Buldan: Gitsinler sarayın bahçesinde kayyumluk yapsınlar!

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz sevgili İbrahim Ayhan’ı rahmetle anmak istiyorum. Sevgili İbrahim Ayhan uzun süre bizimle yol arkadaşlığı yapan, 26. dönemde milletvekilliği düşürülen, hakkında verilen cezalara ve yaşadığı faşizan koşullara kalbi dayanamayan bir arkadaşımız. Sevgili İbrahim Ayhan emek mücadelesinin, eğitim ve demokrasi mücadelesinin önemli bir ferdiydi. Bu ülkede demokrasi ve barışın yeşermesine önemli katkıları olan önemli bir arkadaşımızdı. Ancak çok erken ayrıldı aramızdan. Sevgili İbrahim Ayhan’ı anıyor, ailesine başsağlığı dileklerimizi gönderiyoruz. Onu asla unutmayacağız. 

Değerli arkadaşlar dün Parlamento açıldı, yeni yasama yılına bugün itibariyle başlanacak. Ama bir eksikle toplanacak Parlamento. Sevgili Leyla Güven aramızda değil. Bu anlayışı ve bu tutumu buradan kınıyorum. Bu hukuksuzluğa bir an önce son verilmeli. 

Meclis Başkanı’nı Leyla Güven için girişimde bulunmaya davet ediyorum

Dün Meclis’in açılışında Meclis Başkanı kadın vekil oranına vurgu yaptı.  Bir kadın arkadaşımız olan Leyla Güven’in rehin tutulduğunu görmesi gerektiğini düşünüyorum. Sayın Meclis Başkanı’nı Parlamento’nun saygınlığını koruma ve eksik temsiliyeti sağlama noktasında gerekli girişimlerde bulunmaya davet ediyorum. 

Leyla Güven’in yeri Meclis sıralarıdır

Leyla Güven Hakkari halkının temsilcisidir, onun yeri cezaevi değil Meclis sıralarıdır. Burada Sayın Leyla Güven başta olmak üzere tüm milletvekillerimize, belediye eşbaşkanlarımız, sevgili Selahattin Demirtaş’a, sevgili Figen Yüksekdağ’a, Gültan Kışanak’a sevgilerimizi gönderiyoruz. 

Bu Meclis’i halkın meclisi yapmaya devam edeceğiz

27. dönem Parlamentosu bugün çalışmalarına başlıyor. Yeni dönemin ülkemiz demokrasisi açısından hayırlı olmasını temenni ediyorum. Ülke sorunlarının derinleştiği böylesi bir dönemde Parlamento’nun görev ve sorumlulukları artmaktadır. Tekçi yönetim zihniyetine rağmen Parlamento bizim mücadelemizde sorunların ve çözüm önerilerinin tartışıldığı bir zemin olmaya devam edecektir. HDP grubu olarak Parlamento’yu en etkin şekilde işletmeye, bu kürsüyü halkın kürsüsü, bu meclisi halkın meclisi yapmaya devam edeceğiz. Bizler bu meclisi en etkili şekilde işletmeye devam edeceğiz. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Her haksızlığı, her mağduriyeti, adaletsizliği, hukuksuzluğu bu kürsüden dile getirmeye, halklarımız adına hesap sormaya devam edeceğiz. 

24 Haziran’ı geride bıraktık ancak iş henüz bitmedi. Sırada 30 Mart’ta yapılması planlanan yerel seçimler var. Hükümet sistemini ve mümkün olan tüm yönetim mekanizmalarını merkezileştirme, tekleştirme güdüsüyle hareket eden AKP – MHP ittifakı, şimdi de önümüzdeki yerel seçimlerde demokratik karar alma ve demokratik yönetimlerin olmazsa olmazı yerel yönetimleri hedeflemekte ve özellikle partimizin kazanabileceği yerel yönetimlere dönük ciddi hazırlıklar yapmaktadır.

"Vardık, Varız, Var olacağız!”  

Kürtlere denilmektedir ki, "senin seçme iradeni tanımıyoruz. Senin seçtiğin milletvekilini cezaevine atarız. Senin seçtiğin belediye başkanını tanımayız, onun yerine kayyum atarız."

