Biz barış için söz verdik!


Nasıl başlamalı anlatmaya gerçekten zor! 100’den fazla insanın katledildiği bir olaydan söz ediyoruz çünkü ve üstelik barış isteyen, bunun için bir miting organize etmiş ya da o mitinge katılmış binlerce insandan…

Neden öldürüldü peki bu insanlar; 7 Haziran’la seçim sonuçlarında yansımasını bulan özgürlük ve barış isteğinin yok edilmesi, belirsiz bir geleceğe ötelenmesi, farklılıkların tek tipe dönüştürülmesi, çok katmanlı çıkar ilişkileri ve rantın sürdürülebilirliği için "mutlaka iktidarda kalma dürtüsü", Erdoğan’ın başkanlık hevesi, Türkiye’yi yönetenlerin "Esad devrildikten sonra" hem politik hem ticari olarak bölgede hakim güç olmak, yani Esad sonrası Suriye’nin rantından en büyük payı alması için mi? Yoksa iktidarın IŞİD ve Suriye’deki diğer gruplara açık cephe almayıp arasını iyi tutmaya çalışması; Rojava’da YPG’nin güçlenmesinin istenmemesi, özellikle Cerablus’un PYD tarafından ele geçirilmesi şeklindeki "bir yenilgi"den korkulduğu için, bir başka deyişle de "Kürt düşmanlığı"ndan mı?

Ya da gücün sadece tek elde toplanması ve Türkiye’de özellikle batıdaki barış güçlerinin birleşmesinin Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve barışa vereceği desteğin istenmemesi, çünkü bunun ülkede her türlü ayrımcılığa karşı bir yolu; demokrasiye, çok sesliliğe ve özgürlüğe giden bir yolu açacağı endişesiyle mi

Aslında insanlarımız, dostlarımız savaş için öldürüldüler; daimi savaş için, hep savaşılsın diye, itaat edilsin diye, korkulsun ve asla özgürlük istenmesin diye!

Irkçı, ayrımcı; barış, emek ve kadın düşmanı olanlar tarafından öldürüldüler! Bu ülkede 7 Haziran’daki halk iradesine saygı duyulsaydı öldürülmezlerdi. Diyarbakır, Suruç araştırılsaydı, öldürülmezlerdi.

Tam bir yıl önce Ankara Katliamı’ndan sonra şu satırları yazmıştım: "Katliamın hemen sonrasında olay yerinde bir milletvekili olarak iki saat boyunca yegane muhatap olarak polisi ve "Vekilsen vekilsin be" diyen bir güvenlik şube müdürünü buldum! İki saat boyunca "savcı yok mu" diye sordum! Ortada yeterli ambulans olmadığı için arabalarla yaralı taşımak zorunda kaldık! Olay yeri çok sonra çevrilip, deliller toplanabilir hale geldi! Avukatlar, sanki olmaması gereken insanlarmış gibi sayıyla "iki yeter, üç yeter” diye sayılarak alana sokuldu! İnsanlar yakınlarına ulaşmak için demir kapılı bir morgun arka bahçesinde buz gibi soğukta bekletildi! Ha pardon Kızılay çorba verdi! Ölüm haberleri sanki bir sınav sonucu verilir gibi verildi o insanlara; ne bir psikolojik destek vardı ne de acıyı paylaşma! Cesetler önce açıkta teşhis ettirilmeye başlandı, sonra bir büyük çadır kurularak "daha insani" bir ortam sağlandı. Kapkaranlık morg önü, piknik yerindeki uyduruk kablolara takılmış ikide bir patlayan lambalarla aydınlatılmaya çalışıldı. Türkiye’nin başkentinde sadece 6 masalı bir morgta otopsi yapıldı. O kadar kısa sürede bunca otopsinin nasıl yapıldığına hiç değinmeyeceğim, çünkü bu bile lüks olur! (Bunun için canla başla uğraşan sağlık çalışanlarına ise hiçbir sözüm yok).

Bir de cenaze kaldırma işlerini unutmamak gerek, en iyi o yapıldı! Basın ise orada duruyordu! Evet duruyordu, tanıklık etmiyordu, edemiyordu! Koskoca katliam Reuters fotoğrafıyla manşet olduğu gibi, bizler de ilk önce yabancı gazetecilere konuştuk ağlayarak! Adliyelerimiz, stadlarımız, saraylarımız hep büyük, büsbüyüktü ya, katliamımız da büyük oldu! Ama insanlığımız, insani yardımımız, hukukumuz, hukuka uygun, insan haklarına uygun şartlarımız, haberciliğimiz hep küçücük kaldı onların yanında!... "Ey ulu devlet yetkilisi" sana sözüm ise şudur: Eğer o alana ilk gün gelemiyorsan, yurttaşlarının acısını paylaşamıyorsan, bunu diyelim ki istemediğin için değil, yurttaşlarının tepkisinden çekindiğin için dahi yapamıyorsan; zaten o ülke senden, sen de o ülkeden çoktan vazgeçmişsin demektir! Sonunda "Karanfilini de al git" derler insana! Beddua edilmesi yasak olan bir evde büyümüş biri olarak edebileceğim bedduam budur: "Karanfilini de al git” ve bizi bizimle bırak artık! Yeter!…

