Demirtaş: 20 yıldır bir adada tutulan bir siyasi şahsiyetin Türkiye’nin barışı için mesaj vermesi kimsenin zararına değil

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın tutuklu olduğu davanın Ankara Sincan'da bugün (18 Haziran) görülen duruşmasında yaptığı savunmanın ilk kısmı:

Herkese günaydın, merhabalar. Avukat arkadaşları, izleyicileri, vekil arkadaşlarımı selamlıyorum. Saygılar, sevgiler, herkese kolaylıklar diliyorum. Önceki oturumlarda 12. fezlekeyle devam edeceğimi belirtmiştim. Sıralamayı bozmadan aynı şekilde savunmalarımı sürdüreceğim. Fakat yine de ülkede yaşanan siyasi gelişmelere ve benim davamla da bağlantılı olduğunu düşündüğüm birkaç konuya dair görüşmelerimi de belirteceğim.

Mursi'nin ölümü her ne sebeple gerçekleşmiş olursa olsun bir cinayettir

Öncelikle dün Mısır’da duruşma sırasında vefat eden Muhammed Mursi’ye Allah'tan rahmet diliyorum. Ailesine, Mısır halkına başsağlığı diliyorum. Mısır; medeniyetin merkezlerinden biri, kadim bir coğrafya, kadim bir topluluk, kadim bir kültür... Mısır'ın son birkaç yıldır yaşadıkları, son 10 yıldır özellikle yaşadıkları Müslüman toplumların yaşadıkları devletlerde uzun yıllardır yaşanan trajedilerin bir devamından başka bir şey değil. Çok acıdır; Yemen’de, Sudan’da, Suriye’de Irak’ta, Afganistan'a kadar bütün bunların Müslüman toplumların yaşadığı coğrafyalardaki halkların başına gelmesi bir tesadüf değildir. Bizler iğneyi kendimize batırmadan önce çuvaldızı başkalarına batırmaya alışkın olunan bir hale geldik. Elbette ki emperyalizmin, kapitalizmin bahsettiğim coğrafyalar üzerinde son 300 yıldır devam eden sömürü sistemi, köleleştirme düzeni, sömürgeleştirme düzeni bunun baş sorumlusudur. Ancak bu coğrafyalar üzerinde yaşayan topluluklar olarak ne tarihimizden ne geçmişimizden ne de birbirimizden ders çıkarmayı başaramadığımız için, bir arada yaşama kültürünü, demokrasi kültürünü geliştiremediğimiz için de yaralarımız sürekli kanıyor ve dışarıdan müdahaleye açık hale geliyor.

Bugün Mısır’da yaşanan trajedi de maalesef böylesine bir dış müdahale, emperyal müdahale olduğu için Mısır halkının iradesine yapılmış bir saldırının sonucunda ortaya çıkmış bir trajedidir. Mursi'nin cezaevinde, mahkeme salonunda ölümü her ne sebeple gerçekleşmiş olursa olsun bir cinayettir. Meşru yollarla seçilmiş bir cumhurbaşkanı ve siyasetçi gayrimeşru bir darbe ile siyasi iradesine el konularak hapsedilmiştir. 6 yıldır kanun dışı bir şekilde yargılanırken en nihayetinde maalesef dün duruşma salonunda bir kalp krizi nedeniyle vefat ettiği duyurulmuştur.

Türkiye'den veya dünyanın herhangi bir yerinden baktığınızda Mısır’da olup bitenlere üzülüyoruz. Hem de aslında çözümün ne olduğunu kendimizce Mısır’daki kardeş halklarımıza karşı ifade etmeye çalışıyoruz. Bunu bir karşılaştırma, benzetme yapma amacıyla söylemediğimi altını çizerek belirteyim, yanlış anlaşılmasın. Mursi’yi yargılayan hakimler de, Mursi’yi içeri atan darbeciler de, siyasetçiler ve Mursi içerideyken onları medyada linç eden Mısır medyası da Mısır halkı için, Mısır devleti için çok iyi şeyler yaptıklarını düşünüyor. Ama biz dışarıdan bakınca kadim Mısır medeniyetinin mirası üzerinde yaşayan Mısır halklarına ne kadar büyük bir zulüm yaptıklarını, ne kadar büyük hatalar yaptıklarını objektif gözlerle daha iyi görebiliyoruz. Bu bir trajedidir. Çok büyük bir trajedidir. Devlet kutsallaştırılıp, iktidarlar kutsallaştırılıp, neredeyse tanrısallaştırılıp insanın, bireyin, toplumunun üzerinde tahakküm gücüne dönüştürüldüğü müddetçe elbette ondan faydalanmak için, yani devletin kudretinden gücünden faydalanmak için ona tapanlar çıkacaktır. Bu her dönem böyle olmuştur. Bizim dönemimizde de daha fazladır.

Bugün Mısır halklarıyla dayanışma adına ben en azından şahsım adına şunları ifade edebilirim; bu büyük bir trajedidir. Mursi şahsında orada cezaevinde veya yargılama sürecinde bir cinayet işlenmiştir. Ve hapishanede normal ölüm diye bir şey yoktur. Özellikle siyasiler açısından hapishanedeki her ölüm bir cinayettir. Rejimin işlediği bir cinayettir. Bunun tartışılması bile abesle iştigaldir. Umut ediyorum ki aynı kaderi paylaştığımız bu coğrafyadaki halklar, topluluklar olarak bütün bu yaşananlardan doğru dersi çıkarabiliriz. Aklın yolu birdir.

AKP iktidarı kendi gücünü zayıflatacağını düşündüğü her odağı ya vatan haini ya terörist ilan ediyor

Bugün Türkiye’de de yürütme, iktidar kendi iktidarını kutsallaştırarak neredeyse kendisini bir lütufmuş gibi konumlandırarak ve biat etmeyeni adeta düşmanlaştırarak, terörize ederek benzer bir toplumsal parçalanmışlığa, kutuplaştırmaya yol açıyor. Bizlerin de bugün yargılanıyor olmamızın altında yatan temel saik budur. AKP iktidarı kendi kudretini, gücünü zayıflatacağını düşündüğü her odağı ya vatan haini ya terörist ya düşman olarak kodlamıştır. Biz öyle olmadığımızı zaten biliyoruz. Bizim öyle olmadığımızı bilen milyonlar var. Fakat bu kodlamayı yaparak milyonları temsil eden insanların şahsında toplumlar paramparça edilmiştir ve buna alet olan herkes bu ülkeye karşı ağır bir sorumluluk ve vebal altına girmiştir, girecektir de.

Mısır’da da yapılsa Türkiye’de de yapılsa darbe asla kabul edilemez

Yargılandığım, tutuklandığım ilk günden beri, ben ve arkadaşların bunların altını çize çize belirttik. Mevzu biz değiliz, şahsımız değil, hapishanede zaten 3 yıla yakın süredir yasadışı şekilde tutuluyorum. Bundan daha büyük şahsi olarak mağduriyet yaşamam mümkün değil zaten. Şu saatte benim tahliyeme karar verseniz bile adalet yerini bulmayacak. Çünkü Türkiye siyasi tarihine ağır bir müdahale yapıldı bu yargılama meselesiyle. Ancak yine başından beri altını çizerek belirttiğim bir husus vardı. Yapılan işler yanlıştır. Kim bu hesabı kitabı yaptıysa yanlış hesap yaptı. Türkiye toplumunun tümü zarar gördü, görmeye devam ediyor. Biz de bu zarar en az seviyede cereyan etsin diye mücadele ediyoruz. Türkiye toplumu, Türkiye’nin tamamı huzura, barışa, demokrasiye kavuşsun diye fedakarlık yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Afganistan’da, Pakistan’da yaşananlardan ders çıkarmadan yapılacak her yargılama, Bosna’da bilge kral olarak tarihe geçmiş olan Aliya İzzet Begoviç’in dediği gibi yapılmış her yargılamadan ders çıkarmadan bu dönemde yapılan her yargılama büyük bir vebal altına girmekten başka bir şey değildir. Bu nedenle Mursi meselesi önemli bir konudur. Siyasi hayatım boyunca Müslüman Kardeşler ve Muhammed Mursi’nin siyasi çizgisi ile hiçbir şekilde yakınlaşmam olmadı. Siyasi olarak tümüyle farklı yerlerde duruyoruz. Türkiye’deki siyasi gelenekleriyle de hiçbir zaman siyaseten yan yana durmadık. Ama ilkesel ve ahlaki olarak şunun her zaman altını çizdik, çizmeye de devam edeceğiz. Siyasi düşüncelerinden dolayı kime hangi odağa saldırı olursa olsun, gerek ülkemizde gerekse başka yerlerde, biz mazlumun mağdurun yanında kimliğine bakmaksızın tereddütsüz yer almaya devam ederiz. Darbeler cinayettir, gerekçesi olamaz. Haklı hiçbir gerekçesi olamaz. Mısır’da da yapılsa Türkiye’de de yapılsa darbe asla hoş görülemez, kabul edilemez, makul gösterilemez.

