Buldan: Saray kuşatmasını kırdık, Hep Birlikte başaracağız, Hep Birlikte kazanacağız

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan, haftalık Meclis grup toplantımızda güncel gelişmeleri değerlendirdi. İşkence ve saldırılar başta olmak üzere HDP ve muhalefete yönelik saldırılara tepki gösteren Buldan, şöyle konuştu: 

Pandemiden dolayı uzunca bir süre gerçekleştiremediğimiz grup toplantımızda yeniden bir aradayız. Bildiğiniz üzere üç milletvekili arkadaşımızın COVID testi pozitif çıktı. Şu an genel sağlık durumları iyi, tedavileri sürüyor. Milletvekillerimize ve COVID19 nedeniyle tedavi gören tüm yurttaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, en kısa zamanda sağlıklarına kavuşmalarını temenni ediyorum. Bu konuda elbette şeffaf olmaya, kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceğiz.

Bölge illerinde önlemler alınmadığı için vaka sayıları her geçen gün artıyor

Ne yazık ki salgın hala can almaya devam ediyor. Tehlikenin hala geçmediğini, tedbiri elden bırakmamak gerektiğini belirtmek istiyorum. Bölge illerinde gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle vaka sayıları her geçen gün artıyor. Normalleşme adı altında rakamları düşük tutmak için Korona şüphesiyle hastanelere giden insanlarımıza yeterince test yapılmadığı bilgisini alıyoruz. Hastanelerin yetersiz kaldığı bilgisini alıyoruz. Özellikle Cizre’de vaka sayısının artması endişe vericidir. Esnaf kendi inisiyatifiyle kepenk kapatmakta ve evde kal çağrısı yapmaktadır. İktidarın vurdumduymazlığı karşısında Cizre başta olmak üzere tüm Bölge illerinde halkımıza kendi tedbirlerini almaları konusunda buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz. Partimiz bütün imkânlarıyla halkımızın yanında olmaya devam edecektir.

Orhan Doğan’ın hasret gittiği barışı ve özgürlüğü halkımıza armağan edeceğiz

Gündeme geçmeden önce 29 Haziran 2007’de aramızdan ayrılan Sevgili Orhan Doğan’ı ölümünün 13. yıl dönümünde saygıyla ve özlemle bir kez daha anmak istiyorum. Hayatını demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesine adayan, en zor dönemlerde Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü için mücadele veren, bedel ödeyen Orhan Doğan’ın eksikliğini her daim yaşamaya devam ediyoruz. Yaşadığı onca baskı ve zulme rağmen boyun eğmeyen, gerek cezaevinde gerekse de dışarıdaki siyasi yaşamında en anlamlı direnişi ve mücadeleyi ortaya koyan, barışı dilinden asla düşürmeyen; gülüşüyle, mütevaziliğiyle halklarımızın gönlünde yer edinen değerli Orhan Doğan’ı unutmadık, unutmayacağız. Hasret gittiği barışı ve özgürlüğü halklarımıza armağan edeceğiz. Ona söz veriyoruz anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

