Beştaş: Yandaşların kazandığı, işçinin emekçinin aç kaldığı düzenin adı AKP düzenidir

Grup Başkanvekilimiz Meral Danış Beştaş, Diyarbakır'da gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Beştaş şöyle konuştu: 

Korona gündemiyle başlayalım. Korona gündemi katmerlenerek sorunlarıyla, çözüm yollarıyla büyük bir tartışmaya sebebiyet vermeye devam ediyor.

İktidar TV’lerde salgınla ilgili masallarını anlatmaya devam ediyor

TV’lerde halkımız verileri dinleyip devletin konuya ne denli hakim olduğu masallarını dinlerken, İsveç’e kalkan uçakla hayallere daldırılırken yüzlerce yurttaş bu hastalığın pençesinde can çekişiyor. Bakanlığın hastalık bulaşanları yakın çevresini karantinaya aldığı başarıya dair yazılıp çizilen destanlarsa sıradan bir yurttaşın anlattıklarıyla bir anda yalan oluyor.

Çünkü eğer güvenceli bir işte çalışıyorsanız, Korona'ya yakalanırsanız ve yakın çevreniz korunma altına alınmaz ise Korona’dan kurtulma şansınız yok. Korona’dan nasıl korunursunuz; bağışıklık sisteminiz güçlü ise yaşayabilirsiniz. Değilse yaşamınızı yitirirsiniz bakanlığın istatistiklerinde sadece bir veri olursunuz. Hatta veri bile olamayabilirsiniz. Vefat nedeni olarak başka bir hastalık sisteme girilir ve Korona verileri böylece yerle bir edilmeye, gerçekler saptırılmaya devam eder. 

Bilim Kurulu’nun derli toplu olarak ne dediğini hala bilmiyoruz 

Evet gerçek bir başarı hikayesi maalesef yok, bunu iyi biliyoruz Korona ile başarılı bir mücadeleden bahsetmek mümkün değil. Çünkü hiçbir zaman korona ile mücadelede şeffaflık sağlanmadı, şeffaflık taleplerimiz ilk günden itibaren var. Gerek Meclis'te gerek birçok zeminde. Ama bugüne kadar şeffaflık sağlanmadı. Bilgiler gizleniyor, vefat sebepleri yanlış yazılıyor ve Bilim Kurulu’nun derli toplu ne dediğini hala bilmiyoruz.

Evet ne oluyor şimdi bilim kuruluna özellikle bir çağrı yapmak istiyorum. Bilim kurulu üyeleri dün TV’lerde farklı kanallarda, AVM’lere gitmeyeceğiz dediler. Bilim Kurulu üyeleri alınan kararların yanlışlığını söylüyorlar. Peki Erdoğan çıkıp bakanlar kurulu toplantısından sonra hangi ölçüyle bu açıklamaları yapılıyor, Neye dayanarak AVM'leri açtıklarını, sokağa çıkma yasaklarını kaç gün uygulayacaklarını ve sınırlarını ifade edebiliyor. 

Biz Bilim Kurulu üyelerine seslenmek istiyoruz; iktidar partisi ve cumhurbaşkanına seslenerek yanıt alamayacağımızı öğrendik. Bilim Kurulu üyelerinin de bu konuda büyük sorumluluğu var. Derli toplu bir şekilde kamuoyuna, Türkiye yurttaşlarına, 82 milyona covid-19 ile mücadelede ne önerdiklerini bir an önce açıklamalıdırlar. Farklı farklı açıklamalarla halkın sadece kafası karışıyor ve kendine dair alması gereken tedbirleri alamıyor ve can kayıpları ve salgın almış başını gidiyor. Bilim Kurulu’nun bu konuda birincil derecede bilim insanı sorumluluğu ile bu açıklamaları yapması gerekiyor. Bilim Kurulu üyesinin "ben AVM’ye gitmiyorum" dediği bir ortamda yurttaşların gitmesine yol verilmesinin ne anlama geldiğini kamuoyunun takdirine bakıyoruz. 

