HDP grubu adına Muş Milletvekili Demir Çelik’in Sağlık Bakanlığı Bütçesi üzerine konuşması

33. Birleşim
18 Aralık 2014-Perşembe

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerine grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri şahsım ve partimiz adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 3 Kasım 2002’de AKP’nin küreselleşmenin bir kısım avantajlarını iyi okumuş olması ama aynı zamanda ülkenin jeostratejik ve jeopolitik konumundan kaynaklı bu avantajlı durumu lehine çevirmek istemesi, o dönemin yönetenlerinin ülkeyi yönetememe durumu, yönetilenlerin, ezilenlerin ve yoksullarınsa yönetim biçiminden memnuniyetsizliği AKP’yi iktidarla buluşma, iktidara taşıma şansını yakalatmıştır kendisine. 3 Kasım 2002’nin üzerinden on iki yılı geçkin bir süre geçmiş olması ama hâlâ iktidarda AKP’nin bulunmuş olmasının gerekçelerini, nedenlerini, doğru bilince çıkarmak, bu manada da artık umut tacirliğine son vermek de demokratik siyasetin gereğidir.

Yolsuzluklar, yasaklarla ve de -neydi bir başka gerekçeniz- üç tane Y’niz vardı: Yasak, yolsuzluk, yoksulluk. Bunlarla mücadele etme vaadiyle gelen AKP, on iki yıllık zaman diliminde yoksullukla da, yolsuzlukla da, yasaklarla da mücadele yerine her üçünü kabartan, toplumla yeni tanışabilme olanak, imkânını tanıyan bir noktadan sonra yaklaşmıştır. Bugünün bütçesi de bundan nasibini ziyadesiyle almak durumuyla ve şansızlığıyla karşı karşıyadır.

Bütçeler, bir hükûmetin, bir iktidarın her şeyden önce toplumsal ve siyasal olayları nasıl çözeceğine ilişkin niyetinin dışa vurumudur. Bütçeler, tarihsel, siyasal ve toplumsal sorunların çözüm parametrelerini insana verebilme şansının olabileceği metinler olmasına karşın 2015 bütçesi de, on iki yıllık tüm yılların bütçelerinden farklı bir noktada olmadığı gayet açık, içeriği itibarıyla bizlere kendisini göstermektedir.

Bütçe her şeyden önce hazırlanışı itibarıyla demokratik olmamıştır. Toplum kesimlerinin, işsizlerin, yoksulların, emekçilerin, kimsesizlerin sorunlarını çözme, onların bu sorunlarını nasıl çözeceğine dair önerilerini almaktan uzak, sivil ve askerî bürokrasinin masa başı hazırlanmış o planlama çerçevesine sıkıştırılmış aritmetiksel rakamların toplamından ibaret bir bütçe olmaktan uzak değildir. Bu bütçe, bu özellikleriyle barışçıl değil, demokratik değil, özgürlükçü değil. Bütçede insan yok, insanın temel ihtiyaçlarının karşılanması yerine onların nasıl alıkonulacağının, iktidara ve devlete nasıl yararlı hâle getirileceğinin bizatihi niyeti var, öngörüsü var. O yönüyle de 2015 bütçesi her şeyden önce yolsuzluk, yasak ve yoksullukla mücadele bütçesi olmaktan uzak bir içerikte ve mahiyettedir.

Bu bütçe, toplumumuzun temel beklentileri olan barışına da, özgürlüğüne de, ihtiyaçların meşru zeminde karşılanmasına da fırsat vermeyeceği gibi; derelerimizin, ormanlarımızın, kentlerimizin ve gelecek nesillerin beslenmek durumuyla karşı karşıya kalacakları tarımsal alanların da inşaata ve inşaat spekülatörlerine peşkeş çekilmesine hizmet edecek bir bütçe olmaktan öte değildir. Ama aynı bütçe, bir yanıyla palazlanmış, rezidans sahibi inşaat spekülatörlerine yeni yerleşkeleri tanzim etmenin bütçesi konumundayken, öbür yanıyla da savaşı ve savaş argümanlarını nasıl sağlayabileceğine hizmet eden Millî Güvenlik Kurulu, Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, güvenlikten müteşekkil olan kurum ve kuruluşların bütçesiyle doldurulmuş, onların ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret olan bir bütçedir.

