Demirtaş: Bizi tutuklatan AKP İstanbul ve Ankarayı kaybetti, 3 parçaya bölündü; HDP tek vücut yoluna devam ediyor

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın tutuklu olduğu davanın bugün (7 Ocak Salı) Ankara Sincan'da görülmeye başlanan duruşmasında yaptığı savunmanın ikinci kısmı:

Yargılamanın her aşaması da tıpkı tutukluluğumuz gibi siyasi saiklerle yürütülüyor
 
Bu davada arkadaşlarımızla en çok tartıştığımız mevzu şudur. Davanın daha ilk anından itibaren yani fezlekeler, iddianameler düzenlenirken tutuklanma aşaması, kovuşturma aşaması da dahil her aşamada ayrı ayrı gizli bir amaç güdüldüğüne, yani AİHS’nin 18’inci Maddesinin farklı gerekçelerle farklı zamanlarda ihlal edildiğine dair iddialarımız var. Bu aslında 500 sayfalık iddianamenin bizim açımızdan, savunma açısından en önemli başlığıdır. Yani TMK 7/2 ihlal edildi mi edilmedi mi? Örgüt üyeliği, yöneticiliği vesaire bütün bunlar oldu mu olmadı mı tartışmasından çok daha önemlidir. Çünkü bütün dava zaten bunun üzerine kuruludur. O nedenle ben her savunmamda ısrarla altını çizerek belirtmek isterim ki bu yargılamada halen AİHS’nin 18’inci Maddesinde belirtilen sözleşmenin, sözleşmede belirtilen amaçlar dışında kısıtlanmasının ihlali devam ediyor. Nedir o gizli saik? Onları AİHM başvurumuzda anlattık. Davanın haksız tutukluluğa dair kısmı, 17 yargıçlı uluslararası bir mahkemenin önünde duruşma halinde yapıldı görüldü, bitti. Kararını bekliyoruz. Şimdi yeni bir ihlal oluştu. O haksız tutuklamanın, tutuklama saikinin siyasi olduğuna dairdi. Şimdi yargılamanın her aşamasının da aynı saiklerle devam ettiğine dair iddialarımız var. Yani şu anda şu duruşma salonunda hepimizin bir arada bulunma amacı bir yargılama yapmak değil. Ben sanık olarak, avukatlarım savunma olarak, savcı iddia makamı, siz de yargılama makamı olarak bir yargılama yapma amacıyla burada toplanmış değiliz.

AİHM’de sizin kararlarınız, yargısal faaliyetleriniz yargılandı

İktidarın, AKP hükümetinin ve özellikle AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi hedeflerinin gerçekleşmesi için, onun önünün açılması için, onun siyasi hedeflerinin hayata geçirilebilmesi amacıyla muhalefetin tasfiye edilmesi için yapılmış çalışmalardan biridir bu toplantı. Dolayısıyla ben buna ilişkin iddiaları tutanaklara geçireyim ki birazdan AİHM’de yani Strazburg’da yapılan duruşmada 17 farklı üye ülkenin yargıcı ne sormuş onları okuyunca göreceksiniz ve ne cevaplar verilmiş. Orada ben yargılanmadım çünkü biz başvurucuyduk. Siz yargılandınız, sizin kararlarınız yargılandı. Hükümetle birlikte ilk bizi gözaltına alan savcıdan itibaren bu sürece dahil olmuş bütün yargı mensuplarının yargısal faaliyeti yargılandı orada.

Fezlekelerim siyasi amaçlarla hazırlanıyor, üstü yargısal faaliyetlerle örtülmeye çalışılıyor

Mutlaka okumuşsunuzdur ve haberdar olmuşsunuzdur ama tutanağa geçmesi açısından da belirtmemiz gerekecek. Dolayısıyla fezlekelerimin her birinin hazırlanma amacı gizli bir amaç taşımaktadır, üstü de yargısal faaliyetlerle örtülmeye çalışılmaktadır. Peki, gizli amaç diyoruz da bu tabii ki bir siyasi amaç. Ama nedir bu siyasi amaç? Çünkü bu açıklanmadan, bu netleşmeden sanki biz bir komplo teorisi ortaya atıyoruz, benim siyasi kimliğim nedeniyle de siyasi bir husumet güdüyoruz, dolayısıyla da her aşamada ‘biz siyasi rehineyiz’ deyip işin içinden çıkmak istiyoruz gibi algılanır. O nedenle somut gerekçelerle ortaya koymaya çalışayım ki mahkememiz takdir eder etmez, değerlendirir değerlendirmez bilemem ama bu dava daha çok su kaldıracak. Anayasa Mahkemesinde, Yargıtay aşamasında -istinafı geçiyorum, istinaf artık benim dosyalarımı incelemiyor bile, sadece onaylıyorlar- ve AİHM’de bu dosya daha çok tartışılacak. Çünkü bu sadece Selahattin Demirtaş’ın kişi olarak yargılandığı bir dosya değil, Figen Yüksekdağ’ın dosyası, İdris Baluken’in, Çağlar Demirel gibi partimizin sözcülerinin, etkili isimlerinin, milletvekillerinin yargılandığı dosyalardır. Belediye eşbaşkanları da dahil. Nedir peki asıl amaç?

