Buldan: Nerede mağduriyet varsa HDP orada olacak

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan'ın Express Dergi Mart sayısı için verdiği röportaj:

Türlü engellemelere rağmen otuz bin kişinin katıldığı, partiye sahip çıktığı coşkulu kongreyle birlikte, HDP yeni bir dönemde: Yeni bir yol haritası, yeni eş genel başkanlar, yeni kurullar. Bu yeni dönemde HDP’nin nasıl bir yönde yürüyeceğini, bayrağı Selahattin Demirtaş’tan devralan yeni eş genel başkan Pervin Buldan’dan dinliyoruz.

Önümüzdeki dönem izleyeceğiniz siyaset açısından HDP’nin yeni Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu nasıl bir yapı oluşturuyor?

Pervin Buldan: Kongremizde belirlenen Parti Meclisi (PM) listemiz ve PM içinden seçilen MYK üyelerimizin hepsi bölgelerde yaptığımız konferanslar ve halkın talepleri ve tabii bileşenlerimizin verdikleri listeler doğrultusunda oluşturuldu. Hem PM hem de MYK’de toplumun her kesiminin temsil edilmesini sağladık. Bu da önümüzdeki dönemde tüm kesimlere ulaşma hedefimiz açısından önemli bir yapıyı şekillendirdi. Özellikle sol, sosyalist çevrelerden, feministlerden, Ermenilerden, Karadeniz bölgesinden temsiliyete yer veren geniş bir liste oluşturmaya çalıştık. Bunun önümüzdeki dönem siyasetimize önemli katkılar sağlayacağını düşünüyoruz. 7 Haziran’da her kesimden, yüksek oranda oy aldık, ama biz iktidarı hedefleyen bir partiyiz. 7 Haziran’ın da üstüne çıkacak bir genişlemenin yol ve yöntemlerini aramak zorundayız. 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasındaki üç aylık dönemde partimize yönelik çok ağır saldırılar, linç girişimleri başlatıldı. Özellikle Karadeniz’e açılmamız engellenmeye çalışıldı.

Daha Mart 2014’te aralarında Ertuğrul Kürkçü’nün de bulunduğu HDP’lilere Samsun’da bir linç girişimi olmuştu…

Evet, bu tür saldırılar belli dönemlerde gerçekleşti. Ama biz hiçbir zaman korkuya esir düşen bir parti olmadık. Hemen her seçim sürecinde devlet gözdağı vermeye, seçim çalışmalarımızı engellemeye çalışsa da her kesime ulaşma çabamızdan vazgeçmedik. Başta Karadeniz bölgesi olmak üzere topluma ulaşma çabalarımızı sürdüreceğiz.

Karadeniz’e özellikle vurgu yapmanızın nedeni ne?

Şimdiye kadar Karadeniz bölgesine yeteri kadar ulaşamadık. Oysa Karadeniz halkının da yanında olmamız gerekiyor. Türkiye’nin sorunu sadece Kürt sorunu olmadığı gibi, ülkedeki sorunlar da sadece Kürtleri kapsamıyor. İşçilerin, emekçilerin, HES’lere karşı ekoloji mücadelesi sürdüren köylülerin, ormanlık alanları talan edilenlerin sorunlarını gözardı edemeyiz. Ekonomik, sosyal, kültürel sorunların farklı kesimlerdeki tüm yansımalarını dert ediniyoruz. Bu çerçevede Karadeniz halkının da yanında olmayı borç biliyoruz. HDP sadece Kürtlerden oluşan bir parti değil. Partimizde Ermeniler, Süryaniler, Lazlar, Araplar da mücadele yürütüyor. Keza biz kadın ağırlıklı bir partiyiz. Nerede bir mağduriyet varsa HDP orada olmak zorunda. Ayrıca, söz konusu mağduriyetlerin giderilmesi için HDP’de siyaset yapan arkadaşlarımız da var. Türkiye tarihinde HDP gibi çok çeşitli bileşenin ortak bir mücadele için buluştuğu başka bir parti olmamıştır.

