Buldan: İstanbul seçimi bizim için Şırnak, Muş, Bağlar seçimidir

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan,  Meclis grup toplantımızda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Açlık grevleri, İstanbul seçimleri, Halfeti’deki işkence gibi konulara değinen Buldan şunları söyledi: 

Bugün grup toplantımızı yaşamın kazandığı, geleceğe dair umut ve beklentilerimizin biraz daha arttığı bir ortamda yapıyor olmanın büyük bir sevincini yaşıyoruz. Evet, tecride karşı Leyla vekilimizin 8 Kasım’da, cezaevlerindeki binlerce siyasi tutsağın da 27 Kasım’da başlattığı, Hewlêr’den Strazburg’a kadar yayılan açlık grevi ve ölüm orucu Sayın Öcalan’ın çağrısıyla 26 Mayıs itibariyle sona ermiştir. 

Yaşamak direnmektir, direnmek yaşamaktır

Açlık grevi ve ölüm orucunun daha fazla can kaybı ve kalıcı sağlık sorunu yaşanmadan sona ermiş olması, hepimizi ve tüm demokratik kamuoyunu umutlandıran önemli bir gelişme olmuştur. Hukuksuzluğa karşı bedenini açlığa yatıranların vermiş olduğu bu mücadele demokrasiye, barışa ve tüm Türkiye halklarına kazandıracaktır. En nihayetinde yaşam kazanmıştır! Artık şunu herkes bilmelidir ki, halkların taleplerine asla karşı durulamaz. Ve halklar da şunu iyi bilmektedir. Direnmek yaşamaktır, yaşamak direnmektir!

Kaybettiklerimizden dolayı üzüntümüz ve acımız çok büyük

Bu süreçte can kaybının yaşanmaması için çok yoğun çaba sarf ettik ancak ne yazık ki yeterli olmadı. Zülküf Gezen, Ayten Beçet, Zehra Sağlam, Medya Çınar, Yonca Akıcı, Siraç Yüksek, Mahsum Pamay ve Uğur Şakar’ı yaşatmayı başaramadık. Üzüntümüz ve acımız çok büyüktür. Bir kez daha kendilerine Allah’tan rahmet, değerli ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyoruz. Onları saygıyla anıyoruz. Ve onurlu barış talepleriniz mutlaka bu topraklarda yaşam bulacaktır diyor, bunun sözünü veriyoruz.

200 gün boyunca tecrit hukuksuzluğunu tüm dünyaya teşhir eden Sevgili Leyla Güven başta olmak üzere DBP Eş Genel Başkanı Sevgili Sebahat Tuncel, Sevgili Selma Irmak, Nasır Yağız, milletvekillerimiz Sevgili Tayip Temel, Dersim Dağ ve Murat Sarısaç şahsında açlık grevini gerçekleştiren herkesi saygıyla selamlıyor, buradan kucak dolusu selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz.

Beyaz tülbentler zora ve hakarete karşı birer siperdir

Değerli annelerimiz, sizler canınızın canına, insanlık için direnenlere yoldaş oldunuz, ses oldunuz, çığlık oldunuz… Barışa, adalete, aydınlığa, yaşama yürekten bir çağrı oldunuz. Sizler beyaz tülbentlerinizle yaşamın, barışın, adaletin bayrağını dalgalandırdınız. O beyaz tülbentler insanlığa karşı geliştirilen bütün saldırılara ve suçlara karşı birer siperdir. Her türlü zora ve hakarete karşı ulaştığınız her yerde güçlü mesajlarınızı iletmekten asla geri durmayan tavrınız, çabanız ve direnişiniz için her birinizin önünde saygıyla eğiliyor, ellerinizden öpüyorum. Bu değerli ve kararlı mücadeleniz değil şimdi, her zaman ve her yerde insanlık mücadelesine anlam katacak, güç katacak, ışık tutacaktır!