Sivas’ın acısı aradan geçen 27 yıla rağmen rağmen dinmedi 

2 gün sonra tarihin karanlık sayfalarından biri olan Madımak Katliamının 27’nci yıl dönümünü geride bırakacağız. 2 Temmuz 1993’te 33 can yakılarak katledildi. Sivas’ta yaşanan katliam sadece orada canların yakılmasından ibaret değildir. Sonrasında yaşanan adaletsizlikler bu katliamın acısını misliyle katladı ki asıl katliam vicdanlarda yaşandı. Haklarında dava açılan katillerin bir kısmı hiç bulunamadı. Daha sonra bu katillerin bazılarının Sivas’tan hiç ayrılmadan yaşamlarına devam ettikleri, hatta resmi olarak haklarında arama kararları olmasına rağmen evlendikleri, askere gittikleri, işe girip çalıştıkları, ehliyet aldıkları anlaşıldı. Son olarak Sivas Katliamının bir numaralı sanığı, yüzlerce yaşlı ve ağır hasta mahpus cezaevlerinde ölüme terk edilirken, AKP’li Cumhurbaşkanı tarafından yaşı ve sağlık sorunları gerekçesiyle affedildi. Madımak işte o zaman bir kez daha yakıldı. Hepimizin gönlünde, anılarında. Sivas Madımak Katliamı’nın üzerinden geçen 27 yıla rağmen yüzleşilmeyen acısı yüreklerimizde asla dinmedi. Sivas’ta yitirdiklerimizin anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz. Sivas’ta canlarımızı yakanları da, onları aklayanları da asla affetmeyeceğizi bir kez daha haykırıyoruz. Bir diğer katliam da Çorum Katliamıydı. 40’ıncı yılında, Sivas'ta olduğu gibi Çorum Katliamı sanıkları da hesap vermedi. Çorum’da katledilen canlarımızı da bir kez daha saygı ve sevgiyle anıyoruz, ruhları şad olsun. 

İşkencenin, yasakların, adaletsizliklerin standardını yükselttiler

Ülkenin her gün biraz daha kötüye gittiği; siyasi, ekonomik, toplumsal krizlerin giderek derinleştiği ve buna bir de salgın krizinin eklendiği çok kötü günlerden geçiyoruz. Bugün yaşadığımız tüm sorunlar dünün ve bugünün değil, AKP’nin 18 yıllık iktidar sürecinin, yönetme anlayışının sonuçlarıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi daha doğrusu sistemsizliği 2 yılını doldurmuş durumda. Bizce artık bu sistem ömrünü de doldurmuştur. Ekonomi uçacak dediler, ekonomiyi değil vatandaşın cebindekini uçurdular. Demokratik standartlar yükselecek dediler; işkencenin, yasakların, adaletsizliklerin standardını yükselttiler. Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü dediler; Saray’ın üstün hukukunu inşa ettiler. İşsizlik azalacak, enflasyon düşecek dediler; işsizliği, enflasyonu, doları yükselttiler. Milli gelir artacak dediler; yandaşların gelirini artırdılar.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin sefasını Saray ve yandaşları sürmekte, cefasını halk çekmektedir

Neye el attılarsa batırdılar, çökerttiler ve kaynakları kuruttular; demokrasiyi, adaleti çökerttiler. Barış iklimini yok ettiler. Toplumu kutuplaştırdılar, nefret iklimini ülkenin her yerine yaydılar. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, kayyım, darbe, hukuksuzluk, gözaltı, işkence, yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik ve sefalet sistemidir. Bu sistemin sefasını Saray ve yandaşları sürmekte, cefasını ise halk çekmektedir. 

İktidar her şeyden korkuyor, HDP’den korkuyor

Karşımızdaki iktidar o kadar kırılgan ki herkesten ve her şeyden korkmaktadır. Halktan korkuyorlar, gazetecilerden korkuyorlar, kadınlardan, gençlerden, işçilerden, emekçilerden, yoksullardan, avukatlardan korkuyorlar. Düzenlerini yalan üzerine kurdukları için aslen hakikatten korkuyorlar. Gerçeklerin ortaya çıkmasından korkuyorlar. HDP’den, mücadele geleneği ve kararlılığından korkuyorlar. Yarattığımız tüm demokratik değerlerden, Edirne’den Hakkari’ye uzanan demokrasi yürüyüşümüzden korkuyorlar. Halkların buluşmasından, omuz omuza olmasından korkuyorlar. Suriye’de Kürt halkının Suriye halklarıyla birlikteliğinden korkuyorlar. Ortadoğu’da ve dünyada demokrasi rüzgârı eserse oradan korkuyorlar. Barıştan korkuyorlar. Tiyatrodan korkuyorlar. Twitter'dan korkuyorlar.