Bu bütçe, 472 kusur milyarlık kapsamı itibarıyla yüzde 60’ının maalesef güvenliğe, maalesef İçişleri Bakanlığının polisiye tedbirlerine akacak olan bir bütçedir.
Bu bütçede ana dilde parasız, nitelikli eğitim de yok; bu bütçede parasız, erişilebilir, nitelikli sağlık hizmetlerine erişmenin koşulu da yok.

İşte, bu bütçenin sağlığa ayrılan kısmı da yine devede kulak. Sağlık, bir toplumun olmazsa olmazıdır. Bütçe, bireyin ancak ruhsal, bedensel olduğu kadar siyasal, sosyal ve de kültürel iyi hâline hizmet edebilecekse birey sağlıklı olur, sağlıklı bireyden müteşekkil olacak olan toplum da sağlıklı olur. Bireyin sağlığını öngörmeyen, sağlıklı bireylerden oluşması gereken toplumun sağlığını önemsemeyen bir bütçe, doğası gereği topluma hizmet etmek yerine sermayeye, iktidara, devlete ve ona giden yollara hizmet etmekle müteşekkir bir bütçe olmaktan da uzak kalmamıştır.

Değerli milletvekilleri, çok saygıdeğer Başkanım; Sağlık Bakanlığının 3 Kasım 2002’den bu yana, birçok uygulamalarına şahit olduğumuz doğrudur. Doksan yıldır Türkiye’nin çözüme kavuşturulamamış önemli sorunlarından birisi olması nedeniyle de kangrenleşen ve kangrenleştikçe de toplumu siyasal, sosyal travmalarla karşı karşıya bıraktıran bir alandır sağlık. Sağlık bu yönüyle neşter vurulmaya, radikal sorun çözme projeleriyle toplumun önünü açmaya da muhtaçtır. Ancak, bu muhtaçlığı gidermek yerine, sağlık bakanlıkları on iki yıl boyunca durumu idare eden, palyatif, geçici çözümlerle âdeta toplumun birikmiş olan sorunlarını idare eden bir noktadan sağlığa yaklaşmışlardır. Sağlık her şeyden önce, demin söylediğim şekliyle ana dilde, parasız, erişilebilir, nitelikli hizmetlerin kendisidir.

Ana dilde sağlık hizmetine erişmek mümkün değil. Parasız sağlık hizmetleri hiç yok. Parası olanın sağlık hizmetlerini görebildiği, paranın da kendi içinde tasniflere, sınıflara bölündüğü bir sağlık hizmetini görüyoruz. Evet, AKP on iki yıllık iktidarı döneminde üç temel alandan sağlığa neşter vuracağı iddiasıyla karşımıza çıkmıştı. Bunun birincisi, toplumun tümünün sosyal güvenliğe tabi tutulacağı iddiasıydı. Hatırı sayılır miktarda, hatırı sayılır nicelikteki vatandaşımız yeşil karta bağlanmış olmasına karşın, bu hizmetler ağır aksak, adil olmayan dağıtım sistemleriyle yine mağduriyetlere, yoksunluklara yol açarak devam etmektedir.

Kamu hastaneleri hizmeti de AKP’nin çokça övündüğü, gündeme getirdiği bir hizmet olmasına karşın, bugün geldiğimiz tablo üniversite hastanelerinin, devlet hastanelerinin içinin boşaltıldığı, hizmetlerinin kalitesinin düşürüldüğü, buna karşın, iyi tüccarların sağlığın metalaştırılıp satma hakkını kendisinde gören ulusal ve uluslararası finans kurumlarının yüksek, devasa binalarla halkın cazibesi merkezine dönüştürdükleri alanlardan sağlık, paralı satılıyor.