HDP’nin programında tüm mağdur kesimleri kapsama hedefi yer alsa da, iktidar buralara ulaşmanızı fiilen de engelliyor. Bu engelleri nasıl aşmayı düşünüyorsunuz?

İlk MYK toplantımızda önümüze geniş bir program koymayı, Türkiye’nin her yerine gitmeye odaklanmayı hedefliyoruz. Bu programımıza karşı elbette önümüze engeller çıkarılmaya çalışılacak. Ama biz engelleri aşmayı biliriz. HDP’nin halkla buluşmaları, yapacağımız eylem ve etkinlikler, önümüze çıkarılan barikatları yıkacağımız bir süreç olacak. Bugüne kadar mağduriyet yaşayanlarla onların mağduriyetini gidermeye çalışan muhalefetin arası açılmaya çalışıldı. Ama biz önümüzdeki dönemde her türlü barikatı aşıp herkesin elini tutacak, yüreğine dokunacak bir program çizip hayata geçireceğiz.

Hemen her gün kadına yönelik şiddete, taciz ve tecavüze, cinsel istismara dair dehşet verici olayları tartışıyoruz. AKP, cinsel istismarın önlenmesine dair bir tasarıyı öne sürerken, 20 Şubat’ta Tayyip Erdoğan, bu tartışmaya “zinayı” da eklemek gerektiğini söyledi: “Zina ile ilgili düzenlemeyi de yapmak suretiyle tacizler, vesaireler, bunları aynı kapsam içerisinde değerlendirmemiz lâzım.” Erdoğan’ın bu müdahalesini nasıl yorumluyorsunuz?

Çocuk istismarı, kadına yönelik baskı, şiddet, taciz ve tecavüz konusunda bugüne kadar iktidarın almış olduğu herhangi bir önlem yok. Her gün artarak devam eden derin bir meseleyle karşı karşıyayız. Bu meseleyle zina birbirinden farklı konular. Zaten insanların kendi rızasıyla bir araya gelmesi zina olarak adlandırılmamalı. Öte yandan, bir çocuk istismara uğradığında veya bir kadın şiddete, tecavüze maruz kaldığında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın çalışmasının rutin bir açıklama yapmaktan ibaret kaldığını görüyoruz. Engelleyici önlemler, caydırıcı cezalar uygulanmadığı sürece bu sorun daha da derinleşecek.

Giderek artan kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin yanısıra, hayvanlara yönelik de korkunç bir erkek saldırısına, akla hayale de gelmeyecek cinayet ve işkence yöntemlerine tanık oluyoruz. Sizce bu artan saldırıların temelinde ne yatıyor?

Ülkeyi yönetenler toplumsal barışı sağlamaya değil, ayrışmaya ve kutuplaşmaya yol açan bir siyaset yürütürse bu tür olaylar devam eder. Bir cinnet haliyle karşı karşıyayız. Sizin de işaret ettiğiniz gibi taciz, tecavüz, saldırı sadece insanlara değil, hayvanlara da yönelmiş durumda. Bunlar iktidarın çözümsüzlüğünden kaynaklanıyor. AKP topluma savaştan ve ölümden başka hiçbir şey sunamaz duruma gelmiştir. Hiçbir sorunu çözemeyen bir konuma düşmüştür. Sorunları çözülmediği gibi, her gün televizyonlardan ölüm haberlerine tanık olan insanlar, dediğim gibi cinnet geçiriyor. Bu ülkenin, başta Kürt sorunu olmak üzere, toplumsal barışın altına dinamit koyan meseleleri bir an önce çözmesi gerekiyor. Fakat iktidarın gündeminde sadece iktidarını korumak, oylarını artırmak için savaş politikalarını sürdürmek var. Çocuk istismarından kadına yönelik şiddet ve tecavüze, hayvanlara yönelik saldırılara kadar tüm bu hal, iktidarın yaydığı psikolojik havayla bağlantılı.