Biz anayasal düzene karşı çıktık, anayasal düzeni değiştirmeye mi çalıştık? İddia bu, şu anda süren soruşturmada. Doğrudan davanızla bağlantılı fezlekeden açılan soruşturma. Hayır. Ben iddia ediyorum ve birazdan anlatmaya çalışacağım; şu anda anayasal düzen tasfiye ediliyor. Anayasal düzen ortadan kaldırılıyor. Tek adam rejimi kuruluyor. Buna "diktatörlük" diyemeyiz literatürde. Daha çok "rekabetçi otoriterizm" olarak siyasi literatürde tanımlanabilir. Neden? Çünkü halen seçim yapılıyor, seçimlerin yapılma ihtimali var. Ama rekabetçi otoriterizmde seçimlerin tamamı otoriter liderin kazanması üzerine inşa edilir. Geri kalan her şey tasfiye edilir. Seçim garantiye alınır, göstermelik seçimler yapılır. Siyaset biliminde bu rejime "rekabetçi otoriterizm" denilir.

Tek adam rejiminin kalıcı hale gelmesine karşı çıkan herkes hedefte

Peki, bu Türkiye Cumhuriyeti'nin, 1982’de kabul edilmiş ve birçok değişikliğe uğramasına rağmen, "demokratik, sosyal, laik hukuk devleti" olarak tanımlanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin idari rejimi midir ya da resmi politik görüşü müdür Anayasa'nın? Değildir. Türkiye Cumhuriyeti devleti eğrisiyle, yanlışıyla, fazlasıyla bir "hukuk devleti" olarak, bir "cumhuriyet" olarak tanımlanır ve yapılan son değişiklikle birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle yönetildiği tanımlanır. Yani rejim Cumhuriyettir, idari model Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'dir. Aynı zamanda tek parlamentolu bir parlamentosu da vardır. Şimdi bu anayasal yönetim modeli anayasaya aykırı bir şekilde feshedilmiş durumda. Fiili olarak, de-facto tek adam rejimine geçiliyor. Bunun önündeki engeller ne? Muhalefet. Her yönüyle muhalefet, sadece HDP değil. Yani tek adam rejiminin kurulmasına, inşa edilmesine, kurumsallaşmasına, kalıcı hale gelmesine karşı çıkan herkes hedefe konulmuş durumda.

15 Temmuz'dan sonra yeni bir düzen inşa edilmedi, yerine kaos düzensizliği ikame edildi

Bunu nasıl başarabiliyor peki Tek Adam? Tarihte çok örnekleri var ama ülkemizde şu anda bunu sürdürebiliyor olmasının nedeni 15 Temmuz Darbe Girişiminin yarattığı şok ortamı, onun yarattığı travma. 15 Temmuz sonrası devlet kurumlarının far görmüş tavşan gibi refüze olması, şoka  girmesi, donup kalması ve kurum olmaktan çıkmasıdır. Devlet 15 Temmuz sonrası yeniden inşa edilememiştir. Bütün kurumları tasfiye edilmiştir. Oluşan boşlukta da yeni bir yönetim anlayışı ile inşa edilmiyor, dikkatinizi çekeyim. Bir düzen inşa edilmiyor. Kaos düzeni veya kaos düzensizliği aslında, yerine ikame ediliyor. Birazdan örnekleri ile anlatacağım size. 

Meğerse AKP, devlette eskisinden çok daha tehlikeli bir yapı oluşturmuş

Görülmekte olan dava ve birazdan detaylarına gireceğim fezlekelerin tamamı, bu rejimin ya da kaos düzeninin anayasal cumhuriyet düzeninin yerine ikame edilmesi için açılmış davalardır. Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne engel olarak çıkan herkes; bu bir muhtar da olabilir, bir partinin başkanı, eş genel başkanı da olabilir. Bu bir eski başbakan, cumhurbaşkanı da olabilir. Bu bir yargı üyesi olabilir, medya mensubu olabilir, üniversite öğrencisi olabilir. Hiç fark etmez. Tamamının bastırılması, baskılanması, tasfiye edilmesi, tehdit edilmesi, şantajla, korkuyla teslim alınması, üzerine kuruludur. Peki, bunun mekanizmaları nedir? Mekanizmaları şudur; yakın tarihte biz darbe davalarıyla birlikte ortaya çıkınca gördük. Bunlara Cemaat davası demiyorum. Darbe davası diyorum. Çünkü Cemaate selam vermiş herkes veya sempati duymuş, içinde olmuş herkes suçlu değil, herkes darbeci de değil bana göre. Öyle bakmıyorum. Darbe suçuna bulaşmış herkes suçludur, yargılanır, cezasını alır. Fakat o davalardan ortaya çıktı ki, bu paralel yapılanma, şu anda meğerse AKP, devlet içerisinde, kendisine bağlı, bakın devlete bağlı değil, bir partiye bağlı, bir kişiye bağlı, eskisinden çok daha tehlikeli bir yapı oluşturmuş. Bunun yargı ayağı var. Mevcut tek adam rejiminin, rekabetçi otoriterizm dediğimiz ve anayasayı ihlal suçunu oluşturan bu örgütün, devlet içine çöreklenmiş bu örgütün yargı ayağı var, medya ayağı var, işverenler ayağı var, bürokrasi ayağı var.

