Buldan: Türkiye’nin geleceği için tecrit kaldırılmalı Öcalan ile diyalog kurulmalı

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan'ın Mezopotamya Ajansına verdiği röportaj:

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, yerel seçim çalışmaları, partisinin üye ve yöneticilerine dönük operasyonlar, ittifaklar ve PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.

Yerel seçim çalışmalarının startını verdiniz. Stratejinizi kamuoyuyla ne zaman paylaşacaksınız? 

Yerel seçimler Türkiye açısından ve partimiz açısından önemli bir süreç olacak. Parti olarak elbette bütün hazırlıklarımızı tamamlamaya çalışıyoruz. Komisyonlarımız kuruldu, ittifaklar, aday belirleme sürecini oldukça kapsamlı tartışarak ve birkaç hafta içerisinde bunları tamamlayarak kamuoyu ile seçim stratejimizi ve kampanyamızı paylaşacağız. 

Neredeyse her gün üye ve yöneticilerinize yönelik operasyonlar var. Bu yerel seçim çalışmalarınızı nasıl etkiliyor?

HDP ve Türkiye halkları olarak bir kez daha çok yoğun baskı altında seçimlere giriyoruz. Partimize yönelik yoğun gözaltı ve tutuklama furyasının olduğu bir dönemde tekrardan seçim süreci başlıyor. Partimizin hem adaylarına ve seçmenlerine ilişkin, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere AKP yetkilileri tarafından tehditvari ve hakarete varan sözleri ve ifadeleri var. Bütün bunlarla birlikte bizim de buna karşı daha güçlü ve elbette daha moralli bir şekilde seçimlere girebilme gayretimiz var. Çünkü biz bu baskı, operasyonlar, gözaltı ve tutuklama furyalarıyla ilk defa karşılaşan bir parti değiliz. Her dönemde, özellikle seçim dönemlerinde partimize yönelik çok ağır bedeller ödetilerek seçimlere girdik. Bir kez daha böylesi bir dönemle karşı karşıyayız. 

Bunların üstesinden gelebilmek için ne tür bir arayışınız var?

Kürdistan’da özellikle yaptığımız görüşmeler ve bu çerçevede Kürt halkının birlik ve beraberliğini esas alan bir yöntemle seçimlere hazırlanıyoruz. Türkiye’nin batısında sol ve sosyalist kesimlerle, Türkiye’nin demokrasi güçleriyle görüşmeler yaparak, Türkiye’nin batısında da güçlü bir çıkış ve enerji ile seçimlerin üstesinden gelebilmeyi hedefliyoruz.

Dönem dönem yaptığınız açıklamalarda kayyumlardan belediyelerinizi alacağınızı belirtiyorsunuz. Hatta neredeyse yüzde 50 kazandığınız belediyeleri arttıracağınızı söylüyorsunuz. Bunu nasıl yapacaksınız? 

Kayyumlar bizim açımızdan yenilmesi gereken, gönderilmesi gereken ve belediyelerden çıkarılması gereken bir mesele olarak karşımızda duruyor. 95 belediyemize kayyum atanmış durumda. Kayyum atanan belediyeler başta olmak üzere, son 24 Haziran seçimlerine baktığımız zaman az oyla kaybettiğimiz kentlerin tespitini de yapmış bulunmaktayız. Hedefimiz elbette çok büyük, özellikle 150 belediyenin altına düşmeme yönünde bir hedefimiz var. Dolayısıyla bölgedeki bütün il ve ilçe teşkilatlarımızla, kadın aktivistlerimizle birlikte seçimlere bir seferberlik ruhuyla katılacağız. Hedeflediğimiz belediyeleri alma yönünde çalışmalarımızı başlatacağız.

Batıda da talip olduğunuz belediyeler var mı?

Türkiye’nin batısı da bizim için önemli. Çok kazanma şansımız olmasa bile; AKP’yi geriletme, AKP’nin elindeki belediyeleri düşürebilme gibi yol ve yöntemleri önümüze koymayı hedefliyoruz. Her yerin kendi özelliği ve özgünlüğüne göre, oradaki demokrasi güçleriyle bir güç birliği oluşturarak, belki de ortak adaylar çıkararak, bu seçimlerde büyük bir başarı elde etmeyi düşünüyoruz.