Mursi’ye yapılan barbarlık da iki ay önce sizin yaptıklarınız medeni bir durum mu?

Mısır’da yapılan darbe de cinayettir, katliamdır. Bugün Mursi’ye yapılanlar da onun şahsında Müslüman Kardeşlerin yargılanması da tam bir trajedidir. Siyasi yargılamaların tarihe geçmiş örnekleriydi. Türkiye’den bakınca bunu daha iyi görüyoruz. Çünkü benzer şeyler yaşıyoruz. Ve yine sabahın beşinde cenazenin kaçırılıp aile ve bir grup avukatın katılımıyla birlikte zorla defnedildiği anlaşılıyor. Barbarlıktır, bu başka bir şey değildir, insanlıktan nasibini almamışlıktır. Bazı AKP yöneticilerinin buna haklı olarak tepki gösterdiklerini sabah medyadan takip ettim, çok haklılar. Cenaze törenlerine bu şekilde müdahale barbarlıktan başka bir şey değildir. Yine daha iki ay önce açlık grevleri devam ederken Türkiye cezaevlerinde altı tutsak intihar etmek suretiyle açlık grevlerine dikkat çekmek istediler. Canlarını ortaya koydular. Onların cenazeleri cezaevlerinden çıkarılıp kaçırılarak, bazılarına aile üyelerinin bile katılması, avukatlarının katılması engellenerek geleneklere, örf adetlere, bizim inançlarımıza aykırı bir şekilde defnedilmişlerdi, iki ay önce.

Yargı Reformu Strateji Belgesinin içeriği ruhen boştur

Ömer Çelik AKP Sözcüsü, Mursi’ye yapılan barbarlık da iki ay önce sizin yaptıklarınız medeni bir durum mudur? Dolayısıyla herkesin kendini gözden geçirmesi lazım. Türkiye’de de yargının siyasallaşması açısından yaşananlar Mısır’dan geri kalır değildir. Mısır’da yaşananlar ne kadar utanç verici ise Türkiye’de yargıya müdahale ve yargıçlar üzerinde kurulmak istenen tahakküm de o kadar utanç vericidir. Yine yakın zamanda bütün bu yargısal dağılmayı, yargısal bozulmayı önlemek adına AKP Genel Başkanı tarafından yargıçlar Saray’a toplanmak suretiyle bir yargı reform strateji belgesi açıklandı. Tabii ki bunun açıklanmış olması önemlidir. En azından niyetin ifade edilmesi açısından önemlidir. Yargıçlar üzerinde baskıların, yargı üzerindeki tümüyle siyasi baskıların kaldırılması konusunda verilen mesajlar önemlidir. Fakat siyasette de hukukta da beşeri ilişkiler de usul esastan önce gelir. Yargı üzerinde baskı olmayacağını, olmaması gerektiğini söyleyen yürütmenin başı, salona topladığı hakimlere yürütmenin başı sıfatıyla bunu söylüyor. Bu bile başlı başına Yargı Reformu Strateji Belgesinin içeriğinin ruhen boş olduğunu gösteriyor.

Bir yürütme yetkilisi, yargıçları saraya toplayıp perspektif veremez. Bir açıklama yapması gerekiyorsa yargıçların bulunduğu yere kendisi gitmelidir, yargıçları ayağına çağırmamalıdır. Talimat verir gibi, perspektif verir gibi ‘şöyle yapın, böyle yapın’ diyemez. Bu bile Türkiye’de Yargı Reformu Strateji Belgesinin şu aşamada hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığının göstergesidir. Aynı yürütmenin başı daha dört beş ay önce AİHM’in benimle ilgili verdiği kararla ilgili şu ifadeyi kullanmıştı, “AHİM kararları bizi bağlamaz, AİHM terörist sevicidir. Dolayısıyla biz karşı hamlemizi yapar işi bitiririz”.

İçinde bulunduğumuz yargısal, siyasal durum budur. Ben bunun için yargılanıyorum ve yargılanmaya devam ediliyorum. Efendim, uzun tutukluluk olmamalıymış. Bunu yürütmenin başı söylüyor. Uzun tutukluluk esas olmamalıdır, tutuksuz yargılanmalıdır. Bunu yürütmenin başı söylüyor, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla bir kişi söylüyor. Aynı kişi ben geçen Haziran'da Cumhurbaşkanı adayı iken diğer cumhurbaşkanı adayları benim serbest bırakılmam gerektiğini ifade ettiğinde şu cümleleri kullanmıştır. “Ne tahliyesi ya kimi kim tahliye ediyormuş, o bir teröristtir ve buyursunlar tahliye etsinler, girerim ben inlerine”. Bu da Süleyman Soylu’nun sözüdür.

Şimdi mahkemenizin bunlarla ne kadar ilgilendiği ilgilenmediği, bunu ben bilemem. Kararlarınıza bakarak konuşuyorum ben. Vicdanen ve ahlaken niyetlerinizi ölçmek gibi bir durumumuz olamaz, böyle bir yaklaşımımız olamaz. Ama verdiğiniz ara kararların tamamı bu siyasi perspektifler doğrultusunda olmuştur. Şerh koyan bir üyeniz, özellikle cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde şerh koyan bir üyeniz vardı. En nihayetinde Mısır'la başladım. Bizim yargılamalarımızın da benzer içerik ile devam ettiğini benzer saiklerle, anlayışlarla devam ettiğini vurgulamak için belirttim.

Eminim bugün sizler, bizi içeri attıranlar, medyada bizi linç edenler Türkiye Cumhuriyeti Devleti için, milleti için çok iyi şeyler yaptığını düşünüyorsunuz, ama nasıl biz bu trajediye (Mısır’a) üzülüyorsak dünyanın geri kalanı da Türkiye’ye bakıp trajediye üzülüyorlar. İyi şeyler yapılmıyor, doğru şeyler yapılmıyor. Yapılan şeylerin hepsi herkese zarar veriyor, zannediliyor ki bedeli sadece biz ödüyoruz, hayır.

Bizim tutukluluğumuz her bir yurttaşın yılda 630 dolarına mal oluyor

Parlamentoda Plan Bütçe Komisyonu’ndaki arkadaşlarım geçen yıl yaptıkları hesaplamalarda sadece bizim tutuklu olmamızdan kaynaklı bir yıl içerisinde her bir TC yurttaşının cebinden 630 dolar çıktığını hesap etmiştir. Çünkü ekonomi, istikrar zarar gördü, güven ortamı zarar gördü. Bugün "Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, İdris Baluken, Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel, Abdullah Zeydan ve diğer arkadaşlarım için “Tutuklu kalmalıydı, onlar suç işledi sürüm sürüm sürünmeli" diyenler bilmeli ki yıllık 630 dolar ödüyorsunuz kardeşim biz hapiste kalalım diye. Kişi başına düşen parayı söylüyorum.

