Bilgen: Çetele tutarak, kongre salonlarında sayı belirtilerek bu sorun çözülemez

Parti Sözcümüz Ayhan Bilgen, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bilgen, şöyle konuştu: 

Hem Siirt’te hayatını kaybedenlere hem de Iğdır’da hayatını kaybedenlere başsağlığı ve rahmet diliyoruz. İki tablo da birbiriyle yakından ilişkili. Dünyada çatışmalar, savaşlar son bulmadıkça insanlar bunun acı bedelini ödemek zorunda kalacak. Her ikisinde de sadece kınamak, sadece acı paylaşmak değil, çatışmanın son bulmasına ve ölümlerin bitmesine dair sorumluluk üstlenilmesidir üzerinde durulması gereken nokta. 

Gazete kapatmayı da aşan bir anlayışla karşı karşıyayız 

Türkiye tarihinde belki Osmanlı’nın son döneminden bu yana ilk kez yaşanan bir siyaset medya ilişkisi ile karşı karşıyayız. Bir tarafta yeterince şeffaf olmayan, medya etiği ilkeleriyle de bağdaşmayan siyaset-sermaye-medya ilişkisi; öbür tarafta ise doğru bilgilendirmeyi önleyen yaklaşımlar medyaya yönelik bakışın bütününü oluşturuyor. Bu durumun bedelini bazen gazeteciler, bazen de yurttaş ödüyor. 

Özgürlükçü Demokrasi’ye baskın, Tan Gazetesi baskınını hatırlatıyor. Elbette aktörler farklı. Artık gazete kapatmayı da aşan biçimde, mühürlemeyi, baskı makinelerine, matbaaya el  koymayı tercih eden bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu durum Türkiye’de ifade özgürlüğü açısından son derece ciddi bir tehdit oluşturuyor. 

Doğan Medya’ya biçilen rol kaygı duymayı gerektiriyor

Bir farklı örnek de Doğan Medya ile ilgili gelişmeyle paralel ele almamız gereken bir durumdur. İronik biçimde 2014’teki medya el değiştirmelerinde son derece hızlı, takip etmekte zorlandığımız, görüntü ile gerçek arasındaki çelişkiyi ortaya koyan bir seyirle karşı karşıyayız.

Demirören Grubu'nun temsilcisinin bundan 4 yıl önce, bugünün Cumhurbaşkanı ile diyaloğunda kullandığı tabirler, “patron” ifadesi, aslında bugün Doğan Medya’ya biçilen rol konusunda kaygı duymayı gerektirecek bir tabloyu ortaya koyuyor. 

Medyanın mağduriyeti ne kadar önemliyse, medyanın kamuoyunu maniple ederek ortaya çıkardığı mağduriyet de son derece önemli. Afrin’deki bir röportajda tam tersi bilginin Türkiye kamuoyuna taşınması, Türkiye tarihine geçecek bir ayıptır. Talanı yapanlarla ilgili ifadede “ÖSO” denilmesine rağmen “YPG” olarak çevrilmesi, neye tenezzül edildiğinin ya da yanlış tercümenin milli güvenlik sorunu gibi görüldüğünün göstergesi. 

Doğu Guta’da bir takım gruplar orayı terk ederken, Feylak el Şam Grubu'nun Afrin’e yerleşmek için Türkiye ile temas kurduğuna dair doğrudan yaptığı açıklaması olmasına rağmen, bunun Türkiye’de tartışılma ölçeği son derece sınırlı. Onların ne kadar Afrinli olduğunu kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. 

Mesele bütün olarak insan haklarına tahammülsüzlük

Geçtiğimiz hafta içinde insan hakları açısından kaygı duyulmaya değer gelişmeler oldu. Bunlardan birisi Diyarbakır’da İnsan Hakları Bildirgesi’ne tahammülsüzlük ve oradaki güvercin şekillerinin bile sökülmesidir. Galiba Türkiye’de meselenin sadece Kürtler, HDP’liler olmadığının, meselenin bütün olarak insan haklarına tahammülsüzlük olduğunu göstermeye yetiyor. 