Devlet hastaneleri ve üniversite hastaneleri bu hizmeti veremedikleri gibi özelleştirmenin parçası olan bu yüksek binalı hastanelerde insanlar parasına göre hizmet, parasına göre muamele ya da bulunduğu statüye uygun bir konumla, bir muameleyle karşı karşıya kalmaktadırlar.

Devlet hastanelerinin, üniversite hastanelerinin içinin boşaltıldığını söylemiştim, afaki konuşmuyorum. Dün itibarıyla ben Muş ilinden geldim. Muş ilinin de bundan yeterince nasibini aldığını sizlerle paylaşmak istiyorum. Daha önce Muş ilinde 450 yataklı devlet hastanesi ile kadın ve çocuk hastalıkları hastanesi hizmetini gören iki farklı birim vardı. Bu birimlerin birleştirilip tek bir merkezde buluşturulacağı yeni bir devlet hastanesi projesinin yıllar öncesinde başlatıldığı, bu yıl itibarıyla hizmete açılacağı söylenmişti. Henüz hizmet edebilme kapasitesinden yoksun olmasına rağmen, devlet hastanesi, seçimin yaklaşıyor olmasına kurban edilircesine bu aralık başında hizmete açıldı. 450 yataklı olan toplam hastane hizmetleri 300’e indirilmişti. 150 eksiğiyle açılan devlet hastanesi, bugün itibarıyla damı ve tavanı su sızdıran, sızdırdığı suyla katlar arası hastaların ve hasta yakınlarının mağduriyetine yol açan bir durumla karşı karşıya bırakmıştır hastaları ve Muşluları. Aynı hastane 7 katlıdır. Üst katında yemekhane, yemekhaneye bir saat süresince gidip gelmek durumunda olan 1.500 çalışan, o bir saat süresince çalışmayan asansörleriyle mağduriyetleri hat safhada yaşadığından aç biilaç yeniden hizmetini öğlenden sonraları sürdürmek üzere görev alanlarına geri dönmektedirler.