Çocuklarımız dağda, şehirde, ovada ölmesin diye mücadele ettik

Eğer bu paraya değiyorsa, biz açlık çekelim yeter ki siz hapiste kalın diyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. Biz siz aç kalmayasınız diye mücadele ettik. Çocuklarımız dağda, şehirde, ovada ölmesin diye mücadele ettik. Bizimle ilgili olumsuz düşünenler, hakaretvari konuşanlar dahil bu ülkenin eşit onurlu yurttaşlarıdır bizim için. Biz siyasetçiyiz, her türlü eleştiriyi göğüslemekle karşı karşıya olan kişileriz. Siz bizi eleştirebilirsiniz, elbette ki bu sizin hakkınız ama ödediğiniz ağır bedelleri, Türkiye’nin ne hale geldiğini görerek bir kez daha düşünün ve doğru tercihlerde, doğru seçimlerde bulunun diye belirtmek istiyorum.

Şırnak’ta aday tanıtım toplantısında yaptığım konuşma yasadışı gösteri ilan edilmiş

Yargı Reformu Strateji Belgesi Türkiye’de yargının tümüyle düzeleceği iddiasıyla ortaya atıldı, yayımlandı. Kendi yargılamamda en küçük bir yargısal adalet bugüne kadar hissetmedim. Yargı Reformu Strateji Belgesi açıklandı. Örneğin iki gün önce Ankara 44. Asliye Ceza Mahkemesi toplantı, gösteri, yürüyüş yasası ile ilgili hakkımda açılan bir yargılama vesilesiyle daha mahkemede kimlik tespiti bile yapılmadan bana yaptığı ilk tebligatta hakim şunu yazdı tutanağa “SEGBİS yoluyla ifadesinin alınmasına, SEGBİS yoluyla ifade vermemesi halinde savunmasının alınmış sayılmasına; bu şekilde bir kararın AİHM ve AYM içtihatlarına aykırı olmadığına dolayısıyla sanığa bu şekilde ihtarın yapılarak duruşmanın 27 Haziran günü görülmesine karar verildi”.

Bakın, savunma yapacaksan yap diyor SEGBİS’le, yapmayacaksan biz senin savunmanı yapmış sayar, kararı öyle veririz. Bunu bir hakim söyleyebiliyor. Bana bunu söyleyebiliyorsa sıradan yurttaşlar açısından eminim ki hiçbir şekilde yargı kırıntısı, adil bir yargı yoktur. Kaldı ki yargılandığım dosya, yani yasadışı gösteri yaptığım iddia edilen dosyanın, daha önce dosyanızla birleştirilmesi talep edildi, siz reddettiniz. 2911 Sayılı yasaya muhalefet suçuyla yargılanıyorum. Konu da şudur, Şırnak’ta partimin teşkilatının balkonundan aday tanıtım toplantısında yaptığım konuşma yasadışı gösteri ilan edilmiş. Konuşmanın içeriği ile ilgili bir suçlama yok. Belediye başkan adayı için Şırnak HDP İl binasının balkonundan elimde mikrofonla birkaç bin kişiye 5-10 dakikalık bir tanıtım toplantısı yapmışım. Partimin balkonunda yaptığım konuşma yasadışı gösteri olarak kabul edilmiş ben yargılanıyorum ve bana diyorlar ki savunmanı SEGBİS’le yapmak zorundasın. Yapmazsan da umurumuzda değil savunmayı yapmış sayarız. Bu vahim bir durumdur. Bir hakim, bir yargıç meseleye böyle yaklaşırsa Türkiye'de hiçbir şey düzelmez.

Dosyalardan ceza alacağım diye geri adım atacak halim yok

Dosyalardan ceza alacağım diye geri adım atacak halim yok. Ben her dosyada kamuoyuna, halka yönelik siyasi sorumluluğumun gereği olarak savunmalarımı yaptım, yapacağım. Takdir sizlerindir, siz bilirsiniz. Umut ediyorum ki Türkiye'nin adil bir düzene geçmesine katkınız olsun vereceğiniz kararların. Bunu yaparsanız Türkiye için iyi olur yapmazsanız biz de adalet, hukuk mücadelemizi her yönüyle sürdürmeye devam edeceğiz.

Yargı Reform Strateji Belgesi konjonktürel siyasi ihtiyaca binaen açıklanmıştır

Yargı Reformu Strateji Belgesinin en önemli eksikliği HSK’ya değinmemiş olması. Böyle bir HSK yargıçların üzerinde Demokles’in kılıcı gibi durduğu müddetçe asla yargıçlar kendini güvende hissetmeyecektir. İktidarın atadığı HSK üyeleriyle yargıç kendini kürsüde de, evinde de sosyal hayatında da güvende hissetmeyecektir. 2010 değişikliğinde partim HSK’nın nasıl düzenlenmesi gerektiğini anayasa değişiklik önerisi ile ortaya kondu. Yürütme tarafından tek bir atama yapılmamalıdır HSK’ya, yasama tarafından da yapılmamalıdır. HSK’nın tamamı kürsü hakimleri tarafından seçilmelidir. Adalet Bakanı kurulun üyesi olmamalıdır. Yargının üzerindeki tahakküm kurma aracı olarak en yetkili kurum HSK’dır. Bugün HSK’ya dokunmadan, yargıçların gönül rahatlığıyla, vicdanlarına dayanarak baskı hissetmeden yargılama yapmalarını sağlamanız mümkün değildir.

Yarın biz iktidar olduğumuzda bu HSK’ya bir atama yapacaksak bu yargıçlar bizden korkacaksa, çekinecekse öbür gün başka bir siyasi iktidar geldiğinde ondan korkacak çekinecekse Türkiye’de yargısal adaleti sağlamamız mümkün olamaz. O yüzden açıklanan Yargı Reform Strateji Belgesi tam bir konjonktürel siyasi ihtiyaca binaen açıklanmıştır. Yargının ihtiyaçlarına binaen herhangi bir çözüm sunmamaktadır.

Alkışlanacak bir paket göremiyorum

Benim de mensubu olduğum Türkiye Barolar Birliği başkanının hararetle bu paketi alkışlaması da vahim bir durumdur. Ben de halen baro üyesiyim. Alkışlanacak bir paket göremiyorum. Bir avukat, hukukçu olarak 2 buçuk yıldır Ankara’da yargılanıyorum. Aynı zamanda benim de başkanım olan Barolar Birliği başkanı ve üyelerinden biri nezaketen de olsa bu duruşma salonuna teşrif etmediler.

Emimin Barolar Birliği seçimlerinde tüm meslektaşlarım bu hususu gözetecektir. ÇHD başkanı Selçuk Kozağaçlı ve çok sayıda avukat arkadaşımın yargılandığı dosyada da Barolar Birliğinin dahil olması gerekirken duruşma salonuna bile teşrif etmemişlerdir.

Böyle bir Barolar Birliği, böyle bir HSK, böyle bir yürütme anlayışıyla yargı bağımsızlığının sağlanması mümkün değildir. Sizler yargıç olarak bu hengâme, bu toz duman içerisinde kim bilir kim hangi gün kim görevden alınacak, kim nereye tayin edilecek, kim tutuklanacak, başımıza ne gelecek telaşı içerisinde vicdanen ahlaken ne kadar doğru karar verebilirsiniz. Ben yargıçların zor durumunu anlayabiliyorum. Buna rağmen doğru kararlar, vicdana uygun kararlar, adaletin yerini bulacağı iyi kararlar da halen Türkiye’de çıkabiliyor. Örneğin Barış Akademisyenleri ile ilgili mahkeme beraat kararı vermiştir. Fakat ne hikmetse başka bir mahkemede bir yargıç o beraat kararını ayıp olarak nitelendirmiştir ve "O kararı veren hakimi arayın, bizi ilgilendirmez" demiştir. Durum bu kadar vahimdir. 