Yaşama destek veren herkese teşekkür ediyoruz

Buradan ayrıca tecridin kalkması için duyarlılık gösteren, dayanışma içerisinde olan demokratik kamuoyuna, demokratik kitle örgütlerine, insan hakları savunucularına, kadınlara, aydın, yazar ve gazetecilere, yine yurt dışından destek mesajı veren tüm dostlarımıza da teşekkür ediyor selam ve saygılarımızı iletiyoruz. Açlık grevi süresince gece gündüz mücadele eden, açlık grevindekilerin sesine ses olmaya çalışan milletvekili arkadaşlarım başta olmak üzere MYK ve PM üyelerimize, Kadın ve Gençlik Meclisimize, tüm il, ilçe, belde örgütlerimize, yöneticilerimize, belediye eşbaşkanlarımıza, tüm parti çalışanlarımıza ayrıca selam ve sevgilerimi yolluyorum. Yoğun emeklerinden dolayı tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Açlık grevleri, tecrit ile ülkenin yönetilemeyeceğini herkese göstermiştir
  
7 ay süren açlık grevleri; tecrit altında yaşam dayatmasına bir itirazdı. Hukuksuzluğa ve adaletsizliğe itirazdı. Demokratik çözüm, adalet ve barışın gelişmesi için içeriden ve dışarıdan yükselen bir haykırıştı. Açlık grevleri, bu karanlık sürecin böyle devam ettirilemeyeceğini, tecrit politikasıyla ülkenin yönetilemeyeceğini bir kez daha herkese göstermiştir. 

Tecrit ile birlikte ülke darbeden savaşa kadar derin krizlere sürüklendi

4 yıl aradan sonra Sayın Öcalan’la avukat görüşlerinin yapılabiliyor olması elbette olumlu ve önemli bir aşamadır. Anayasal ve yasal bir hak olan avukat ve aile görüşünün kesintiye uğratılmadan sürdürülmesi oldukça önem taşımaktadır. Hatırlayalım; İmralı tecridinin başladığı 5 Nisan 2015’ten bu yana ülkenin nerelere savrulduğunu hep beraber yaşadık ve gördük. Çözüm sürecinin sonlandırılıp tecrit politikasının devreye konulmasıyla birlikte ülke darbe ortamından OHAL sürecine, bölgesel savaştan, derin ekonomik ve toplumsal krize varıncaya kadar her alanda kaos ve krizlerle karşı karşıya getirildi.

Tecrit ülkeye 4 yıl kaybettirdi

Oysa çözüm sürecinde Türkiye çok daha farklı bir noktadaydı. Umutlar ve geleceğe dair güven hem artmıştı hem de devam ediyordu. Can kayıpları ve gözyaşları durmuştu. Annelerimiz artık ağlamıyor, gencecik evlatlarımız toprağın altına girmiyordu. Barışa yaklaşılmıştı. Cumhuriyetin demokratikleşmesi süreci hız kazanacaktı. Demokratik çoğulcu bir anayasa ile yönetiliyor olacaktık eğer o süreç sekteye uğratılmasaydı. Ancak ne yazık ki sürecin bitirilmesi Türkiye’ye ve topluma tam 4 yıl kaybettirdi. Bir kez daha vurgulamak isterim ki demokratik çözüm ve barış olmadan bu ülkenin düzlüğe çıkamayacağını, tam tersine daha da dibe vuracağını bu dört yıl içinde bir şekilde göstermiştir. İmralı tecridinin tümden kaldırılarak, diyalogun biran önce başlatılması; Kürt sorunu, demokrasi sorunu başta olmak üzere gerek içeride kangrenleşen sorunları gerekse Türkiye merkezli bölgesel sorunları demokratik müzakere yoluyla ve barışçıl bir perspektifle çözme imkânını yaratacaktır. 

Ya Kürt sorunu ya da devlet ve iktidar çözülecek
 
Bu anlamda gerekli adımların atılması hükümet ve devlet başta olmak üzere tüm siyaset kurumunun, parlamentonun ve demokratik kamuoyunun önünde önemli bir görev ve sorumluluk olarak durmaktadır. Tek adama dayanan baskıcı yönetim anlayışıyla, demokratik toplum iradesini yok sayan zihniyetle, güvenlikçi politikalarla, hukuk dışılıkla ülkenin yönetilemeyeceği, demokratik taleplerin bastırılamayacağı görülmelidir. Tüm sorunların çözümü ancak ve ancak demokratik siyasetle, diyalog ve demokratik müzakere ile toplumsal uzlaşıyla mümkündür. Bunu her zaman deneyimledik. Türkiye eninde sonunda demokratik çözüm ve barış çizgisine evrilecektir. Başka bir çıkış yolu olmadığını hepimiz biliyoruz hükümet de bunun farkındadır. Ya Kürt sorunu, demokrasi ve adalet sorunları çözülecek ya da ülke, devlet, iktidar çözülecek! Bunun başka bir çıkış yolu yoktur. Devleti ve iktidarı, çözüm çizgisine getirecek olan da demokratik toplumsal mücadelenin büyüklüğüdür. Halkların barışa olan ısrarıdır.