Bunların gazete köşeleri var, televizyon yayın yönetmenlerini teslim almış durumdalar. Her akşam televizyonda bu kanallarda aynı tipleri görürsünüz. İddia ediyorum yarın öbür gün başka bir hukuk devleti işlemeye başladığında bir savcı çıkacak ve bunları delilleriyle ortaya koyacak. Ve iddia ediyorum aralarından itirafçılar çıkacak, pişmanlık belirtenler çıkacak ki daha şu anda başlamış durumdalar. Şu anda şikayet dilekçelerini verecekleri bir yargı makamı olmadığı için yargıya yansımıyor bunlar ama ilerde çıkacak.

Yandaş gazetecilere "Demirtaş'ı sürekli terörist ilan edin, vatan haini ilan edin" mesajı geliyor

Bu medya ayağının yönetildiği merkez Saray’ın İletişim Başkanlığıdır. Örneğin, üç merkez ana haber kanalının açık oturum programlarına da aynı merkeze bağlı konuşmacılar çıkarılır. Telefonlarına tek merkezden mesaj gelir. Teker teker kanalları aynı anda gezerseniz hepsine aynı anda, aynı mesajın geldiğini görürsünüz. Bu yandaş gazeteciler hızla hepsi telefonuna bakarlar ve iki dakika sonra, üç ayrı kanalda konuşuyor olmalarına rağmen aynı şeyi söylemeye başlarlar. Çünkü o anda kendilerini yöneten merkezden şu konuyu dile getirin diye talimat gelir. Onlara gelen bu yönlü talimatlardan biri de "Demirtaş’ı sürekli 6-8 Ekim’in faili gösterin, katil gösterin, terörist ilan edin, vatan haini ilan edin ve onun tutuksuz yargılanması gerektiğini söyleyen herkesi düşman ilan edin" şeklinde mesajlardır. Bunları bilgiye dayalı söylüyorum, elimde belge yok. Emin olun bir gün belgesi de olacak.

Devlet içinde kendi çıkarları dışında başka bir şey düşünmeyen cahil cühela, ahlaksız bir ekip var

Devlet içinde herkes Demirtaş düşmanı değil, demokrasi düşmanı değil. Devlet içerisindeki herkes bu ülkenin, toprağın düşmanı değil. Ama devletin içerisinde bu halkın, milletin düşmanı olan kendi çıkarları dışında başka bir şey düşünmeyen, aldıkları ballı maaşlar, yakınlarının aldıkları ihaleler dışında hiçbir şey düşünmeyen cahil cühela, ahlaksız bir ekip var. Onlar bu operasyonu sürdürüyor. Bunun yargı ayağı var. İçinde başsavcılar var. Cumhurbaşkanın avukatları var hakimler, özellikle sulh ceza hakimleri var. Ben hepsini kastetmiyorum. Ağır ceza hakimleri var. Benim dosyama bakanlardan biliyorum. Bunların hepsi hakkında şu veya bu şekilde belgeleriyle, avukatlarım tarafından HSK’ya yapılan şikayetler var. HSK bunları gündeme almıyor. Tabii ki almaz, bizim öyle safiyane bir beklentimiz de yok. Yarın öbür gün HSK üyeleri de dahil olacak şekilde anayasal rejimin ortadan kaldırılarak yerine otoriter tek adam rejiminin inşa edilmesi, devlet kurumlarının tamamının tasfiye edilmesi, karar ve denetim mekanizmalarının ortadan kaldırılması için çalışan, bu yönüyle devlet içerisinden ihale alan, yolsuzluk yaparak menfaat sağlayan çete ortaya çıktığında benim yargılamalarımın neden AİHS 18’e girdiği daha iyi anlaşılacak. Çünkü amaç budur. Bizim tutuklanmamızın altında yatan amaç budur. Biz bunu engellemeye çalıştık, bunu durdurmaya çalıştık. Ve halen bunun için çalışıyoruz diye buradayız. Türkiye’de halen muhalefet bunu durdurmaya çalıştığı için terörist, vatan haini ilan ediliyor.