İstanbul için ortak aday iddiaları gündeme geldi. CHP ile bir ittifak kurulacak mı?

Henüz o aşamaya gelmedik. İl il, kiminle nerede nasıl bir ittifak, güç birliği oluşturacağız, henüz o noktada değiliz. Elbette bunun çabaları var. Fakat İstanbul bizim açımızdan da önemli, İstanbul’da bir milyonun üzerinde oyumuz var ve bir kilit parti konumundayız. Dolayısıyla biz HDP olarak, demokrasi güçlerine her zaman çağrı yaptık. Bir kez daha çağrımızı yineliyoruz. AKP’nin elindeki belediyeleri güç birliği oluşturarak ancak elde edebiliriz ya da onları belediyelerden çıkarabiliriz. Böylesi bir anlayış ile görüşmeler, diyaloglar ve istişareler devam ediyor. Ama şu anda netleşen bir şey yok. Önümüzdeki günlerde, haftalarda bu anlamda ittifak meselesi başta olmak üzere, yapacağımız güç birliği, ortak adaylar noktasında netleşen durumları elbette kamuoyu ile paylaşacağız.

Kürt partileri ile toplantılar gerçekleştiriyorsunuz. Bu toplantıların amacı sadece yerel seçim ittifakı mı?

Kürdistani partilerle yaptığımız görüşmelerde ister istemez konu seçimlere gelebiliyor fakat asıl amaç Kürtlerin birlik ve beraberliği, ortak duruşu. Mesele ittifak değil, Kürtlerin birlik ve beraberliğidir.

Kürdistani partilerle görüşmeler gerçekleştiriyoruz. Ancak bunun adını ittifak koymamak gerektiğini düşünüyoruz. Yaptığımız görüşmelerde seçim gündemli görüşmeler değil. İster istemez konu seçimlere gelebiliyor fakat asıl amaç Kürtlerin birlik ve beraberliği, ortak duruşu. Bütün bunlar üzerinden tartışmalarımızı gerçekleştiriyoruz. Bizim için önemli olan budur. Ulusal birlik meselesinde zaman zaman yol kazaları olsa da, geçmişte bir çok arkadaşımızın bu konuda çabaları olmuştur. Bu çabalar doğrultusunda belli bir yere gelse bile, bazen durmuştur. Bu süreci yeniden hayata geçirmek ve başlatmak hepimizin görev ve sorumluluğudur. Bu çerçevede görüşme ve toplantılarımızı yapmaya çalışıyoruz. Mesele ittifak değil, Kürtlerin birlik ve beraberliğidir.

Belediyelere kayyum atanmasından sonra şimdi de muhtarlar görevinden alınıyor ve yerlerine mahallelilerin bile tanımadığı kişiler kayyum olarak atanıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP hükümeti son bir kaç yıldır muhtarlar üzerinden siyaset yapmaya çalışıyor. Saray’a çağrılan muhtarları ayrı tutup, Saray’a gelmeyen muhtarlar üzerinden farklı bir yönelim ve algı oluşturulması bunun bir göstergesidir. Muhtarların görevden alınması, yerlerine kayyumların atanmasına tanık olduk. Her muhtar bir siyasi partiye bağlı olacak diye bir kanun yok. Dolayısıyla muhtarlar kendi yerellerinde, mahallelerinde seçilen temsilcilerdir. Buna siyasi bir rol vermek, kendi çizgisi üzerinden siyaset yaptırmak başlı başına siyaseten yanlış bir şeydir. O yüzden belli bir dönem daha devam edebilir ama yerel seçimlerde kayyum zihniyetine biz HDP olarak asla izin vermeyeceğiz. Kayyum zihniyetini bu ülkenin gündeminden çıkarmak gibi bir sorumluluk ve görevimiz var. Halkımızla birlikte artık belediyelerimize kayyumların atanması konusunda müsaade etmeyeceğiz.