İktidar korktukça her geçen gün daha da saldırganlaşıyor

Hepsinden önemlisi iktidarlarını kaybetmekten korkuyorlar. Rant düzenlerinin son bulacak olmasından, bu devranın değişecek olmasından korkuyorlar. Yol açtıkları hukuksuzlukların, kurdukları paralel hukuk düzeninin, başvurdukları demokrasi dışı uygulamaların, yaptıkları yolsuzlukların, adaletsizliklerin hesabını verecek olmaktan korkuyorlar. Korktukça da her geçen gün daha da saldırganlaşıyorlar, hukuk dışı politikalara yöneliyorlar. Toplumda gelişen demokratik refleksleri boğmak, halkı korkutmak ve sindirmek için ellerindeki tüm devlet gücünü orantısızca kullanıyorlar. Yerel demokrasi güçlenmesin diye belediyelere hukuksuzca kayyım atıyorlar. HDP ve muhalefet demokratik siyaset yapmasın diye milletvekilliklerini düşürüyorlar. Gerçekleri yazmasın diye gazetecileri tutuklayıp medyayı susturmaya çalışıyorlar. AKP’li olmayan belediyeler toplumla dayanışma içerisinde olmasın diye yardımları da engelliyorlar. Barolar, hukukçular adaleti savunmasın diye yürüyüşlerini engelliyorlar. İktidarın politikaları eleştirilmesin diye sosyal medya paylaşımı yapanları tutukluyorlar. Kadınlar seslerini çıkarmasın, kadın örgütlülüğü gelişmesin diye kadın kurumlarına operasyon üstüne operasyon yapıyorlar.

DTK’ye operasyon, Kürtlerin demokratik örgütlenmesini tasfiye etme çabasıdır

Kürt halkı örgütlenmesin, bir araya gelmesin, kendi sorunlarını kendi dillerinde konuşmasın diye DTK’yi basıyorlar ve DTK’nin kapısına mühür vuruyorlar. Edirne’den Hakkari’ye, İzmir’den Diyarbakır’a varıncaya kadar ülkenin her bir tarafında demokrasiyi çökertme planı uyguluyorlar. Bildiğiniz üzere geçtiğimiz Cumartesi Diyarbakır’da DTK’ye operasyon gerçekleşti. DTK demokratik, toplumsal ve meşru bir platformdur. Halkın kongresidir. Kongre halkın ta kendisidir. DTK geçmişte bu parlamentonun başkanı tarafından konferanslara resmi düzeyde davet edilmiş bir kurumdur. Kapısını kırdığınız kurum bu ülkede barış için, çözüm için, demokrasi için mücadele yürüten bir kurumdur. Hal böyleyken, DTK’ye kapısı kırılarak yapılan operasyon Kürt düşmanlığının, demokrasi düşmanlığının geldiği noktayı bizlere bir kez daha göstermektedir. Yapılan operasyon, Kürtlerin demokratik örgütlenmesini tasfiye etme çabasıdır.

Demokrasi kanallarını, siyaset yollarını Kürt halkına kapatmak acaba hangi akla hizmettir? 

Diyelim ki Kürt halkının bütün demokratik örgütlenmesini ortadan kaldırdınız, kapattınız; peki Kürt halkını ne yapacaksınız? Milyonları da kapatabilecek misiniz? Bu ülkede bu dünyada milyonlarca Kürt var bu Kürtleri hiçbir yere kapatamazsınız. Buna sizin gücünüz yetmeyecektir. Demokrasi kanallarını, siyaset yollarını Kürt halkına kapatmak acaba hangi akla hizmettir? Bunu sormak isteriz. Yapılan operasyonlar ne kongre çalışmalarını ne de kadınların örgütlü mücadelesini asla engelleyemeyecektir. Halkımızı ve örgütlü kurumlarını daha da güçlendirecektir. Bizler ve halkımız demokrasiden ve demokratik mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz. Türkiye halkları ortak demokrasi mücadelesinden, demokratik dayanışmadan ve yan yana, omuz omuza duruştan asla vazgeçmeyecektir. Kapıları zorbalıkla kırabilirsiniz ama halkımızın umudunu ve iradesini asla kıramazsınız!