Yargıçlar Sendikası Başkanı Hakim Ayşe Sarısu Pehlivan; bütün bu gelişmelerle ilgili olarak basına kısa bir demeç vermiş. Dikkatimi çekti önemli bir demeç; "Yargıçlar adına kurulmuş sendikaların konuşması gerekir. Yargıçlar kararları ile konuşulamaz. Sendikalar en azından sivil toplum örgütleri olarak dayanışma ve mücadele örgütleri olarak mutlaka hakimlerin, yargıçların sorunlarını dile getirmelidir". Burada da Ayşe Sarısu Pehlivan benim altını çizmeye çalıştığım hususlar konusunda hem yargı reform paketinin bekledikleri gibi çıkmadığını hem de yürütmenin yargı üzerindeki baskılarını açıklamalarında detaylı bir şekilde ifade etmiş. Bunu belirten bir yargıçtır. Bunu belirten yargıçların sendikasının başkanıdır. Sadece sanık olarak veya siyasetçiler olarak sizlere söylemiyoruz. Türkiye toplumunun adalet konusunda sesini yükseltmesinin zamanı geçti. Barolar Birliği, sendikalar, meslek örgütleri sesini adalet arayışı konusunda yükseltmeli. Yargıçlar verecekleri kararlarla Türkiye’yi yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda, adalet konusunda daha iyi bir yere taşıma sorumluluğuna sahiptir.

Herkes barış dilini, ortak dili geliştirebilirse siyasi eleştiriler daha anlamlı olur

Bu ülke hepimizin ortak vatanıysa ortak vatanımızı daha huzurlu daha, daha güvenli yapabilmek için el ele vermek zorundayız. AKP iktidarının da düşmanlaştırma politikasından vazgeçmesi herkesin yararına olur. Şunu da muhalefetin anlaması gerekir; nasıl ki "politikada kimseyi düşmanlaştırmasın" diye AKP için söylüyorsak muhalefet de bunu yapmamalıdır. Düşmanlaştırıcı, ötekileştirici söylemden ısrarla kaçınmalıdır. Herkes barış dilini, ortak dili, konsensüsü geliştirebilirse bu çerçevede siyasi eleştiriler daha anlamlı daha kıymetli olur. Siyasetçilerin kullandığı her kelime toplumda kırılmalara, bölünmelere yol açabiliyor. Her siyasetçi diline dikkat etmelidir. Ben de dahil bu konuda yeterince özenli davranmadığımızı biliyorum. Tabii ki bunlar kriminal açıdan sorun oluşturmaz, sadece siyaseten eleştirilecek durumlar olarak ifade ettim ben bunları.

Demokrasi mücadelesi toplum için, toplum yararına verilir

Önümüzdeki dönem İstanbul seçimleri sonrasında tüm Türkiye'de demokrasi isteyen herkesin elini hızla taşın altına koyup yeni bir demokrasi hamlesi için harekete geçmesi lazım. "Kime karşı, neye karşı" demedim. İktidara karşı, AKP'ye karşı, Erdoğan'a karşı hamlelerle demokrasi mücadelesi verilmez. Demokrasi mücadelesi toplum için, toplum yararına verilir. Birine karşıtlık üzerinden, düşmanlık üzerinden yapacağınız siyasi çalışma sadece düşmanlığı körükler, besler. Bu nedenle biz önümüzdeki dönemde Türkiye'nin yargısının da nefes alabileceği, bizim de sanık olarak bu süreci karşıladığımız bir dönemde bu meseleye dair görüşümüzü belirtme ihtiyacı duydum. Şimdi savunmamın fezlekeyle ilgili bölümüne devam etmek istiyorum.

FETÖ üyeliği iddiası ile tutuklanan fezleke savcısı umarım adil bir yargılamaya tabi tutulur, ama o bize karşı adil değildi

Soruşturmayı yapan, fezleke hazırlayıp TBMM’ye gönderen Cumhuriyet Savcısı, daha doğrusu  Amed Cumhuriyet Başsavcıvekili Ramazan Alptekin, 15 Temmuz sonrası FETÖ üyeliği iddiası ile tutuklanmıştır. Ben suçlu mu suçsuz mu bilemem umarım adil bir yargılamaya tabi tutulur. Ama o bizimle ilgili soruşturmaları yürütürken adil değildi. Bunu biliyorum. Kendisi de görev yaptığı dönemler adaletli davranmadı, düzenlemiş olduğu bu fezleke de bunlardan bir tanesi.

Bugünkü 12 Nolu fezleke de “suç ve suçluyu övme” fezlekesi de yine Türkiye’de benzer bir çatışmasızlık, ateşkes, barış, müzakere tartışmalarının yapıldığı dönemdi. Bizler parlamentodaydık. Ben o zaman Sayın Gültan Kışanak’la birlikte BDP’nin eş genel başkanlığını yürütüyordum. Parti Genel Merkezi olarak bugün yapmaya çalıştığımız gibi ölümleri durdurmak, demokrasiye geçişi sağlamak için bizler mücadele yürütürken parlamento içinde ve dışında konuşmalar yapıyorduk. Bir siyasetçinin elindeki en büyük araç konuşmaktır, söz söylemektir. Gittiğim her yerde, açık kapalı salon toplantılarında, televizyon programlarında konuşmalar yaptım. Yaptığım şey bir siyasi faaliyetten başka bir şey değil. Fezlekeye konu olan konuşma da katıldığım etkinlik de bir siyasi faaliyetten başka bir şey değil. Şimdi fezlekeyi okuyayım ki mesele anlaşılır olsun.

Fezlekenin tarihi 5/7/2012. Bundan 9 yıl önce düzenlenmiş bir fezleke. Konuşmayı yaptığım tarih de 14/4/2012. Yani fezleke tarihinden yaklaşık 3 ay önce yapılan bir konuşma. Neymiş bakalım…

“Olay günü saat 12:05 ile 12:30 arasında İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi organizesinde, Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde kayıp şahısların bulunması konulu basın açıklaması, oturma eylemi düzenlenmiştir. Bu eylem BDP Hakkari Milletvekili ve Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ‘Devletin ve hükümetin Diyarbakır’da ciddi bir meşruiyeti yoktur. Burada devlet karakoldan, joptan, yasaklardan ibarettir. Zorla, kaba kuvvetle devlet kendini ayakta tutmaktadır. Türklere gerçekleri anlatmak zorunda olan devlettir. Ne kadar katliam yaptılarsa bir bir anlatacaklar ki Türkiye toplumu bugün gerçeği anlasın. Kürtlerin yaşadıklarını anlasınlar. Kendi anadilinde savunma yapmasına izin vermeyeceksin, öte taraftan darbelerle hesaplaşılıyor diyeceksin. Kürt halkı bunu yutmuyor. Kürdistan’da artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin faşizminin hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Kürt halkı çelikten irade yaratmıştır. Bugün KCK operasyonlarının yıl dönümü aynı zamanda. Üç yil önce bugün hukuk dışı uygulamaları başlattılar. Strazburg'da bedenlerini ortaya koyarak bu faşizme karşı direniyorlar. Baskı bu topraklarda yer almayacaktır. AKP de bunun farkına vardığı için baskıyı artırıyor. Ama yıldıramadılar. Sokaklarda kadın, çoluk çocuk demeden işkence yapanlara tek bir soruşturma yok. Dün mahkemede bir tutuklu Sayın Öcalan’a “Kürt halk önderi” dediği için hemen soruşturma açılacak; 55 kişi ile ilgili mahkeme başkanı hemen bunları soruşturmaya tabi tutun deyip sözde hukuk uygulanmıştır. Halk önderine halk önderi denir, başka bir şey denmez. On milyonlar bugün Sayın Öcalan diyor. Soruşturma açsan ne olur, açmazsan ne olur. Devletin aklını başına alması lazım. Suriye’de Kürtler hak elde etmesin diye AKP’nin neferleri neredeyse ordudan önce Suriye’ye girecek. Güney Kürdistan’da bağımsızlıktan söz ettiklerinde AKP’nin tüyleri diken diken oluyor. Roboski’de katliama teşekkür eden başbakan, bu katliamın sorumlularını bulmaz. Hem kayıp yakınlarına hem de Strazburg’dakilere sahiplenme olmalıdır. Cezaevlerinde olsun, alanlarda olsun direnenlerin yanında olmalıyız’ şeklindeki beyanları suç sayılmıştır.”

“Deliller” demiş; Diyarbakır İl Emniyeti’nin suç duyurusu, şüpheli Selahattin Demirtaş’ın milletvekilliği mazbatası, şüphelinin nüfus kayıt örneği, basın açıklamasının DVD kaydı….

