Partimiz ÇED Yönetmeliği’nin halkın katılımını düzenleyen maddelerinin iptali istemiyle Danıştay’a dava açmıştır.

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 10. Maddesi’ne göre uygulanması gereken ÇED Yönetmeliği; yapılacak her projenin irdelenmesi sonucunda bakanlığın vereceği kararın teknik koşullarını ve yöntemlerini belirleyen yasal bir düzenlemedir. İlk olarak 07/02/1993 tarih ve 21489 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği, 25 Aralık 2014 tarihinde bir kez daha ve 7. kez değiştirilmiştir.

ÇED Yönetmeliği’nde yapılan değişikliklerle; enerji projelerinde, maden işletmelerinde, radyoaktif atık gömü sahaları değerlendirmelerinde; suların vadiler arası taşınmasını ve ticarileştirilmesini arttırmak, meraların, ormanların, denizlerin, derelerin, tarım alanlarının şirketler tarafından kullanımını kolaylaştırmak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın olumlu kararlarını arttıracak, hızlandıracak, yetkiyi valilere dağıtarak ‘ÇED gerekli değildir’ kararları meşrulaştırılacaktır.

Yönetmelik’te son yapılan değişikliklerle;
- Anadolu ve Mezopotamya toprakları atık sahası haline getirilecek; meraların, ormanların, derelerin, yeraltının, denizlerin, tarım alanlarının şirketlere teslim edilmesinin önündeki yasal engeller etkisizleştirilecek;
- Ekolojiyi ve yaşamı korumak için halkın kararları ve iradesi yok sayılacaktır.

Bu değişiklikler kapitalizmin ve şirketlerin doğayı, doğal varlıkları ve yaşamı metalaştırarak sömürmesini, yaşam alanlarını yok etmesini kolaylaştırmak içindir. Partimiz ve doğa, insan, hayvan, tüm canlıların yaşam haklarının güvence altına alınması için mücadele eden herkes bunun farkındadır.

Biz, halkın kendi yaşam alanlarını doğrudan veya dolaylı etkileyen ve tahrip eden projeleri tartışmasının ve karar mekanizmalarına doğrudan katılımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını hedefliyoruz. Her düzeyde halk denetiminin geliştirilmesini, halkın söz ve karar hakkını savunuyor, demokrasiyi temsili sistemle sınırlı görmüyoruz.

Bu nedenlerle çevresel konularda halkın karar alma süreçlerine katılımının yasal güvenceye kavuşturulması için mücadelemizi hem yerel düzeyde hem de Aarhus Sözleşmesi’nin imzalanması ve uygulanması hedefiyle Avrupa Konseyi düzeyinde sürdüreceğiz.

Meral Danış Beştaş
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı
23 Ocak 2015




DANIŞTAY BAŞKANLIĞI’NA

ANKARA

 

 

YÜRÜTMEYİ DURDURMA VE

DURUŞMA İSTEMLİDİR

 

 

 

DAVACI                                :HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ

                                                Barbaros Mah. Tahran Cad. Büklüm Sok.

  No:117 Çankaya/ANKARA

 

VEKİLİ                                   : Av.Mehmet HORUŞ-Av-Sinem COŞKUN

                                                Hatay Sokak No:23/5 Kızılay/ANKARA

                                                

DAVALI                                : T.C.Çevre ve Şehircilik Bakanlığı  ANKARA

DAVA KONUSU     :25 Kasım 2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 4.maddesinin 1.fıkrasının “o” bendinin, 9., 10. ve 17. maddelerinin tamamının öncelikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASI, yargılamanın DURUŞMALI yapılması ve yargılama sonunda İPTALİ istemlidir. 

İLAN TARİHİ                       :25/11/ 2014 

AÇIKLAMALARIMIZ   :

Dava Ehliyetine İlişkin Açıklamalarımız:

           

            Halkların Demokratik Partisi, tüzüğündeki tanımında da belirtildiği gibi tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.

 

Parti, mevcut anti-demokratik siyasal sisteme karşı, halklardan, ezilenlerden, yok sayılanlardan, doğadan, hayvan haklarından, emekten, özgürlükten, eşitlikten, barıştan ve adaletten yana olanların demokratik bir siyasal düzen ve insanca bir yaşam için ortak mücadeleyi örgütlemeleri gerektiğinin bilinciyle demokratik halk iktidarını hedeflemeyi amaçları olarak belirlemiştir.