Bu işkenceyi yapanları, yaptıranları; işkenceyi sahiplenen iktidarı şiddetle kınıyoruz

Bildiğiniz üzere DTK operasyonunda evine girilen TJA Aktivisti Rojbin Çetin’e köpekli işkence yapıldı. Çok açık söylüyorum; Diyarbakır’daki bu işkenceden Ankara’daki AKP iktidarı birebir sorumludur. İşkenceye sıfır tolerans diyen AKP iktidarı, işkenceye ve işkenceciye sınırsız tolerans tanıyan bir iktidara dönüşmüştür. Diyarbakır’da yapılan işkence Kürt düşmanlığı, muhalif düşmanlığı ve kadın düşmanlığının kamusal düzeydeki örgütlenmesidir. Vali ve savcılık işkencecilerin üzerine gideceğine, işkence yapanlara ne yazık ki bir kez daha sahip çıkmıştır. Diyarbakır Valisi’nin pespaye açıklaması işkencenin resmi politika olduğunun da bir kabulüdür. Bu işkenceyi yapanları, yaptıranları, bunları sahiplenen iktidarı buradan şiddetle ve bir kez daha kınıyoruz. Bunun peşini asla bırakmayacağız. İşkence bir insanlık suçudur. Zaman aşımı olmayacaktır, günü geldiğinde bu dosyalar mutlaka tek tek açılacaktır. Sorumlular yargı önünde mutlaka hesap verecektir.

İktidarınız 12 Eylül zihniyetinin bugünkü temsilcisidir 

Bu işkence aynı zamanda AKP iktidarının kadın düşmanlığını bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Kadınlara karşı her yerde kırım uygulayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Daha birkaç gün önce Kobanê’de yapılan hava saldırısında üç Kürt kadın siyasetçi katledildi. Buradan saygıyla anıyorum. Paris’te, Silopi’de, Kobanê’de kadın siyasetçileri katleden zihniyetle Diyarbakır’da köpekli işkence yapan zihniyet birebir aynıdır. “Bizden önce kadının adı yoktu” diyen AKP’ye hatırlatmak istiyorum; Gültan Kışanak 12 Eylül’de Diyarbakır zindanında işkencelere direnen, kadın mücadelesi veren bir kadın siyasetçidir, ona da Esat Oktay Yıldıran’ın köpeği ile işkence yapılmıştı. Sizin iktidarınız 12 Eylül zihniyetinin bugünkü temsilcisidir. 

Biz kadınlar en büyük kariyerimizi sizin saltanatınızı yıkarak yapacağız!

Kışanaklar, Rojbin Çetinler ise işkenceye direnen kadın mücadelesinin temsilcileridir. Bu işkencelerle kadınları korkutacağınızı, onları yıldıracağınızı düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Kadınlar işkencecilerden korkmuş olsalardı bugün Gültan Kışanaklar, Figen Yüksekdağlar, Sebahat Tunceller, Aysel Tuğluklar olmazdı. Kadın siyaseti en büyük korkunuzdur bunu da biliyoruz. Sevgili Gültan Kışanak’ın daha önce vurguladığı gibi: Ant olsun ki biz kadınlar en büyük kariyerimizi sizin saltanatınızı yıkarak yapacağız! Buradan selam olsun sevgili Gültan Kışanak’a, Figen Yüksekdağ’a, Rojbin Çetin’e, Aysel Tuğluk’a ve işkenceye direnen bütün kadınlara. 