Başbakan Yıldırım, 17 Şubat’taki açıklamasında Kürt sorunu konusunda “Çözüm, çözüm... Çözüm yok” dedi. AKP daha önce, tıpkı önceki iktidarlar gibi, “Kürt sorunu yoktur” derken, bir ara çözme iddiasında bulundu, şimdi de sorunun varlığını kabul ediyor, ama çözmeyeceğini söylüyor. Bu nasıl bir aşama sizce?

Kürt sorununun devasa bir uluslararası soruna dönüştüğü açık. Geçmiş hükümetler içinde Kürt sorununun varlığını kabul eden, hatta çözeceğini vaat edenler oldu. ANAP’tan DYP’ye, Kenan Evren’den Süleyman Demirel’e, Tansu Çiller’den Bülent Ecevit’e kadar, bu sorunu çözmeyen yöneticiler ve partiler tam da bu sorun yüzünden silinip gittiler. AKP de iktidara ilk geldiğinde Kürt halkına çözüm vaadinde bulundu, ama bugün geldiğimiz nokta malûm. 2013-15 yılları arasındaki çözüm sürecinde HDP’nin oylarının artması AKP’yi rahatsız etti. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin büyük bir temsiliyetle Meclis’e girmesinin arkasında barışı isteyenlerin, ötekileştirilenlerin ve şimdiye kadar yok sayılanların etkisi vardır. Çözüm sürecinin de burada etkisi oldu. O yüzden de hem seçimlere hem de sürece müdahale ederek 1 Kasım’ın yolunu döşediler. 1 Kasım 2015 seçimlerinde de insanlar bir kez daha barışa şans vererek HDP’yi barajın üstüne çıkardı. Çünkü çözüm süreci Türkiye açısından tarihi önemdeydi, o dönemde insanlarımızın hayatını kaybetmemesi de tarihi bir kazanımdı. Fakat tüm bunlara karşın, önümüzdeki dönemde çözümü önüne koymayan bir yönetimin iktidarını sürdürmesi de mümkün olamaz. Eğer önünüzde çözüm programı yoksa ve ölümleri durdurmayacaksanız, o halde iktidarda olmanızın anlamı nedir? Önümüzdeki seçimlerde, sorunu çözmeyeceğini açıklamış bir iktidarın nasıl bir oy kaybı yaşayacağını hep beraber göreceğiz.

Çözüm sürecinin en aktif siyasetçilerinden biri olarak tarafların hedeflerini de yakından görüyor, biliyordunuz. O dönemde, tarafların birbirinden farklı amaçları olması dolayısıyla bu sürecin olumlu bir sonuca varmayacağı eleştirileri yapılıyordu. Sonuçta, çözüm sürecini iktidar bitirdi, ama sürecin önemli aktörlerinden biri de HDP’ydi. Sürecin sonlanması konusunda HDP kendisine nasıl bir pay biçiyor?

Çözüm sürecini AKP hükümeti bitirdiğinden elbette esas pay ondadır. AKP bu sürece zaten samimiyetle girmemişti.

O sırada bu samimiyetsizliğin farkında mıydınız?

Zaman zaman farkına varıyorduk, ama sürecin devamı yönündeki çabalarımızda ısrarcı olduk. AKP’nin o süreçte soruna “terör” meselesi olarak bakması zaten başlı başına bir eleştiri konusuydu. Ayrıca, İmralı Adası’nda yaptığımız görüşmelerde bazı yasaların çıkacağına dair bilgi verilmesine rağmen, AKP hükümetinin bunları çıkarmadığına tanıklık ediyorduk. Kürtlerin taleplerini de kapsayacak şekilde bazı yasaların çıkarılması gerekiyordu. İmralı’daki görüşmelerde yeni anayasada Kürt halkının tanımından temel haklarına kadar nelerin yer alabileceği konuşuluyordu. Fakat bunların hiçbiri hayata geçirilmedi. Keza Sayın Öcalan İmralı Adası’na üçüncü bir gözlemci heyetin gitmesinin önemli olduğunu söylemesine rağmen, bu kabul edilmedi. Oysa Dolmabahçe’de açıklanan mutabakatın daha önce İmralı’da üçüncü bir gözlemci heyet şahitliğinde tartışılması çok büyük bir gereklilikti. Adalet Bakanı yeni düzenleme yapılacağına dair söz vermesine rağmen tek bir hasta tutsağın tahliye edilmemesi biçim açımızdan kabul edilir bir tutum değildi. Sonuç itibariyle, üçüncü gözlemci heyetin İmralı’ya gitmesinin sağlanmaması ve Dolmabahçe’de verilen fotoğrafın yok sayılması süreci bitirdi.