 

            Yine parti tüzüğünün “amaç” başlıklı 2.maddesinin n fıkrasında; “Kapitalizmin doğayı, doğal varlıkları ve yaşamı metalaştırarak sömürmesine, yaşam alanlarını yok etmesine karşı, doğanın, insanın, hayvanların ve tüm canlıların yaşam haklarının güvence altına alınması için mücadele yürütmeyi;” amaçları arasında saymıştır.  

 

Halkların Demokratik Partisi, parti programına göre:

 

            "Demokrasiyi temsili meclisle sınırlı görmeyen Partimiz, halkın tartışma, örgütlenme ve karar mekanizmalarına doğrudan katılımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, her düzeyde halk denetiminin geliştirilmesini, halkın söz ve karar hakkını savunur ve gerçekleştirir."

 

            "'Kent hakkı', her tür kamusal hizmeti edinme; insanca yaşama; kültürel, ekonomik, sosyal, siyasal haklardan eşit olarak yararlanma; kendini ve kentini yönetme, söz ve karar sahibi olma hakkıdır. Partimiz, ‘kent hakkı' kavramını geliştirerek, kırsal alanları da kapsayacak şekilde 'yerellik hakkı'nı savunur."

 

            "Partimiz, ‘yerellik hakkı’nı garantiye almak için; Doğayı, suyu, ormanı, dereleri, meraları, sahilleri, tarım alanlarını, su ekosistemini korumak ve bunların sermaye birikim sürecinde kar ve rant alanı olarak kullanımını önlemek yönünde mücadele eder."

 

Ekoloji ve yaşam mücadelesi;

 

            "Yaşam alanlarına sahip çıkan halkımızın mücadele gücü ve kararlılığından ilham alan Partimiz, kapitalizmin doğayı, doğal varlıkları ve yaşamı metalaştırarak sömürmesine karşı, insanı doğanın efendisi değil, bir parçası olarak görür. Kırda ve kentte, doğa ve yaşam haklarını savunma ve yaşam ortamlarını koruma mücadelesi verenlerin dayanışmasını güçlendirmeyi, bu mücadeleleri ortaklaştırmayı ve taleplerini siyaset zeminine taşımayı görev edinir.

 

Suyun ve doğanın ticarileştirilmesine, piyasa temelli enerji politikalarına ve projelerine karşı mücadele eden Partimiz, insan-doğa-enerji ilişkisini kullanım değeri üzerinden tarif eder; insani ihtiyaçlar için gereken ve geçimlik tarımda kullanılan suya parasız, temiz ve yeterli miktarda erişim hakkının güvence altına alınmasını savunur, bunun gerçekleşmesini hedefler.

 

            Partimiz, su kullanım hakkı anlaşmalarına, karbon ticaretine, yaşamı yok eden başta HES (Hidroelektrik Santralleri) projeleri ile termik, nükleer gibi enerji politikalarına ve ekolojik yıkıma yol açan maden işletmeciliğine, endüstriyel atık ve kirlilik sonucunda yaşam alanlarının tahrip edilmesine, küresel iklim değişikliğinin nedenlerine ve sonuçlarına karşı, nükleer denemelerin ve nükleer santrallerin yasaklanması için mücadeleyi bir insanlık görevi sayar.

 

            Kapitalizmin doğayı, doğal varlıkları ve yaşamı metalaştırarak sömürmesine, yaşam alanlarını yok etmesine karşı, doğanın, insanın, hayvanların ve tüm canlıların yaşam haklarının güvence altına alınması için mücadele eden Partimiz, kentlerin doğasızlaştırılmasına; kenti yağmalayan kentsel dönüşüm projelerine; tarihi, kültürel varlıkların ve kamusal alanların gasp edilmesine; sermayenin tüm yıkıcı kır ve kent politikaları ile çevresel hizmetlerin özelleştirilmesine ve piyasalaştırılmasına karşı mücadeleyi sürdürür.

 

            Her yurttaş için insan onuruna yakışır barınma ve ulaşım hakkını savunan ve bunun gerçekleşmesi için mücadele eden Partimiz, doğal, tarihi ve kültürel varlıklara ilişkin korumaları kaldırmayı amaçlayan mevzuat saldırılarının da karşısında olarak, deprem, sel ve toprak kayması gibi doğal felaketlere karşı gerekli tedbirlerin alınması için mücadeleyi sürdürür."

 

            Parti tüzük ve programında yer alan bu amaç ve hedefler doğrultusunda Halkların Demokratik Partisi'nin dava konusu yönetmelik maddelerinin iptali istemiyle dava açmakta hukuksal menfaati vardır.

