Bilgen: OHAL’de seçim olamayacağı yüksek sesle dillendirilmeli

Grup Toplantısının bu haftaki gündemi OHAL ve OHAL’in yarattığı hukuksuzluklardı. Geçtiğimiz günlerde başlatılan “OHAL Değil Demokrasi” Kampanyasını yürüten DİSK, KESK, TMMOB ve TTB üye ve yöneticileri ile işini geri alabilmek için başlattığı açlık grevine devam eden Eğitimci Semih Özakça’nın annesi Sultan Özakça’nın da katıldığı grup toplantımızda Parti Sözcümüz Ayhan Bilgen kürsüdeydi. Bilgen, şöyle konuştu: 

İki yıldır unutamasak da 2. yıl dönümü olması nedeniyle, Tahir Elçi arkadaşımızı, yoldaşımızı anıyorum. Bugün Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, kendisinin de avukatı olduğu bir JİTEM davası görülüyor. Katledilmeseydi, bugün Ankara’da o duruşmada olacaktı.

Faili meçhullerle ilgili mücadeleye adanmış bir hayat. 2 yıl önce bugün İstanbul’da barış amaçlı bir toplantıda buluşacaktık ama son anda Sur’u savunmak için Baro’nun basın açıklamasına katılmaya karar verdi. Ne yazık ki hatırası kaldı. 

Kendinize eziyet edip Cumhurbaşkanını izlemeyin 

Bugün toplantımızı tek gündemle yapacağız, OHAL’i konuşacağız. Bugün iki grup toplantısı yapıldı, özellikle Cumhurbaşkanın ki ilginçti, akşam kendinize eziyet edip izlemeyin. ‘15 yıl boyunca yapılan işlerden ben mesul değilim, adımın kullanılmasını istemiyorum. Bundan sonra benim adımın kullanılmasına izin vermeyeceğim’ dedi özetle. Bir ülkenin kaderi 15 yılın en üst yöneticisi tarafından böyle özetlenince söylenecek söz kalmaz. Bugün asla o sözler üzerinden gündem yaratmayacağız. 

Bırakın hukuk devletini polis devleti olmanın bile gerisindeyiz

Bizim bugün biricik gündemimiz OHAL. Aslında bütün gündemlerimiz OHAL ile doğrudan bağlantılı. 15 yıl önce, üstünlerin hukuk için değil, hukukun üstünlüğü için siyasete girdiler ama bırakın hukuk devletinin, polis devleti bile olmanın çok gerisindeyiz.

OHAL demek hukuksuzluk demektir

Bakın çok somut bir madde Anayasa’nın 138. Maddesi. Deniyor ki “hiç kimse mahkemelere emir talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Bu açık bir suç tarifidir. Türkiye’de şu anda görülmekte olan Eş Genel Başkanlarımızın, milletvekillerimizin, akademisyenlerin, gazetecilerin davası çok net bir göstergedir. Yine başbakanın bürokrasiye nasıl davranmalarına dair verdiği talimat her şeyi özetliyor: Diyor ki bürokratlara: Mevzuata takılmayın, hukuk hatası yapmaktan da asla korkmayın. Bu cümleler, sözün bittiği yerdir. Bir ülkede Cumhurbaşkanı, Başbakan böyle şeylerden bahsedebiliyorlarsa, hukuk devletinden söz edilemez. Onun için, OHAL demek hukuksuzluk demektir.

Anayasa Mahkemesi suça ortak olmuştur

Tabi 28 KHK çıktı, bunlardan sadece 5 tanesi Meclis gündemine geldi, görüşüldü ve kanunlaştı. Diğer 23 tanesi fiili durum. Yani Anayasa’da açıkça OHAL’de kararnameler nasıl çıkarılır, buna dair son derece somut düzenlemeler olmasına rağmen, Meclis gündemine kararnameleri getirmekten ısrarla kaçınıyorlar, çünkü fiili bir durumla yönetmek istiyorlar.