Yargıya göre katiller iyi halli, biz kötü halliyiz

En son Temmuz ayında sizinle duruşma yapabildik. Temmuz ayından bu yana Türkiye’de ne oldu? Devlet içindeki çetenin yargı ayağından tutun da medya ayağına, bürokrasi ve siyasi ayağına kadar bunların kurmaya çalıştığı rejim tam olarak ne yapıyor? Bir hatırlatma yapayım: Bizi halen cezaevinde tutan yargı Temmuz’dan bu yana ne yaptı? Her duruşmada ben bunları tutanağa geçiyorum ki yarın bir gün, “Türkiye’de o dönem tutukluluk esastı, herkes tutuklanıyordu” denmesin. Bilenler bilir, bilmeyen benim ağzımdan duysun. 30 yıl kesinleşmiş adli hapis cezası alsaydım bugünkü infaz rejimiyle onda birini kapalı cezaevinde geçirirdim ve açık cezaevine geçerdim. Yani 3 yılı aşkındır beni kapalı yüksek güvenlikli cezaevinde tutuyorsunuz. Bu şu demektir; adli bir suç işlesem ve 30 yıl kesinleşmiş hapis cezası alsaydım onun infazını yaptırmış olurdunuz. 30 yıllık cezanın infazını yattım ben adli suçlar için. Bu süre zarfında ne yaptılar? Bana ve diğer milletvekili ve belediye başkanı arkadaşlarıma? Osman Kavala’ya, ÇHD’li avukatlara, Selçuk Kozağaçlı’ya bu hukuku reva gören yargı ne yaptı? Örneğin 18 Ağustos’ta Kırıkkale’de koruma altında olan Emine Bulut çocuğunun gözü önünde katledildi. Yargı ve hükümet koruyamadı. Beyoğlu’nda İTÜ Elektrik Mühendisliği mezunu 23 yaşındaki Halit Ayar, kendisinden zorla para isteyenlere para vermediği için bıçaklandı, katledildi. Kimler katletti isimleri önemli değil. İyi halli oldukları için birkaç gün önce cezaevinden salıverildikleri ortaya çıktı. Yargımıza göre bunlar iyi halli, biz kötü halliyiz. Ve şu anda elbirliğiyle korumaya çalıştığınız bu tek adam rejiminin yarattığı ağır ekonomik kriz, yolsuzluktan, plansızlıktan kaynaklı ekonomik kriz nedeniyle insanlar toplu olarak intihar etmeye başladı. Kasım 2009’da İstanbul Fatih’te 4 kardeş siyanür içerek intihar etti. Ondan bir gün sonra Antalya’da 4 kişilik Şimşek Ailesi borçları nedeniyle baba eşine ve çocuklarına siyanür içirerek intihar etti. 15 Kasım’da Bahattin Delen ‘aşırı borçlarım var ödeyemiyorum’ diye intihar etti.

O günden bugüne Meclis’te iki intihar girişimi gerçekleşti, dışarıda da 50’den fazla borç batağı ve açlık nedeniyle intihar vakası gerçekleşti. Bakın, intiharlar kadar trajik bir şeyden söz ediyorum; Uşak’ta 13 Aralık’ta bir kişi açlıktan bayıldı. ‘‘Üç aylık çocuğum var’’dedi ‘‘işsizim ve karnım aç’’ dedi açlıktan bayıldı.

Gencecik bir kadın ekonomik krizle birlikte bunalıma girip intihar etti

2019 Türkiye’sinde kurulmak istenen düzen bu. Ne oldu? İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü üçüncü sınıf öğrencisi Sibel Ünli; şimdi çarpıtıyorlar "psikolojik sorunu vardı, şu vardı, bu vardı" diye. Sosyal medya mesajları ortada, yemek yiyemediği için, cebinde parası olmadığı için ekonomik krizle birlikte bunalıma girip gencecik bir kadın intihar etti. Ve o üniversitenin kapısı, sizler de üniversite okudunuz bizler de... O üniversitenin kapısında ‘‘ücretsiz ya da düşük fiyata, indirimli yemek yemek istiyoruz’’ diyen öğrenciler güvenlik güçleri tarafından -dayak demeyeceğim- aleni, canlı yayında işkenceden geçirildi. O görüntüleri birkaç saniye televizyonda gördük sonra avukatlarım anlattı. Böyle bir ruh hali böyle bir psikolojiyle nasıl dövebilir üniversite öğrencilerini polisler? Onların da ruh hali iyi değil demek ki. Ucuz yemek istiyoruz diye kendi üniversitesinin kapısında dilekçe vermeye çalışan öğrencilere bu kadar hınçla, bu kadar öfkeyle, kinle nasıl vurulabilir? Yaratmak istediğiniz, koruduğunuz, bizi içeri atarak var olsun dediğiniz sistem bu.
Başka bir karar: Sevgilisini darp etti, dokuz kişiyi arabayla ezdi, pompalıyla bir kişiyi yaraladı. Görkem Sertaç Göçmen. Dün tahliye edildi. Birkaç ay tutuklu kaldı. Ne demiş mahkeme: “Tutuklu kalması mağduriyetine yol açabilir.” Tabii neden mağdur olsunlar ki? Olmasınlar. Çıkıp dışarıda tacizlerine, katliamlarına devam etsinler. Onlar bu sistemin adamı, biz bu sistemin adamı değiliz. Bu sistemin insanları bunlar… Ne oldu? Rize’de Besim Güngör, 27 Temmuz. Rabia T. isimli genç kadını sokak ortasında öldüresiye dövdü. Sulh Ceza Hakimine götürdüler, serbest bırakıldı. Medyada kıyamet kopunca gerisin geri gözaltına alıp tutuklamak zorunda kaldılar. Ben hem hukukçu hem de siyasetçi olarak tutuklamadan yana değilim, illa tutuklayacaksınız demiyorum ama biz tutukluyken neler yapılmış onları anlatmaya çalışıyorum.

4 Eylül 2019, Eskişehir’de eşine 15 bıçak darbesiyle saldırıp yaralayan kişi tutuksuz yargılanıyor, bir gün cezaevine girmedi, hala tutuksuz yargılanıyor. Eşi dedi ki ‘Ben öldükten sonra mı onu Ağır Ceza’da yargılayacaksınız’’ çünkü hafif yaralamalara asli cezada dava açılıyor. İstanbul’da 16 yaşındaki çocuğu silah kabzasıyla başından vurup öldüren bir polis tutuksuz yargılandı, yedi buçuk yıl ceza aldı, tutuksuz olarak dosyanın Yargıtay’a gönderilmesine karar verildi. İstanbul’da Kartal’da 21 kişinin hayatını kaybettiği Yeşilyurt Apartmanı’nın çökmesine sebep olan kontrolöründen tutun yetkililerin hepsi en fazla üç ay tutuklu kaldılar ve tahliye edildiler. Tek bir tutuklu yok dosyada. İzmir’den boşanmak isteyen eşini beş yerinden bıçakladı mahkeme şunu sordu sanığa; ‘Seni öldürmek istediyse bıçak neden derine yani vücuduna girmedi’. Mağduru sorguluyor, sanığı değil ve sanığın tahliyesine karar verdi. Beş yerinden bıçaklanmış, bıçak neden vücuduna tam olarak girmemiş diye, niye ölmemişsin diye mağduru sorgulamış ve sanığın tahliyesine karar vermiş.