Konuşmalarımın tamamı değil kesilmiş bazı kısımları fezlekede yer alıyor

Konuşmamı DVD’den çözüm haliyle okuyacağım. Uzun bir konuşmadır. Evet burada ifade edilen cümleler bana aittir. Fakat tamamı, konuşma metninin farklı yerlerinden alınıp bir araya getirilerek oluşturulmuş bir paragraftır. Cumhuriyet Savcısı DVD çözümlemesi yapmamıştır. Polis tutanağında, yani o konuşmayı o esnada dinleyen Güvenlik Şube Müdürü elemanlarından biri kalemle not almış muhtemelen. Kalemle hızlı hızlı not almış birileri bu da soruşturma evrakı polis tezkeresi olarak polis amirlerine verilmiş. Savcının buraya koyduğu paragraf da budur. Ben konuşma yaptım. “Kürt Halk Önderine Kürt Hal Önderi denir” dedim. Burada belirtilen eleştirilerin hepsini yaptım. Bunlar doğru ama böyle bir konuşma yapmadım. Bu konuşma nasılmış bakalım. Siz DVD çözümünü kendiniz yaptırmışsınız. Çünkü savcı DVD çözümünü yapma zahmetinde bulunmamış. Aradan 9 sene geçmiş, siz konuşma çözümletmiş durumdasınız. Bilirkişi raporunu okuyayım. 12 numaralı fezleke. “Ön konuşmacı”... Ön konuşmacı dediği İnsan Hakları Derneği’nin Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici’dir. Bakın bu konuşma nerede yapılmış? Diyarbakır’da, Koşu Yolu Parkı’nda, İnsan Hakları Anıtı önünde her hafta düzenli olarak kayıplar gündemi ile gözaltında kaybedilme olaylarıyla karşılaşmış kişileri anma babında yapılan haftalık toplantılarından birinde yapılmış bir konuşma. Yani İstanbul Galatasaray Lisesi önünde Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin bir benzeri Diyarbakır’da da yapılıyor. Benim yaptığım konuşma böyle bir toplantıda yapılmış bir konuşmadır. Raci Bilici şunu demiş:

Hazır mısınız arkadaşlar. Hazırsanız başlayalım. Değerli analar, değerli eşbaşkanım, sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri; kayıplar bulunsun failler yargılansın eylemimizin 166. Haftasına girmiş bulunmaktayız.

...

Eşitlik, kardeşlik burada yatıyor. Bu faili meçhuller yerde yattığı müddetçe kardeşlikten, eşitlikten söz etmeyin.

Fezlekede tamamı yer almamış olan benim konuşmam ise şöyle:

"Hükümetin bakanlarının yaptıkları açıklamalara bakılırsa, HDP’nin uğraşmak zorunda kaldığı ırkçı açıklamalara bakılırsa hükümet bunlarla yetinmiyor. Mümkünse daha fazlasını yapmak istiyorlar. Bırakın bunların savunmalarını ve yaptıkları açıklamaları bazı bakanlar, Kürtlere ırkçılık yapan tablonun aynısını bugün yaşatmak istiyorlar. Roboski'de daha 3 ay önce, 3,5 ay önce yaşanan katliamlar bunlardan farklı mıdır? 3,5 ay önce bu ülkenin kendi savaş uçakları ile bombaladığı çocuğun, gencin sorumlusunu bulmuyor AKP, bunu bulmuyor. Çünkü sorumlusu kendisidir, hırsız kendi kendisini, katil kendi kendisini soruşturuyor. Böyle bir adalet sistemi olur mu? Kendi sorumluluklarını, suçlarını çıkarırlar mı? Örtmeye çalışıyorlar aylardır nasıl örteceğiz diye bunun gayreti içerisindeler. Bugüne kadar efendim "Kürtler, Kürt sorunu devam ediyor. 'Kürtler Türkiyelileşmedi, yeterince Türkiyeli olamadılar” dediler. 'Kürtler Türkiyeli olamadılar" diyenler şu tabloya iyi bakın. Bana kalırsa sorun bu değil. Sorun Kürtler yeterince Kürdistanlı olamadılar. Sorun budur. Sorun şu Türkler yeterince Kürdistan’ın, Kürtlerin sorununu anlayamadı. Mesele budur. Eğer empati, eşitlik, kardeşlik isteniyorsa Kürtlerin yaşadığı bu drama herkes bir anlam biçecek, saygı duyacak, gereğini yapacak. Hukuku, yasağı, kanunu, tarihi, tankı, topu, uçağı artık Kürtlere karşı düşmanla savaşır gibi kullanmaktan vazgeçecek. Eşitlik hukuk böyle gerçekleşir ancak. Bunları yapmayan bir hükümet, bunları gerçekleştirmeyen bir devlet politikası Kürt halkı nezdinde iflas etmiştir. Bugün devletin de, hükümetin de Diyarbakır’da öyle ciddi bir meşruiyeti yoktur. Ciddi bir meşruiyeti yoktur herkes bunu görüyor. Herkes görüyor bunu. Devlet, yasaklardan, karakoldan, joptan, gazdan, panzerden ibarettir. Hakimden savcıdan ve bunları yaşatan yasaktan ibarettir. Bunun dışında devlet, hükümet meşruiyeti yoktur. Zorla kaba kuvvetle devlet buralarda kendisini ayakta tutmaktadır. Böylesi trajik bir tablo içerisinde kimse Kürtlere ek külfet, ek yük getirmesin. Bir de kendinizi Türkiye toplumuna anlatmak zorundasınız. Türkleri de siz ikna etmek zorundasınız yükünü kimse bize, bu halka getirmesin. Türklere gerçekliği anlatmak zorunda olan devletin kendisidir. Çıkacaklar, Türklere her şeyi olduğu gibi bütün gerçekliği ile anlatacaklar. Türkleri ikna etmenin yolu budur. Türkleri ikna etmenin yolu Kürt halkının sorumluluğundan geçmez, devletin sorumluluğundan geçer. Çıkacaklar her şeyi bütün çıplaklığı ve gerçekliği ile anlatacaklar. Ne kadar katliam yaptılarsa, ne kadar köy yaktılarsa, faili meçhulleri, kayıpları, işkenceleri bir bir anlatacaklar. Zilan’da - yanlış çevirmişler bunu muhtemelen Ağrı olması lazım - Dersim’de, Sason’da neler yaptıklarını anlatacaklar. 90’lı yıllarda buralarda neler yaptıklarını anlatacaklar. Bu halkın dilini, kültürünü nasıl gasp ettiklerini, yasakladıklarını anlatacaklar. Kürtçe konuştukları için okulda dövdükleri çocuklardan özür dileyecekler. Çocuklarını kaybettikleri analardan özür dileyecekler. Bunları Türklere anlatacaklar. Bunları Türklere anlatacaklar ki bu ülke toplumun bütün gerçeğini anlasın. O zaman kardeşlik eşitlik umudu gelişebilir. Ama sen hem bunları yapacaksın, 90 yıl kesintisiz bunu sürdüreceksin, buna karşı çıkanı da, buna itiraz edeni de terörist ilan edip 12 yaşına, 73 yaşına bakmadan tutup içeri atacaksın, aylarca yıllarca yargılayacaksın, kendi anadilinde savunma yapmasına izin vermeyeceksin, cezaevlerinde balık istifi gibi hücrelere doldurup oralarda işkencelere tabi tutacaksın, öbür yandan çıkıp “Ben darbe ile hesaplaşıyorum, ben demokratikleşiyorum” deyip bütün toplumun ağzına bir parmak bal çalmaya çalışacaksın. Kürt halkı bunları yemiyor artık. Bunları yutmuyor yutmuyor artık. Kürt halkı barış istiyor. Devletin zulmü, faşizmi sonsuz sınırsız olabilir. Ama Kürt halkı sizin bu faşizminizi yenecek güçtedir artık. Kürt halkı güçlü bir toplumdur. Kürt halkı kendi anadiliyle, kültürü ile kendi ülkesinde, topraklarında ve coğrafyasında, Kürdistan’da artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti faşizminin hükmü kalmamıştır. Bu, kendi kendini tüketen bir faşizmdir. Kürt halkı bütün bu baskılara, bütün bu korkutma yıldırma politikalarına karşı mücadele vermiş teslim olmamış ve bugün çelikten bir irade yaratmıştır.