Tabii Kürtlerin payına daha fazlası düşüyor. İstanbul’da bir şirkette işçilerin Kürtçe konuşmasının engellenmesi de kamuda başlayan yasakların, engellemelerin özel hayata, günlük hayata yayıldığının göstergesidir. 

OHAL kalkmadıkça yarım yamalak demokrasi koşullarına ulaşılamaz

Bu mantık yayılırken siyasetten ve devlet mekanizmasından güç alıyor. Örneğin bir dosyada tutuklu ailelerine yardım ve dayanışma suçu yazılabiliyor. Şimdi Türkiye’de ne kadar muğlak bir terör tanımı ile karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz, ama bu artık ‘pes’ dedirtecek bir tariftir. Suçun şahsiliği ilkesi yok sayılıyor, tutuklu ailelerin bile cezalandırılması gereken kişiler olduğu algısını geliştirecek soruşturmalar başlayabiliyor.

Bütün bunlar OHAL’le doğrudan ilişkili. OHAL koşullarından kurtulmadıkça, OHAL bitirilmedikçe Türkiye’nin olağan bir döneme, demokratik koşullara, hiç olmazsa yarım yamalak demokrasi koşullarına bile kavuşamayacağı çok açıktır. 

Devam eden OHAL neye hizmet ediyor?

Geçtiğimiz hafta gerek Savunma Bakanlığı, gerekse Milli Eğitim Bakanlığı bürokratlarının OHAL’in gerekçesi olan örgütlenmenin bu kurumlarda bittiğini ilan etmiş olmalarına rağmen, hala devam eden operasyonların, devam eden OHAL’in neye hizmet ettiğini kamuoyuna açıklamaları gerekiyor. 

AKP Çiftlik Bank konusunda komisyon kurulmasından niye çekinir? 

Dün Meclis Genel Kurulu’nda gündemleşen Çiftlik Bank’la ilgili bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum. Çiftlik Bank’la ilgili Aralık ayında milletvekilimizin soru önergesi var. Aynı tarihlerde SPK’nin inceleme başlatılması talebi var. Bizim soru önergemizden 2 ay sonra bakanlık formalite bir cevap veriyor, incelemeye değer bulmadığını ilan ediyor. Bu firma çalışmaya devam ediyor. Ama mızrak çuvala sığmayınca da sanki bir duyarlılık varmış gibi bir algı oluşturuluyor. Bu tutumun samimiyetten uzak olduğunu Genel Kurul’da AKP Grubu bir kez daha deklare etti. 

Bu konuyla ilgili araştırma komisyonu kurulmasından AKP niye çekinir? 100 bin kişi mağdursa buna duyarlı olmak siyasetin sorumluluğundadır. Yok, eğer kamu görevlilerin ihmali, suçu varsa bunun incelenmesi devletin sorumluluğundadır. Müftü dua ediyor, kaymakam kurdele kesiyorken vatandaşa “uyanık olun” demek sorumluluktan kaçmaktır. 

Siyaset kendi özlük haklarını öncelerse, toplum siyaseti çözüm odağı olarak görmez

Dün Genel Kurul tercihini bir kez daha deklare etmiştir. Türkiye’de darbelerle demokrasi arasındaki ilişki ne kadar netse, yolsuzluk ile demokratikleşmeme arasındaki ilişki de o kadar keskindir. Bu konuda dün parlamento toplumun beklentisini karşılayacak bir irade ortaya koymak yerine, hem Çiftlik Bank'la ilgili komisyon kurulmasını engellemiş, üstüne üstlük pakete milletvekilleri lehine bir düzenleme ekleyip siyasete olan güvensizliği pekiştirecek bir algı yaratmıştır. Siyaset kendi kariyerine, sosyal imkanlarına, özlük haklarına öncelik verirse, toplum da siyaseti çözüm odağı olarak görmez. Bu da bir ülke için gurur duyucu, umut verici bir tablo değildir. 