Şunu bilsinler ki, Kürtler vardır, Kürtlerin hakları vardır, Kürtlerin seçme ve seçilme özgürlükleri vardır. Bunları engellemeye dönük her söz ve tutum gayrı meşrudur. Rosa Luxemburg’un da dediği gibi “Vardık, Varız, Var olacağız!”

Gayri meşru yollarla halk iradesini gasp etmelerine izin vermeyeceğiz  

Yerel seçimlerde adaylarımızı halkımızla birlikte ve her yerde halkımızın tercihlerine göre belirleyeceğiz. Tam da bu noktada, demokrasi dediğimiz katılımcı ve çoğulcu karar alma, yönetme mekanizmalarının yerel birimleri olan büyükşehir, il, ilçe, belde belediyeleri, belediye meclisleri bizler için büyük önem arz etmektedir. Bugünden tezi yok gece gündüz var gücümüzle çalışacağız. Her türlü gayri meşru yolla halk iradesini bir daha gasp etmelerine izin vermeyeceğiz.

Gitsinler sarayın bahçesinde kayyumluk yapsınlar! 

Bizleri nasıl parlamentodan söküp atmayı başaramadılarsa, yerel yönetimlerde de güçlü bir biçimde var olmaya devam edeceğiz. O gasp ettikleri belediyeleri bir bir kazanıp halkın belediyeleri yapacağız. Halkımızın belediyelerini, halkımızın değerlerine her gün saldıran, hakaret eden saray kayyumlarından kurtarmak boynumuzun borcudur ve halkımıza sözümüzdür. O kayyumları saraya göndereceğiz. Gitsinler sarayın bahçesinde kayyumluk yapsınlar!

30 Mart seçimlerini 7 ve 24 Haziran’a çevirebiliriz

Buradan tüm demokrasi güçlerine çağrıda bulunuyorum. Yerel seçimler stratejik önemdedir. Saray yönetimi, halklarımıza nefes aldırmayan baskıcı tekçi merkeziyetçi yönetim sistemini yerel seçimlerde ele geçirmeyi planladığı belediyelerle tamamlamak sonuca götürmek istemektedir. Tüm hazırlıkları bu yöndedir. Tıpkı parlamentoda çoğunluğu kaybetmeleri gibi yerellerde de AKP’nin mutlak iktidar planı boşa çıkarılabilir. Bunun için, demokrasiden yana olan, mevcut gidişattan rahatsız ve mağdur olan herkesin, tüm kesimlerin yerel seçimlerde ortak hareket etmesi, güç birliği, ittifak yapması demokrasinin geleceği açısından önem taşımaktadır. Karşımızda faşizm bloku var. Her ittifakı kuruyorlar. Demokrasi isteyenler niye yan yana gelmesin? Bir engel yok. Bu nedenle herkesi bu bilinçle hareket etmeye çağırıyorum. 30 Mart seçimlerini 7 ve 24 Haziran’a çevirebiliriz. Yerelden başlayarak bu ülkeyi hep birlikte dönüştürebiliriz, demokrasiyi hep birlikte inşa edebiliriz. Buna inanıyoruz. Halkımıza güveniyoruz. Kararlıyız ve emin adımlarla yürüyoruz.

Krizin nedeni çoğulculuğun reddedilip tekçiliğin dayatılmasıdır

Ülke bugün tarihinin en derin siyasi, ekonomik ve toplumsal kriziyle karşı karşıya. Ülke yönetilemiyor. Siyasi krizin nedeni tek adamın 80 milyon adına karar vermesidir. Krizin nedeni, demokrasinin, özgürlüklerin, hukukun, adaletin, insan haklarının askıya alınması ve tek adam rejimini ayakta tutmak için faşizmin kurumsallaştırılmasıdır. Çoğulculuğun reddedilip tekçiliğin dayatılmasıdır. İç ve dış politikada rehine siyasetinin izlenmesidir. Sorunların barışçıl yollarla ve müzakerelerle değil savaşla, çatışmayla çözülmeye çalışılmasıdır. Demokratik denetim mekanizmalarının ve özgür medyanın yok edilmesidir. Halkın kaynaklarının savaşa harcanması, yandaşlara peşkeş çekilmesi ve yapılan yolsuzluklardır.