Bugün KCK operasyonlarının 3’üncü yıldönümü aynı zamanda. Tam 3 yıl önce bugün bu hukuk dışı operasyonları başlattılar, halkı teslim alabilmek için. 3 yıldır ne zindanlardaki tek bir kişiyi teslim alabildiler ne de dışarıdaki tek bir kişiye geri adım attırabildiler. Bugün cezaevlerinde dışarıda, Strazburg'da binlerce insan bütün bu faşizme, bu hukuksuzluklara karşı direniyor. Açlık grevleri ile bedenlerini açlığa yatırarak direniyorlar bu faşizme karşı. Kazanacak biri varsa bu faşizm değil direniştir. Faşizm er ya da geç yenilecektir. Bu topraklarda bir daha asla ama asla yer almamak üzere defolup gidecektir bu faşizm. Bu topraklarda demokrasi kardeşlik ve özgürlük hakim olacaktır. Onun dışındaki hiçbir baskı kimden gelirse gelsin asla ama asla bu topraklarda yaşamayacaktır. Herkes bunun bilincinde. AKP de, onun bakanları da, genel başkanı da… Şimdi Kürtler nefes alamasın, başını kaldıramazsın diye baskı yürütmek istiyorlar. Orantısız bir şiddet ile katliamlar yaparak Kürt halkını bir kez daha 30 yıl öncesine geri götürmek istiyorlar. 90 yıl öncesine geri götürmek istiyorlar. Ancak bitti o dönem. 7’den 70’e devlet tarafından terörist muamelesi yapılıp gereği yapılıyorsa buna karşı Kürt halkı da 7’den 70’e özgürlük mücadelesinin birer neferi olarak direnecektir. Halkımızın verdiği karar da budur. Gece gündüz halka hakaret edilecek, sokaklarda kadın çoluk çocuk demeden işkence yapılacak, joplarla panzerlerle hakaretler yağdırılacak. Tek bir soruşturma yok. Bir mahkeme, bir tutuklu "Sayın Öcalan Kürt halk lideri" dediği için hakkında hemen soruşturma açılacak. 55 kişi ile ilgili mahkeme başkanı, ‘Bugün bunları hemen soruşturmaya tabii tutun' deyip hemen orada sözde hukuk uygulayacak. Halk önderine halk önderi denir başka bir şey denmez. Sayın Öcalan’a 'halk önderi' diyenlere suç işlediniz diyorsanız herkesle ilgili soruşturma açıyorsanız, 55 kişi yetmez. Hemen 10 bin kişi hakkında soruşturma açmanız lazım. 10 bin insan Sayın Öcalan’a bugün artık 'halk önderi' diyor. Sen soruşturma açsan ne olur açmasan ne olur. İçeri atsan ne olur atmasan ne olur. Senin o saçma sapan yasakçı kanunun olsa ne olur olmasa ne olur. Bu devletin, hükümetin artık aklını başına alması lazım. Bu baskıyı artık sürdüremeyeceğini görmesi lazım. Kürtler Orta Doğu'da büyük bir güçtür ve Türk halkı ile eşitlik hukuku çerçevesinde, Arap halkıyla, Fars halkıyla eşitlik hukuku çerçevesinde yaşamak istiyor. Buna 'evet' diyen, bunun doğru olduğuna inanan herkes barışa hizmet etmiş olur. Ama yok Kürtleri köle gibi kabul ediyorlar ve "Kürtler diz çökecek" diyorlarsa o dönemler geçmiştir artık. Ama Kürtlerin en küçük bir kazanımına tahammülleri yoktur. Bakın Suriye’de Kürtler herhangi bir halk gibi kazanım elde edince, neredeyse AKP’nin neferleri ordudan önce girecekler Suriye’ye. AKP’nin kalemşörleri bazı bakanları ordudan önce Suriye'ye girecekler neredeyse. Neden. Aman aman Kürtler bir hak elde etmesin diye. Kürtler başkasının toprağını mı işgal ediyor? Kürtler başkasına ait olan bir şehri mi ele geçirmeye çalışıyorlar. Kendi hakları olan anadil adına Kürdistan’da siyasi statü istiyorlar. Sana ne oluyor? Güney Kürdistan da yine öyle. Sana ne senin toprağını işgal ediyorlar. Başkasına ait olanı çalmaya, gasp etmeye çalışıyorlar. Kendi topraklarında kendi vatanında siyasi statü istiyorlar. Burada, Kürdistan’da yaşayan Kürtler siyasi statü istediğinde yine tüyleri diken diken oluyor. Sana ne? Senin malını mı çalıyor sana ait olan bir şeyi mi gasp ediyor? Kendi topraklarında statü istiyor. Bunların tahammülleri yok işte. Biz bunları söyleyince ırkçı oluyoruz. Bunlara saldıran bunların üzerinden Türk ırkçılığı yapanlar da demokrat oluyorlar, demokrasi süvarisi oluyorlar. İşte böyle çıldırmış bir şekilde elindeki gücü sınırsız bir şekilde kullanmaya çalışıyorlar. Ancak korkunun ecele faydası yok. Özgürlük bu topraklara gelecek. Bu savaşta evlatlarını yitirmiş asker analarının, gerilla analarının sivil analarının yüzü suyu hürmetine bu topraklara barış gelecek. Bizim bütün bu analara sözümüz var, evlatlarını eşlerini, çocuklarını boşuna yitirmediler. Bu kadar ağır bedeller verildi. Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri... Madem bu kadar bedel ödendi, bu bedellerin karşılığı özgürlük olmalıdır. Bu topraklara gerçek anlamda eşitlik gelmelidir. Ancak o gün gelirse bu anaların yüreğine su serpilmiş olur… Roboski'de savaş uçakları ile çocukları parçalayanlara teşekkür eden bir başbakandan bütün bu katliamların sorumlularını açığa çıkarmasını beklemek acizlik olur. Doğru iş olmaz. Ahmet Türk’e yumruk atana teşekkür eden bir başbakan bu kayıpların sorumlusunu bulamaz. Ceylan Önkol’un sorumlusunu, bu kayıpların sorumlusunu bulamaz. Uğur Kaymaz'ın sorumlusunu bulamaz. Bulmayacaklar da. Ama biz ısrarla, inatla onurlu mücadelemizi sürdüreceğiz. Üstüne üstüne gideceğiz faşizmin. 166 gün, 166 bin defa da olsa orada oturacağız, analarımızla, ailelerimizle bu şeref mücadelesini sürdüreceğiz. Bütün topluma çağrımızdır. Her kayıp yakınına büyük bir sahiplenme olmalıdır. Cezaevlerindeki açlık grevlerine büyük sahiplenmeler olmalıdır. Taleplerine yönelik büyük sahiplenme olmalıdır. Çünkü o bedenini açlığa yatıranlar kendisi için ailesi için değil sizler için ölümü göze almışlardır. Sizin özgür geleceğiniz çocuklarınızın özgür geleceği için ölümü göze almıştır. O yüzden herkes bütün mücadelesi ile bütün yoldaşlarımızın arkadaşlarımızın yanında olmalıdır. Cezaevinde olsun dışarıda olsun mücadele eden herkesin yanında olmalıdır. Ancak bu şekilde bu faşizan baskıları kırabiliriz. Bir kez daha bütün Barış Annelerine, kayıp yakınlarına, kayıp aileleri derneğine, MEYADER’e, bütün kurum ve kuruluşlarımıza da bu sahiplenmeden dolayı teşekkür ediyorum. Bütün anaların babaların bir kez daha ellerini öpüyorum. Huzurlarınızda özgürlük ve mücadele sözü veriyorum, teşekkür ediyorum.”