Yapılan kimi açıklamalara göre muhtarların görevden alınması da HDP’ye dönük operasyon olarak değerlendiriliyor.

HDP’ye yönelik operasyonların bir parçası olarak değerlendirebiliriz. Dikkat edilirse görevden alınanların çoğu Kürt muhtarlar, Türkiye’nin doğusunda görev alan ve biraz da HDP’ye yakın olan muhtarlar. Muhtarlar asla herhangi bir partiye bağlı olarak çalışmıyorlar. Fakat Kürt muhtarlar ve Türk muhtarlar ayrımı yapılıyor. Tekçilik modeli üzerinden AKP hükümetinin geçmişte yaptığı uygulamaların bir benzeri olarak ifade edilebilir. Mesele sadece muhtarlar üzerinden değil, belediye başkanlarımız, siyasetçilerimizin ve milletvekillerimizin tutuklanmasına bakıldığı zaman asıl operasyon Kürtlere ve HDP’ye yöneliktir. 

Örnek vermek gerekirse, diğer partilerden bir çok milletvekilinin ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret” dosyası olmasına rağmen, onlara dokunulmamış. Fakat HDP’li milletvekilinin ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ten milletvekilliği düşürüldü. Burada mesele HDP veya Kürtler olduğu zaman başka işliyor, diğer partiler olduğu zaman hukuk başka işliyor. Bütün bunlar ayrımcılık ve tekçiliğin Türkiye’ye nasıl hakim olduğunu gösteriyor. Bunlara son vermek ve Türkiye’de çoğulcu yapıyı, Türkiye halklarının ortak ve birlikte yaşamını esas alan anlayışı da bu ülkeye kazandırmak bizlerin görevidir.

4 Kasım 2016’da HDP’nin Eş Genel Başkanları ve milletvekillerine dönük operasyon gerçekleşti. Bu operasyonun yıldönümü yaklaşıyor. Operasyonla amaçlanan neydi?

Partimiz bir siyasi darbe ile karşı karşıya kaldı. 2 yıl önce 4 Kasım tarihinde başta Eş Genel Başkanlarımız olmak üzere, milletvekili arkadaşlarımızın da içinde bulunduğu çok sayıda siyasetçinin gece yarısı ve aynı operasyonla bir düğmeye basılarak gözaltına alınarak tutuklanmasıyla başlayan bir süreç. Burada amaç HDP başta olmak üzere genelde Türkiye halklarına, özelde Kürtlere verilen bir mesajdı. HDP’nin büyümesini, genişlemesini, ana muhalefet rolünde olma çabalarını gören bir zihniyetin eş başkanları ve milletvekillerine yönelik bir operasyonuyla karşı karşıya kaldık. 

Asıl amaç Kürtlerle Türkiye halklarını yan yana getirmeyi engellemek.  Aynı zamanda siyasi çalışmalarını, halkın yanında verilen mücadelesini engellemeye dönüktü. Özellikle 7 Haziran’dan sonra gerçekleştirilen bir operasyonda bahsediyoruz. Dolayısıyla o operasyonda sonra 24 Haziran seçimlerini yaşadık ve gördük. Fakat 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarından ders çıkarmak gerekiyor. Devletin, siyasi iradenin bütün bunları okuyarak, ne kadar tutuklansalar, kriminalize edilseler bile Türkiye halkları ve Kürtler yan yana gelerek, mücadele etmekten çekinmiyorlar. Gittikçe büyüyen bir mücadele ve direniş var. Bir hak arama mücadelesi var. Bütün bunları 24 Haziran tarihinde bir kez daha gösterdik.

Yani operasyonla amaçlananın gerçekleşmediğini söylüyorsunuz.