Saray’ın penceresinden bakınca kriz görünmeyebilir ama halkın sofrasında kriz var

Erdoğan seçimler öncesi istikrar diyordu. Başkanlık sistemiyle ülkenin düzlüğe çıkacağını savunuyordu. 3 ayda ülkeyi düzlüğe değil yoldan çıkardılar. Dayattıkları sistem 3 ayda bu ülkeyi ölüm döşeğine taşıdı. Yönetemeyecekler, götüremeyecekler. Erdoğan kriz mıriz yok diyor. Saray’ın penceresinden bakınca kriz görünmeyebilir. Ama halkın sofrasında kriz var. Kriz yoksa her şeye yüzde yüz zam ne? Kapanan işyerleri, çıkartılan işçiler, artan yoksulluk neyin göstergesi?

Cumhur, açlık ve yoksulluk içinde kendisi trilyonluk uçak alıyor

Kendisi Katar’dan trilyonluk uçak alıyor. Hibe diyor. Ama diğer yandan çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden baba var. Cumhur, açlık ve yoksulluk içinde per perişan. Kendisine cumhurun başkanıyım diyen ise bolluk içinde, trilyonluk uçak alıyor, kriz yok diyor. Saray’ında en pahalı içecekleri ikram ediyor.

Havalimanı işçilerinin direnişi bizim direnişimizdir

Yeni Türkiye dedikleri işte budur. Kriz Türkiye’sidir. Halkın ağır bedeller ödediği Türkiye’dir.  AKP’nin “Yeni Türkiye’si” sigortasız, güvencesiz, ücreti gasp edilmiş işçilerin şantiyesidir. İş cinayetlerinin ülkesidir. Havalimanı işçileri insanca çalışma ve yaşama koşulları istedikleri için tutuklandı. Bu, zulümden başka bir şey değildir. İşçiler derhal serbest bırakılmalı ve insanca çalışma koşulları sağlanmalıdır. HDP olarak havalimanı işçilerinin, diğer sektörlerde işten çıkarılan işçilerin, direnişteki işçilerin emekçilerin sesi olmaya devam edeceğiz. Onların yanındayız. Onların direnişi bizim direnişimizdir.

Erdoğan ne diyorsa siz tersini düşünün 

Erdoğan "yok" deyince gerçekler yok olmuyor. Kürt sorunu yoktur dedi. Kürt sorunu var. Ekonomik kriz yok diyor. Var. Demokrasi özgürlük sorunu yok diyor. Var. Yok dediği her şey var. Var dediği hiçbir şey de aslında yok. Ne istikrar var, ne demokrasi var, ne de ekonomik büyüme. O yüzden Erdoğan ne diyorsa siz tersini düşünün.

Krizle geldiler krizle gidecekler

Bu gidişat Saray’ın daha fazla götüremeyeceğinin işaretidir. Yaşanan krizden daha fazla yara almamak için 24 Haziran’da erken seçime gitmişlerdi. Halkı kandırmışlardı. Ama gerçekler şu 3 ayda acı bir biçimde ortaya çıktı. Halkın olup biteni çok iyi görmesi gerekir. Bu iktidarın şu ana kadar izlediği her politika boşa çıkmıştır. Çünkü halkı değil kendi koltuklarını, iktidarlarını düşündüler. 2002’de ülkeyi krizle devraldılar. Şimdi krizin içine sürüklediler. Bunlar krizle geldiler, krizle de gidecekler.

Krizin altında yatan nedenlere baktığımızda İmralı sistemini görürüz

Bugün Türkiye’nin yaşadığı derin siyasi krizin altında yatan nedenlere bakıldığında İmralı sistemi ve çözümsüzlük politikası karşımıza çıkıyor. Devletin ve iktidarın İmralı’ya yaklaşımından ülkenin gidişatından hangi yönde olacağını görmek mümkündür. Bundan 3 yıl önce müzakere ve çözüm süreci vardı, siyasi heyetler Öcalan ile müzakere yürütüyordu. Ülkede barış havası vardı. Sayın Öcalan barış çizgisinden asla ödün vermedi. Devletin demokratikleşmesi için mücadele etti. Aynı zamanda ülkenin demokratikleşmesine öncülük eden bir liderdi. AKP, Öcalan ve barış projesini tekçi milliyetçi projesinin önünde engel olarak gördüğü için düğmeye bastı ve müzakere masasını devirdi. 2015’den beri bir tecrit başladı. 1999 yılından beri tecrit var ama bugün çok ağır bir tecrit ile karşı karşıyadır. 

