP Eş Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'la birlikte milletvekili arkadaşlarımızın rehin alınmasına karşı halk bu darbeye dimdik ayakta durdu ve bugünde ayaktadır. OHAL darbesiyle çıkarılan KHK'lere karşı ezilenlerin dayanışması gerçekleşti. Atanan kayyumları 31 Mart'ta süpürüp atan ezilenlerin birliği, dünya demokrasisine bugün örnek olarak duruyor. Darbeye karşı demokrasiden yana yüzlerce yıllık duruşumuz ve ilkemiz bugün de dün gibi kesinlikle devam ediyor. En son da 4 Haziran 2020'de Meclis’te gerçekleşen demokratik yaşama ve halk iradesine müdahale edilmesine karşı Leyla olduk, Musalaştık. Leyla Güven ve Musa Farisoğulları'nın vekillikleri düşürüldü Enis Berberoğlu'yla birlikte.

Biz baş eğmeyenlerin, diz çökmeyenlerin sözcüleriyiz

Yeri geldiğinde Menderes'in idamına karşı olan, yeri geldiğinde 12 Eylül darbecilerine karşı en görkemli direnişi gösteren, yeri geldiğinde Figen'in, Demirtaş'ın yoldaşları olan bizler bu ülke siyasetinde ezilenlerin tarihini yazanlarız. HDP olarak bizler, dalından koparılan ham meyvelerin, zindanlarda tutulan siyasetçilerin, darağacına başı dik gidenlerin, halkına borçlu olanların, baş eğmeyenlerin, diz çökmeyenlerin sözcüleriyiz.

Türkiye tarihindeki her türlü darbenin hedefi olan bizler, bazen bir tank paletinde, bazen de gece yarısı çıkarılan bir KHK'yle darbeleri gördük. Bu darbelerin ortak noktası demokrasiyi kesintiye uğratmak ve halk iradesini hiçe saymaktı.

Darbeyi zulme çeviren her zaman yargı erki oldu

Bu darbecilerin ortak bir yanı da anlayışlarının aynı olmasıydı. 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen askerî darbeye binbaşı olarak fiilen katılan askerlerden biri olan Orhan Erkanlı bir açıklamasında şunu söylüyor, dikkatle dinlemenizi isterim; demokratik yaşamın feda edilebileceği sınırlara bu şekilde işaret ediyordu, diyordu ki: "Bu ülkede pirinç fiyatlarından kara yollarına ve turistik yörelere kadar ulusal güvenlikle ilgili olmayan tek bir sorun yoktur. Eğer çok derin düşünürseniz, bu da bir ulusal güvenlik meselesidir." Demokrasiye karşı demokrasiyi koruma bahanesi her türlü darbenin söylemi. Bu darbeyi zulme çeviren araç ise her zaman yargı erki oldu. Alparslan Türkeş tarafından okunan ve 27 Mayıs 1960 askerî darbesini duyuran bildirideki "demokratik düzeni korumak için demokrasiyi askıya alma" vurgusu sonraki tüm darbelerin ortak anlayışının zemini oldu.

Halkı düşman gören, demokrasiye nefret duyan bir darbe anlayışı devletin içerisine yerleşerek darbe mekaniği şeklinde çalıştı. Bu mekaniği elinde tutanlarsa, ister asker ister sivil olsun her şeyi, hatta, Orhan Erkanlı'nın dediği gibi, derin düşüneni bile iktidarına tehdit olarak gördü. 20 Temmuz OHAL ilanından sonra darbeyle ilgisi olmayan insanları bile ihraç edip tutuklamak, kayyum ataması yapmak ve bunları "ulusal güvenlik", "beka" gibi gerçek ötesi, gerçek dışı kavramlarla açıklamak darbe mekaniğinin ne kadar işler olduğunu da gösteriyor.

Türkiye halkları bu orta oyununa dur dedi

Allah'ın lütfu muhalif olan herkesin demokratik yaşam askıya alınacak şekilde baskıya maruz bırakılmasına sebep oldu. Gazeteciler, akademisyenler, aydınlar gibi çok derin düşünenler Erkanlı'nın kemiklerini sızlatır şekilde ulusal güvenlik tehdidi olarak kabul edildi; yetmedi, soğanı ve domatesi bile ulusal güvenlik sorunu olarak kabul ettiler. Faiz lobisi çıkarıldı; "beka" dendi; kim olduğu belirsiz dış güçler Türkiye halklarına "olmayan düşman" şeklinde tanımlandı fakat Türkiye halkları bu orta oyununa 31 Martta, 23 Haziranda "Dur!" dedi.

Halklar, gerçekleştirdiğimiz demokrasi yürüyüşünde "Tek yol demokratik cumhuriyet, onurlu barış ve bir arada yaşam." dedi. İşte, biz de halklarımızın sesine ses vererek, muhalif olan herkesi ulusal güvenlik bahanesiyle düşman ilan eden, çok düşüneni bir tehdit olarak algılayan, "beka" diyerek iktidarını korumak isteyen, demokratik sistemden kaynaklı krizleri fırsata çevirmek isteyen, domates, biber ve soğanı dahi terörist ilan eden anlayışa karşı bu ülkenin kaderini, bu ülkede siyaset anlayışını değiştirmeyi öneriyoruz.

Senin darben, benim darbem denkleminden Türkiye halklarını kurtararak demokratik cumhuriyetin kapılarını aralamak istiyoruz. Gandi'nin de dediği gibi "Demokrasi, kalbin değişmesini gerektirir." diyoruz. Demokrasinin kalbine saplanan hançerleri çıkarmak için buradayız.

Demokrasi tek adamlarla değil halkların iradesiyle yaşayacak

Bizler, düşüncelerinden dolayı hakaret gören, aşağılanan insanların yaşadığı toplumda gerçek demokrasiden söz edilemez diyoruz; adaletsiz düzende barış ve demokrasi olmaz diyoruz; eşitlik olmadan demokrasi olmaz diyoruz; demokrasinin kutsal tacı özgürlüklerdir diyoruz; demokrasiden kaynaklı tüm sorunların çözümünün daha fazla demokraside olduğunu biliyoruz. Demokrasinin darbelerle değil; bağımsız, adil, tarafsız yargıyla korunabileceğini, tek adamların değil, halkların iradesiyle yaşayacağını ifade ediyoruz. Bu karanlık günlere son verecek ve daha güçlü demokrasilerde buluşacağız. Biliyoruz ki en karanlık gece bile sona erecek. demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün, adaletin güneşi Türkiye halklarının üzerine doğacaktır diyorum.

23 Haziran 2020