Üç yıl boyunca 5 ve 8 yaşlarındaki iki çocuğa cinsel istismarda bulunduğu için 30 yıl ceza alan sanığın istinaftaki dosyası 1700’lü esaslarda olmasına rağmen 900 esaslardaki dosyaya bakılmadan bir ay içinde istinaf bu dosyayı ele aldı, bozdu ve sanığı tahliye etti. 30 yıl boyunca iki çocuğa 3 yıl boyunca cinsel istismarda bulunduğu için. Ankara İstinaf Mahkemesi. Bursa’da sevgilisi Aslı Çakıcı’yı bacağından pompalı tüfekle vurmuş, iyi hal indirimleri vesilesiyle kendisine en fazla 12 ay ceza verilmiş bir de silah cezası ve mağdur olabileceği göz önünde bulundurularak 3-4 ay tutukluluktan sonra tahliyesine karar verilmiş. Son bir örnekle bu örnek kısmını kapatayım Ordu’da 12 ayrı suçtan suç kaydı bulunan Özgür Arduç isimli zanlı açık cezaevinden firar etti ve Ceren Özdemir adlı genç kadını vahşice katletti. Özgür Arduç ve Ceren Özdemir davasını hepiniz izlemişsinizdir. Sizin hukukçu olarak vicdanınıza güvenmiyorum da hiç değilse insan olarak içiniz yanmıştır. Bu adam açık cezaevinden çıkabildi bu adam! 12 ayrı suçu var ve iyi hallidir deyip açık cezaevine gönderdiler ve oradan elini kolunu sallayarak gitti ve biz hapisteyiz.

Dünyada insan haklarının en düşük seviyede olduğu iki ülke Türkiye ve Haiti

Uluslararası Demokraside Seçim Destek Kurumu’nun her yıl hazırladığı bir rapor var 2019 raporundan birkaç cümle okuyayım size. Bu rapora göre dünyada insan haklarının en düşük seviyede olduğu iki ülke Türkiye ve Haiti. Haiti’de mahkeme var mı bilmiyorum. Irak, Haiti, Madagaskar, Gine. Başka bir kategoride bir sıralama daha var. Dünyada şu anda 10 ülkede demokratik değerler tamamen geriye doğru gidiyor. Bunlardan da biri Türkiye. Dünya genelinde cinsiyet eşitliğinde sadece 3 ülke düşük seviyede puan almış; Türkiye, Irak, Papua Yeni Gine. Dünyanın tamamına yakını bu çalışmaya alınmış. Denge ve denetleme ağı, demokratik değerler içerisinde düşük seviyede kalan bir tane ülke var. Sürpriz değil, Türkiye. Yani denge ve denetlemenin olmadığı tek demokratik ülke; ne kadar demokratik olduğu ortada, kendisini demokratik olarak tanımlayan ülkelerin tamamında yapılan araştırma, bir tanesinde şu anda denge denetleme yokmuş o da Türkiye. Az çok her ülkede varmış bu rapora göre.

Devam ediyorum. Neden AİHM 18. Madde bizim açımızdan gizli bir gerekçe. Kurulmak istenen rejim bu, kotarılmak istenen sistem bu. Bunun önünde engel olan herkese ne yapılması gerekiyorsa da devlet içerisinde görevler verilmiş. Bakın AİHM’de avukatlarım hükümet temsilcileriyle karşı karşıya 17 yargıcın önünde -aralarından biri Türk yargıç- savunma yaptılar. O savunmadan önce müdahil taraflardan yani benim lehime müdahil olarak dosyaya daha önceden başvurmuş olan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu Yüksek Komiseri’nin sözlü sunumu var. Onu okumak istiyorum. Tam bahsettiğim gizli amaçtan söz ediyor. Onların da tespiti bu, konseyin resmi raporu ve görüşüdür. Strazburg’daki duruşmada konuşuyor. Ne diyor Milatoviç:

"İnsan Hakları Komisyonunun bir üyesi olarak bu davanın önemi nedeniyle bu yargılamaya katılmaya karar verdim. Ofisim yani Avrupa Konseyi İnsan Hakları Ofisi Türkiye’yi bilhassa da Türk yargı sistemindeki tutuklama yargılama konusunu yakından takip ediyor. Başlarken selefimin bu davaya ilişkin 2017 yılının Kasım ayında sunduğu yazılı görüşün ilk haline harfi harfine katılıyorum. Öte yandan bu duruşma vesilesiyle bahsettiğim yazılı görüşü son çalışmalar temelinde tamamlamak istiyorum. Bu sunumun önündeki başvuru da dahil mahkemede devam eden çok sayıdaki diğer davayı bağlamına oturtmaya yardımcı olacağını ümit ediyorum. 2018 yılı Nisan ayında görevime başladığımdan bu yana bu dava ile ilgili sorular gündeminde öncelikli olarak yer almıştır. Bu yılın Ocak ayında Kavala vs Türkiye davasına yazılı görüşlerimi sundum ve Türkiye’deki tutuklu yargılama ve daha genel olarak ceza yargılamalarına dair kaygılarımı mahkeme ile paylaştım. Daha yakın zamanda yani Temmuz ayının başında diğer konuların yanı sıra yargının bilhassa da ceza yargılama sisteminin işleyişi yargının bağımsızlığı konularına özel olarak odaklandığım bir program ile Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirdim. Hukuki olmayan gözaltı ve tutuklama iddialarıyla ilgili olan mevcut dava, yani Demirtaş davası istisnai olmaktan son derece uzaktır. Ofisim bu mahkeme önünde devam eden çok sayıdaki parlamento üyesinin, gazetecinin ve az öncede ifade ettiğim gibi insan hakları savunucularının davalarına 3’üncü taraf olarak müdahil olmuştur. Bu davalar insan haklarına ilişkin temel kaygılarımızı ortaya çıkaran yaygın bir modeli temsil etmektedir. Bu davalarla ilgili asli kaygılarım arasında Türk mahkemelerin tutuklama gözaltı ve yargılamaya ilişkin 5’inci maddenin gerekliliklerini yerine getirmedeki sistematik başarısızlığıdır. Tutuklama ve tutukluluk halinin devamına ilişkin özellikle AYM’nin kararları özü itibariyle soyut ve seromotif olma özelliğini - ki bu durum sulh ceza hakimlerinin kararlarında da bilinmektedir - sürdürmektedir. Bu kararlar çoğunlukla makul şüpheye ilişkin güvenli kanıt sunma, davanın olgusal temellerini ve şüphelinin bireysel durumunu ele alma konusunda başarısız olmaktadır. Benzer şekilde mahkemeler kişi özgürlüğünden mahkum bırakmayı gereklilik ve orantılılık temelinde gerekçelendirmekte başarısız olmaktadır. Ayrıca tutukluluğu gerekçelendirmek için kullanılan kanıtların sadece beyanlar ve şiddet içermediği açıkça belli olan fiillerdeki, bunlarda sözleşmede bilhassa 10’uncu maddede zaten korunması gereken haklardandır, bu durum giderek yaygınlaşmaktadır. Bu durum mahkemenin Türkiye ile ilgili 20 yıldan uzun bir süredir çok sayıda ifade özgürlüğü ile ilgili tespit ettiği çok sayıda içtihadına rağmen Türk savcıları ve mahkemeleri, uygun bağlamsal analiz yapmakta ve böylesi kanıtların var olan yerleşik içtihatlar ışığında süzmekte başarısız olmaktadır. Dahası şüphelinin tutukluluğa itiraz etme imkânı da sınırlı. Önemli bir sorun da hakimlerin çalıştığı sistemin kapalı devre sistemi olmasıdır. Bir diğer sorun ise uygun bir gerekçelendirme olmaksızın soruşturma dosyasına erişim engelidir. Erişimin kısıtlanması Türk hukuk sisteminde istisnai olmaktan ziyade neredeyse otomatik hale gelmiştir. Böylesi bir dosyada bu koşullarda bunun gibi kısıtlamaların neden son derece gerekli olduğunu kanıtlamanın yetkililere ait olduğunu düşünüyorum. Yargı denetiminin hızlı bir şekilde yapılması sorunları ile ilgili olarak bu mahkeme de daha önce öne sürdüğüm gibi Türk yargı sisteminin tutuklu yargılama dosyalarını incelemesini etkileyen gecikmeler bireysel başvuru sistemini etkilediği ile ilgili ciddi şüpheler doğurmaktadır. Diğer derece mahkemelerinin AİHM içtihatlarında belirlenen prensipleri de göz ardı etmeye devam ederken AYM’nin tutuklu dosyalarının tamamını incelemesi bakımından ne kapasitesi olduğunu ne de bir temyiz mahkemesi gibi hareket ettiğiyle ilgili bir rolü olmadığını düşünüyorum. Tüm bunların birleşimi ve diğer faktörler tutuklamanın de-facto bir cezalandırma aracına dönüştürüldüğü bir durum ile sonuçlanmaktadır. Aralarında başvurucunun yani Demirtaş'ın da olduğu parlamento üyeleri bakımından ise uzun tutukluluğun Türkiye’deki nüfusun önemli bir bölümünün demokratik temsiliyetinden mahkum kalması gibi belirgin bir sonucu vardır. Tutukluluğun sözleşmede belirlenen dışında bir başka bir amaçla kullanılıp kullanılmadığına ilişkin olarak selefim şu ifadeleri kullanmıştır: Türkiye’de ceza hükümleri ve yargılamaları muhalif sesleri susturmak için kullanılmaktadır. Daire 18’inci maddede ihlal tespit ederken bu görüşlere önemli bir ağırlık atfetmiştir. Türkiye’de sadece parlamenterlerin değil aynı zamanda insan hakları savunucuları, gazetecileri, akademisyenleri ve toplumun diğer muhalif seslerini etkileyen bu problem hala devam etmektedir. Bu kişiler şiddet içermeyen beyanları nedeniyle çoğunlukla herhangi bir kanıt olmaksızın sadece varsayılan niyetlere dayanarak düzenli olarak yargı süreçlerine maruz kalmaktadır Şu konuda net olalım. Bu problem tutuklamanın ötesine geçmekte ve bir bütün olarak ceza yargılamalarını etkilemektedir. Aslında son yıllarda birçok insan bu şekilde müebbet hapis cezası da dahil ciddi cezalar alarak hüküm giymiştir. Türkiye’ye gerçekleştirdiğim son ziyaretimde mevzuattaki çok geniş terörizm tanımı ve yargının bu tanımı daha da esnetmesinden kaynaklı olarak bu uzun süreli problemin artık öngörülememiş düzeylere ulaştığını söyleyebilirim. Bahsettiğim ziyaretim sırasında kanıt olarak kullanılanların kimi zaman o kadar tutarsız hale geldiğini gözlemledim ki bunu fiillerin hukuki sonucuna ilişkin iyi niyetle öngörebilmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Yargının içinde bulunduğu duruma dair gözaltına alınan 3 bin 600, meslekten çıkarılıp gözaltına alınıp tutuklanan da dahil 4 bine yakın yargıç ve savcı ve onların yerine atanan 10 bin yeni yargı mensubunun da iktidarın politikalarına yakın olabileceğini dikkat çekiyorum. Mahkemeye HDP’li bir milletvekilinin tutuklanmasının Türkiye’deki resmi politikalara karşı eleştirel olan farklı gruplara yönelik daha yaygın bir modelin bir parçası olduğunu beyan etmiştir. Örnek olarak kendilerine yönelik ceza soruşturmalarını göstererek belediye başkanlarının görevden alınması ve yerlerine seçilmemiş kamu görevlilerinin getirilmesi gösterilmiştir. Bu uygulama halen devam etmektir. 