AB ülkeleri de tecride ortaktır  

Tecrit ile çatışmalı ortama zemin hazırladılar. Darbe sürecini kullanarak bu süreçten başkanlık rejimini devşirdiler. Bugün Saray rejimini ayakta tutmak için İmralı tecridinde ısrar ediyorlar. Bunun çok net anlaşılması gerekiyor. Bu çok özel bir konsepttir. Dikkat edilirse tecrit başladığından beri ülke içeride dışarıda krizlerle, darbelerle boğuşuyor. Demokrasi, hukuk, insan hakları rafa kaldırıldı. İmralı tecridi ile topyekün ülkeyi tecrit altına aldılar. Bu nedenle İmralı’ya yaklaşım demokrasiye yaklaşımdır. Tecrit edilen, hedef alınan Öcalan’ın barıştan, demokrasiden yana düşünce gücüdür. Tecrit edilen Türkiye halklarının 2013-15 yılları arasında bahar havasında deneyimlediği barıştır. Ne yazık ki bu sürece sessiz kalan AB ülkeleri de tecride ortaktır. AB kendi insan hakları sözleşmelerine uymamaktadır. AİHM kararı da Türkiye’den bağımsız alınmış bir karar olarak ele alınmamalıdır. Türkiye’de Sayın Öcalan’ın avukatları ile yapılacak görüşmelerin 6 aylık disiplin cezası ile engellenmesi, hemen ardından AİHM’in verdiği karar Avrupa ülkelerinin hem Öcalan’a hem Kürtlere ortak yaklaşımının göstergesidir. Bu tabloyu asla kabul etmediğimizi buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum. 

İmralı tecridi kırıldığında ülke normalleşme sürecine, huzur ve refah ortamına girecektir 

İmralı halkların ortak geleceği için hassas bir noktadır. Tecrit toplumsal açıdan bir kırılma noktasıdır. Bunun görülmesi gerekiyor. Bu politika sürdürülemez. Bu insanlık ve hukuk dışı uygulamalar derhal sonlandırılmalıdır. Bilinmelidir ki İmralı tecridi kırıldığında ülke normalleşme sürecine, huzur ve refah ortamına girecektir. 

CHP İmralı ile bağlantıların neden kesildiğini iktidara sormalıdır

AKP iktidarını ve devleti yönetenleri bu tehlikeli politikalardan bir an önce vazgeçmeye çağırıyoruz. Tecrit Türkiye halklarının asla yararına değildir. Biz demokratik ve hukuki her türlü tepkimizi göstereceğiz. Tecride her yerde karşı çıkacağız, tecridin yarattığı tahribatları topluma, kamuoyuna ve Avrupa’ya anlatacağız. Buradan demokratik kamuoyunu ve kitle örgütlerini de tecride karşı çıkmaya çağırıyoruz. Aynı çağrıyı ana muhalefet partisi olan CHP’ye yapıyoruz. İmralı gibi hassas bir nokta karşısında CHP hiçbir şey olmamış gibi hareket edemez. Bu konuyu gündemine almalı ve 3 yıldır İmralı ile bağlantıların neden kesildiğini iktidara sormalıdır. 

Biz de buradan soruyoruz; AKP buna cevap vermelidir. Tecride karşı çıkmak demokrasiye, özgürlüklere ve bir arada yaşamaya sahip çıkmaktır. Faşizme karşı çıkmaktır. Bu nedenle tecridin herkesin gündeminde olması gerekir.

AKP kayıp yakınlarının değil faili meçhulleri gerçekleştirenlerin yanında olmuştur 

Konuşmamızın başında da ifade ettik Sevgili Cumartesi Anneleri aramızda. Benim yol arkadaşlarım, birlikte Galatasaray Lisesi önünde oturduğumuz, birlikte ağladığımız… Hem Diyarbakır'dan hem İstanbul’dan gelen sevgili Cumartesi Anneleri, başımız gözümüz üstüne geldiniz. Çeyrek asırdır kayıp yakınlarını hep birlikte aradık. Cumartesi Anneleri bu ülkenin toplumsal hafızasıdır. Onlara yaklaşım demokrasiye, hak ve adalete yaklaşımdır. Ve insanlık onuruna bir yaklaşımdır. 2013’te toplumsal barış yollarının araştırılması için kurulan Meclis Araştırma Komisyonu raporunda da ifade edildiği gibi AKP kayıplara ilişkin suçları kabul etmiş ve bizzat kayıp yakınları ile görüşmüştür. Kayıpların takipçisi olacağının sözünü vermiştir. Ama gelinen noktada AKP kayıp yakınlarının değil faili meçhulleri gerçekleştirenlerin yanında olmuştur. 