 

İptali Talep Edilen Yönetmelik Maddeleri:

 

  25 Kasım 2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin "Tanımlar ve Kısaltmalar" başlıklı 4.maddesinin 1.fıkrasının “o” bendinde; "Halkın katılımı toplantısı: Kapsam ve Özel Format belirlenmesinden önce, halkı proje hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere yapılan toplantıyı" tanımlamaktadır. Yönetmeliğin 9.maddesinde ise ÇED sürecindeki "Halkın Katılımı Toplantısı" ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Bu maddenin devamındaki 10.maddede Halkın Katılımı Toplantısı sonrasında ÇED süreci içerisinde yapılması planlanan  "Komisyonun, kapsam ve özel format belirlemesi" ile ilgili düzenlemeye yer verilmiştir. Yine 17. maddede "seçme eleme kriterlerine tabi projeler" için işletilecek ÇED sürecinde halkın katılımına yer verilmeyerek eksik düzenleme yapılmıştır.

Bu Yönetmelik hükümleri, aşağıdaki sıralayacağımız gerekçelerle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8.maddesi başta olmak üzere Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, çevre hakkını teminat altına alan Anayasa'nın 56.maddesine ve uluslar arası çevre hukuku kuralları ile hukukun genel ilkeleri ve kazanılmış hakların geriye götürülemezliği ilkelerine aykırıdır. 

 

İPTAL NEDENLERMİZ:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17. maddesinde, herkesin, yasama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, 56. maddesinde ise; herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yasama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir.

1982 Anayasası’nda “çevre hakkı”, aynı dönemde dünyadaki pek çok ülkeyle birlikte Anayasal bir statüye kavuşturulmuştur. Çevresel Etki Değerlendirmesi uygulaması ise, mevzuatımıza 2872 Sayılı Çevre Kanunu’nun 11/8/1983 tarih ve 18132 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesiyle başlamıştır. Çevre Kanunu’nun 10. Maddesi’ne göre; Çevresel Etki Değerlendirmesi “Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum kuruluş ve işletmeler bir "Çevresel Etki Değerlendirme Raporu” hazırlarlar. Bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkiler göz önünde bulundurularak çevre kirlenmesine sebep olabilecek atık ve artıkların ne şekilde zararsız hale getirilebileceği ve bu hususta alınacak önlemler belirtilir.” Aynı Kanun hükmü devamındaki fıkrada “"Çevresel Etki Değerlendirme Raporu"nun hangi tip projelerde isteneceği, ihtiva edeceği hususlar ve hangi makamca onaylanacağına dair esaslar yönetmelikle belirlenir.” denilmesine rağmen, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği ancak 10 yıl sonra 07/02/1993 tarih ve 21489 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanabilmiştir. Daha sonra sırasıyla aşağıdaki yönetmelikler çıkartılmıştır: 

 

  • ÇED Yönetmeliği 7/2/1993 tarih ve 21489 sayılı Resmi Gazete,
  • ÇED Yönetmeliği 23/6/1997 tarih ve 23028 sayılı Resmi Gazete,
  • ÇED Yönetmeliği 6/6/2002 tarih ve 24777sayılı Resmi Gazete,
  • ÇED Yönetmeliği 16/12/2003 tarih ve 25318 sayılı Resmi Gazete
  • ÇED Yönetmeliği 17/7/2008 tarih ve 26939 sayılı Resmi Gazete.
  • ÇED Yönetmeliği 03/10/2013 tarih ve 28784 sayılı Resmi Gazete.

 

En son dava konusu yönetmelikle 7.kez ve bir kez daha(“yeni”) ÇED Yönetmeliği çıkartılmıştır. Dava konusu son   ÇED Yönetmeliği’nin 4. maddesinde yer alan tanımlara göre; “Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED): Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları” ifade etmektedir. Bu kapsamda “Çevresel etki değerlendirmesi raporu: Ek-1 listesinde yer alan veya Bakanlıkça "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir" kararı verilen bir proje için belirlenen Özel Formata göre hazırlanacak rapor” anlamına gelmektedir.

 

ÇED VE HALKIN KATILIMI:

 