Yetmedi! Hep daha fazlasını yapmaya gayret ettiler! Avukatların katliam sırasında ve hemen sonrasında, özellikle delillerin yok edilmesine ilişkin tespitlerinin ardından ifade ettikleri önemliydi:

"Sadece erken safhada tespit edilen bu aykırılıklar delillerin karartılması endişesi yaratmaktadır. Etkin bir soruşturma yürütülmesi için gereken asgari planlamadan yoksun, hızla ve derinlemesine yürütülmeyen işlemler ve hiçbir resmi bilgilendirmenin yapılmaması, soruşturmanın kamudan kaçırılacağını ortaya koymuştur. "İnfial korkusu" ve "savcı güvenliği" endişelerinin yürüttüğü bu soruşturmanın bağımsız olamayacağı da açıktır…”

Başbakan ve bakanların açıklamaları

Evet avukatlar haklıydılar! Bağımsız olamazdı o soruşturma, çünkü sıfır siyasi sorumluluk olan bu ülkede, sayısız patlamanın ve ölümün yaşanmasına rağmen tek bir bakanın dahi istifa etmediği bu ülkede bağımsız ve adil bir yargı olmasını beklemek de bir hayalden öteye gidemezdi! Tıpkı bugünlerde de yaşadığımız gibi!

Örneğin Davutoğlu patlama sonrasında yaptığı açıklamada, “Suruç bombacısı Abdurrahman Alagöz’ün (eylem sırasında bedeni parçalanmış olmasına rağmen) yakalanarak yargıya teslim edildiğini, Barış Mitingi Katliamı faillerinin de aynı şekilde yakalanacağını" söyledi. Bu açıklama halkın faillerin yakalanacağı inancını tamamen yitirmesine yol açtı.

Davutoğlu ayrıca, "Türkiye’de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi dahi var. Takip ediyorsunuz ama bu eylemi gerçekleştirme noktasına kadar şey yaptığınızda başka bir protestoyla karşılaşıyorsunuz" dedi. 

Oysa o sihirli "makul şüphe" muhalifler için her daim geçerliydi ama IŞİD için hiç geçerli olmadı! İntihar eylemi yapmasından şüphelenilen, hakkında istihbarat bilgisi olan kişiler hakkında "makul şüphe" uyarınca hiçbir zaman işlem başlatılmadı!

İçişleri Bakanı Selami Altınok ise: "güvenlik zafiyeti yok" dedi! Yoktu! Güvenli bir şekilde, göz göre göre katliamların yolu açılmıştı!

İçişlerine Bakanı’na yöneltilen istifa sorusu karşısında ise Adalet Bakanı Kenan İpek güldü sadece!

Dar gelen OHAL gömleği

Bugün tüm ülkeye giydirilen OHAL gömleğini yırtmaya çalışanlar olarak da görüyoruz ki; o katliam ve sonrasında bir başka baskıcı sürecin yolları döşenmiş! Darbe girişimini dahi kendisi için, muhalifleri yok etmek için "fırsata dönüştüren" bir yönetimle karşı karşıyayız. Binlerce insan işinden atıldı, derneklerin, radyoların mallarına dahi el konuldu. 

Akademisyenler, öğretmenler, hukuk tarihine geçecek şekilde "barış" sözünden suçlanmaktalar. "Subliminal mesaj" diye bir hukuk garabetimiz de oldu! Seçmenlerin iradesi yine tıpkı 7 Haziran’da olduğu gibi hiçe sayılarak belediyelere kayyımlar atandı. Her gün iş cinayetlerinde ölenler saymakla bitmiyor. 

Kadın düşmanlığı ise hem söylem, hem cinayetlerle şahikasına ulaşmış durumda! Herkesin bir yaftası var artık ve herkes herkese düşman olsun diye elden gelen yapılıyor.

Ama bu yazı umutsuzlukla bitemez! Bizim güle oynaya gittiğimiz Ankara’da kaybettiklerimize de, kendimize de barış ve özgürlük sözümüz var. Tıpkı onca değerli akademisyeni işten çıkarılan ama daha dün yeni akademik açılışı alternatif başka bir salonda ve büyük bir coşkuyla gerçekleştiren Kocaeli’nin akademisyenleri gibi, her fırsatta yeni yollar açmaya, sınırları aşmaya devam edeceğiz. Bu ülkeye hep birlikte hakiki, kalıcı ve onurlu bir barışı ve özgürlükleri getireceğiz…


Filiz Kerestecioğlu