HDP milletvekillerinin neredeyse tamamı, CHP milletvekillerin de bazılarını bu ceza yargılamaları etkilemiştir. Çünkü savcılık bahse konu milletvekillerinin esas olarak beyanlarını hedef alarak onlar hakkında terör örgütü propagandası, kin ve cumhurbaşkanına hakaret varsaydıkları konularda soruşturma açma konusunda orantısız bir biçimde aktiftir. Bu yargılamaların çoğu Türkiye aleyhine olan birçok davada açıkça dile getirdiği gibi Türkiye’nin sözleşmenin 10’uncu maddesi kapsamındaki yükümlülüğüne sistematik olarak uymadığını tekrar etmek gerekir. Bu koşullarda ceza yargılamasının seçici bir biçimde kullanıldığı ve kullanılmaya devam ettiği, ceza soruşturmalarının, gözaltı ve tutuklamaların muhalif kesimi susturmak, toplumda eleştiriye dair cesareti kırmak gibi açık bir amacı olduğu argümanına güvenmemek zordur. Bu durumun yarattığı caydırıcı etki son derece vahimdir. Umuyorum yorumlarım mahkemeye yararlı olacaktır" demiş İnsan Hakları Yüksek Komiserliği.

Bunlar resmi Avrupa Konseyi beyanlarıdır. Az önce tarif etmeye çalıştığım Türkiye’de anayasasızlık, kaos rejimi inşa edilirken dışarıdan yapılan gözlem ve tespitlerin de benim az önce ifade ettiklerim ile uyumlu olduğunu göstermek için okudum.

Anayasa ters yüz edilirken Türkiye Cumhuriyeti bir gıdım ileriye gidemez

Türkiye Cumhuriyeti Devleti köklü bir devlet geleneğine dayanarak kuruldu, Osmanlı’dan Selçuklu’dan kurulan 16 Türk devletinin geleneğini alarak kuruldu. Devlet teorisine, devletin her türlü baskı zulüm uygulamalarına eleştirilerim bir tarif, bunların hepsine muhalif bir politika yürüttüğüm bir tarafa ama şunu bilirim; Türk Devleti bunu kendisine yapanın yanına kar bırakmaz. Benim için değil, Demirtaş’ı sevdiği için değil, benim kara kaşım kara gözüm için değil ama benim tanıdığım Türk Devleti kendisine bunu yapanın yanına bırakmaz. Mutlaka bunun da yargı önüne taşınacağı günler gelir. Anayasa ters yüz edilirken, anayasa askıya alınırken, devlet bir aile tarafından, hanedan tarafından yönetilirken, devletin bütçesi, kanunları, pratik bürokratik uygulamaları tamamıyla bir hanedan tarafından yönetilirken, buna sessiz kalan, onay veren, destekleyen bütün ayaklar ortaya çıkarken ve hesap sorulmazken zaten Türkiye Cumhuriyeti bir gıdım ileriye gidemez.

Sizin yapmaya çalıştığınız kaos düzenini inşa etmeye yardımcı olmaktır

Bizim hedefimiz ve amacımız bu yüzleşmenin demokrasi lehine olmasıdır. Bu yüzleşmeden demokrasinin ortaya çıkmasıdır. İntikamcı, kinci yaklaşımlardan öte bu yüzleşmenin hukuk devleti ve demokrasinin kurallarının oturacağı bir merhaleye ulaşmasıdır. Biz de onun mücadelesini veriyoruz. Bu savunmaların tamamında yapmaya çalıştığım budur. Sizin yapmaya çalıştığınız ise kaos düzenini inşa etmeye yardımcı olmaktır. Benim avukatlarımın, partimin ve diğer muhalefetin yapmaya çalıştığı da bu yüzleşmenin demokrasinin gelişmesine yarar sunacak şekilde ortaya konulması için mücadele etmektir, direnmektir.