Madem AKP hiçbir vaadini yerine getirmiyordu, o halde neden çözüm sürecini başlattı ve iki yıl bunu devam ettirdi?

AKP’nin tek derdi dağda elinde silah tutan insanların gelip teslim olmasıydı. Oysa bir yasa çıkmadan, o insanların bundan sonraki yaşamları garanti altına alınmadan, barış süreci hayata geçmeden bunun sağlanmasına biz karar veremezdik.

PKK de çözüm sürecindeki açıklamalarında bu şartlar sağlanmadan silahları bırakmayacağını söylediği halde niye süreç devam etti?

Çok önemli bir dönemdi, ama aslında uzun sürmedi. AKP HDP’ye verilen oylar karşısında süreci bitirdi. İmralı Heyeti üyeleri olarak Sayın Öcalan’la, Kandil’le, Ankara’yla hükümetin ve devletin bilgisi dahilinde görüşürken sadece Türkiye’yi değil, Ortadoğu barışını da konuşuyorduk. Eğer o süreç bozulmasa, bugün Afrin diye bir gündemimiz olmayacaktı. Keza 15 Temmuz darbe krizini de hatırlatmak durumundayız. Çünkü barış sürecinin gerçekleşmesini istemeyen iktidar dışı kesimler de vardı. 15 Temmuz’dan çok önce biz AKP’ye “eğer çözüm süreci devam etmezse, darbe mekaniği devreye girer” mesajını iletmiştik. Sayın Öcalan’ın bu konudaki uyarıları, çözüm sürecinin bitirilmesi halinde Türkiye’nin ne tür krizlerle karşı karşıya gelebileceğine dair değerlendirmeler İmralı notlarında var.

Çözüm sürecinde “keşke şunu yapmasaydık” dediğiniz ne var?

İmralı Heyeti’nde yer almış biri olarak söylüyorum, gerçekten büyük bir çaba sarfettik. Üç yıl boyunca doğru dürüst evimize bile gidemedik. Bir ayağımız İmralı’da, bir ayağımız Ankara’da, bir ayağımız Kandil’de, sürecin devamı için büyük gayret gösterdik. En büyük kazanımımız, o dönem süresince insanlarımızın hayatını kaybetmemiş olmasıydı.

Selahattin Demirtaş, hakkında düzenlenen 31 fezlekeden oluşan iddianameye dayanan davanın 14 Şubat’ta Ankara’da görülen duruşmasında, hükümetin zaman zaman Öcalan üzerinden çeşitli konularda kendilerini yönlendirmeye çalıştığını açıkladı. AKP bu tür müdahaleleri çok sık yapıyor muydu?

Sayın Demirtaş’ın hukuksal çerçevede yaptığı savunma içindeki bu açıklamalar üzerinden bir değerlendirme yapmak benim açımdan yanlış olur. Sayın Demirtaş, hukuki savunması bağlamında, açıklama yapmamaları halinde bize mektup getiren bakanların tanık olarak dinlenmesini talep edeceğini ifade etti. Hükümet de, sürecin içinde yer alan, birebir görüşmelere katılan bakanlar da bu konuda henüz bir açıklama yapmadı. Sayın Demirtaş muhtemelen bundan sonraki duruşmalarda bu kişilerin tanık olarak dinlenmesini talep edecek. Bence o süreci beklemek gerekir.