Demokrasiden, barıştan, adaletten, emekten yana olan tüm kesimlerin, demokratik siyaset yürüten herkesin bu ülkeyi faşizmin karanlığında tutmak isteyen tekçi zihniyet karşısında hep birlikte mücadele etmesi, tecrit karşısında olması demokratik çözümü zorlaması oldukça önemlidir.  
 
Demokrasi ve barış gerçekleşinceye kadar bu mücadele bayrağını yere düşürmeyeceğiz

Halkların Demokratik Partisi olarak demokratik siyasette ve barış çizgisinde ısrar edeceğiz. Tecrit başta olmak üzere tüm hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı demokratik barışçıl siyasal mücadelemizi daha da yükselteceğiz. Demokratik muhalefeti halkımızla ve demokrasi ittifakıyla daha da büyüteceğiz. Demokratik mücadelenin sonu mutlaka demokratik müzakere olacaktır, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu topraklarda barış ve demokratik özgür yaşam gelişene, cumhuriyet demokratikleşene kadar bu mücadele bayrağını asla yere düşürmeyeceğiz. HDP var olduğu sürece demokrasi ve barış umutları büyümeye devam edecek, gelecek mutlaka aydınlık olacaktır.

YSK’nin gerekçeli kararı tam bir hukuksuzluk belgesidir
 
Açlık grevleri bu ülkedeki tüm hukuksuzluğa karşı bir itirazdı dedik. İşte hukuk dışılıkta gelinen son noktayı YSK’nin İstanbul kararında gördük ve buna tanık olduk. YSK’nin, 250 sayfalık gerekçeli kararı tam bir hukuksuzluk belgesidir. Hukuk fakültelerinde hukuksuzluğa örnek olarak okutulmalıdır. YSK’nin 7 üyesi, 250 sayfalık gerekçeli kararıyla aynı zamanda kendileri hakkındaki iddianameyi de yazmış oldular. Şimdiden tarihe not olarak geçsin bu söylediklerim.

Asıl gerekçeli kararı İstanbul halkı 23 Haziran’da yazacak

Evet herkes YSK’yi bekliyordu, irade gaspını nasıl savunacak diye bir beklenti içerisindeydi. 250 sayfa uydurdular. Çünkü savunamadılar. Minareyi çaldılar ama kılıfına uyduramadılar. Her şey ortada. AKP Genel Başkanı ne diyordu? “Organize oy hırsızlığı var” diyordu. YSK kararında tek bir oy hırsızlığından söz edilmiyor. Çünkü ortada oy hırsızlığı yok, organize bir şekilde İstanbul halkının iradesinin YSK eliyle gasp edilmesi var. Şunu unutmasınlar: Asıl gerekçeli kararı İstanbul halkı 23 Haziran’da sandıkta yazacak, hiç kimse merak etmesin!

Gelin öyle bir cevap verelim ki İstanbul’da farkı 250 bin yapalım  

Ben İstanbul halkına da buradan bir çağrı yapıyorum: YSK’nin 250 sayfalık hukuksuzluğuna karşı gelin 23 Haziran’da öyle güçlü bir cevap verelim ki aradaki fark tam 250 bin olsun. Bunlar başka türlü anlamayacak çünkü. O farkı 250 bin yapalım ki felekleri şaşsın. 

İstanbul halkı 23 Haziran günü size sandıkta tövbe ettirecek

AKP’nin bir sözcüsü seçmenlerine “23 Haziran’a kadar bizi idare edin, sonrasında tövbe ederiz” diyor. 23 Haziran sonrası toplu tövbeye çıkacaklar. AKP artık öyle bir hale geldi ki toplu tövbe merasimleri düzenliyor çünkü günahları çok. Merak etmeyin, İstanbul halkı 23 Haziran günü size sandıkta tövbe ettirecek! Recep Bey, “7 Haziran, 24 Haziran, 31 Mart bize bir dersti” diyor. Ama bu dersten halen anlamadıklarını da görüyoruz. Şimdi 23 Haziran’da en büyük dersi İstanbul halkından alacaklar. Beklesinler ve görsünler. 