Çevre Hukuku bağımsız hale gelen bir hukuk dalı olarak kendine özgü ilke ve kurallara sahiptir. Geleneksel İdare Hukuku anlayışından farklı olarak Çevre Hukuku’na rengini veren bu ilkeler arasında; “Önleme İlkesi”, “İşbirliği ve Eşgüdüm İlkesi”, “Entegrasyon İlkesi”, “Kirleten Öder İlkesi”, “Katılım İlkesi” ve “İhtiyat İlkesi” sayılabilir. Bu ilkeler arasında Katılım İlkesinin Çevre Hukuku’nda ayırt edici özelliği vardır. “…katılım ilkesinin çevre hukukun hem diğer ilkelerinin hem bazı araçlarının hayata geçirilmesindeki yeri ve katkısının büyüklüğü yadsınamaz. Bu bağlamda, katılım çerçevesinde sadece basit bir görüş bildirme ile sınırlı kalınmadığı ve çevre hukukunun çok sayıda konusu çeşitli yönleriyle tartışılmaya açıldığı için, katılımın genelde bu hukuk dalının gelişiminde de etkisi olmaktadır.”(N.Turgut. Çevre Hukuku s.269) Nükhet Turgut’a göre; Katılım en geniş anlamıyla bireylerin, örgüt ve toplumların ve genelde halkın çevresel yönetim sürecinde yer alması ve rol oynamasıdır. Bu rolün şekil ve derecesi farklı olabilmekte; görüş ve öneriler bildirmekten eyleme geçmeye kadar geniş bir yelpazeye uzanabilmektedir. Halkın görüş ve önerilerinin alınması katılım hakkı şeklinde çeşitli metinlerle belirlenmektedir. Bu görüş ve öneriler ya politika, plan, mevzuat gibi genel nitelikli metinlerin hazırlanması sırasında ya da idari düzeydeki kararların alınması (örneğin bir termik santral ya da otopark yapımı) sırasında olabilmektedir. Bu uygulamalarının en tipik örneği ise ÇED sürecinde halkın katılımıdır.

            ÇED Yönetmeliği'nde düzenlenen halkın katılımı süreci, çevre hakkının temel unsuru olan katılımı ilkesinin bir sonucudur. 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun "ilkeler" başlıklı 3. maddesinin e fıkrasında; "Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür." hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla ÇED Yönetmeliği'nin dayanağı olan Çevre Kanunu'na göre halkın katılımı yasal bir zorunluluktur.

 

  ÇED Yönetmeliği’nin 7.maddesine göre, yönetmeliğin Ek 1 listesinde sayılan projeler için ÇED raporu hazırlanması öngörülmektedir. Bu projeler için Yönetmeliğin 9.maddesindeki Halkın Katılımı toplantısı yapılması öngörülürken Ek-2 listedeki projeler için Halkın Katılımı Toplantısı prosedürü getirilmemiştir. Ek-2 listede sayılan projelerde biçimsel olarak dahi halkın görüşüne başvurulmamaktadır. Ekte sunduğumuz davalı idarenin yayınladığı istatistik ve grafikten de anlaşılacağı üzere(EK-1) EK-2 listeye tabi projelerle ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ÇED Yönetmeliği'nin ilk olarak çıkartıldığı 1993 yılından 2014 yılı sonuna kadar 40.000'den faza ÇED gerekli değildir kararı verilmiştir. Bu kararlar ile ÇED kararları kıyaslandığından Türkiye'deki ÇED uygulamalarının büyük bir kısmının tamamen halkın katılımı dışında gerçekleştirildiği görülecektir.  Ancak kanunun açık ve net katılım koşuluna rağmen ÇED Yönetmeliği'nde EK-1 listede yer alan projeler için de halkın katılımı biçimsel bir formalite olarak düzenlenmiştir.

 

Dava konusu ÇED Yönetmeliği’nin 9.maddesindeki eksik düzenleme nedeniyle uygulamada Halkın Katılımı Toplantısı, yatırımcı firmaların reklam ve tanıtım toplantısına dönüşmektedir. İdari teamüllerimize göre alışkın olmadığımız bir yöntem olan halkın görüşünü almak için yapılan bu toplantılar, çoğu zaman görüş almaktan ziyade “bilgilendirme” toplantısı olarak gerçekleştirilmektedir.  Bu nedenle artan çevre bilinciyle birlikte yöre yurttaşları, bu toplantıları protesto etme tavrı göstermektedir. Yöre yurttaşlarının tamamının Halkın Katılımı Toplantısında, projeyi istemediklerini beyan etmelerine rağmen halkın görüşü yok sayılarak ÇED sürecine davalı idare tarafından devam edilmektedir. Kendi görüşünün peşinen işlevsiz olduğunu gören halk, haklı olarak formalite haline gelen bu toplantıların bir parçası olmak istememektedir. Davalı idareden ara karar ile halkın bu şekilde tepkisi nedeniyle yapılan Halkın Katılımı Toplantılarının listesi ve bu toplantılara ilişkin toplantı tutanaklarının istenmesini talep ediyoruz.

