
İstanbul Milletvekilimiz Celal Doğan, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde Adalet Bakanlığı bütçesi üzerine değerlendirmelerde bulundu. Doğan, şöyle konuştu:
1920 Türkiye'nin ilk Adalet Bakanı Celalettin Arif Bey'dir. Siz 84'üncü bakansınız. Yani bugün Adalet Bakanlarının sıralamasına baktığımızda 84'üncü bakan olarak, 1920'den 100 yıllık süreye üç kala çok temayüz etmiş bir Adalet Bakanı ismi bulamazsınız. Başka alanlarda bulursunuz. Örneğin eğitimde Hasan Ali Yücel gibi insanlar var. Dış politikada çok değerli dışişleri bakanları var ama Adalet Bakanlığı temayüz etmiş bir bakanın çıktığı bir alan olmamış. Çünkü bu bakanlık kurulduğundan bu yana hep sorunlu bir bakanlık hâline gelmiştir, çünkü genellikle iktidarların bakanlara bakışı da arka bahçesi olarak tutmaya çalışmışlardır.
Sabıkalı bir adli yargı geçmişiniz var
Bakanlığı her iktidarın kendi elinde bir manivela olarak kalmasını arzu etmelerinden kaynaklanan bir sorunla karşı karşıyayız. Bu, özellikle siyasi davalarda net ve tescillidir. Adi suçlarda, özel hukukta bu kadar baskın olmamasına rağmen siyasi davalarda sorunlu bir bakanlık. Defolu kararları olan, skandallarla dolu, sabıkalı bir adli yargı geçmişiniz var. Bunun çok bariz örneklerini saymak gerekirse satırbaşı olarak, istiklal mahkemeleri bunlardan birisidir, sıkıyönetim mahkemeleri birisidir. Özellikle Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına karar veren hâkim o kararı verdiği gün, arkadaşımızın asıldığında sırıtan, sırıtarak idamı seyreden ama yemek yerken de boğazına kaçan lokmayla boğulan bir şahıstır mahkemenin başkanı. Kimdir bu başkan? Aynı zamanda bir yargıç değildir, hukukçu değildir, askeriyeden almış olduğu 6 aylık kurmay eğitimi ve iki senelik harp okulu eğitimiyle idam kararına imza atarken neredeyse çiftetelli oynayan bir insandır.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını asan anlayış Türkiye'de bugün yeşermeye başladı
Ama sorun şudur: "Biz Denizleri astık ama terörü bitirdik" diyenler, ne terörü bitirebildiler ne de bugün çok üzerinde durduğunuz, antiemperyalist yüreği atan, hayatında antiemperyalist mücadele eden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını asan anlayış Türkiye'de bugün yeşermeye başladı. Yani dün Denizleri antiemperyalistken arkadaşlarıyla birlikte, "Rus uşağı, Moskof uşağı" olarak itham edenler, bugün onun yerine Amerika'ya karşı antiemperyalist kavgayı vermenin yoluna girdiler.
Bu nedenle, zaman değişiyor, tarih değişiyor, koşullar değişiyor. Yargının da değişmeyen sorunları var. Nedir bu? Türkiye'de yargıyı kendilerinin arka bahçesi yapmak. Türkiye'de olağanüstü hâllerde, demokrasinin askıya alındığı hâllerde bakınız hep sorunlu siyasi kararlar çıkmıştır. Bunlardan birisi, Yassıada'dır. Yani Menderes ve arkadaşlarını asan yargının, hâkimin beyanı aynen şudur: "Sizi buraya gönderen idare ve irade böyle istemektedir." Arkasından Türkiye'ye 12 Eylül geldi. Yine devlet güvenlik mahkemeleri, idamlar… Bugünlerde, çok kısa sürece önce, ölüm yıl dönümü kutlandığı için söylemekte fayda var, Erdal Eren'i hepiniz tanırsınız, duymuşsunuzdur daha doğrusu. Erdal Eren 17 yaşındaydı. "Bir sağdan, bir soldan" diye 517 idam kararı veren 12 Eylül rejiminin 25 işinden biridir. Yani o arkadaşımız 17 yaşındaydı. Yaşı büyütülerek idam edilenlerden birisidir.