Anayasa’da OHAL dönemlerinde KHK konusunda hükümete sınırsız bir yetki tanınmamıştır. Aksine sınırları net bir şekilde çizilmiştir. OHAL ilan edilme nedeni ne ise o nedene bağlı kalmak şartı ile kararname çıkarılabilir. Hepimiz biliyoruz, kış kar lastiklerinden araba filmlerine, sigortaya, kuaföre kadar pek çok konu KHK’lere konu yapılmıştır. Ve ne yazık ki bu anayasal sınırlar herkes tarafından biliniyor olmasına rağmen bu sınırları sadece hükümet yok saymamıştır, Anayasa Mahkemesi de bu suça ortak olmuştur. “KHK’ler gündemimde değil” diyerek açıkça hükümete, “ne istiyorsan onu yap” demiştir. Bu, suça ortak olmaktır. 

OHAL değil demokrasi 

İşte bu nedenlerle bugün emek meslek örgütlerinin “OHAL değil demokrasi” demesi son derece önemli ve değerlidir. Sadece kendi kurumlarını değil, bütün bir ülkeyi, barışı, demokrasiyi, birlikte yaşamı savunmanın birinci yoludur bugün “OHAL değil demokrasi”  demek.

OHAL’le yönetilen bir ülkenin diplomatı, uluslararası arenada asla itibar görmez. OHAL’le yönetilen bir ülkenin siyasetçilerinin başka ülkelerdeki insan hakları sorunlarına dair söyleyecek hiçbir sözü olmaz. 

OHAL ile bütün gündemler halı altına süpürülüyor

Bugün Türkiye OHAL ile bastırdığı bütün gündemler, halının altına süpürdüğü bütün gündemler dolayısıyla uluslararası platformlarda yargılanıyor. Kendileri “Türkiye yargılanıyor, Rıza Zarrab yargılanmıyor” dedikleri için öyle söylüyorum. AİHM’den önümüzdeki dönemde muhtemelen bizim eş başkanlarımızla, milletvekillerimizle ilgili karardan önce referandum kararı çıkacak. Tıpkı Zarrab davası gibi referandum da Türkiye’yi sıkıştırmış durumda. OHAL’i neden bu şekilde uyguluyorlar, bu başka bir tartışma konusu.

Berber koltuğunda güç gösterisi

Ama izninizle bir fıkrayla tarif etmeye çalışayım: İki Siverekli berbere gidiyor, tabi Siverekliler meşhur. Biri koltuğa oturuyor, traş et ama sabunsuz olsun, ben Siverekliyem. Diğeri de koltuğa geçiyor, sabunsuz yap diyor. Yarıya gelince yüzü yanmaya başlıyor, acı ağırlaşıyor. Dur diyor bundan sonrasını sabunlu yap. Berber diyor ki sen Siverekli değil misen? Diyor ki: Siverekliyem amma merkezinden değil, köyündenem. Dış politikada gelinen nokta, OHAL sebebiyle Türkiye’yi berber koltuğunda güç gösterisi yapan bu Sivereklinin durumuna düşürmüştür.

Savunma bütçesindeki artış bir takım devletlere rüşvettir

OHAL döneminde yapılacak hiçbir bütçe halkın bütçesi olamaz. Önümüzdeki günlerde Genel Kurul’a gelecek. Bu bütçede büyüyen en büyük kalem savunma bütçesi. Savunma rakamlarındaki artışa baktığınızda, eğer bu kadar büyük artış büyük devletlerle savaşmak içinse yetmez. Yok eğer Rum kesimi, Yunanistan gibi tarihi korkularla ise de çok fazla. Bu bütçe savunmayı ifade etmiyor.

Aslında bir tek şeyi ifade ediyor. Türkiye’nin dış politikadaki ilişkilerini kurtarmak için savunmaya ayrılan kalemler bir takım devletlere rüşvet olarak veriliyor. Bir takım ülkelerden yüklü miktarda silah alarak ilişkilerin devamı sağlanıyor. Yani bütçede büyüyen savunma kaleminin insan güvenliği ile hiçbir alakası olmuyor. 