 

TBMM 23.Dönem Çevre Komisyonu üyesi olan Iğdır Milletvekili Pervin BULDAN’ın Çevre ve Orman Bakanlığı’nın cevaplaması istemiyle verdiği yazılı soru önergesinde; 2009 yılı içerisinde Çeşme'deki kırma eleme tesisi ile ilgili 16/07/2009 tarihinde Germiyan Köyü'nde, Karasu'daki termik santral projesi ile ilgili 29.01.2009 tarihinde Sakarya-Karasu' da, Rize Fındıklı daki Çatak HES Projesi ile ilgili 30/06/2009 ve Turhan HES Projesi ile ilgili 21/07/2009 tarihinde, Şırnak Termik Santral projesi ile ilgili 12/08/2009 tarihinde yapılan Halkın Katılımı Toplantılarında yöre yurttaşlarının bu projeler hakkında olumsuz görüş verdikleri” belirtilerek halkın görüşünün yok sayılarak neden ÇED sürecine devam edildiği sorulmuştur. (EK-2)  Çevre ve Orman Bakanı Veysel EROĞLU’nun verdiği yanıttan da halkın katılımı toplantılarında yaşanan sorun kabul edilmiştir. Ancak halkın projeyi istemediğini belirttiği ya da bu görüşü yok sayıldığı için toplantıya katılmadığı bu toplantılar, yapılmış kabul edilmektedir. Toplantıyı idare eden Bakanlık temsilcilerinin resmi tutanakla “halkın tepkisi nedeniyle toplantı yapılamamıştır” şeklinde tutanak tutmalarına rağmen ÇED sürecine devam edilmektedir. Çevre ve Orman Bakanı Veysel EROĞLU da verdiği yanıtta; bu şekilde halkın görüşünün yok sayıldığı toplantıları kastederek “söz konusu toplantıların yapılamadığı anlamına gelmemektedir.” şeklinde yanıt vermiştir. 2009 yılından sonra soru örneklerine konu olan usulsüz halkın katılımı toplantılarının sayısı artmıştır.

 

 

AARHUS SÖZLEŞMESİ VE ULUSLAR ARASI HUKUKTA KATILIM.

Çevre Hukuku alanında Katılım İlkesini en gelişmiş şekliyle ve hak olarak düzenleyen en önemli Uluslar arası metin,  Aarhus Sözleşmesidir.(EK-3)  23-25 Haziran 1998’de imzaya açılan ve 30 Ekim 2001’de yürürlüğe giren “Çevresel Konularda Adalete, Bilgi ve Belgelere Erişme ve Karar Alınıma Halkın Katılımı Sözleşmesi” Türkiye tarafından henüz onaylanmamış olmakla birlikte; Türkiye’nin 2001 yılında AB’ye sunduğu milli raporda bu yönde bir vaad yer almaktadır. Öte yandan,  Avrupa Konseyi üyesi olarak Türkiye’nin söz konusu sözleşmeyle ve bu yöndeki konsey direktifleriyle doğrudan bir hukuksal ilişkisi mevcuttur. Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, M. Öneryıldız/Türkiye kararında, Büyük D./30haz.2004/ kararında Türkiye’nin taraf olmadığı uluslararası  belgeleri de referans olarak kullanmıştır.

Türkiye’de Çevre Hukuku’nun gelişmesine önemli katkılar sağlayan Bergama davaları ile ilgili verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tazminat kararlarının gerekçesi uygulanmayan yargı kararları nedeniyle Sözleşmenin Adil Yargılanma Hakkı’nı düzenleyen 6.maddesi ve Aile ve Özel Hayatın Gizliliği’ni düzenleyen 8.maddesidir. AİHM, 10 Kasım 2004 tarihli Taşkın&Türkiye kararında(EK-4) AİHS’nin 8. maddenin uygulanabilirliği hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır: “(…)idari kararlarda, karar alma sürecinin adil olmasını ve bu aşamada karardan etkilenecek bireylerin 8. madde tarafından korunan haklarına saygı gösterilmesi gereğinin kabul edildiğini hatırlatır. Bir Devlet için çetrefil nitelikteki çevresel ve ekonomik sorunların ele alınıp, çözülmesi aşamasında, karar süreci, her şeyden önce, çevreye ve kişi haklarına zarar verebilen faaliyetlerini önceden önleyecek ve değerlendirilecek şekilde tesis edilmelidir. Böylece çeşitli menfaat çatışmaları arasında adil bir denge tesis edilerek, karşıt görüşlerin dile getirilmesine olanak sağlayacak gerekli etüd ve anketlerin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır.” AİHM, 8.madde ihlali ile ilgili kararını gerekçelendirirken Lopez Ostra&İspanya(1994) kararına da atıf yapmış ve 8. maddenin uygulanabilmesi için başvuru sahiplerinin yaşamları bakımından ağır bir tehlike halinin varlığını gerekli görmemiştir. İlgililerin sağlığını ve özel yaşamlarını ciddi tehlikeye atabilecek ağır çevre ihlallerinin varlığı, AİHM açısından 8.maddenin ihlal edilmiş olması için yeterli koşuldur. AİHM kararında altı çizilen konulardan bir diğeri ise Aarhus Sözleşmesi’ne aykırılıklardır. Bu sözleşmede hem çevre konusundaki belirli faaliyetlere ilişkin kararların alınmasına hem çevreyle ilgili politika, plan ve programların hazırlanmasına hem de çevre üzerinde önemli etkisi olabilecek hukuki düzenlemelerin yapılmasına katılım ayrı ayrı maddelerle düzenlenmiştir.