Taşeronlaştırma adı altında Muş Devlet Hastanesinde de hizmet alma sektöründe çalıştırılan emekçi kardeşlerimiz, yoksullar, asgari ücretten zaten çalıştırıldıkları yetmezmiş gibi, bindirilen aşırı yükten de bugün ne yapacaklarını bilemez hâldeler. 60 odanın bir kişi tarafından temizlenebileceğini düşünebilir misiniz saygıdeğer milletvekilleri? Bir günde bir hasta bakıcısının ya da bir temizlikçinin 60 odayı nasıl temizleyebileceğini aklımız alabilir mi? Ama maalesef çalışanlarımız bu muameleyle karşı karşıyadırlar. Hemşirelerin, hasta bakıcıların soyunabilecekleri, kullanabilecekleri odaları bile yoktur. Bu hastanenin bırakın içme suyu, temizlik amacıyla kullanabilecekleri suyu yok çünkü hastanenin suyu şehir şebekesine henüz bağlanmamış. Ruhsatsız, şehir şebekesi suyundan mahrum ve tavanıyla birlikte su sızdıran bu hastane seçimin kurbanı olacak tarzda hizmete açılmıştır ama insanlar, o hastaneye toplu taşıma araçlarıyla, minibüslerle ulaşabilme koşullarından da yoksundurlar. Parası olanın taksiyle gidebilmesinin dışında başka olanağın olmadığı bu hastane niçin, ne adına konumlanmıştır bizim aklımız almamıştır. Tek bir izahı var, Muş merkezde özeleştirmeye bağlı açılmış hastanelerin hasta potansiyelinin düşmemesi içindir. Oralara yoksullar, işsizler, emekliler, emekçiler mahkûm kalsın istenmektedir. Yazık değil mi, günah değil mi? Hani siz kimsesizlerin kimseleriydiniz, hani siz yoksullukla mücadele edecektiniz, hani siz sağlıklı bir ülkenin vatandaşlarının oluşabilmesinin fedakârlığı içerisinde olacaktınız? Bu durumu her alanda her boyutuyla görmek mümkündür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aynı anlayış yani insanı hiçe sayan, insanı ve insani değerleri önemsemeyen anlayış hasta tutsaklar konusunda da maalesef yine de AKP’nin sınıfta kaldığı bir alandır. Düşününüz ki Türkiye’de 550 hasta tutsak var. Onlardan 40 tanesi, bugün itibarıyla hücrelerinde bir başkasının yardımı olmaksızın, bir başkasının desteği olmaksızın yaşamlarını sürdürebilme koşullarını haiz değiller. Demokratik çözüm sürecini tartıştığımız iki yılda bırakın diğer adımların atılıp atılmaması müzakere konusu olmayacak kadar vicdani olan bu sorun yani hasta tutsakların tahliye edilmesi, serbest bırakılması sorunu bir adım ileri iki adım geri anlayışlarıyla hep ötelenmiştir, ertelenmiştir. Adalet Bakanlığına aylar öncesine bu konu aktarılmış olmasına rağmen insanların bugün mağduriyeti giderilmediği gibi son üç yılda toplamda 98 arkadaşımızı, siyasi tutsağımızı ölümle karşı karşıya bırakmış, onların tabutlarını taşımak durumunda kalmışız. Şimdi, önümüzdeki dönemde de bir başkasına muhtaç olan bu 40 arkadaşımızın muhtemeldir çoğu ölme durumuyla karşı karşıya kalacaktır. Vicdanımız sızlıyor, eğer birilerinin de hâlâ vicdanı sızlıyorsa bu konuya el atıp bir an evvel palyatif çözümler değil radikal ve nitelikli çözümlerle bu soruna yaklaşılmalıdır. Keza aile hekimliği sorunu. Yine, AKP’nin çokça övündüğü bu manada da zaman zaman sağlık problemleri konusunda öteki ülkelere örnek olabilecekleri iddiasında bulundukları bir alandır ama geçen hafta sonu on binlerce doktor bu aile hekimliği konusundaki keşmekeşliği, keyfiyeti ve de vurdumduymazlığı protesto etmek adına hemen Ankara’mızda başkentte Hükûmeti duyarlılığa davet ediyordu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; durumu idare edebiliriz, durumu olduğundan fazla süslü cümlelerle ifade ederek halka aktarabiliriz. Biz elmalı şekerlerle halkı idare ettiğimiz on iki yılın üzerine bir on yılı da öngörebiliriz, koyabiliriz. Hep iktidarda da kalabilirsiniz elli yıl, yüz yıl ama iktidar size ve toplumunuza, iktidar size ve ülkenize huzur, mutluluk, barış ve özgürlük getirmiyorsa iktidar kime ne faydası var. İktidar dediğiniz sorunu çözmenin ta kendisidir. Sorunları biriktirerek karşısında acziyet duyan çözümsüz kalan noktada bırakmak demokrasinin işi değil. AKP’nin en büyük açmazlarından biri de demokrasiye yaklaşımdır. Onlar demokrasiyi sadece ve tek başına seçim olarak algılar ve seçimde de kazandıkları yüksek oya bağlı olarak demokrasiyi öngörürler. Hâlbuki bizim demokrasiden anladığımız, diğer rejimlerden farklı olarak demokrasiyi farklı kılan özellik, demokrasinin muhalefetten, demokrasinin toplum dinamiklerinden, onların meclislerinde, yönetimlerde ve bütçede söz, karar yetki sahibi olması olarak algılanmalıdır. Sandığa gitmenin, sandıkta alınan başarının demokrasi için yeterli olmayacağı, onun olsa olsa iktidara yol açacağı… Ama iktidar da her rejimde vardı, imparatorluklarda vardı, feodal toplumda, ilkel komünal toplumlarda, her toplumsal biçimde iktidara rast gelmek mümkündür. Muhalefetle demokrasiyle ancak tanışabilirsiniz. O nedenle AKP’nin demokrasiyi seçime indirgeyen, sandığa indirgeyen anlayışı doğru bir anlayış değildir. Seçim önemlidir, seçimde halkın kendi tercihlerini kullanması, öz gücüne bağlı olarak kullanması anlamlıdır. Ama seçimler demokratikse, yüzde 10 seçim barajlarıyla engellenen seçim değilse, ve bu konuda oya tahvil edilen politikalarla halk, halk iradesi aldatılmıyorsa, kandırılmıyorsa, umut vadedilmiyorsa önemlidir.