Sıkıntının bir sebebi devlet odaklı, bir sebebi imam odaklı yargı
Adli tarihimizin bu karanlık sayfalarından nereye geldik? 15 Temmuz 2016'daki FETÖ hareketine maruz kaldık. "15 Temmuz'un tahrip ettiği, devletin hangi organı yok?" derseniz hiç birini saymak mümkün değil ama "En çok tahrip ettiği yerler kim?" derseniz bana sorarsanız birisi de yargı kesimidir. 4 bini aşkın bir yargıcı görevden atıyorsunuz ve siz, şimdi, Türkiye'de bu koşullarda adaleti tevzi edecek bir sistemi düzenlemeye çalışacaksınız. Onun için, işiniz çok zor. 9 aylık bir bakansınız, bu nedenle size yük yükleyecek, eleştiri getirecek vicdansızlığı üzerime alarak bir eleştiri yapmak istemiyorum ama şunu da yapmak zorundayız: Zihniyeti öğrenmeliyiz. Zihniyet çok önemli. Gerçekten geçmişte çektiğimiz bu iki sıkıntının sebebi şu: Birisi devlet odaklı yargı, ikincisi imam odaklı yargı.
Türkiye'de Ergenekon gibi, Balyoz gibi, Casusluk gibi davaların tümünün kumpas olduğu konusunda hemfikir oldunuz, hemfikir olundu. Kim bu kararların hayata geçmesini ve Türkiye'deki yargı gündemine getirilmesini sağladı? İmam odaklı anlayış. Nedir bu? Türkiye'de hukuka ve adalete bağlı değil, vicdana bağlı değil, evrensel hukuk değerlerine değil; bir imam anlayışının yani FETÖ'cü anlayışın güdümünde getiren insanların koymuş olduğu bir sonuç. Sonuçta Türkiye, bu yargı tahribatı aldı. Devlet odaklı dediğim zaman çoğunuz belki "Bu devlet bizim devletimiz değil mi?" diye isyan edebilirsiniz. Bu devletin iki yüzü vardır. Biz devletin örtülü devletin yapılarını gördük, derin devletin yapılarını gördük, arkadaşlarımızın nasıl bertaraf edildiğini yaşayarak göregeldik. Bazı hâkimleri sıraya koyduğunuzda "Devlet mi, insan hakkı mı?" dediğiniz zaman, onlar, "devlet" diyeceklerdir. O "devlet" diyenler Menderes'i asan devlet hâkimidir, Denizleri asan anlayıştır. Bu nedenle, Adalet Bakanlığının önündeki süreçte, bu kadar tahribatı yapan kadroların yok olduğu bir yerde ne yapması gerekir? Bence sadece sizin değil, bütün bu Parlamentonun sorunu olacaktır.
Nefes gibi, su gibi adaleti arıyoruz
İnanarak söylüyorum, Halk Partilisi, MHP'lisi, HDP'lisi –AKP grubuna söyleyecek bir lafım yok- akçeli işler size ait. İhale yaparsınız, ceza yaparsınız, şu yaparsınız, bu yaparsınız, onlar bizim dışımızda. Akçesiz hangi işinizi, adaleti sağlama, adaletin inandırıcı olabilmesi, eksiksiz bir yargının Türkiye'de işlev yapması konusunda ne zaman bizi çağırırsanız biz kurşun asker gibi emrinizde olacağız. Çünkü adalet sadece bize değil, herkese lazım çünkü adalet bu ülkenin vazgeçilmez arananıdır. Bugün en çok nefes gibi, hayat gibi, su gibi aradığımız adaleti yaşayarak görüyoruz.