TBMM 24.Dönem Çevre Komisyonu üyesi olan İstanbul Milletvekili Sebahat TUNCEL, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın cevaplaması istemiyle verdiği yazılı soru önergesinde; Sivas-Kangal’daki siyanürlü altın madeni projesi kapsamında yapılan usulsüz halkın katılımı toplantısını gündeme taşımıştır. Gerçekten de Bakırtepe Altın Madeni ile ilgili ÇED Yönetmeliği’nin 9.maddesine göre yapılan halkın katılımı toplantısında yöre yurttaşları özellikle inanç yerlerinin yer aldığı bir alanda kurulacak olması ve yeraltı sularında yaşanan arsenik kirliliği nedeniyle projeye karşı olduklarını belirtmişlerdir. Halk görüşünü sunduktan sonra yine de toplantıya devam edilerek söz konusu proje hakkında ÇED olumlu kararı verilmiştir. Ancak Sivas İdare Mahkemesi’nde açılan ÇED İptali davasında davalı idarenin ÇED olumlu kararı iptal edilmiş(EK-5)  ve iptal gerekçeleri arasında halkın katılımı toplantısında yaşananlara da yer verilerek projenin yörenin flora-fauna- jeolojik yapısı ve yeraltı suları açısından kabul edilemez olduğu belirtilmiştir. Ancak bu kez mahkeme kararına rağmen Halkın Katılımı Toplantısı hiç yapılmadan işletmeci firmaya 31/12/2014 tarihinde yeni ÇED olumlu kararı verilmiştir.

 İstanbul Milletvekili Sebahat TUNCEL, soru önergesinde Aarhus Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından ne zaman imzalanacağını da sormuştur. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, bu soruya; “Ülkemizin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği gerçekleştiği zaman Aarhus Sözleşmesi’ne taraf olunacaktır” şeklinde yanıt vermiştir.  Görüldüğü üzere Türkiye’nin doğal ve kültürel değerlerleri ile doğrudan ilgili ve Türkiye yurttaşlarının kendi yaşam alanlarını ilgilendiren konularda söz ve karar sahibi olmalarını öngören bir sözleşme siyasal iktidarın dış politika hesaplarına endeksli olarak ele alınmaktadır. Nitekim Bakan’ın verdiği yanıttan sözleşmenin içeriğine ilişkin bir itirazın olmadığı anlaşılmaktadır.  

Aarhus Sözleşmesi, Türkiye tarafından imzalanmasa da halkın katılımına ilişkin hükümler içeren başka bazı uluslar arası sözleşmeler imzalanmıştır. Bunlar arasında 1992 Rio Bildirgesi ve Gündem 21 gibi metinler ile Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve buna ilişkin olan Biyogüvenlik Protokolü, Akdeniz’in Kirlilikten Korunmasına İlişkin Barcelona Sözleşmesine ilişkin Değişiklikler ve Çölleşmeyle mücadele hakkında sözleşme (Özellikle Afrika’da Ciddi kuraklık ve/veya Çölleşmeye Maruz Ülkelerde Çölleşme ile Mücadele İçin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi) bulunmaktadır.  Türkiye’nin taraf olduğu bu uluslar arası sözleşmelerde, halkın karar alma süreçlerine katılımı, geleneksel tarım bilgisinin önemi ve özellikle kadınların bu süreçteki rolü üzerinde durulmuştur.