Başka bir konuşma devam etmiş, “Biz de teşekkür ediyoruz, kayıp hikayesini arkadaşımız bizlerle paylaşacak.” Bir başka konuşmacı söz almış o da şunu söylemiş çözüm tutanağına göre:

“Değerli aileler, değerli eş genel başkanımız, değerli grup temsilcilerimiz ve değerli basın mensupları bu kayıp öyküsü Erol Böğür'ün. Erol Böğür 29 Ocak 1999 yılında kayboldu. Öyküsü 93 yılından başladı. 99 yılında köyleri bombalandı ve yakıldı. Sürekli aile üzerinde Erol üzerinde bir baskı vardı. Bu baskı süreci sürekli devam ediyordu. Erol sürekli ailesine, polisler tarafından izlendiğini söyledi. En son 98 yılında gözaltına alındıktan sonra cezaevine atıldı. 3 ay sonra serbest bırakıldı. Bir yandan Hizbullah bir yandan polis aileyi baskı altında tutuyordu. En son 28 Ocak 99 yılında Erol dükkana giderken ortadan kayboluyor. Ailesi Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ediyor. Ama henüz akıbeti belli değil. Hizbullah mı kaybetti polis tarafından mı kaybedildi daha henüz netleştirilemedi. Hizbullah’a yapılan operasyonlara yönelik ortaya çıkan belgeler için aile müracaat etti. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nda DNA testi sonucunda raporu çıktı. Aile hala çocuğunu aramakta. Erol 99 yılından beri kayıp, bugünkü açıklamayı Erol Böğür adına yapıyoruz.” sonra biri anons yapmış ve oradaki işimiz de bitivermiş.

Öcalan’ın barış girişimleri övülecek bir durumdur, saygı duyulur

Evet, benim konuşmam burada çözümü yapılan konuşmadır. Savcının fezlekeye yazdığı şekli ile bölük pörçük konuşmanın her iki yerinden bir cümle alıp, kopyala yapıştır yöntemi ile bir araya getirilmiş daha doğrusu konuşmam sırasında güvenlik personelinin notlarından yola çıkarak hazırlanmıştır. Ciddiyetsiz bir fezlekedir. Burada bu konuşmada benim Öcalan’a “Kürt Halk Önderine Kürt Halk Önderi denir” cümlemin suçu ve suçluyu nasıl övdüğünü ne fezleke açıklamış ne delillerle ortaya konulmuştur. TCK’nin 215’inci maddesinde de, “Bir suçluyu işlediği suçtan dolayı veya işlediği suça göre övmek” suç olarak tanımlanmıştır. Benim burada Abdullah Öcalan’ın yargılandığı ve de suçlamaya konu olan herhangi bir eyleminden dolayı övdüğümü savcı nereden çıkarıyor. Herhangi bir ceza aldığı suçlamaya dönük övdüğümü nereden çıkarıyor bunun bir delili yok dosyada. Böyle bir şey de yok. 99’dan beri Abdullah Öcalan Kenya’da Uluslararası bir operasyon ile kaçırılıp Türkiye’ye getirildiği dönemden sonra Öcalan’ın İmralı’dan verdiği mesajlar barış mesajları olmuştur. Öcalan’ın barış mesajı verdiği dönemlerde de AKP heyetler göndermiş resmi görüşmeler yapmış ve Türkiye gerçekten de o dönemlerden kazançlı çıkmıştır. Dolayısıyla Öcalan’ın barış girişimleri övülecek bir durumdur, saygı duyulur. Umarım bu tutumunda ısrarcı olmaya devam edecektir. Barış da ancak bu şekilde gelir. Benim Öcalan’ın kıymet verdiğim, değer verdiğim barış mesajları saygındır ve halen saygı duyduğumu belirtmek isterim.

TBMM’de 10 milyon Öcalan İrademdir imzalı dilekçe var

TBMM’nin altındaki depolarda yani bodrum katlardaki depolarda noter onaylı 10 milyon Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının imzasını taşıyan “Abdullah Öcalan benim siyasi irademdir” içerikli dilekçeler var. Bu dilekçeler tarihini yılını hatırlamıyorum fakat bu o tarihten biraz önceydi imza kampanyası ile “Öcalan’a özgürlük ve siyasi irademdir” imza kampanyası ile noter tasdikli 10 milyondan fazla imza avukatları tarafından iletildi ve TBMM’ye tutanakla dilekçe komisyonuna teslim edildi. Şu anda TBMM çatısı altında duruyor. Benim burada konuşmada bahsettiğim husus da budur. 10 milyon insan benim önderimdir, irademdir demiş sen bunlara soruşturma açsan ne olur açmasan ne olur demişim. Çünkü mahkemede yapılan yargılamada sanıklar Sayın Öcalan dedikleri için mahkeme başkanı 55 kişi hakkında suç duyurusunda bulundu. Benim de tepkim bu konuşmada bunadır. Tabii konuşma siyasi gelişmelere dair bir konuşmadır. Konuşmamın içeriğinin suç olmadığını düşünüyorum. Abdullah Öcalan’a isteyen Kürt Halk Önderi der, isteyen Başkan Apo der, isteyen Sayın Öcalan der, isteyen yoldaş der, isteyen Apo der. Kim ne demek istiyorsa der. Birileri terörist başı diyor, bebek katili diyor. Buradaki ‘Sayın, Kürt Halk Önderi’ vb. İfadeler ancak ve ancak Abdullah Öcalan’ın işlediği iddia edilen veya mahkeme kararıyla hüküm verilen suçlamalar doğru olduğu, onların övülmesi suretiyle gerçekleşirse TCK’ya göre suç olarak ifade edilebilir. Onun dışında kimse yapamaz. Vereceğim örnek benzer bir örnek değildir. Alakası bile yoktur ama cezaevinde hüküm giymiş mafya diye tabir edilen suç örgütü liderleri var. Bir bakın şu andaki koalisyon ortağı partinin genel başkanı o suç örgütü lideriyle ilgili konuşurken nasıl konuşuyor. Bana soruşturma açma, fezleke düzenleme cüreti cesareti göstermiş savcı -hani ben suç işledim demiyorum ama o savcı- Bahçeli’ye soruşturma açabilir mi? Alaattin Çakıcı beyefendi dediği için. Demek suç değil. Alaattin Çakıcı denilen kişi cinayete azmettirmekten, bir sürü suçtan hüküm giymiştir. Uyuşturucu vs. bir sürü şey ilgili suçlaması var. Bir hükümlü ile ilgili beyefendi, sayın şu bu demek suçsa; Öcalan deyince suç oluyor da başka tutuklu ve hükümlüler için kullanınca neden suç olmuyor. Savcılar burada açıkça Kürtlere yönelik düşman hukukunun uygulamasının bir parçasıdır.

Kürt Halk Önderi sıfatının suç olduğunu kesinlikle düşünmüyorum

Savcı bu fezlekeyi düzenlemek ile aleni bir şekilde bizlere düşmanlık yapmıştır. Kendisi şuan nerede bilmiyorum fakat bir kelime ve cümleden yola çıkarak bir genel başkanı sanık konumuna düşürmek, yargı huzuruna çıkarmak bu kadar kolay olmamalıydı. Söylediğim Kürt Halk Önderi sıfatının suç olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Kabul etmiyorum. Konuşma az önce çözümünü okuduğum şekliyle bana aittir, konuşmamı tekrar ediyorum. Konuşmamın arkasındayım. Orada söylediğim her şey eleştiriler de dahil bugün de geçerliliğini korumaktadır. Sanki 2019 Haziran için yapılmış bir konuşma gibi duruyor. 2009 Temmuz ayında yaptığım bir konuşma bugün de aynen geçerlidir. Bugün yaşadığımız durum oradaki eleştirilerden uzak değildir. Aynı şekilde benim siyasi görüşüm ve düşüncelerimdir.