Kürtlerle barış politikası geliştirmeyen devlet ve iktidar aklı kaybetmeye mahkumdur

AKP’nin yürüttüğü tüm bu siyasi kırım operasyonları cemaatten devraldıkları, öğrenip deneyimledikleri bir metottur. Kürtlere, toplumsal muhalefete, demokratik kurumlara, kadınlara ve gazetecilere karşı yürütülen operasyonlar İktidar-Cemaat ittifakının 15 Temmuz sonrasında da aynı paralelde devam ettiğinin kanıtıdır. Cemaatle, darbeyle mücadele ettiğini savunan iktidar, darbeyle değil Kürtlerle, demokrasi güçleriyle, toplumsal muhalefetle ve kadınlarla mücadele etmektedir. Tüm sorunları diyalog ve müzakereyle, siyasetle çözme imkanı varken, güvenlikçi politikalara sarılmak bu ülkenin geleceğine ve demokrasiye zarar vermekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. İçeride sürdürülen gözaltı, tutuklama operasyonlarıyla eş zamanlı olarak iktidar Kuzey Suriye’de, Kobanê’de, sınır ötesinde operasyonlar düzenlenmektedir. Bu operasyonlar Kürtler Kuzey Suriye’de Suriye halklarıyla demokratik birlik kurmasın diye yapılmaktadır. Bu operasyonlar Kürt halkı hiçbir yerde statü ve kimlik sahibi olmasın diye yapılmaktadır. Kürtlerin statüsüzlüğü üzerine kendi iktidar bekasını inşa etmek isteyenlere şunu hatırlatmak istiyorum: Kürtlerle barış politikası geliştirmeyen devlet ve iktidar aklı kaybetmeye mahkumdur.

Kürtler ne ettir, ne tırnaktır; Kürtler bir halktır 


Bakınız bu akıl, 25 Mayıs 1983’ten bu yana 37 yıldır sınır ötesinde operasyon yapmaktadır. Buradan bir kez daha iktidara soruyorum: Yarım asırdır neyi çözdünüz? Ne elde ettiniz? Kürt sorununu uluslararası bir sorun haline getirmekten başka hangi işinize yaradı, neye çözüm oldu? Eli sürekli tetikte olan bir devlet ve iktidar aklı diyalog, müzakere ve siyasi çözüm yollarını ortadan kaldırarak, ne Kürt sorununu ne de Suriye sorununu çözebilir, çözemeyecektir. Kürt sorunu eninde sonunda müzakere masasında, barış masasında çözülecektir. Bundan kaçış yoktur. Bir yandan Kürt düşmanlığı yapıp diğer yandan da Kürtlerle etle tırnak gibiyiz diyenlere de yeri gelmişken şunu hatırlatıyoruz: Tarih boyunca Kürt halkına en ağır zulümleri yaptınız. Asit kuyularına attınız, darağaçlarında astınız, işkencelerde faili meçhul cinayetlerde öldürdünüz. Mezarlarına dahi saldırdınız. Bir anneye oğlunun kemiklerini kargoyla gönderecek kadar insanlıktan çıktınız. Kürtlerin seçtiği belediyeleri birer birer gasp ettiniz. Kürt halkı sizi ve zihniyetinizi çok iyi tanımaktadır. Kürtler ne ettir, ne tırnaktır. Kürtler bir halktır ve bir halk olarak dünya halkları gibi kimliğiyle, kültürüyle, diliyle nasıl onurluca yaşadıysa bundan sonra da yaşamaya devam edecektir.

Güvenlik Soruşturması Yasası AKP-MHP parti devletini inşa etmek için oluşturulan paralel düzen yasasıdır

Kürt sorununu yok sayan AKP İktidarı, aynı şekilde ülkedeki bütün demokrasi ve adalet taleplerini de aynı düzeyde yok saymakta, görmezden gelmektedir. İktidarın tek derdi kendi vesayet sistemini kalıcı hale getirmektir. Tekçilik sistemiyle tüm ülkeyi tekleştirmek, biçimlendirmek istiyorlar. Hatırlarsınız yakın geçmişte Genel Kurmay’ın toplumu, kamuyu, yargıyı, siyaseti ve medyayı biçimlendirme planları ve andıçları vardı. Şimdi aynı biçimlendirmeyi de görüyoruz ki AKP birebir yürütmektedir. İktidar alanı dışında kalan her yeri, her kurumu, toplumsal sivil alanı, Saray’ın vesayet düzenine göre biçimlendirmek için gece gündüz plan yapmaktadırlar. Meclis’e getirdikleri fişleme yasası olan Güvenlik Soruşturması Yasası bu biçimlendirme planının bir parçasıdır. Güya bu yasa darbecilere karşı alınan bir önlemmiş! Darbeye karşı önlem alacaksanız önce darbenin siyasi ayağını ortaya çıkarmanız gerekmektedir. Siyasi ayağı gizleyip sonra biz önlem alıyoruz demenizin hiçbir samimiyeti yoktur. Güvenlik Soruşturması Yasası halkla mücadele yasasıdır. AKP-MHP parti devletini inşa etmek için oluşturulan paralel düzen yasasıdır. Başka bir izahı olamaz.