Soru: Fransa’nın, Suriye’nin kuzeyine asker göndereceğine yönelik haberler var, siz nasıl değerlendirirsiniz? 

Suriye’de yaşanan her şey bir sonuç. Suriye’nin bu hale gelmemesi konusunda herkesin kendi payıyla yüzleşmesi gerekiyor. Ortadoğu’da taleplerin karşılanmasına dair bir duyarlılık gelişmediği için bu tabloyla karşı karşıyayız. Demokratikleşme, değişim konusunda toplumsal taleplere kulak kapatmayan bir yaklaşım olsaydı, bu tabloyla karşı karşıya kalmazdık. Kürtlerin statülerini tanımayarak var olma sorunu uluslararası bir sorundur. Bölge ülkeleri gerilimi tırmandırarak bu sorunun uluslararasılaşmasına hizmet etmektedir. 

Fransa’nın Suriye’de geçmişten beri bir ağırlığı var. Bu durum oradaki gelişmelere müdahil olmayı da beraberinde getirir. Bu bölgede sorunların diyalogla çözümünde, devletlerin halkları tehdit olarak görmemesi ve sorunları içeride çözme becerisini sergilemesi gerekiyor. ABD için de Rusya için de Fransa için de aynı, bizim için de. Türkiye oradaki kazanımları kendisi için tehdit olarak görmezse, duruma müdahale gerekçesi olarak tarif etmezse, sorun Ankara’da, Şam’da çözülebilir. Bu çözümsüzlük siyaseti bölgede egemen olmaya devam ettikçe, uluslararası müdahaleler, arayışlar da devam edecektir. 

Soru: Trump da Suriye’den çıkacağız diyor, ABD boşaltıyor, Fransa mı giriyor?

ABD, AB ilişkileri açısından bu tartışılabilir. ABD’nin uzun erimli stratejisinin Ortadoğu’dan Asya’ya kayma planlaması yıllardır tartışılır. Ama Trump’ın sözü üzerinden yorum yapmak doğru olur mu bilemiyorum, kendi sözcüleri de tekzip etti. Trump’ın kendi siyaset tarzının tipik bir yansıması gibi görünüyor. 

Fransa için söylediklerimizi ilkesel olarak ABD için de, Rusya için de söylüyoruz. Ortadoğu’da kalıcı çözüm, bölge dışı müdahalelere ortam bırakmayacak biçimde herkesin hak ve özgürlüklerinin garanti altına alınmasıdır. Suriye’nin böyle bir modeli inşa etmesinden başka hiçbir çözüm kalıcı olmayacaktır. Vesayet savaşları devletlerin kısa erimli çıkarlarını güvence altına alabilir, ama bedelini halklar öder. Silah tüccarları kazanır, ama bedeli tabutlardır, ölümlerdir. 

Burada devletlerin bölgeye dair planlarından daha çok üzerine odaklanmamız gereken şey “Ortadoğu’da gerçek bir barış nasıl mümkün olur”’un net biçimde tarif edilmesidir. Bölge ülkeleri başta olmak üzere herkesin bu duruma uygun davranmasıdır. 

Soru: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Macron açıklaması üzerine “kendisine frekansı yüksek bir cevap verdim” dedi. Nasıl değerlendirirsiniz?  

Kürt sorunu bu coğrafyanın en can alıcı sorunu. Ortadoğu’da iki krizden birisi Filistin, diğeri Kürt sorunudur. Özgün koşulları olmakla birlikte Kürt sorunu hem sayısal kapsamı hem de etkilediği coğrafyanın gelişmişliği bakımından Ortadoğu’nun temel belirleyici dinamiğidir. Ortadoğu’ya dair hesabı olan, Ortadoğu’da istikrarın bölge ülkelerinde, Avrupa’da istikrarı belirleme kapasitesinin olduğunun farkında olan herkes çaba içinde olacaktır. 