Sosyal politikalarımız… Sosyal politikalarımız karnı aç, işsiz ve yoksulların terbiye edilmesine hizmet ediyor. Bugün, evet, kadınlarımızın çocuk parası, yoksulların ve engellilerin maaşları söz konusudur ama bu sadece oya tahvil edilmiş, sandığa tahvil edilmişten öteye geçmiyordur. Asgari ücretin bile henüz 980 lira olduğu bir ülkede insanların 300-400 lirayla geçinebilmesinin koşulu yoktur, hele hele vatandaş engelliyse.
Sosyal politikalar önemlidir ama sosyal politikaların başında kadının özgürlüğü gelir, gençliğin özgür, özerk olması gerekir; sosyal politikaların başında engelli vatandaşlarımızın bir başkasına muhtaç olmadan devletin sosyal politikalarından yararlanması gelir. Bu konuda da maalesef sorun, bir kez daha, iyi niyetin kullanıldığı, algı yönetimiyle toplumun beklentilerinin hep ertelenip ötelendiği, bu yönüyle de olası ve muhtemel seçimlere endeksli bir politikayla bizi karşı karşıya bıraktırmıştır.
Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; AKP’nin on iki yıllık iktidarı boyunca çözemediği ve doksan yıllık temel problemimiz olan Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümünü sağlayamadığımız takdirde, doksan yıllık Alevilerin inanç sorunu başta olmak üzere devletle inanç, devletle din arasındaki sorunu çözemediğimizde, doksan yıldır çözemediğimiz devlet ve düşünce ve farklı düşünceler arasındaki ilişkiyi doğru kanalize edemediğimizde AKP iktidarı on iki yıldır yerinde sayan politikalarından daha ileri bir noktaya gidebilme şansına sahip değildir, olamazdır. O nedenle artık zaman olanca hızıyla bize rağmen devam ediyorken, küresel ve bölgesel düzeyde önemli gelişmelerin yaşandığı günümüz Türkiye’sinde herkes gibi iktidar da bu gelişmeleri göz önünde bulunduran nitelikli adımlarla toplumun önünü açan bir noktadan soruna yaklaşmalıdır. Bu sorun ertelenemeyecek kadar can yakıyor.

1 trilyon 200 milyar dolarımızın gittiği savaşta ısrar etmek, buna hizmet edecek yeni savaş politikalarıyla bütçeleri tahsis etmek halka yazıktır, topluma yazıktır, bizlere yazıktır. Çocuklarımızın geleceğini, torunlarımızın geleceğini gasbetmeye, onları hak mahrumu kılmaya hiçbirimizin hakkı yoktur. Varsa yoksa yapılması gereken tek şey, diyaloğa açık, müzakereye açık demokratik bir ülke olabilmek, demokratik ülkede farklılıkların, kimliklerin, inançların, çokluğun, çeşitliliğin zenginliği esasına dayalı yeni bir barışçıl, demokratik, özgür ülkeyi var etmektir diyor, saygılar sunuyorum.