Çoklu Baro Sistemi ile amaçları Saray güdümlü barolar oluşturmaktır

Biliyorsunuz hedeflerinde bu kez meslek odaları ve barolar bulunmaktadır. Önce hukuku ortadan kaldırdılar, şimdi de hukuk savunucularını ve onların örgütlenmesi olan baroları tasfiye etmek için uğraşıyorlar. Yargıyı, hakim ve savcıları Saray’a bağladılar. Adalet saraylarını Saray’ın arka bahçesi yaptılar, yargıyı biçimlendirdiler. Çay toplattıkları yargıçları Saray’ın önünde düğme ilikler hale getirdiler. Şimdi geriye savunma kaldı yani barolar. Savunmayı da çökertebilmek ve ele geçirebilmek için günlerdir uğraşıyorlar. Günlerdir engelliyorlar ve günlerdir baroların yaptıkları eyleme müdahale ediyorlar. Baro başkanları, avukatlar demokratik haklarını kullanarak adalet için yollara düştü, yürüdü ve seslerini duyurmaya çalıştılar. Bundan korkan iktidar, yürüyüşü engelledi, Ankara girişinde baro başkanlarına müdahale etti ve baroları susturmaya çalıştı. Hukuk savunucularına saldırmak ancak ve ancak hukuksuzların işi olabilir. AKP bunu da yaptı. Çoklu Baro Sistemi diye ortaya bir öneri attılar. Bugün Meclis Başkanlığına bu tasarıyı sundular. Amaçları; Saray güdümlü barolar oluşturmaktır. Avukatların bütünlüğünü bölmek, çoğunluğu temsil eden avukatların temsil hakkını kısıtlamak ve muhalif görülen sesleri bastırmaktır amaçları. Çünkü mevcut iktidarın yargı üzerindeki etkisini kısmen de olsa kırmaya çalışan yargının üç temel ayağından biri olan savunmadır. İktidar, yargıdaki hukuksuzlukları meydana çıkaran savunmadan rahatsızlığını, savunmayı da zapt-u-rapt altına alarak gidermeye çalışmaktadır. 

HDP olarak baroların haklı mücadelesinin yanındayız

Barolar, hukukçular iktidarın emir eri değildir, Burhan Kuzu hiç değildir bu da böyle biline! Bildiğiniz gibi avukatlar büyük bir “savunma mitingi”ne hazırlanıyorlar. Biz de bu vesileyle tüm kamuoyunu savunmayı çökertme planı karşısında duyarlı olmaya, barolarla dayanışmaya çağırıyoruz. Savunmayı savunmak hukuk isteyen herkesin vicdani duruşu olmalıdır. HDP olarak savunmayla birlikteyiz, onların haklı mücadelesinin yanındayız. Avukatlar Çağlayan Adliyesi önünde toplanmaya başladı. Buradan onlara dayanışma mesajlarımızı iletiyoruz. Baroların özgürlük ve özerkliğini ortadan kaldırmak isteyen iktidara hatırlatmak isterim: Unutmayın bugün yok etmeye çalıştığınız adalet ve hukuk bir gün size de lazım olacak. Hukuku ortadan kaldırmayın ki günü geldiğinde hukuku aramak zorunda kalmazsınız!