AKP bir AVM partisidir 

Şimdi mevsim geçişleri ve alınan önlemlerden kaynaklı biraz vakalarda düşüş olduğu ifade ediliyor. Fakat bu konuda ilk yapılan iş AVM'lerin açılması oldu. Dün AVM'ler açıldı. Ve bu AVM’lerin açılması Covid-19 ile mücadelede yapılması gereken son işlem olarak önümüzde duruyor. Neden AKP AVM’leri önce açtı. Çünkü AKP bir AVM partisidir. İstanbul'da deprem toplanma alanlarına AVM yapan zihniyetin halk sağlığı ile ne kadar ilgili olduğunu gayet iyi biliyoruz. 

Deprem toplanma alanlarına AVM diken bir iktidar anlayışından bahsediyoruz. Şimdi salgını yaygınlaştıracak adımlara öncelik veriliyor. AVM partisi olan AKP bu tedbirleri alırken, yurttaşların canını, sağlığını, hastalıkla mücadelesini hiçbir şekilde düşünmüyor. Restoran, oyun yerleri gibi yerlerin açılması da tabi ki yanlış, bunca emek verildi, sağlık emekçileri canlarını ortaya koydu. İnsanlar aç kaldı, çocuklar okullara gitmedi, eğitimde binlerce sorun yaşandı, şimdi ilk iş olarak AVM’ler açıldı. 

İktidar baş aşağı giden ekonomiyi canlandırmak için AVM’leri açıyor 

O zaman sormazlar mı insana bu güne değin 2 aydır bizler, yurttaşlar neye göğüs gerdik, bunca çile neden çekildi. Bilim İnsanları ve uzmanlar 2'nci ve hatta 3'üncü dalganın güçlü şekilde geldiği uyarısını yapıyorlar. Böyle bir ortamda bilimin sesi neden kısılıyor. Diğer ülkelerdeki yanlış uygulamalardan neden gerekli ders çıkarılmıyor. İktidar aklı sıra baş aşağı giden ekonomiyi canlandırmak için bunları yapıyor. 

Lütfen AVM’lere gitmeyin 

Ama sonuçta biz gizleme, şeffaf olmama vatandaşın aleyhine çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız. Öyle berbat yönetiyorlar ki bu ülkeyi, hiçbir yalan bu berbat düzeni örtemeyecek. İnsanlar evlerine ekmek götüremiyorsa, aç yatıyorsa, çocukları açsa sizin yalanlarınızı dinleyecek mecali kalmamıştır. Size kim neden inansın. Ben tüm yurttaşlara bir çağrıda bulunmak istiyorum; lütfen AVM'lere gitmeyin, çok çok acil, hayati bir durum olmadığı zaman AVM'lerin kapısından adım atmayın. Çünkü AVM’lerde çalışanlar da dahil herkes büyük bir riskle karşı karşıya. AVM’lere gitmeyerek iktidarın bu politikasını boşa çıkarabiliriz, kendi sağlığımızı koruyabiliriz. 

Evinde açlıkla mücadele eden 83 yaşındaki yurttaş dışarı çıkınca 4 saat ayakkabı boyadı 

65 yaş üstü insanların 4 saatliğine sokağa çıkmasına izin verildi, bir görüntü var ki dünya tarihinde hafızalara kazındı. İzmir Tire'den yansıyan bir fotoğraftı. 83 yaşındaki Kadir Kaya omuzunda ayakkabı boyası sandığı ile 4 saat boyunca ayakkabı boyadı. Aylardır dışarı çıkamıyor, açlıkla içeride mücadele ediyor, kendisine verilen ilk 4 saatte ayakkabı boyayarak ekmek parasını kazanmaya çalıştı. 

Evet bu açlıkla mücadelenin resmidir, bu AKP iktidarının yurttaşlarda yarattığı travmanın, açlığın, yoksulluğun resmidir. Milyonlarca insan açlıkla mücadele ediyor. Ekonomiden Sorumlu Bakan, damat göreve geldiği günden beri ekonomiyi batırdı. Bu sefer de başka bir damat sahneye çıkarılarak ürettiği SİHA’ların pazarlamasını yapıyor. İnsanlar aç, işsiz, güvencesiz yarınlarından umutsuz ama iktidar çıkmış ürettiği mermilerin, SİHA'ların tanıtımını yapıyor. 