AKP Susurluk geleneğine sahip çıkıyor

Cumartesi Annelerine en meşru ve en masum eylemleri nedeniyle saldırılıyor. Bu hangi vicdana, hangi adalete sığar, hangi gönülde yer alır bunu sormak isteriz? Devletin, iktidarın görevi kayıpları bulmaktır. Kayıp yakınlarını susturmak değildir. Ancak şunu ifade etmek isterim ki Cumartesi Anneleri’ne yaklaşım siyasi iktidarın kimlerle kol kola olduğunun açık göstergesidir. Saray yönetimi özellikle Çiller ve Ağar çizgisi ile buluşmuştur. 24 Haziran seçimlerinde, miting meydanlarında yanına Çiller ve Ağar’ı alarak Susurluk geleneğine sahip çıktığını bizlere göstermiştir. Şimdi de bunun gereğini yapıyorlar. Erdoğan en son Almanya ziyaretinde ölü çocuk ve yaşlı anne heykeline çiçek bıraktı. Kendi ülkesinde ise kayıp yakınlarına her hafta müdahale ediliyor. O anıtın dili olsaydı bu samimiyetsizlik karşısında ne derdi? 

Cumartesi annelerinin direnişine sahip çıkmak onların yanında olmak bir onur, insanlık ve vicdan görevidir. Biz her koşulda annelerimizin yanında olmaya devam edeceğiz. Birileri kayıpların üzerini örtmeye çalışsa da biz bu gerçeklerin karanlıkta kalmasına asla izin vermeyeceğiz. Bu ülkenin karanlık geçmişiyle yüzleşmesi için mücadelemizi sürdüreceğiz. Bir ülke kendi geçmişi ile yüzleşmeden asla aydınlığa varamaz. Er geç bu ülkenin de kendi geçmişi ile yüzleşeceğine olan inancımı ifade etmek istiyorum ve bir kez daha annelerin ellerinden öpüyorum. 

MHP'nin af teklifi bu sokakları çetelere teslim etme teklifidir

Adaletin ve hukukun, yargının dibe indiği bir ülkede şimdi bir af tasarısı tartışılıyor. AKP’nin ortağı bir teklif verdi. Bu teklifle birlikte insan kaçakçılarının, mafyaların affedilmesi tasarlanıyor. Bunun anlamı şudur; bu çeteler dışarı çıksın ve yeniden suç işlesin. Toplum üzerinde baskı oluştursun. Bu, sokakları çetelere teslim etme teklifidir. Bu ülkede düşüncelerinden dolayı binlerce insanı cezaevinde rehin olarak tutma politikası konuşulmalıdır. Tutuklu siyasetçiler, gazeteciler insan hakları savunucuları, kadın tutsaklar konuşulmalıdır. Düşünceyi suç haline getiren yasa konuşulmalıdır. Milletvekilimiz Leyla Güven tutukludur ama teklif çetelere af öngörüyor. Halkın temsilcisinin tutuklu olduğu halka karşı suç işleyenlerin ise affedilmesinin planlandığı bir ülkede yaşıyoruz. 

Gelin toplumsal barış için, düşüncelerinden dolayı cezaevinde olanları tartışalım  

Direnen havalimanı işçileri tutukludur ama iş cinayetlerine neden olanlar dışarıdadır. Konuşulması gereken asıl mesele ülkedeki adaletsizliktir. Sayın Demirtaş, Sayın Yüksekdağ ve birçok arkadaşımız demokratik siyaset yaptıkları için tutuklu. Ama "oluk oluk kan akıtacağız" diyenler dışarıda. Buna yol açan bir adaletsizlik sistemi tartışılmadan çözüme varılmadan ülkede hiçbir şey konuşulamaz. Ülkede hasta tutsaklar var ve ölüm sınırındalar. Vefa Kartal ölüm orucundadır ve ölüm sınırındadır. Şimdiye kadar birçok hasta tutsak cezaevinde hayatını kaybetti. Hasta tutsaklara uygulanan hukuk ölümle cezalandırma anlamına gelmektedir. Bu bir tür idamdır. Oysa yaşam hakkı en kutsal haktır. Hasta tutsakların cezaevlerinde tedavilerinin yapılmalı, tedavi yapılamayan tutuklular derhal serbest bırakılmalıdır. Hasta tutsaklara cezaevinde ölüm dayatılırken Antep ve Ankara katliamından dolayı tutuklanan IŞİD’liler hastalık dolayısıyla tahliye edildi. İnsanları hunharca öldüren IŞİD’lileri tahliye eden bir sistem ve adalet anlayışı bu ülkeye ve insanlarına dayatılıyor. Af teklifleri toplumsal barışın sağlanması temelinde olumlu bir adımdır, bu teklif ise toplumsal barışa zarar vermektedir. Gelin toplumsal barış için, düşüncelerinden dolayı cezaevinde olanları tartışalım. 