“Bu kararı vermezsem sürülürüm, yargılanırım” diyen hakimler var
Bu Parlamentoda bulunması gereken milletvekillerimiz hapiste. Yargıtay kararı, dahası Anayasa Mahkemesi kararı ortada dururken içtihadını değiştirmesine neden olan hangi yasal değişiklikler oldu? Anayasa Mahkemesi içtihadından vazgeçmesinin gerekçesi, hâkim teminatının eksikliği ve korku cumhuriyetidir. Korku cumhuriyeti halk üzerindekinin dışında hâkimler de bu korkunun esiri olmamalıdır. Bunlar kendilerini güven içinde hissetmelidirler. Güven içinde hissedebilmesi için yasal teminatının olması gerekir. Türkiye'de Hâkimler ve Savcılar Kurulu hâkimlerin hakkını koruması gerekirken, Demokles'in kılıcı gibi, yarın nereye gideceği konusunda endişe içinde karar veren hâkimlerle karşı karşıyayız. "Bu kararı vermezsem sürülürüm, bu kararı vermezsem yargılanırım, tevkif olurum." diyen hâkimler biliyorum. Ama o kadar tahribata uğramışsınız ki yargı olarak yani dergilere geçecek şekilde mahkeme kararıyla karşı karşıyayız. Bir asliye ceza mahkemesinin kararını ibretlik için size hatırlatmak istiyorum. Hâkimin verdiği mahkeme kararına bakıyoruz: "Türk Ceza Kanunu'ndaki fiilin karşılığı iki yıldan beş yıla kadar" diyor. Hâkim imza altına aldığı kararda diyor ki sanığa: "Git, iki ila beş yıl arasında sana ceza verdim". Mahkeme ilamı bu.
Kreş kalitesinde bile olmayan üniversite açmayın
Şimdi, bu nereden kaynaklanıyor? Türkiye'deki hukuk fakültelerinin seviyesini bilmenizi istiyorum açıkçası. Ben iki yıl hukuk fakültesine derse gittim. Kavramlardan uzak, bir defa, hukuk fakültesi demeye bin şahit lazım. Birinci şart: Türkiye'de yeni hukuk fakültesi açmayınız. Yeni hukuk fakültesi açmak Türkiye'ye hizmet değildir. Yeni fakülte de açmak aslında -çok övünüyoruz- doğru değildir, oradaki vatandaşa müşteri göndermekten başka hiçbir anlamı yoktur. Eskiden bunu askerler yapardı, bir yere bir acemi birliği açalardı veyahut da bir tugay kurarlardı ve orada esnaf abat olurdu çünkü hazır müşteri vardı. Şimdi, üniversiteleri beldelerdeki işsizliği önleyeceği veya esnafa kazanç sağlayacağı anlayışıyla kurulacak noktaya getirdiniz. Açmayın bu üniversiteleri. Yüksekokul kalitesinde bile değil, inanın, kreş kalitesinde olmayan üniversiteler var; açmamak gerekir.
Avukatları adaletin kurtarılmasına seferber edin
İki: Bu eksiği gidermenin bir tek yolu var, eğer samimi olarak inanırsanız; İstanbul Hukuk Fakültesi, Ankara Hukuk Fakültesi, Marmara ve Ege Üniversitelerini nazara alınız. Sizin asgari 5 bin savcı ve hâkime ihtiyacınız var, asgari. Ama partizanlık anlayışıyla değil, arka bahçemiz olsun diye değil; gerçekten, bu arkadaşlarımız Türkiye'de yargıya hizmet edecek. 15 yıllık avukatları seçiniz ve bunları bir Kurtuluş Savaşı'ndaki ülkenin savunmasına çağırır gibi adaletin kurtarılmasına seferber ediniz. Akademideki bir eğitimle 5 bin hâkimi bu seviyedeki bu okullardan alınacak avukatlarla donatmazsanız ne sizin iktidar ömrünüz ne bizim ömrümüz bu adaletin düzelmesini görme şansına sahip değildir. Hukuk fakültesinden yetişecek, beş sene sonra öğrenci mezun olacak, staj yapacak, bilmem ne olacak, sonra gelecek, bu arkadaşımız Türkiye'de hâkimlik yapacak, adalet dağıtacak; bu mümkün değil.