Yandaşların kazandığı, işçinin emekçinin kaybettiği aç kaldığı düzenin adı AKP düzenidir 

"Bir mermi kaç para biliyor musunuz" diyen bir zihniyet, halka maske dağıtamaz. İş aş da veremez. Çünkü onun derdi iş aş değil, mermi, silah, İHA ve SİHA politikasıdır. İktidar ve yandaşlarının salgını fırsata çevirerek her gün kazandığı, işçi ve emekçinin her gün kaybettiği düzenin adı AKP düzenidir, rant düzenidir, yoksulluk, yolsuzluk düzenidir. Bu düzen öldüren süründüren bir düzendir. Geleceksiz umutsuz bırakan bir düzendir. 

Salgının derinleştirdiği ekonomik kriz Kürdistan illerinde 3 kat daha ağır yaşanıyor

Salgının derinleştirdiği ekonomik kriz Kürdistan illerinde 3 kat daha ağır yaşanıyor. Mevsimlik tarım işçileri, turizm işçileri hep bölge insanıydı. Metropollerde çalışan Kürtler kendi illerine, yaşadıkları yerlere döndüler. Kürt kentlerinde dışarıya giden yaklaşık 60-80 bin mevsimlik işçinin 50-80 bin turizm işçisinin, 100 binden fazla inşaat işçisinin de bölgedeki işsizliklere dahil olduğu bir dönem yaşıyoruz.

Sadece Kürt illerinde yaşayanlar açısından salgın ile birlikte işsizlik 1,5 milyona yükseldi. Türkiye’nin iki bölgesinde toplam işsizliğin 3/1 olması adaletsizliktir. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir bunun için acil önlemler devreye sokulmalıdır. 

7 bölgenin ikisini oluşturan Kürt illerinde işsizlik ve yoksulluk salgınla beraber derinleşmiştir. Bütün veriler bunu çıplak bir şekilde ortaya koymuştur. Bu nedenle ekonominin güçlendirilmesi ve yerel yönetimlere daha fazla yetki verilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Dün AKP Sözcüsü Ömer Çelik çıkıp demokrasinin namusundan bahsediyor. Namus kavramını ilke olarak kullanmayan biriyim. Çünkü namus kadınla eşleştirilen kadın cinayetlerine malzeme olan ve bu konuda çok yanlış değerlendirilen bir kavram, ama ilk kez kullanacağım. Ömer Çelik’e atıfta bulunacağım. Demokrasi namusu kayyım atamak mıdır? Demokrasi namusu sandıktan çıkan onlarca belediye başkanını tutuklamak mıdır? Halkın irademdir dediği milletvekillerini, temsilcilerini, yöneticilerini partilisini saldırı altında bırakmak mıdır? Bize demokrasi namusundan bahsetmeyin siz demokrasiyi, hukuk devletini bitirdiniz, adaleti yerle bir ettiniz, insan bu kavramı kullanırken biraz yüzü kızarır. Biraz yaptıklarını düşünür. 

Dün dinlerken tüylerim diken diken oldu. Kendileri daha önce 102 belediyeden 96'sına kayyım atadı, şimdi sadece 22 belediyemiz kaldı. Belediyelerimizin 6'sına ihraçlarla diğerlerine hiçbir sebep yokken kayyım atanmışken, hala Selçuk Mızraklı Kayseri Cezaevinde iken, örnek olarak söylüyorum Sara Kaya ve onlarca arkadaşımız tutukluyken, çıkıp kimse bize demokrasi namusundan bahsetmesin. 

Ekonomik tedbirler olarak da önerilerimiz şunlardır: bir an önce yayla-mezra yasaklarının kaldırılması gerekiyor. Tarım ve hayvancılığın reel olarak da desteklenmesi lazım. Borçlu olan işletmelerin borçlarının; vergi, prim ve banka faizsiz olarak yeniden düzenlenmesi lazım. Kürdistan’da reel üretim yapan işletmelerin destek ve teşviklerinin kayıtlı istihdam şartlarına bağlanması gerekiyor. 