Yoksulluğun nedeni haksız zenginleşmedir ve sorumlusu 18 yıllık AKP iktidarıdır

Son konumuz bir kriz alanı olan çokça konuşulan ekonomidir. İşsizlik giderek artmaktadır. İşsiz sayısı 13 milyon seviyesindedir. Bu oran kadınlarda daha yüksektir. COVID19’un etkisiyle birlikte geniş tanımlı kadın işsizlik oranı yüzde 45,3’tür. İşsizlik gibi yoksulluk da bu ülkenin yakıcı bir sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Yoksulluğun nedeni haksız zenginleşmedir. Erdoğan, yıllar önce “Benim vatandaşım çöp konteynerinden rızık topluyorsa, meydanlar açız açız diye bağırıyorsa, evin kirasını, suyunu, elektriğini ödeyemiyorsa, yüzde 25'i açlık sınırının altındaysa, ülkeyi bu hale mevcut hükümet getirmiştir” demişti. Bu sözünü kendisine hatırlatıyoruz. İşte ülkenin bugünkü durumu tam da Erdoğan’ın yıllar önce söylediği gibidir. İnsanlar, işsiz, aç, perişan, umutsuz ve geleceksizdir. Bunun sorumlusu 18 yıllık AKP iktidarıdır.

Salgında halka IBAN verip topladıkları 2.1 milyar nereye gitti belli değil 

Har vurup harman savurdular, halkın kaynaklarını şatafata harcadılar, betona gömdüler, yandaşa dağıttılar. İnsanların vergisini savaşa, dağa taşa bomba olarak attılar. Müteahhitlerini, gazete patronlarını zengin ettiler. Kendileri varlık içinde yüzerken halka yokluğu, yoksulluğu yaşattılar. Adil yönetici, halkına verdiği kadar alan, halk doyduğu kadar doyandır. Bunlar ise halkının sırtından doyanlardır. Erdoğan “Altı milyon vatandaşa 1.000 TL yardım yaptık” diye övünüyor özellikle pandemi başladığı günden beri aynı cümleleri kurduklarını görüyoruz. Üç ay için 1.000 TL verdiler, ama üç aydır da bunu dilinden düşürmüyor. Sanırsınız her ay 1.000 TL ödediler. Verdikleri üç kuruşu dillerinden düşürmezler ama halktan topladıklarını ise açıklamazlar. 15 Temmuz için ne yapmışlardı hatırlarsınız, bağış topladılar. Nereye harcadıkları inanın belli değildir. Hala hesabını veremiyorlar. Belli ki iç etmişler, yani 15 Temmuz’da topladıkları paraları iç etmişler ve bunun hesabını veremiyorlar. Salgın başladığında IBAN numarası verip halktan para topladılar. Toplanan 2.1 milyar liranın nereye gitti belli değildir. Çünkü bunu da açıklayamıyorlar. İdlib için para topladılar. Ne olduğu, ne zaman dağıtılacağı belli değil.

Yerli ve milli IMF AKP, Türkiye toplumunun gelecek on yıllarını borçlandırdı

Hava alanları, köprüler, otobanlar ve şehir hastaneleri yaptılar. Bunların kaç paraya mal olduğu, kime ne kadar garanti verildiği açıklanmıyor. Bunların bedelini de 20-30 yıl boyunca halk ödeyecektir, yoksul ve işsiz olan işçiler, kadınlar toplum bir bütün olarak ödeyecektir. IMF’ye gerek kalmadı. Yerli ve milli IMF olan AKP, Türkiye toplumunun gelecek on yıllarını borçlandırdı. Saray ve yandaşları hariç şu anda 82 milyon borçlu durumdadır. Türkiye’nin şu anki durumu tam da Osmanlı’nın son dönemlerine benzemektedir. Osmanlı’yı borçlanma bitirmişti. Kurulan cumhuriyet 40-50 yıl boyunca Osmanlı’nın devrettiği borçları ödedi. AKP de aynı şekilde önümüzdeki 40-50 yıl Türkiye’yi, tüm yurttaşları gizlice borçlandırdı. Ekonomiyi iyice raydan çıkarttılar. Gerçi ortada ray da bırakmadılar. Çünkü bunlar rayları bile çaldı! İşte bu gerçekler ortaya çıkmasın, yolsuzluk ve rant düzenleri bozulmasın diye iktidarını ayakta tutmak için her yolu deniyorlar, denemeye de devam edecekler. Çıkarttıkları her yasa, attıkları her adım iktidarın yalanlarını ve talanlarını gizlemeye yöneliktir. Bunu hiç kimse aklından çıkarmasın.