Her iki anahtar da sulh ceza hakimlerinde
Adaleti kilitlediniz bir çıkmaz sokağınız var; sulh ceza mahkemeleri. Sulh ceza mahkemesinin yetkilerinin bu hâle getirilmesi adalet tarihinde bir garabettir. Bir sanık mahkemeye sevk edildiğinde savcılıktan sonra sulh ceza hâkimine giderdi. Sulh ceza hâkimi ya tevkif eder veyahut da serbest bırakırdı. O sulh ceza hâkiminin tevkif ettiği vatandaşın itiraz edeceği bir yer vardı. Nedir o? Asliye ceza hâkimine itiraz etmekti. Asliye ceza hâkimine gitmesinin sebebi nedir? Sulh ceza hâkimi 5 yıllık bir sicile sahipse asliye ceza hâkimi asgari 15 yıllık sicilli bir hâkim, tecrübeli bir hâkimdi. Şimdi siz ne yaptığınız? Sulh ceza hâkiminin itirazını bir başka sulh ceza hâkimine yaptırıyorsunuz. Şunu net söylüyorum: Cezaevlerinin kapısının iki anahtarı var: Birincisi, açarken içeri koyduğunuz insanlara; ikincisi, çıkarken kullandığınız anahtar. Her ikisi de sulh ceza hâkimlerine teslim edilmiştir. İddia etmiyorum, belki çok ağır gelebilir, bunların tümü bilerek ve isteyerek seçilen hâkimlerdir. Tümü bilerek ve isteyerek markaj altında girmiş hâkimlerdir. Deniyor bu laf. Şimdi, bundan Türkiye'yi kurtarmanın yolu, sulh ceza mahkemelerinin usuldeki eksiklerinde yani itirazda asliye cezaya gitme konusundaki hakları teslim etmeniz gerekir.
Keşke ziftlenmeselerdi de emperyalist Amerikan mahkemesinde yargılanmasalardı
Zarrab meselesi. Zarrab davasını bir milli dava kabul etmeyin. Millilik gerçekten çok farklı bir olaydır. Milliliğin çıkış noktası Türkiye'de Müdâfaa-i Hukuktur, antiemperyalist kavgadır. O güdümden, o anlayıştan gelmek gerekir. Sayın Cumhurbaşkanı belki de en iddialı lafı söyledi "Biz ticaret yapma hakkına sahibiz, bunlar bizim komşumuz, Amerika buna karışamaz." Bu bir duruştur, bakın, bu bir duruştur. Dünyada geçerliliği yoktur, bu konuda geçerliliği olmaması yanında mahkemeler karşısında geçerliliği de yoktur. Dünyadaki gelecek cezayı önlememizde bir geçerliliği yoktur ama doğru dürüst bir duruştur. Peki, o zıkkımlanmaları nereye koyacağız biz, o ziftlenmeleri nereye koyacağız biz? Amerika sana "Kardeşim ben senin sanığını yargılamak için toplayayım" demiyor. "Sen benim sistemime girdin, dolarımı kullandın. Sistemime girmek için, dolarımı kullanmak için de aracılar kullandın" diyor. Kimi kullandın? "Kamuda görevli insanlar ziftlendiler" diyor, "Çaldılar" diyor, "Zıkkımlandılar" diyor. Keşke zıkkımlanmasalardı da ziftlenmeselerdi de Amerika'nın emperyalist sistemli mahkemelerinde ülkemizi uluslararası alanda Amerikan mahkemesine yargılatacak noktaya gelmeseydik.
Türkiye'yi kim idare etti, siz uyuyor muydunuz?
Bu kuş buradaydı, biliyorsunuz. Bu pırlantada da ödül almış bir arkadaştı. Hangi alanda? Mücevher. Dün mücevherdi, bugün teneke oldu. Bu tenekeyi buradan nasıl gönderdiğinizi ben merak ediyorum. Elinizdeydi. Eğer elinizdeki bu kuş uçmasaydı -Amerikan sisteminde bildiğim kadarıyla gıyapta yargılama yoktur- hiç olmazsa o rezilliği çekmezdik. Hepimizin arıdır, hepimizin namusudur ülke adliyesine yapılacak, egemenliğimize bir darbedir. Bu konuda sizin gerçekten büyük kusurlarınız var, büyük eksiklikler var. Bunu şunun için söylüyorum: Darbe oluyor, generalinizi yaver bağlıyor, Dışişleri Bakanınızın özel odasına FETÖ'cüler giriyor, Cumhurbaşkanlığı köşkünde koruma yerinde ikinci sınıf değil, birinci sınıf emniyet müdürleri FETÖ'cü çıkıyor. Türkiye'yi kim idare etti? Siz uyuyor muydunuz?
15 Aralık 2017