Bölgede ekonomiyi düzeltmek için acil önlemler alınmalıdır

Kadın işsizliğinin önlenmesi temel olgu olarak gündeme alınmalıdır

Finansman desteklerinin önüne geçilmesi ve kadın işsizliğinin önlenmesi temel olgu olarak gündeme alınmalıdır. Salgın öncesi bölgede kadın işsizliği yüzde 43 idi bu salgınla birlikte kadın işsizliğinin yüzde 65-70 bandına çıktığını tahmin ediyoruz. Bu konuda acil önlemler alınmalıdır. Esnafların durumu çok korkunç bir tabloda karşımıza çıkıyor. Bölgede 100 bin civarında esnaf olumsuz etkilendi. Esnaflar için hemen sicil affı yapılmalıdır ve kira yardımı, faaliyetini durduran işletmelerin kiraları devlet tarafından karşılanmalıdır. Sınır kapıları bir an önce açılmalıdır. Hem bölgede Kürdistan yönetimi hem de Rojava ve sınırındaki kapılar açılmalıdır, ticaret serbest hale getirilmelidir. SGK ve vergi borçları silinmelidir. 

Kürt illeri dışında doğu Karadeniz’de de tarım işçileri çiftçiler çok zor durumda yaşıyorlar. Rize Trabzon Artvin ve Giresun’da 200 bin üretici çay tarımının en aktif unsurlarını oluşturmakta ve Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve özel çay fabrikalarında çalışan işçiler ile mevsimlik işçiler hesaplandığında Türkiye’de çay üretiminden geçimini sağlayanların sayısı 2 milyonu geçiyor. Çayın tarlada kalmaması için Mayıs ayı başında hasada başlayıp tüm işlemlerini hızlıca yapmak durumunda olan üretici ve işçiler oldukça zor bir dönem geçiriyorlar. Her ne kadar tarım işçileri sokağa çıkma yasağından muaf tutulmuşsa da işçilerin hala sağlık taramasından geçirilmiş olması son derece vahimdir. Bu şartlar altında çalışan tarım işçilerinin hakkında hiçbir önlem alınmamıştır. 

Birleşmiş milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü bu yılın verimli geçeceğini düşünmesine rağmen Korona Virüse karşı alınan önlemler karşısında kimi ülkelerde üretim ve gıda sıkıntısı yaşanabileceği uyarısında bulunmuşlardır. Evet, bizim belediyelerimiz ekolojik tarım alanları kurarken belediyelerimize kayyım atanıyor ama gıda sıkıntısı ile nasıl başa çıkılacağı maalesef tartışılmıyor. Bu konuda birçok sıkıntı var, gıda sıkıntısının önlenmesi için acilen gerekli tedbirler alınmalıdır. Başka türlü bu salgından çıkmak mümkün değildir. Aydın’da çilek üreticilerinin, Karadeniz’de de fındık üreticilerinin benzer sorunlarla karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Dış İlişkilerde yaşanan çeşitli krizler sebebiyle sebze ve meyve üreticilerinin de büyük zararlarla karşı karşıya kaldığını not etmek istiyorum. 

Erdoğan’ın işçilerle fotoğrafı çok şey anlatıyor

Diğer bir mesele Erdoğan'ın hafta sonu inşaat işçilerini sözde ziyareti ile ilgili yansıyan fotoğraf. Herkes o fotoğrafa dakikalarca bakmıştır. Bu fotoğraf ne anlatıyor çok da bakmaya gerek yok; bu devlet ile iktidarın halk ile arasındaki mesafeyi ve uçurumu anlatıyor. Aslında bu sınıfsal farkı bu uçurumun ne kadar büyük olduğunu ortaya koydu. İşçiler 200 metre uzakta karınca gibi AKP Genel Başkanı karşısında diziliyor, sosyal mesafe yok, önlem yok, işçiler ölüme terk edilmiş ama Erdoğan en korunaklı yerde yaverleri ile birlikte duruyor, halka reva görülen yaklaşımı halka bir  kez daha ilan ettiler. Yurttaş, işçi, emekçi ölebilir ama iktidar yaşasın insanlar ölsün ki iktidar ve devlet yaşasın. .Düzenlerinin adı tam da budur. 