OHAL’in güvenlikle alakası yok 

Eğer OHAL insan güvenliğiyle ilgili olsaydı herhalde Ankara’nın göbeğinde IŞİD okul açamazdı. OHAL insan güvenliğiyle ilgili olsaydı, Malatya’da Alevilerin evine çarpı atılmazdı. Demek ki OHAL’in her ne kadar temel gerekçesi güvenlik gibi görünse de insan ve toplum güvencesiyle hiçbir alakası yok. 

OHAL işçi düşmanıdır 

OHAL işçi düşmanıdır, emek düşmanıdır. Çalışanları, emeğiyle geçinenleri açlıkla terbiye etme aracıdır. OHAL döneminde KHK’lerle 113 bin 440 kamu görevlisi işinden atılmış. 22 bin 747 kişinin de sözleşmeleri feshedilmiş. Cumhurbaşkanı aslında bu konuda daha önce çok net konuşmuştu, “Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Oysa şimdi biz grev tehdidi olan yerlere OHAL vesilesiyle müdahale ediyoruz.” Her şey çok açık değil mi? OHAL’in neye hizmet ettiği çok net anlaşılmıyor mu bu sözlerden? Oysa gene Anayasa’da grevin bir hak olduğu çok net biçimde ifade edilmiştir. Tabi ki çalışanlar için, emeğiyle, alınteriyle geçinenler için tehdit olan OHAL, aslında iş yerleri için de tehdittir. Şimdiye kadar 969 şirket TMSF’ye devredilmiş ve on binlerce çalışanı mağdur edilmiştir.

OHAL ilginç biçimde bazen devletin en üst kademelerinde bazen herkesin elinin gücünün yettiği yerde kişisel çıkarları güvenlik sorunu gibi tarif etmeye sebep olmuştur. Geçtiğimiz günlerde bir doktor hakkında gözaltı işlemi yapıldı. Gözaltı işlemini yapan cumhuriyet savcısı bu doktorun yerine kendi eşini atadı. Sadece bu kadar taltif edilmek de yetmedi, savcının kendisi de Adalet Bakanlığı’nda üst düzey yönetici oldu. 

OHAL öldürüyor ama esas öldüren vurdumduymazlık 

OHAL sadece işsiz bırakmıyor. OHAL aynı zamanda öldürüyor. OHAL döneminde çıkarılan KHK’lerle işten atılmış 37 kişi canına kıydı. Bir ülke için bundan büyük utanç olamaz. Hala OHAL’in arkasına sığınanlar, OHAL’i iyi bir şeymiş gibi sunanlara bu 37 kişiyi hatırlatmamız yetmeli. Tabi canına kıyanları olduğu gibi, umudunu yitirip, umudunu insan tacirlerine bırakan ve sonra cenazeleri, umutları sahile vuran Maden ailesi gibi aileler var. Sonuçta aslında OHAL öldürüyor, KHK’ler öldürüyor ama en önemlisi; vurdumduymazlık ve sorumsuzluk öldürüyor. 

OHAL’i bitirmenin biricik yolu dayanışmadır

Bir ülkede eğer bu kadar büyük mağduriyet varken hala birileri oh olsun diyebiliyorsa, bize bir şey olmaz diyebiliyorsa ya da mağdur yakınları direnmek yerine sadece sızlanmayı tercih ediyorlarsa, o ülkede OHAL karşıtı mücadele çok daha önemli, çok daha değerlidir. Elbette biliyoruz ki, OHAL’i bitirmenin biricik yolu dayanışmadır, direniştir, mücadeledir. Hayatın her alanında bu baskıya, zulme karşı durmaktır. 

Kadınlara teşekkür ediyoruz

Elbette, bu baskıya boyun eğmeyenler var, karşı duranlar var. Birkaç gün önce “Kadına Karşı Şiddet Günü” dolayısıyla kadınların yapmak istediği yürüyüşler engellenmek istendi. Ama bu yasağı, bu engellemeyi tanımayan ve şiddetsiz, haklı tepkilerini İstanbul sokaklarından taşıran kadınlara teşekkür ediyoruz. 