İstanbul seçimi aynı zamanda Şırnak, Muş seçimidir

Haksızlık ve hukuksuzluk sadece İstanbul’da yapılmadı. Bizim belediyelerimize karşı her türlü hukuk dışı yol ve yöntemlere başvuruyorlar. Sandıkta kazanamadıklarını gayri meşru yollarla almaya çalışıyorlar. Buna izin vermeyeceğimizi her toplantıda söyledik bugün bir kez daha tekrar ediyoruz. Gerekirse halkımızla birlikte belediyelerimizin önünde 7/ 24 saat irade nöbeti tutarız ve o belediyelerimizi yine size teslim etmeyiz. Bu irade hırsızları şunu da bilsin ki çalınan oylarımızın da gasp edilen belediyelerimizin de hesabını 23 Haziran’da sandıkta bir bir soracağız. 23 Haziran İstanbul seçimleri bizim için aynı zamanda Şırnak seçimidir, Muş seçimidir, Bitlis, Tatvan seçimidir, Bağlar seçimidir! Gasp edilen 6 belediyemizin seçimidir. Hırsızlığa karşı halk iradesinin galip geleceği bir seçim olacaktır 23 Haziran seçimleri. 

Belediyelerimize çöreklenmeye çalışan bir çete var

Türkiye’nin demokratik vicdanına, demokrasiden yana olan tüm kesimlerine buradan çağrıda bulunuyorum. HDP’nin kazandığı belediyelere yöneltilen hukuk dışı saldırılar karşısında sessiz kalmayın. Sesinizi, itirazınızı mutlaka yükseltin. Unutmayın; hukuk dışılığı önce Bölge’de devreye sokuyorlar sonra tüm ülkeye yayıyorlar. Tatvan’da 9 belediye meclis üyemizi görevden uzaklaştırarak, HDP’nin belediye meclisindeki çoğunluğunu kaybettirdiler. Belediyelerimize çöreklenmek isteyen bir çete var. Biz bu çeteyi gayet iyi biliyor ve tanıyoruz. Eğer demokratik kamuoyu ve demokrasi güçleri buna sessiz kalırsa bu çete bundan cesaret alarak ileride aynı gasp yöntemini batıda da uygular. 

Tatvan’a Tayvan gibi yabancı kalırsanız batıdaki her belediyeyi Tatvan gibi yaparlar

Demedi demeyin. O yüzden hukuksuzluklara karşı bir bütün olarak karşı çıkılması, topyekun mücadele edilmesi gereken bir dönemdeyiz. Tatvan’da yaşanan gaspa Tayvan Meclisi’nde yaşanan bir olaymış gibi seyirci kalırsanız, batıdaki her belediyeyi Tatvan gibi yaparlar. Bunu hiç kimse unutmasın. Sustukça sıra size gelir. Susmayın ve sıra hiç size gelmesin. Bu hukuksuzluklara, gayrimeşruluklara karşı hep birlikte omuz omuza mücadele edelim ki hep birlikte kazanalım, faşizmi hep birlikte yenelim.

Halfeti’deki insanlık dışı işkence ortada 

Bu ülkeyi karanlıkta bırakmak, toplumu korkutarak sindirmek isteyenlerin varlığını biliyoruz. İşte Urfa Halfeti’de dünyanın gözü önünde insanlara yapılan insanlık dışı işkence ortada. Gözaltına alınanlar ters kelepçelendikten sonra yüzüstü yere yatırılarak işkence yapıldı. İşkence gözaltında da sürdürüldü. Gözaltına alınanların kafalarına torba geçirildiği; falaka, elektrik şoku, dayak, hakaret ve cinsel saldırıda bulunulduğu ve bu kişilerin gördükleri işkenceler sonucu kafa, kol ve bacaklarının kırıldığı, yüzlerinin tanınmaz hale geldiği bilgileri kamuoyuna yansıdı. Bu süreçte Halfeti’ye giriş-çıkışlar yasaklandı, bu olay bahane edilerek Suruç’ta aralarında çocukların da bulunduğu ve tarım işçilerini taşıyan bir minibüs tarandı. 6 tarım işçisi yaralandı, darp edildi, tehdit edildi. Suruç’ta polis tarafından araçları taranan mevsimlik tarım işçilerine, "Kusura bakmayın, arkadaşları şehit olmuş, psikolojileri bozuk" denildi. 

Faşist devlet pratiğinin son örneğidir Halfeti

Halfeti’de yapılanlar, insanlık düşmanı anlayışın son pratiğidir. Bu anlayışı biz Cizre'den, Sur'dan, Nusaybin’den Suruçlu Şenyaşar ailesinin başına gelenlerden, Mardin’den, Muğla’dan, Batman’dan, birçok yerden çok iyi tanıyoruz. Faşist devlet politikasının son örneğidir Halfeti.