AKP’nin Korona Virüsü sevdi 

Başka bir gündemimiz AKP’nin Korona Virüsü ne kadar sevdiği ile ilgili. AKP Korona Virüsü sevdi, çünkü herkes evde sosyal mesafe kurallarına uyuyor. Sosyal medyada 'dolar' demek suç, eleştirmek suç, muhaliflerin ensesinde sürekli savcılar soruşturmalar açıyorlar. Bir de İçişleri Bakanlığı var tabi, Sağlık Bakanlığı gibi düzenli çetele paylaşıyor. Kimin hakkında soruşturma açtığının çetelesini düzenli bir şekilde paylaşıyor. 

Virüsten nemalanıp  başarı hikayeleri üretiyorlar, oh ne ala memleket

Tabi her yerde önlemler alınırken cezaevleri siyasi mahpuslarla dolu. Cezaevlerinde salgın artışı ve çıkan pozitif testler AKP’nin umurunda değil. Emrullah Efendi'’nin "şu mektepler olmasaydı ben bu maarifi ne güzel idare ederdim" sözü adeta hükümetin kulağına küpe olmuş. Mahkemeler çalışmıyor, okullar bomboş sağlık ve İçişleri Bakanlığı dışında çalışan yok. Onlar da meydan boş diye gönüllerince çalışıyorlar. Virüsten nemalanıp  başarı hikayeleri üretiyorlar, oh ne ala memleket. 

Örgütlü kötülük ve örgütlü nefretin ekranlara ne kadar vahim yansıdığını gördük 

AKP’nin yayın organı olan TV kanalına çıkarılan biri IŞİD gibi ölüm listelerinden bahsediyor. Oturduğu sitede 50 kişiyi nasıl öldüreceğinin planlarını kamuoyuna açıkladı. Savaş çağrısıydı. Bu sözlere program yapımcısı da çanak tutuyor, karşı çıkmıyor, nefret söylemi sonuna kadar kullanılıyor. Örgütlü kötülük ve örgütlü nefretin ekranlara ne kadar vahim yansıdığını gördük. 

50 kişi için ölüm listesi yapan kişi için hala bir adım atılmış değil 

83 yaşındaki insan Facebook'ta paylaşım yaptı diye evinden gözaltına alınıyor ama 50 kişi için ölüm listesi yapan kişi için hala bir adım atılmış değil. Ama '50 kişiyi götürürüz' diyen iktidar yandaşına dokunulmuyor. RTÜK'e yaptığımız başvuruya hala yanıt yok. Tıpkı "barış akademisyenlerinin kanıyla yıkanırız" diyen zat Sedat Peker hakkında takipsizlik kararı verilmesi gibi. 

Erdoğan ve iktidar yandaşlığı çok büyük bir lüks 

HDP milletvekilleri hakkında ne savaş ne salgın dinlenmezken, fezlekeler yağmur gibi yağarken '50 kişiyi öldürürüm' diyen kişinin kılına dokunulmadı. Bu Erdoğan ve iktidar yandaşlığının ne kadar büyük bir lüks olduğunu, dokunulmaz olduğunu ortaya koydu. 

Erdoğan'ın kullandığı dil normalleşmedi 

Erdoğan salgın sürecinde normalleşmeye geçeceğiz diyor ama kendisinin kullandığı dil ve üslup normalleşmedi. Hala TV'lerde halkı ve diğer partileri tehdit etmeye devam ediyor. 

Darbe tehdidi ile mağduriyet üreterek siyasi rant devşirmeye çalışıyorlar 

Darbe ihtimalinden söz ediyor, çok ilginç bir ihtimal. Bütün devlet aygıtları onun elinde, kim kimin için darbe planlıyor bunu açıklamıyor. Günlerdir 'darbe planı yapılıyor' diyorlar ama Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı, iç-dış örgütü ile her şey AKP'nin elinde. Yaprak kımıldasa haberi olan AKP, evinden Facebook paylaşımı yaptı diye, camından konvoya laf söyledi diye gözaltına alınan AKP millete şunu yutturmaya çalışıyor; 'ben mağdur ve masumum bana karşı darbe tehdidi var beni desteklemekten vazgeçmeyin'. Bunlar geçmişte kaldı sizin mağduriyetiniz de mazlumluğunuz da bitti. Siz zalim bir iktidar olarak yolunuza devam ediyorsunuz. Bu nedenle darbe tehdidi ile mağduriyet üreterek siyasi rant devşirmeye çalıştıklarını herkes bilmelidir. 