Tüm muhalefet OHAL’de seçim olmayacağını yüksek sesle dillendirmeli 

Türkiye, aslında bütün kurum ve mekanizmalarıyla, OHAL’siz yönetilemez bir ülke pozisyonuna sürüklendi. İktidara dair söylenecek çok şey yok ama Türkiye’de iyi kötü muhalefet etmek isteyen herkese çağrıda bulunuyoruz. OHAL şartlarında nasıl halkçı bütçe olmazsa, demokrasi olmazsa, hukuk olmazsa; OHAL şartlarında demokratik bir seçimin de olamayacağını şimdiden bütün muhalefet partileri yüksek sesle dillendirmelidir. 

Ya bugün ses çıkarsınlar ya karşımıza çıkmasınlar 

Yoksa, bugün başka gündemlerle uğraşıp ya da kuytuda saklanıp yarın bize demokrasi kahramanı olarak çıkmaya kalkmasınlar. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili söyleyecek bir sözleri varsa bugün söylemeliler. OHAL’le ilgili söylemeliler. Türkiye’nin bu hale gelmesinde payı olanların yarın bizden hiçbir beklentisi olmamalıdır. Türkiye’de demokrasi ile ilgili beklentisi olan ya bugün konuşmalı, meydanlara çıkmalı, sesini yükseltmeli ya da asla kimseye demokrasi kahramanlığı satmaya kalkmamalıdır. 

Öyle bir korku ki… 

OHAL aynı zamanda ifade özgürlüğüne, örgütlenme özgürlüğüne tahammülsüzlüktür. OHAL 33 TV, 37 radyo, onlarca internet sitesi ve gazete, toplamda 162 medya kuruluşu kapatılmış ve çalışanları işsiz bırakılmıştır. Bu aslında ifade özgürlüğüne yönelik bir korkudur, örgütlenme özgürlüğüne yönelik bir korkudur. Bu öyle bir korkudur ki Fikret Başkaya’nın 25 yıl önce yazdığı kitap sebebiyle kitabıyla birlikte gözaltına alınmasına yol açar. Bu öyle bir korkudur ki insan hakları anıtı önünde hak savunucularının iki sözü yüzünden gözaltı yaptırır.

Korkuları aşmanın yolu mücadele 

Biz bütün bu korkuları aşmanın yolunun mücadele etmekten geçtiğini biliyoruz. Çünkü siyaset üzerindeki vesayet de OHAL ile çok daha derinleşmiştir.

Türkiye apoletsiz vesayetle karşı karşıya 

Birileri bu çatıda iktidara geldiklerinde tören kıtasını Meclis’in kampüsünden çıkartmayı ya da Atatürk’ün üniformalı resimlerini duvardan indirmeyi demokratikleşme sanıyorlardı. Sembolik şeyler anlamlı olabilir ama işin özü çöktükten sonra bu sembollerin kaldırılması kandırmaya dönüşür. Bugün Türkiye, sivil görünümlü, apoletsiz bir başka vesayetle karşı karşıya. Bakın bir milletvekilimiz Feleknas Uca Avrupa Konseyi toplantılarına katılması gerekiyor. Meclis görevlendirilmiş. Mahkeme kararı yurt dışı yasağı yok diyor. Ama mahkeme kararına rağmen, Emniyet pasaportunu iptal ediyor. Şimdi bu, Parlamento üzerinde vesayet değil de nedir? Milletvekilleri kendi çalışacakları danışmanları seçemiyor. Onların ne kadar güvenilir insanlar olduğuna güvenlik görevlileri karar veriyor. Bu vesayet değilse nedir? İşte biz OHAL değil demokrasi derken, Türkiye’nin tüm sorunlarının demokrasiyle, demokratik mücadeleyle aşılması gerektiğinin altını çiziyoruz.

Neye dayanarak kongremizi yasaklıyorsunuz?