Bugün cezaevinde gerçekten dosyasında hiçbir şey olmayan ve sadece siyaset yapan binlerce insan var. Milletvekilleri, belediye başkanları, il başkanlarımız, kadın arkadaşlarımız var. Bu operasyonları boşa çıkarmanın yolu bir araya gelerek, mücadeleyi büyüterek, içerdeki arkadaşlarımızın bir an önce özgürlüklerine kavuşabilmesini sağlamaktır. Yaklaşan yerel seçimler ve önümüzdeki süreçler açısından ortak tavrımızı ortaya koymaktır. Türkiye halkları tarafından bu operasyon boşa çıkarıldı. Sonuç vermedi, her şeye rağmen HDP giderek büyüdü. Parlamentoda bir kez daha 67 milletvekili ile temsil hakkı kazandı.

4 Kasım tarihi  yaklaşırken, siyasi iradenin bu tavrından kurtulması gerektiğini, siyasi tutsakların özgürlüğüne kavuşması elzemdir. Özellikle Cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş’ın kampanyasını cezaevinden yürütmesi, seçmenleriyle buluşamaması hukuki ve siyasi anlamda devletin bir çıkmazın içinde olduğunu gösterdi. Tutuklu bütün arkadaşlarımızın özgürlüklerine kavuşması açısından 4 Kasım tarihinde dışarda sokaklarda demokratik tepkimizi ortaya koyacağız.

PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit sürüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Tecrit insanlık suçudur. Siyaseten ve hukuken kabul edilebilir bir durum değildir. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit son 3 yıl ile sınırlandırılacak veya izah edilecek bir mesele değildir. Yaklaşık 20 yıldır ağırlaştırılmış bir tecrit var. Tecrit bir an önce kaldırılmalı. Sayın Öcalan üzerindeki baskı hem Kürtler hem Türkiye halkları açısından hem de Türkiye’nin bugün içerisinde bulunduğu mevcut durum ve Ortadoğu’da yaşanan çatışmalı süreç açısından oldukça önemli bir meseledir. Sayın Öcalan ile yapılan görüşmeler, 3 yıllık müzakere süreci Türkiye’nin en güzel yıllarıydı. İnsanların geleceğe dair umutla, güvenle baktığı bir dönemdi. Fakat bu dönem ne yazık ki siyasi iradenin farklı beklentileri doğrultusunda rafa kaldırıldı veya bitirildi. 

Bununla birlikte Türkiye daha güzel günler mi gördü? Hayır, çatışmalı dönem başladı, insanlar yaşamını yitirmeye başladı. Türkiye Ortadoğu’da ve Suriye ekseninde dış politika açısından Türkiye’nin hak etmediği bir konumla karşı karşıya kaldı. Bütün bunlar Türkiye’nin geleceği açısından değerlendirilmesi gereken konular. Ne yazık ki bugün ki siyasi irade bunun farkında değil. O dönemde Sayın Öcalan’ın ifade ettiği, bizlerin Sayın Öcalan ile yaptığımız görüşmeler doğrultusunda kamuoyuna anlattığımız şuydu; bu dönem veya süreç Türkiye’nin demokratikleşmesi, aynı zamanda Ortadoğu’nun da demokratikleşmesine katkı sunacak bir süreçti. Bu süreç tamamlanmadı ve bitti.

Bu sürecin yeniden başlama ihtimali var mı? 

Bugün geldiğimiz noktada, yaşanan krizlerin, kaosların ve çatışmalı dönemin bir an önce bitmesi açısından İmralı’daki tecridin mutlak suretle kaldırılması gerekiyor. Tecridin kaldırılmasıyla birlikte görüşmelerin başlaması, Sayın Öcalan ile diyalogun kurulması, Türkiye’nin geleceği açısından kararların alınması önemlidir. 

Bugün ülkeyi yöneten iktidar tek başına karar verebilecek bir konumda değil. Bu işin içerisinde uluslararası güçlerin olduğunu da biliyoruz. Fakat yine de Türkiye bu konuda bir karar verebilirse, uluslararası güçlerin de bu konuda ikna olabileceğini düşünüyorum. Şu anda öyle bir hava veya atmosfer gözükmüyor. Umarım en kısa zamanda bu havaya tekrar dönülür, bu atmosfer tekrar yakalanır. İstediğimiz şekildeki süreçler başlar. 
 
Röportaj: Özgür Paksoy & Mehmet Şah Oruç

30 Ekim 2018