Gelin Selahattin Demirtaş’ı Figen Yüksekdağ’ı, Tuncer Bakırhan’ı, Bekir Kaya’yı, Gülten Kışanak’ı tartışalım. O arkadaşlarımız rehin olarak tutulacaklar ama siz farklı bir yasa ile ifade ettiğim suçlardan dolayı içeride olanları serbest bırakacaksınız. Bu da ağır bir vicdan yaralanmasına neden olacaktır. Suç ve suçluyu üreten adalet sistemi tartışılmalıdır. Demokratikleşme yasaları bu Meclis’in gündemine getirilmelidir. Asıl soru şu: Ne oldu da 3 yılda 70 bin olan mahpus olan sayısı 253 bine çıktı, iktidar ve ortağı bunun cevabını vermelidir.

Orta Doğu ve dünyanın her yerinde müzakere ve diyalogla her türlü sorun çözülebilir 

Son dönemlerde Türkiye ile AB arasında bir yakınlaşma algısı yaratılmaya çalışılıyor. Erdoğan Almanya’ya bir ziyaret gerçekleştirdi, bu ziyaret ve temasların ne yazık ki demokratikleşme ve AB üyelik süreci ile bir ilgisi yoktur. Erdoğan içeride yaşadığı sıkışıklığı aşabilmek için ve Türkiye’deki baskıcı yönetimini meşrulaştırmak için sürdürüyor bu temasları. Kendi ülkesinde muhalif herkesi terörist olarak gören anlayışı AB’de örgütlemeye çalışıyor. Yine Birleşmiş Milletler toplantısında “insanlığın ölümüne neden olan tüm silahlar yasaklanmalı” diyor, bunu diyen Rusya’dan S-400 almaya çalışıyor. “Bize paramızla silah vermiyorlar” diyor. Bütçesini silaha ve savaşa ayırıyor. Ama dışarıda silahlar yasaklanmalı mesajını veriyor. Ve yine diyor ki “Fırat’ın Doğusu güvenli bir bölge olacak." Türkiye’nin müdahale etmediği her yer zaten güvenli bölgedir. Bu politikanızdan, savaş ve çatışma anlayışından vazgeçmelisiniz. Başta Türkiye olmak üzere Orta Doğu ve dünyanın her yerinde müzakere ve diyalogla her türlü sorun çözülebilir. 

Bölgeyi istikrarsızlık ve çatışma alanına dönüştürmeye çalışan Ankara’dır 

Türkiye’nin kendisi açısından tehlike olarak gördüğü yerlerin güvenli bölge olduğunu söylemek isteriz. Afrin bir istikrar bölgesiydi. Türkiye’nin gitmesi ile o güvenlik ve istikrar bozuldu. Bunu kırmaya ve o bölgeyi istikrarsızlık ve çatışma alanına dönüştürmeye çalışan Ankara’dır. Çetelere verilen destekler ve gönderilen silahlar bunun sonucudur. Erdoğan’ın ne söylediği değil ne yaptığı önemlidir. Bu sözlere hiç kimsenin bakıp aldanmaması gerektiğini söylüyoruz. Biz bu ülkenin faşizmine izin vermeyeceğiz. Hiç kimse umudunu yitirmemeli, kimse karamsarlığa kapılmamalıdır. 

Güzel günleri hep birlikte yaşayacağız ve hep birlikte yaratacağız. Halkların laik olduğu demokratik ve özgür yaşamı hep birlikte inşa edeceğiz. 

2 Ekim 2018