İmralı Heyeti’nde yer almış bir siyasetçi olarak, Demirtaş’ın bugüne kadar kamuoyuna yansımamış bazı hususları gündeme getirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz sürecin şeffaf yürütülmesi için o dönem defalarca beyanatta bulunmuştuk. Türkiye halklarının yapılan görüşme ve tartışmaları açıklıkla öğrenmesi gerektiğini söylüyorduk. Ancak, hükümet görüşmelerin dışarıya sızmaması, kimsenin bilgi sahibi olmaması konusunda bize çok yoğun bir baskı yaptı.

Fakat Temmuz 2014’te çıkarılan ve “çözüm süreci yasası” denen Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’un 2. maddesinde “Hükümet, çözüm süreci kapsamında aşağıdaki hususlarda gerekli çalışmaları yürütür” cümlesinden sonra şu ifadeye yer verilmişti: “Bu kanun kapsamında yapılan çalışmalar ile alınan tedbirlere ilişkin kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesini sağlar.”

Bu kanunun gerekleri hiçbir zaman yerine getirilmedi, süreç sürekli kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerle sınırlı tutulmaya çalışıldı. Oysa biz hem Sayın Demirtaş’ın duruşmada aktardığı bilgilerin hem de İmralı notlarında yayınlanan bütün konuların Türkiye toplumu tarafından bilinmesi gerektiğini söylüyorduk. Sayın Demirtaş’ın açıklamalarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Çözüm sürecinde gerçekleşmiş veya söylenmiş olup bizim bilmediğimiz çok şey var mı?

Daha sonra yayınlanan İmralı notlarında her şey ortada. O notlar yayınlandıktan sonra Türkiye’nin bilmediği çok fazla şey kalmadı.

Çözüm sürecinde, iktidarın bu meseleyi gerçekten çözeceğine siz inanmış mıydınız?

Kişisel olarak hiçbir zaman çözüme dair umudumu yitirmedim. Bu sorun bir masa etrafında oturulup konuşulmadığı, diyalog ve müzakere hayata geçmediği sürece, insanlarımızı kaybedeceğimiz gerçeğiyle karşı karşıyayız. Umut mücadelenin, sorunları çözmenin ve kazanmanın kilididir. Çözüm sürecinde umutlu olduğum kadar, yeni bir sürecin başlatılması konusunda da umudumu koruyorum. Çünkü söz konusu olan insanımızın hayatıdır. Kayseri’ye giden bir tabutla Hakkâri’ye giden bir tabut bize aynı acıyı veriyor.

Hükümetle yeni bir süreç konusunda herhangi bir temasınız var mı?

Şu anda yok, ama bu temas mutlaka olmalı. AKP bu meseleyi hızla gündemine almalıdır ve bizim kapımız müzakere, diyalog için açıktır. İster AKP, ister MHP, ister CHP veya Meclis dışındaki siyasi partiler olsun, diyalog ve müzakere amacıyla bize gelen herkes kapımızın açık olduğunu görecektir.

Şu an hapiste olan Aysel Tuğluk Ekim 2014’te yazdığı bir yazıda AKP’nin çözümün partneri olmaktan çıktığını ifade etmişti. MHP’yle ittifakını fiiliyattan resmiyete döken AKP’nin çözüm sürecine dönmesi söz konusu olabilir mi?

Türkiye toplumunun bu çözüme ihtiyacı varken, AKP ve MHP ittifak yapınca bu ihtiyaç ortadan kalkmayacak. Ölenler bizim insanımız, buna kimse göz yumamaz. AKP milliyetçi oyları almak ve MHP’yi baraj altında kalmaktan kurtarmak istiyor. Ama açıkçası, ben AKP’nin bu sorunun çözümü konusunda yeniden düşünmeye, arayış içine girmeye başlayacağını tahmin ediyorum.

Sizce devlet hâlâ Öcalan’la görüşüyor mu?

Şu an bir bilgimiz yok, ama mutlaka görüşmesi gerekiyor. Sayın Öcalan, Türkiye’nin barışı konusunda önemli bir aktör olduğunu çözüm sürecinde net olarak ortaya koydu. Devletin buna ihtiyaç duyarak Sayın Öcalan’la bir an önce görüşmesi gerektiğini düşünüyorum. Bugün Sayın Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış bir tecrit var. Ne ailesiyle ne avukatlarıyla irtibat kurabiliyor. Bu tecridin bir an önce kaldırılması lâzım.