 

ÇEVRE HUKUKU’NDA MEVZUATIMIZDAKİ KATILIM ÖRNEKLERİ:

 

Bir kısım mevzuatımızda da somut katılım olanakları tanınmıştır. Bunun ötesinde katılımla ilişkilendirilecek ve bazısı genel ve soyut bir kısmı ise somut nitelikteki bazı düzenlemeleri çevre mevzuatında bulmak mümkündür. Şöyle ki:

 

●Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun (4856 sayılı ve 08,05,2003 tarihli) gereğince “çevre konusunda faaliyette bulunan gönüllü kuruluşları yönlendirmek, desteklemek”(madde2/i) ve “gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapmak” (madde 16/e) bu Bakanlığın görevleri arasında sayılmıştır.

 

●Çevre Şurası Yönetmeliğine göre “gönüllü kuruluşların” bu şuraya çağırılması da yine Çevre Bakanlığının görevidir.

 

●Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği gereğince kurulan Geri Kazanım Komisyonuna gönüllü kuruluşlardan da bir kişinin dahil edilmesi söz konusu olup bu kişi Çevre Bakanlığınca belirlenecektir.

 

●Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğine göre, Sulak Alan Komisyonuna, sulak alanların korunmasında faaliyet gösteren, sivil toplum kuruluşlarından iki temsilci alınır.

 

●Nesli tehlikede Olan Yabani Bitki ve Hayvan Türlerinin Uluslar arası Ticaretine İlişkin Sözleşmenin Uygulanmasına Dair Yönetmelik (kısaca CITES ile ilgili yönetmelik) gereğince, Yönetmelik kapsamındaki uygulamaların izlenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla Çevre Bakanlığının koordinasyonunda yapılacak toplantıya yine Yönetmelikte gösterilen bazı idari birimlerin yanı sıra “gönüllü kuruluşların temsilcileri” de katılır.

 

●Sivil toplum kuruluşları ve bireyler Belediye Kanununun 13.üncü madde hükmünü de belediyelere karşı ve belediye yönetimine katılım istemlerinin dayanağı olarak öne sürülebilirler. Çünkü bu maddede “Her Türk nüfus kütüğüne yerli olarak yazıldığı yerin hemşerisidir. Hemşerilerin belediye işlerinde reye, intihaba, belediye idaresine iştirake ve belde idaresinin devamlı yardımlarından istifadeye hakları vardır” denilmektedir.

 

KATILIMIN ANLAMI:

 

            Çevre sorunları, bütün yurttaşları etkilendiğine göre bu etkinin yok edilmesinde herkesin sözünün olması gerekir. Öte yandan Anayasa’nın 56. Maddesiyle birlikte düşünüldüğünde katılımın sadece bir hak değil aynı zamanda ödev olduğu görülür. Katılım, çevresel ödevin yerine getirmenin vazgeçilmez bir öğesidir. Ayrıca bizzat çevre sorunlarının özellikleri katılıma çeşitli yönlerden gereksinim duyulmasını zorunlu kılmıştır. Bu yönler, sorunların, nedenler de dahil, tüm yönleriyle belirlenmesini, bunlara çözüm üretebilmesi ve nihayet üretilen çözümlerin uygulanmasıdır. Görüleceği gibi bütün bu yaklaşımlar, bireylerin yönetim sürecinin değişik aşamalarında işin işine girmelerini gerektirmektedir. Fakat bu aşamalardan en önemlisi henüz kararlar alınıp politikalar oluşturmadan önceki evredir. Çünkü bireylerin bu aşamada devreye girmeleri sayesinde çevre korumasının en önemli ilkesi olan önleyicilik sağlanabilecektir. Esasen katılımın çevre sorunları bağlamında bir ilke olarak tartışmasız kabul görmesi öncelikle bu aşamaya yöneliktir. Bu yüzden de çevrenin değişik alanları hakkındaki hukuki düzenlemeler de bireyleri bu aşamada devreye sokma yolları belirtilmiştir.

 

            Dava konusu ÇED Yönetmeliği’nin 4. Maddesindeki tanımın yetersiz olduğu, buradan hareketle 9.maddede düzenlenen Halkın Katılımı Toplantısı’nın Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası anlaşmalar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.maddesi ve Anayasa’nın 56.maddesinde öngörülen koşulları karşılamadığı, buna bağlı olarak Halkın Katılımı Toplantısını dikkate alarak düzenlenmesi gereken yönetmeliğin 10.maddesindeki kapsam ve özel format belirleme toplantısının da hukuka uygun halde gerçekleştirilemeyeceği, ÇED Yönetmeliği’nin 17.maddesinde ise halkın katılımının tamamen göz ardı edildiği açıktır.