Meclis’i çalıştırmamak darbe uygulamasıdır

Kendisi darbe pratiğini sürdürmeye devam ediyor. Barolara, odalara müdahale hazırlığı tam da darbe uygulamasıdır. Medya sosyal medyaya yönelik engellemeler tam da darbe pratiğidir Meclis’i çalıştırmamak darbe uygulamasıdır, bizler Mecliste değiliz çünkü Meclis AKP tarafından kapatıldı. Halbuki en çok Meclis'in çalışması gereken dönem bu dönemdir. İşçiler, sağlık emekçileri çalışırken, halk açlıkla mücadele için sokaktayken milletvekilleri neden evde? Bunu sormaktan vazgeçmeyeceğiz. Çünkü Parlamento'nun kapatılması darbe dinamiğinin devam ettirilmesi ve tek başlarına ülkeyi yönetme amacının başka bir yansımasıdır. 

Nusaybin’deki görüntülerin sorumlusu Süleyman Soylu’dur   

Diğer bir mesele Nusaybin'de meydana geldi. Nusaybin'de bir polis, çocukları silahla kovaladı. İnanılmaz görüntü. Efendim, havaya ateş açıyormuş. Bunların hepsini yaşadık. Adana’da bir çocuğu havaya ateş açarken kalbinden vurdular. Bunu da 'havaya ateş açıyoruz' diye açıkladılar. Nusaybin'de de görüntüler medyaya yansıdıktan sonra kaymakam efendi 'görevden aldık' dedi. Peki 15 gün boyunca neredeydin? Görüntüler medyaya yansımasa ne yapacaktın? Üstelik taş attıklarını söyleyerek polisi haklı çıkarmıyor musun? Bütün bunların sorumlusu Süleyman Soylu’dur. Kendisi talimat vererek, cezasızlık politikası ile kolluğun halka, çocuklara, yurttaşlara yönelik şiddet politikasının devam etmesine neden oluyor. Bunun tek bir adım gerisinde durmayıp adım adım takip edeceğiz bu uygulamaları. Teşhir etmeye, bu uygulamaların birinci derece sorumlusu olduklarını tüm dünyayla paylaşmaya devam edeceğiz. 

Biz çocuklarımızın yanındayız. O çocuklara, hiçbir çocuğa hiç kimse bu şekilde el kaldıramaz. Vekillerimiz aileyi ziyaret etti, umarız çocuğun yaşadığı travma sona erer. Yaşamını yitiren Ceylan Önkol'dan, Uğur Kaymaz'a, Nihat Kazanhan’a bütün isimleri saygıyla anıyorum. Bizi affetmesinler. Onların ölümünü engelleyemedik. Bu görevimizdir. Bu konuda sonuna kadar mücadele edeceğimizi ifade  etmek istiyorum. 

Aralıksız bir konseptin parçası olarak mezarlıklara saldırılar yapılıyor 

Çok önemli bir mesele daha var: mezarlıklara saldırı. Gündem çok yoğun ve mezarlıklara saldırılar hak ettiği gibi tartışılmıyor. Aralıksız bir konseptin parçası olarak saldırılar yapılıyor. Korona bahanesiyle, dikkatler salgına çevrilmişken Kürt çocuklarının mezarları tahrip edilmeye, yıkılmaya devam ediliyor, ailelerin canından can almaya devam ediliyor. Sanırım en son dün Bingöl'de yaşandı, birçok ilde mezarlıklara yönelik saldırılar devam ediyor. Bu konuda ne söylesek eksik kalır. Ne hukuk ne inanç ne etik hiçbir konu bu saldırıları izah etmeye yetmiyor. Çünkü ölen bir insanın üzerinden hüküm kalkar. Canlılarla mücadele eden bir iktidar yaşamını yitirdikten sonra da insanlardan vazgeçmiyor, ailelerinden vazgeçmiyor. Yerin altında rahat uyumalarına izin verilmiyor. Yok efendim neymiş; mezar taşlarında x-q-w harfleri varmış. Bunlar bahane. Bu Kürt düşmanlığının başka bir şekilde yürütülmesidir. Kürt düşmanlığı artık sınır tanımıyor. Ve Kürtler bu iktidarın düşmanlığını çok iyi anladı. 