İşkenceye sıfır tolerans değil, işkenceciye sınırsız tolerans 

‘İşkenceye sıfır tolerans’ diyen AKP iktidarının sorumluluğunda yaşanıyor Halfeti işkencesi. ‘İşkenceye sıfır tolerans’ değil, işkenceciye sınırsız tolerans anlayışıyla karşı karşıyayız. Uluslararası Af Örgütü çağrıda bulunurken, İngiltere’nin en büyük sendikası “Kendi yurttaşına işkence yapan Türkiye’yi durdurun” çağrısı yaparken, hükümetten şu ana kadar hiçbir şekilde sesin çıkmamasını da hayretle izliyor ve buna tanık oluyoruz. 

Halfeti’den elinizi çekin

Buradan hükümeti uyarıyor ve çağrı yapıyoruz: Halfeti’den elinizi çekin. Halfeti’deki işkenceciler hakkında derhal gereğini yapın. Urfa’daki mülki amir ve emniyet yetkililerini derhal görevden alın ve işkencecileri yargı önüne çıkarın. HDP olarak Halfeti’de yaşanan işkencenin peşini bırakmayacağımızı, hukuki zeminde bunu hesabını soracağımızı bir kez daha belirtmek isterim. Bu işkenceyi yapanlar, emrini verenler bu iktidara asla güvenmesinler. Gün olur, devran döner; hukuk önünde herkes tek tek hesabını verir. O yüzden diyoruz ki bu suçu işleyen iktidar da memurlar da hesabını verecek. Çünkü zulüm ile abad olanın ahiri berbad olur!

Siyasetçiler içeride, insan öldürenler tahliye ediliyor

Halfeti’de insanlık dışı işkence yapılırken, diğer yandan ise devlet adına faili meçhul cinayetler işleyen, aralarında DEP Milletvekili Mehmet Sincar suikastının failinin de bulunduğu Hizbullahçılar birer birer tahliye ediliyor. İnsan öldürenler, faili meçhul cinayetler işleyenler, kayıpları, yargısız infazları hayata geçirenler tek tek serbest bırakılıyor. Bugün demokrasiyi, barışı, adaleti savunanlar; Selahattin Demirtaşlar, Figen Yüksekdağlar, Sebahat Tunceller bugün içerideyken katiller dışarıda. Bunu asla kabul etmiyoruz, buna olan itirazımızı her yerde ifade edeceğiz Selahattin Demirtaşlar bu ülkeye lazım, Figen Yüksekdağlar bu ülkeye lazım. Barış için, adalet için Sebahat Tuncellerin, Selma Irmakların, Burcu Çeliklerin, Abdullah Zeydanların, Sırrı Süreyya Önderlerin, İdris Balukenlerin varlığına olan ihtiyaç, adalete barışa ve demokrasiye olan ihtiyaçtır. Siyasetçiler, milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler düşünce ve ifadelerinden dolayı cezaevlerinde ama insan öldürenler tahliye ediliyor. Hukuk dışılığın ve devletin durduğu yerin resmidir bu ne yazık ki. 

Hizbullahçıları tahliye eden yargı, Roboski Katliamı’nın faillerine dokunmuyor, katliamda kardeşi ve yakınını kaybeden Veli Encü’yü birkaç gün önce tutukladılar ve cezaevine gönderdiler. Yine o aileden milletvekilimiz Sevgili Ferhat Encü 3 yıldır rehin tutuluyor. Roboski’de aynı zamanda hukuku da, adalet duygusunu da katlettiler! Adaleti yok edenler unutmasın! Adalet ölürse insanlık da ölür! Daha geçenlerde Cumhurbaşkanı “Adalet çökerse devlet çöker” dedi. Peki, sizin adaletiniz nerede? Bunu sormak isteriz. Nerede sizin hukukunuz? Mazlumu değil zalimi koruyan bir adalet, adalet midir? Bir gün o adalet herkese lazım olacak, size de lazım olacak Sayın Erdoğan, bunu da unutmayın! Biz, zalimin karşısında mazlumun yanında durarak adaleti ve hakikati haykırmaya her zaman devam edeceğiz! Adalet gelene kadar da susmayacağız! Pes etmeyeceğiz!