Bakın OHAL nelere bahane ediliyor, hangi siyasi mücadele araçlarının önünü tıkamak için kullanılıyor? Yakın bir örnek. Önümüzdeki günlerde Ağrı’da hem bizim hem de iktidar partisinin kongresi var. Önce çok yoğun bir diyalogla Ağrı İl Seçim Kurulu, parti yöneticilerimizi 3 Aralık’ta kongre yapmaktan vazgeçirmeye çalışıyor. Şimdi Ağrı’da iki parti aynı anda kongre yapabilir. Bizce bir mahsur yok. Ama eğer bir tercih yapılacaksa Ağrılıların yüzde 80’i HDP’ye oy vermişken neye dayanarak bizim kongremizi yasaklıyorsunuz? Bu, siyaset üzerinde vesayet ve baskı değilse nedir? Bu, OHAL’in Türkiye’nin bir parti devleti haline geçiş ortamında, devlet partisinin diğer partilerden farklı olduğunun tescilidir.

Devlet partisi daha eşit 

Anayasa’da parti kurma özgürlüğünden partilerin eşitliğinden bahsedilir ama görüyoruz ki parti devletinde devlet partisi daha eşittir. Onlar istedikleri tarihte kongre yapabilir ama o halkın yüzde 80’inin tercih ettiği partinin kongresi rahatça ertelenebilir.

OHAL sokağa çıkma yasağı, kayyum demek

OHAL, Sur için, Cizre için, Silopi için, Nusaybin için, Gever için sokağa çıkma yasakları demektir. Hem de tarihin en uzun sokağa çıkma yasakları demektir, abluka demektir. 268 kez ilan edilmiş ya da uzatılmış sokağa çıkma yasakları demektir. OHAL, bu şehirler için kayyumla yönetilmek demektir. Seçtiklerinizin iradesinin tanınmaması demektir. 

Eğer 15 yıl önce partinizi kurduğunuzda, iktidara gelmek için vaatlerinizi, valilerin seçimle işbaşına geleceği vaadinde bulunursanız, bırakın onu, atanmış belediye başkanları noktasına gelirseniz bunun hesabını vermekten kurtulamazsınız.

Bir şey yapılacaksa bugün yapılmalı 

OHAL ortamında, meslek örgütleri, STK’lar, insan hakları savunucuları nasıl engelleniyorsa, nasıl rahatsız ediyorsa HDP’nin de yaptığı her iş birilerini rahatsız ediyor. Çünkü HDP yarınlara dair hayal satmıyor. HDP geçmişle nostalji yaparak kendisini kandırmıyor. HDP, bir şey yapılacaksa bugün yapılması gerektiğini biliyor. Bu şartlardan mutlaka çıkacağız, bu karanlıktan mutlaka kurtulacağız ama bunun biricik yolu, dayanışma, omuz omuza mücadele. 

OHAL kalkmadan hiçbirimiz onurlu yaşayamayacağız

Kendinizi hangi kimlikten hissederseniz hissedin, ister liberal, ister sosyal demokrat, dindar, şunu bilin ki biriniz özgür olmadan siz özgür olmayacaksınız. Biriniz güvende olmadan siz de güven içinde olamayacaksınız. Bu ülkede OHAL kalkmadan hiçbirimiz onurlu yaşayamayacağız, özgür olmayacağız ve birlikte yaşamın hukukunu inşa edemeyeceğiz. 

OHAL nefreti, mutsuzluğu, kutuplaşmayı arttırıyor. Eşit olduğumuz gün özgür olacağız ve ancak bu şekilde birlikte yaşayabileceğimizi belirtiyoruz. Bu nedenle bir kez daha OHAL değil demokrasi diyoruz. OHAL değil demokrasi çağrısı yapan meslek örgütlerini selamlıyoruz. Bedeli ödenmeyen hiçbir şeyin değeri olmuyor. Türkiye’ye demokrasinin bahşedilmediğine, birilerinin lütfuyla da kurumsallaşmayacağını, birlikte yürüteceğimiz mücadeleyle sağlanacağının çok net farkındayız. Küçük hesapları kişisel yaklaşımları bir tarafa bırakıp Türkiye’ye bir iyilik yapmak, toplumsal kesimlerin haklarını savunmak için OHAL değil demokrasi diyoruz. 

28 Kasım 2017