Halk çaresiz ve alternatifsiz değildir, AKP’ye mahkum değildir

Ancak ne yaparlarsa yapsınlar artık yolun sonuna geldiler. Daha fazla tutunamayacaklar, ayakta kalamayacaklar. Götürmeyecekler. Bölündüler, daha da bölünecekler. Toplum, iktidarın gerçek yüzünü görmeye başlamıştır. Türkiye’nin değişim isteyen, demokrasi isteyen, hak ve adalet isteyen tüm kesimleri ve toplumsal vicdanı olarak hep birlikte ortak mücadeleyle, demokrasi ittifakıyla ülkeyi bu iktidar düzeninden kurtaracağız. Halk çaresiz ve alternatifsiz değildir. AKP’ye mahkum değildir. Türkiye halklarını açlıktan, işsizlikten, yoksulluktan sorumlu olan bu iktidardan kurtarmak, bu düzenin değişmesi için mücadele etmek bizim boynumuzun borcudur.

HDP’nin yürüyüşü herkesi cesaretlendirmiştir

İşte tüm bu hukuksuzluklara, darbe uygulamalarına karşı çıkmak için; hak için, adalet için, demokrasi için, barış için, aş ve iş için demokrasi yürüyüşümüzü gerçekleştirdik. Gençler için, kadınlar için, işsizler için yürüdük. Emekçilerin elinde kalan son haklardan biri olan kıdem tazminatlarına göz dikenlere karşı yürüdük. İktidarın yaratmaya çalıştığı korku iklimine karşı cesareti örgütledik. HDP’nin yürüyüşü herkesi cesaretlendirmiştir. Bugün artık tüm bu antidemokratik uygulamalar karşısında herkes itiraz ediyor, sesini yükseltiyor. Baro başkanları yürüyor, HDP yürüyor, avukatlar, sanatçılar, işçiler, kadınlar her gün her yerde eylem ve etkinlik yapıyor. Bugün demokrasiden, aydınlık bir gelecekten yana olan herkes HDP'ye yüzünü dönüyor, daha cesur bir şekilde irade ortaya koyuyor. O anlamda demokrasi yürüyüşümüz bu ihtiyacı ve birlikteliği açığa çıkardı. Topluma nefes dahi aldırılmazken, biz bu yürüyüşümüzle demokrasinin nefes kanallarını bir kez daha açtık. Değişim umudunu, başarı umudunu büyüttük.

Saray kuşatmasını da kırdık, Türkiye halkları seçeneksiz değildir HDP vardır

Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşümüzle sadece kendimize karşı değil, tüm bu sıkışmışlıktan kurtulmaya çalışan kesimlere, tüm muhalefete dönük saray kuşatmasını da kırdık. Biz bundan sonra da sabırla, inançla, kararlılıkla barışçıl ve demokratik yöntemlerle yolumuza, yürüyüşümüze devam edeceğiz. Türkiye halkları seçeneksiz değildir, alternatifsiz değildir; HDP vardır. Onlar zalimliklerine devam ededursun, bizim de bu zalimliklere karşı yürüyecek yollarımız vardır. Faşizm AKP’ninse yollar bizimdir. Zulüm AKP’ninse meydanlar, alanlar bizimdir. Hukuksuzluk iktidarınsa adalet bizimdir. Barış bizimdir. Emek bizimdir. Karanlık onlarınsa aydınlık gelecek bizimdir. Hep Birlikte başaracağımıza ve Hep Birlikte kazanacağımıza olan umudumuzu koruyoruz.

30 Haziran 2020