Mezarlar bizim, annelerimizin en hassas noktalarıdır, mezarlardan ellerinizi çekin 

Mezarlar, ölü bedenler annelerimizin, bizlerin, bu halkın en hassas noktalarıdır. Buraya basmaktan vazgeçin. Bir an için empati yapın. Sizin evladınız, sizin çocuğunuz, sizin babanız, kardeşiniz olabilirdi. Sadece gidip özel günlerde mezarı ziyaret etmek, dua okumak isteyen ailelere bu hakkı fazla göremezsiniz. Kemiklerden, cansız bedenlerden ne istiyorsunuz? Cansız bedenlerden ne istiyorsunuz? Bu düşmanlığınızın bir sınırı yok mu? Mezarlardan bir an önce ellerini çekmelerini istiyoruz. 

Mezarlıkları tahrip eden bir devlet artık yok olmuştur

Mezarlıkları tahrip eden bir devlet artık yok olmuştur. Onu yaşatacak bir yol kalmamıştır. İnsanların ölü bedenleri üzerinden siyaset devşirmeye çalışan bir anlayış zaten bitmiştir. İnsanların duygularını, hassasiyetlerini, vicdanlarını yaralayan bir devlet halkını bölmüş, parçalamıştır. Duyguda, düşüncede, dilde bölmüştür. Artık çekin ellerinizi mezarlardan. Ortak yaşam inancına dokunmayın. Ortak vatan, demokratik ulus idealinden insanları vazgeçirmeye çalışmayın. Bu ülkede herkesin bir arada eşit şartlarda yaşaması mücadelesine daha fazla zarar vermeyin. 

'İbrahim Gökçek'in cenazesine saldıracağız' diyen güruha İçişleri Bakanı hala bir işlem yapmadı 

Bu mezarlık siyasetinin bir parçası da Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek'in cenazesi sırasında Kayseri’de de yaşandı. AKP iktidarının kutuplaştırma ve kamplaştırma siyasetinin sonucudur bu. Bu korkunç siyaseti sevgili Aysel Tuğluk'un annesinin cenazesinde yaşadık biz. Bu barbar zihniyet, bu dil o zaman da iktidar eliyle dolaşımdaydı. Şimdi de 'İbrahim Gökçek'in cenazesine saldıracağız' diyen güruha İçişleri Bakanı hala bir işlem yapmadı. 

Her konuda fetva veren Diyanet İşleri Başkanı, mezarlıklar tahrip edilirken, ölüler gömdürülmezken nerede? 

Peki, her konuda fetva veren Diyanet İşleri Başkanı nerede? Her konuda konuşan İçişleri Bakanı neden konuşmuyor? Bu ahlaksızlığa karşı bir sözleri yok mu? Buna onay mı veriyor? 

Onay vermiyorsa bir an önce o güruhun kimler olduğunu tek tek tespit etmeli ve gözaltına almalıdır. Adeta uçurum kenarındayız ve bu uçurumdan hep birlikte düşeceğiz. Biz Diyanet İşleri Başkanlığı’nın her konuda fetva vermesine gerek olmadığını ama bu ölü bedenlere, mezarlara yapılan bu saldırılar karşısında bir çift lafının olması gerektiğini düşünüyoruz. Çocuk yaşta evlilikler hakkında konuşan, siyasi konularda her gün fetva verip kendi alanı dışında yorumlar yapan Diyanet İşleri Başkanı'nın defin hakkı, gömme hakkı, ölü bedenlerle ilgili inancın, dinin gereklerini açıklamaması kabul edilemez.

12 Mayıs 2020