HDP kongresindeki konuşmanız sırasında ekrana İmralı’da çekilmiş bir fotoğraf yansıtıldı. Siz, Demirtaş ve Öcalan’ın olduğu o fotoğrafı ekrana yansıtmanızın sebebi neydi?

Çözüm süreciyle bağlantılı bir mesajdı. Kongreye gelen halkımız da çözüm sürecinin yeniden başlatılması konusunda aynı mesajı verdi. O elbette tarihi bir fotoğraf; çözüm sürecinin Türkiye’ye kazandırdıklarını anımsatıyor.

Öcalan’ın yanısıra Demirtaş’ın da şu an hapiste olması, o fotoğrafa ilişkin başka bir okumayı da mümkün kılmıyor mu?

AKP hükümetinin barışı mahkûm ettiğini gösteriyor bu. Sayın Demirtaş’la birlikte binlerce partilimiz hapiste. İmralı görüşmelerinde yer alan Sayın İdris Baluken’e 18 yıl hapis cezası verilmesi de çözüm sürecinin mahkûm edilmesine dair bir mesajdır.

Demirtaş’ın eşbaşkanlıktan çekilmesinin HDP’ye nasıl bir etkisi oldu?

Sayın Demirtaş siyasi hayatı boyunca toplum üzerinde çok büyük bir etki yarattı. Cezaevi koşullarında partinin eşbaşkanlığını yürütmesinin, biri referandum olmak üzere önümüzde üç seçim varken bu pozisyonunu sürdürmesinin partiyi zorlayabileceğini tarafımıza iletti. Ama Sayın Demirtaş’ın hem Kürt toplumunda hem Türkiye halkları nezdinde çok anlamlı ve önemli bir yeri var. Bu anlam ve yeri çok değerli buluyoruz. Kongre salonunda Sayın Demirtaş’ın tekrar aday olmasını isteyen delege arkadaşlarımızın talebi de çok demokratik bir haktı. Kendisinin yazılı beyanı olduğu için bunun gerçekleşme şansı olmadı. Fakat Selahattin Bey her zaman için partimizin eş genel başkanıdır. Umut ediyorum, başta Sayın Demirtaş olmak üzere, tutuklu tüm milletvekili arkadaşlarımız en yakın zamanda serbest kalır ve kendilerine biçilen rol ve misyonu bir kez daha hayata geçirirler.

Kürt kadın hareketinin Türkiye’deki kadın özgürlük mücadelesindeki yeri son üç yılda Kürt hareketine yönelik baskılardan nasıl etkilendi?

Kürt kadın hareketi tüm baskılara rağmen zayıflamadı, aksine daha da güçlendi. Özellikle bölgede yaşanan savaşa karşı büyük bir örgütlülük söz konusu. Kürt kadın hareketi ölümlere, baskılara karşı dururken Türkiye kadın hareketleriyle birlikte mücadele yürütmeyi de önemsemiştir. Bu seneki 8 Mart kutlamalarında, alanlarda Kürt kadın hareketinin gücünü tekrar göreceksiniz. Kongre salonumuza bu gözle bakıldığında çok yoğun bir kadın katılımı olduğunu da hatırlatmam lâzım. Bu katılım bize ayrı bir güç ve moral verdi. Bu coşku ve moralin 1-8 Mart tarihleri arasında Türkiye’nin her yerinde yapılacak etkinliklere yansıyacağını söyleyebilirim. Tacize, tecavüze, baskı ve zulme karşı kadınlar olarak birlik ve beraberlik mesajı vereceğiz. Kadınlar olarak bu ülkeye barışı biz getireceğiz. Haksızlıklara, hukuksuzluklara kadınlar son verecek. Kadına dayatılan ikincil rolü asla kabul etmeyeceğiz.

Röportaj: İrfan Aktan
13 Mart 2018