Batı ülkeleri neden bu kadar müdahil oluyor konusunda tepki veya şikayet ortaya koymak yerine, Türkiye’nin bu sorunu neden içeride hak ve özgürlükler ekseninde çözmeyi başaramadığına odaklanmak gerekiyor. Bugün Macron’a kızmış olabilirsiniz, ya da bizim bilmediğimiz bir rol verilmiş olabilir Fransa’ya. Geçmişte de oldu, hükümetin bilgisi dahilinde buluşturma arayışları oldu. Bugün rolü başkaları üstleniyor olabilir. Türkiye’nin de beklentileri olabilir, ama kulağını tutarken ters eliyle ve ayağının arasından geçirerek tutmaya çalışmaktan vazgeçmesi gerekir. Kürt sorununu çözmenin daha kolay, daha insani mekanizmaları var. 

Nasıl çözülemeyeceğine dair de Türkiye’nin kötü bir tecrübesi var. Sadece çetele tutarak, kongre salonlarında ölü sayısı belirterek bu sorun çözülemez. Defalarca aynı noktaya geldiler, ama sonuç ortada. Türkiye 10 yıllardır büyük bir bedel ödüyor. 

Burada da Fransa Erdoğan’ı kızdırdı mı, yoksa tam tersine bir ihtiyat payı, bir açık kapı, bir başka hesap ile mi hareket edilmiştir bilemeyiz. Ama insan hakları sorunları kimsenin iç işi değildir, insanlığın ortak sorunlarıdır. Devletlerin bu sorunları pazarlık meselesi yapmamasının tek yolu, bu sorunları çözecek ciddi, cesur ve risk üstlenecek bir siyasetin geliştirilmesidir. Seçim hesabıyla, oy hesabıyla bunu yapmadığınız müddetçe bedelini insanlar hayatlarıyla öderler. 

Soru: Meclis’te kadın oyuncuların sahneye çıkarılmaması meselesi hakkında ne dersiniz? 

Meclis’ten gelen açıklama kimseye inandırıcı gelmedi. Bu çatı altında kadının toplumdaki yerinin, bir sanat etkinliğindeki rolünün tartışılıyor olması tam da siyasetin Türkiye hayatında, Türkiye toplumunun umut dünyasında hak ettiği yerde durup durmadığının önemli bir göstergesidir. 

Avrupa Parlamentosu'na gittiğinizde, gazetecilerin içeriye girişinden, sivil toplumun milletvekillerine ulaşmasına; kıyafetlere, koridorlardaki sembollere kadar hiç sorun olmadığını görürsünüz. Bu alternatifi, bu siyaset yapma tarzını bir tarafa koyacak Türkiye parlamentosu, öbür tarafa da kadınlar sahnenin neresindeydiler, rolleri mi öyleydi, yoksa Meclis Başkanı istediği için mi öyle oldu tartışmasını koyacak ve bu tartışmayı yürütecek. Bu tartışma bile parlamentonun nerede olduğunu tarif etmeye yetiyor. 

Düşünün Türkiye’de Türk Lirası birkaç ay içinde yüzde 20 değer kaybedecek, ama bununla ilgili tartışma yapmayacaksınız. Üstüne üstlük büyüme üzerinden rakamsal operasyonlarla algı oluşturacaksınız. Ve iki görevini - ekonomik denetim ve hak, özgürlükler güvencesi - yapamayan bir parlamentonun ile karşı karşıyayız. Bu iki rolü oynamayan parlamentonun yapacağı şey kıyafet tartışmasıdır, kadınların nerede duracağı tartışmasıdır. Suudi Arabistan’da da kadınların araca binmesi tartışılıyor. İran sinemasında kadının konumu ile ilgili tartışma, Meclis’teki tiyatro sahnesindeki kadının konumu ile ilgili tartışmadan çok daha iyi bir yerde. Bu kıyas bile her şeyi ifade etmeye yetiyor. 

 

30 Mart 2018

Etiketler: #ayhan bilgen