 

            Madencilik, enerji ve kentsel dönüşüm projeleri başta olmak üzere Türkiye yüzölçümünün önemli bir kısmında yaşam alanlarına müdahale edilmektedir. Projelerin sayısı ve ölçeği Türkiye’nin demografik yapısını önemli ölçüde değiştirecek etki kapasitesine ulaşmıştır. Ancak bu projelerle ilgili yurttaşların karar alma mekanizmalarına katılım olanağı bulunmamaktadır.  Dava konusu yönetmelik maddeleri, yasal olarak bu katılım olanağını sağlamak zorunda olmasına rağmen bu işlevi yerine getirmekten uzak, eksik ve yetersiz içeriktedir. Bu nedenle çevreye olumsuz etkileri olan projeler, sadece doğal varlıklarımız üzerinde yıkıcı etkiler doğurmakla kalmamakta, sosyal açıdan da olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

 

Dava konusu yönetmelik maddeleri, uluslar arası sözleşmeler ve yasalarımıza uygun olarak düzenlenerek; halkın ÇED sürecine daha etkin katılımı sağlanabilir ve halkın görüşünün projeler üzerinde belirleyici etkisi olabilirdi. Bu koşullar sağlanmış olsaydı, Türkiye’de çevre standartları açısından mevcut olumsuz tabloyu önemli oranda bertaraf etme olanağı sağlanmış olacaktı.  

 

Sonuç olarak; dava konusu yönetmelik maddeleri, davalı idare lehine keyfi bir uygulamaya yol açacağı gibi Anayasa’nın 124.maddesinde tanımlanan anlamda bir yönetmelik çıkartılırken beklenen hukuki yararı da karşılamamaktadır. Çünkü dava konusu yönetmeliğin uygulanması ile ilgili en temel noktalarda belirsizliğe yol açılmaktadır. Bu nedenle dava konusu maddelerinin iptali gerekmektedir.

 

 

YÜRÜTMEYİ DURDURMA         :

 

İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27. maddesine göre; “Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir.” Olayımızda ise her iki koşul da gerçekleşmiştir. Dava konusu yönetmelik hükümleri yürürlüktedir ve uygulanmakla etkisi tükenecek olan bir idari işlem niteliğindedir. Bu nedenle dava konusu işlemin davalı idarenin savunması alınmaksızın yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini diliyoruz.

 

HUKUKSAL NEDENLER    :Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa, Çevresel Konularda Adalete, Bilgi ve Belgelere Erişme ve Karar Alınıma Halkın Katılımı(Aarhus) Sözleşmesi, Çevre Kanunu, Çevre Denetim Yönetmeliği, Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında Yönetmelik, İYUK ve sair mevzuat

 

DELİLLER                                         :

Davalı İdareden İstenmesini Talep Ettiğimiz Belgeler:

Dava konusu yönetmelik hazırlanırken yapılan işlemler, varsa alınan kurum görüşleri

Avrupa Konseyi ÇED Direktifleri(Davalı idarede Türkçe çevirileri mevcuttur)

Avrupa Konseyi Aarhus Direktifleri(Davalı idarede mevcut değilse, Avrupa Konseyi sekreterliğinden istenebilir)

ÇED süreci içinde Halkın Katılımı Toplantısının yapılamadığı yönünde tutanak tutulan Nihai ÇED Raporlarının listesi

ÇED sürecinde yapılamayan Halkın Katılımı Toplantılarının tutanakları.

ÇED süreci içinde Halkın Katılımı Toplantısında halkın olumsuz görüş bildirmesine rağmen verilen ÇED Olumlu kararlarının listesi

SONUÇ VE İSTEM                         :Yukarıda açıklanan ve resen gözetilecek nedenlerle; 25 Kasım 2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 4.maddesinin 1.fıkrasının “o” bendinin, 9., 10. ve 17. maddelerinin tamamının öncelikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASI, yargılamanın DURUŞMALI yapılması ve yargılama sonunda İPTALİ, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davalı idareye yükletilmesi yönünde karar verilmesini vekâleten arz ve talep ederim. 21/01/2015

 

                                      

                                                               HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ

                              Vekilleri

                                                      Av.Mehmet HORUŞ – Av.Sinem COŞKUN

 

 

 

 

 

 

 

 

EKİ                                          :

1-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İstatistiği

2-Iğdır Milletvekili Pervin BULDAN’ın yazılı soru önergesi

3-Çevresel Konularda Adalete, Bilgi ve Belgelere Erişme ve Karar Alınıma Halkın  

     Katılımı(Aarhus) Sözleşmesi

4-AİHM, 10 Kasım 2004 tarihli Taşkın&Türkiye kararı

5-İstanbul Milletvekili Sebahat TUNCEL’in yazılı soru önergesi

6-Dava Konusu Yönetmelik

7-HDP Program&Tüzük


8-
Vekâletname