Adaletsizliği en fazla kadınlar yaşıyor
 
Adaletsizliği en fazla yaşayan toplumsal kesimin başında biz kadınlar geliyoruz. Kadınlara yönelik eril şiddet çok yönlü şekilde sürdürülmektedir. Kadınların yasal hakları kısıtlanmakta, yaşam hakkı, meşru müdafaa hakkı yok sayılmakta, nafaka ve sosyal yardımlara göz dikilmektedir. Mevcut durumda zaten kanayan bir yara olan kadın yoksulluğu hükümet eliyle daha da ağırlaştırılmaktadır. Orucunu bir yudum su, bir kuru ekmekle açmaya mahkum ettiğiniz yoksullar ülkesinde bu yoksulluğun en ağır yükünü kadınlar çekmektedir. Gerek toplumsal alanda gerekse ekonomik alanda kadın bedeni ve emeği tereddütsüz bir biçimde sömürülmektedir. 

1 ayda 36 kadın erkekler tarafından öldürüldü

Bakınız kayıt altına alınan rakamlara göre sadece Nisan ayında 36 kadın katledildi! Dikkatinizi çekmek istiyorum. Savaşta değil, doğal afette değil, trafik kazasında değil; erkek şiddetinde 1 ayda 36 kadın öldürüldü, 36 yaşam söndürüldü! Geçtiğimiz hafta, aynı zamanda bir insan hakları savunucusu olan Müzeyyen Boylu, Gizem Tabak ve 2 yaşındaki çocuğu ile Nergis Yavaş olmak üzere 3 kadın aynı gün içerisinde eşleri tarafından öldürüldü! Bu 3 kadına ve çocuklarına Allah’tan rahmet ve ailelerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum. 

Kadınları korumayan hükümet cinayetlerin birincil sorumlusudur

Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki kadına yönelik cinayeti işleyen hiçbir fail yalnız değildir. Bu failler medya başta olmak üzere tüm ideolojik devlet aygıtları ile normalleştirilen kadına yönelik şiddet bilinci ile hareket etmektedirler. Çok açık ifade etmek isterim ki kadın cinayetlerini önleyici tedbirleri almayan, kadınları korumayan hükümet birincil sorumludur! 

Nevin Yıldırım suçlu değildir, yalnız da değildir

İşte bakın önümüzde ibretlik bir olay var. Nevin Yıldırım müebbet hapis ile cezalandırıldı ve geçtiğimiz hafta Yargıtay da bu cezayı onadı. Bedenini, yaşamını korumak kadın için haktır ve bu hak asla ve asla cezalandırılamaz. Nevin Yıldırım suçlu değildir, yalnız da değildir. Biz kadınlar, hepimiz hem Kürt kadın özgürlük mücadelesi hem de Türkiye kadın hareketleri olarak Nevin Yıldırım’ın yanında olduğumuzu belirtiyoruz. 

Yılmak yok, kadınların mücadele birliği var

Yürüttüğümüz kadın hakları mücadelemizi yükselterek devam ettireceğiz. HDP olarak bütün kadınlarla dayanışma içerisinde olacağımızı bir kez daha belirtiyoruz. Tüm bu hukuksuz ve haksız uygulamalara ve cezalara karşı yılmak yok, kadınların mücadele birliği var, direnişimiz var, biz varız, kadınlar var. Bizler; sömüren, saldıran, katleden erkeklik anlayışını mutlaka ama mutlaka sonlandıracağız. Onun yerine eşit bir yaşamın yasalarıyla anlam bulmuş büyük insanlığı yeşerteceğiz. Bu bizim bütün kadınlara sözümüzdür.

Gezi ruhu bugün de aynı canlılığını korumaktadır

3 gün sonra 31 Mayıs Gezi Direnişi’nin başladığı tarihtir. Bu vesileyle Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük başta olmak üzere Gezi’de yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum. Buradan ayrıca tutuklu bulunan Sevgili Sırrı Süreyya Önder’e de özel selam ve sevgilerimizi yolluyoruz. Evet Gezi direnişi, halklarımızın eşitlik, özgürlük ve adalet talebiydi. Gezi ruhu bugün de aynı canlılığını korumaktadır. Bu ruh 7 Haziran’da, 1 Kasım’da, 16 Nisan’da, 24 Haziran’da, 31 Mart’ta halklarımıza ve demokrasiye kazandırdı. 23 Haziran’da da aynı özgürlük ruhuyla halklarımız kazanmaya ve destan yazmaya devam edecektir. 

Grup toplantımızı sonlandırırken, şimdiden hepinizin mübarek Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, barışa ve kardeşliğe vesile olmasını dilerim.

28 Mayıs 2019