20 yıldır bir adada tutulan bir siyasi şahsiyetin Türkiye’nin barışı için mesaj vermesi kimsenin zararına değil

Siyasi görüş ve düşüncelerimden dolayı şu anda bir fezlekeye ve yargılamaya muhatap olmuş durumdayız. Örneğin ben bu düşüncelerimi parlamentoda da ifade etmişim. Düşünceden ibarettir. Sayın Öcalan, Kürt Halk Önderi kavramlarını sadece burada kullanmadım ki çok kere kullandım. Az önce ifade ettiğim gibi ben Abdullah Öcalan’ın barış girişimlerinin gerçekten saygın olduğunu düşünüyorum. 20 yıldır bir hücrede tutulan, bir adada tutulan bir siyasi şahsiyetin Türkiye’nin barışı için mesaj vermesi, çağrılar yapması kimsenin zararına değil. Bu yönünün de saygın olduğu kanaatimi koruyorum. Örneğin 8.01.2013 tarihinde Meclis Grup Toplantısı salonunda yaptığım konuşmanın bir bölümü şöyle:

“Her şeyden önce İmralı’da resmi bir heyetin Sayın Öcalan ile görüşmesi bizler açısından önemlidir. Bunun aleniyet kazanmış olması bu durumun bir kez daha bin kat daha önemini artırır bizler açısından. Çünkü bu sıradan bir gelişme değildir. Aslında çok geç kalmış bir gelişmedir. Ama 14 yıl aradan sonra İmralı’da kamuoyu ile paylaşılarak kısmen şeffaf olarak bu sürecin başlatılmış olması yapacağımız çağrıların dışında önemlidir, kıymetlidir. Bizler böyle yaklaşıyoruz.

Bunun için çok büyük mücadeleler, bedeller verdik. Doğru bulduğumuz ve bu şekilde gerçekleştiği için söylemekten dile getirmekten bıkmamıştık. Yeri geldiğinde tutuklanmıştık, cezaevlerine atılmıştık, hakarete uğramıştık. Ama doğru bildiğimizi söylemekten asla geri durmamıştır. Bu nedenle bu süreci bu kazanımı önemsiyoruz. 14 yıl aradan sonra bir halk önderinin isminin önüne sayın konuldu diye binlerce kişi hapislere atıldı. O yüzden çocuklar, kadınlar gençler sokaklarda coplandı. İsmi sloganlaştırıldı diye insanlar ağır hapis cezaları ile cezalandırıldı. Fakat bu halk bıkmadı yılmadı inandı ısrar etti. Doğru olduğuna inandığı için barışın gerçekten İmralı’dan geçtiğine adı gibi bildiği için bundan geri adım atmadı. Terörist başı dediler bebek katili dediler olmadık sıfatlar yakıştırdılar ama bir resmi heyet İmralı’ya gidip kendisi ile görüşmeye başladı. Bu nedenle biz bunu değerli buluyoruz doğru bir adımdır böylesi bir süreçte atılmış mantıklı doğru bir adımdır…”

Devam ediyor konuşmam bu şekilde. İmralı süreci başladığında Meclis’ten, Meclis kürsüsünden kamuoyu ile paylaşırken hem partimin hem de şahsımın siyasi görüşü olarak çok defa ifade ettiğim bir örneğiydi. Örneğin konuşmanın başka bir yerinde yine şunu diyorum:

“Görülmüştür ki görüşmeyi yapan heyette de Sayın Öcalan’da da kararlı bir çözüm iradesi vardır. Taraflarca bunun olgunlaştığını tespit etme sorumluluğumuz vardır. Dışarıya verilen mesaj da budur. Bu sorunu konuşarak, tartışarak, meseleyi müzakere ederek çözme iradesinin olgunlaştığı güçlendiği şeklinde bir tespitimiz vardır. Bütün bunlar ötesinde şunu söylemek istiyoruz. Şu anda başlamış başlatılmış bir müzakere söz konusu değil bunun arayışları ve çabalarından söz edilebilir. Ama bir müzakerenin başlatıldığına dair bize ulaşmış somut bir bilgi yoktur. Henüz o aşamaya geçildiğine dair net bir bilgiye sahip olduğumuzu söyleyemiyoruz.”

Yine Meclis’te yaptığım konuşmalardan devam ediyorum: “Hep birlikte biz bu barışı gerçekleştireceğiz. İmralı’ya başka sivil heyetlerin, başka partilerin gidişinin tartışılmasının kolaylaştırılması gerekiyor. Öcalan’ın koşullarının değiştirilmesi, düzeltilmesi ya da İmralı sisteminin tümden kapatılması İmralı Cezaevinin tümden kapatılması anlamına gelebilir. Bu tartışılmalıdır. En gerçekçi olan katkı sunucu olan neyse bunu hep birlikte tartışabilir gerçekleştirebiliriz. Sayın Öcalan’ın örgütüyle, halk ile doğrudan temas kurabilecek koşulların yaratılması gerekiyor. Bunlar çok önemlidir. Biz bunları yıllardır söylüyoruz ilk defa ifade etmiyoruz. Madem bu kritik aşamaya girdik. Madem birileri elini taşın altına koydu, bundan sonra birileri elini taşın altına koyacak diyorsa bütün bunların tartışılması gerekiyor. Sayın Öcalan’ın tutuklu çok sayıda avukatı var. Bu avukatların tutuklanmasının nedeni müvekkilleriyle görüşmeleriydi. Bu müzakere, diyalog alenilik kazandığına göre dava hükümsüz kalmıştır. Davanın bitmesi avukatların serbest kalması lazım. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının yeniden görüşebilmesinin koşullarının da hızlı bir şekilde oluşturulması lazım.”

11.10.2011 tarihinde yine parlamento kürsüsünden yaptığım bir konuşma. Bunlar benim istikrarlı siyasi görüşlerimdir ve savcı siyasi görüşlerimi ve çalışmalarımı suç haline getirmeye çalışıyor. Ne demişim Meclis kürsüsünde. Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için Gemlik ilçesine avukatları ve ailesinin de içinde bulunduğu bir grup tarafından otobüslerle gidilecek ve orada basın açıklaması yapılacak. Ona da Gemlik Yürüyüşü denmiş. Buna dair görüşlerimi belirtiyorum Meclis’te: “Gemlik Yürüyüşü ile bugüne kadar ki devlet hükümet uygulamaları her ne ise bir kez daha teşhir olmuştur. Nedir o gerçekler buradan sizinle paylaşmak istiyorum. Birincisi 9 Ekim’de başlayan Sayın Öcalan’a yönelik uluslararası komplo, 15 Şubat’ta Türkiye’ye getirilmesi ile birlikte bu sorun bitmiştir yalanı. 12 yılda Türkiye hala bu yalanı açık bir şekilde halkın gözünün içine baka baka tekrarlıyor. Biz 9 Ekim Gemlik Yürüyüşü ile işte bu yalanı teşhir etmeye çalıştık. Böyle bir şey yok. İmralı’da rehin tutulan Abdullah Öcalan değil…”  

Gazete okumamdan korkan bir iktidar var

Başvurular arasında benim de başvurum vardı. "Bu şekilde alelade gazeteleri yasaklayamazsınız, mahkumlara gazete yasaklamak keyfiliktir" diye açık ihlal kararı verdi AYM. AYM'nin o kararı verdiği günden bu yana Selahattin Demirtaş olarak benim bulunduğum odaya 18 ayrı gün 18 ayrı gazetenin verilmemesi kararı verildi. Yeni Yaşam Gazetesi, Cumhuriyet, Evrensel’in de aralarında bulunduğu gazeteleri alamıyorum. Yani Yaşam hiç gelmiyor. Cumhuriyet ve Evrensel'e o günün siyasi gerekçelerine göre el konuluyor, tarafıma verilmiyor. İçeride bulunduğum 2 buçuk yılı aşkın süre zarfında 200'den fazla yasaklama kararıyla karşı karşıya kaldım. Gazete okumamdan korkan bir iktidar var. Biz avukatlarımız aracılığıyla infaz hakimliğine itiraz ediyoruz. İnfaz hakimliği reddediyor. Ağır Ceza Mahkemesine gidiyoruz, reddediyor. Binbir uğraşla AYM'ye gönderiyoruz, hukuk mücadelesi veriyoruz. AYM kapsamlı bir karar veriyor. O kararı getiriyoruz, cezaevi idaresine veriyoruz, cezaevi idaresi AYM kimmiş diyerek adeta hemen ertesi gün yine gazeteleri vermiyor.

18 Haziran 2019