Verdiğiniz tahliye kararı AİHM’de görülecek duruşmaya lojistik destek sağlamaktadır

AİHM’deki duruşmadan devam ediyorum. Yargıçlar tek tek soru sormuşlar hem benim avukatlarıma, temsilcilerime, hem de hükümetin temsilcilerine… Takdir edersiniz ki hükümete sorulan sorular size sorulmuştur. Ben şahsen heyet üyesi olsam çok merak ederdim hatta canlı izlerdim çünkü siz yargılıyorsunuz. Bakın ne sormuşlar, hükümet sizin adınıza ne cevap vermiş? Hangi ülkeden olduğunu bilmiyorum yargıç söz almış soru sormuş: “Çok teşekkür ederim Sayın Başkan. Yalnızca 3 sorum var. İlk olarak duruşmanın devam etmesi için kesinlikle gereken bir konuya dönmek istiyorum. Tarafların sundukları savunmadan davanın sonucuna ilişkin duygusal beklentileriyle ilgili hemfikir olmadıkları gözükmektedir. Savunmasının 144’üncü paragrafında başvurucuya göre parlamenter dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından herhangi bir AKP veya MHP milletvekilinin de dokunulmazlıklarının kaldırılmış olmasına karşın bu partinin üyelerine yönelik bir ceza soruşturması açılmamıştır. Hükümetin sunduğu savunmanın 90’ıncı paragrafına göre ise parlamenter dokunulmazlıkları kaldırıldıktan sonra 5 AKP, 1 MHP üyesinin de hüküm giydiği ve ceza aldığı ifade edilmektedir. Hükümeti mahkemeye bu konuda açıklık getirmeye davet ediyorum. Özellikle parlamenter dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra ceza alan herhangi bir AKP veya MHP üyesi bulunmakta mıdır? İkinci olarak, daire kararının tam olarak 275’inci paragrafında karar tespit edildiği için sözleşmenin spesifik olan 10’uncu maddesinin ihlali ile ilgili olarak kabul edilebilir veya bu çerçeveden herhangi bir beyanda bulunmak gerekmemektedir. Mahkemenin bu konu ile ilgili içtihadını dikkate alarak tarafların bu konudaki görüşünü öğrenmek istiyorum. Üçüncü olarak da Türk ceza sisteminde uygun tarafların bir konuda mevzuat oluşturması için davet edildiği bir durumda tutuklu yargılanan bir milletvekilinin bir kanun teklifinde bulunması mümkün müdür? Yani, parlamenter faaliyetlerine cezaevinde iken devam etmesi mümkün müdür?”. Çünkü hükümetin böyle bir iddiası var. Tutukludur ama hiçbir parlamenter faaliyeti kısıtlanmamıştır şeklinde cevap verdiği için bu soru sorulmuş.

Şimdi geliyorum bütün bu yargıç soruları içinde en güzel ve en orijinal soruya, biraz önce avukatlarım ifade etti, Mahsuni Bey (Karaman) özellikle ilginç bir kavram kullandı; sizin verdiğiniz tahliye kararı AİHM’de görülecek olan duruşmaya lojistik destek sağlamaktadır. Bunun neden böyle olduğunu -Mahsuni Bey o sırada duruşma salonundaydı, Strazburg’da- gözleri ile görüp tanık olduğu için rahatlıkla bunu söyleyebiliyor.

Türkiye hükümeti ile AİHM’in yeni Türk yargıcı arasında bir iletişim kanalı mı var?

Ben de onun buradaki ispatını söyleyeyim. Neden tahliye kararı verdiniz biliyor musunuz? Biraz sonra okuyacağım AİHM’deki Türk yargıcın şu soruyu sorabilmesi için… Mahkeme heyetine şu soruyu sorarak bir hatırlatma yapabilmesi için. Bakın ne demiş? Bütün dosya kapsamı içinden Türk yargıç ne sormuş avukatlarıma? “Teşekkürler Sayın Başkan iki sorum var ilk sorum tarafların ikisine birden. İkincisini ise sadece başvurucuya yöneltmek istiyorum. Başvurucunun avukatları mahkemeye 11 Aralık 2018 tarihli bir belge sundu. Bu belgeye göre başvurucu 7 Eylül 2018’den itibaren 4 yıl 8 aylık cezasını çekmeye başlamıştır. Şimdi bu kanıtın ışığında başvurucu hakkında verilen hüküm sonrasında kendisi bugün itibariyle sözleşmenin 5’inci maddesinin bir alt fıkrası amaçları açısından özgürlüğünden yoksun bırakılma durumu bakımından halen tutuklu yargılanan bir kişi olarak mı yoksa hükümlü olarak mı değerlendirilir?” Türk yargıcın sorduğu soru bu. Yani diyor ki Demirtaş şu anda tutuklu mu hükümlü mü? Bunu söyleyin diyor. Yani, yargıçlar heyetine de şunu hatırlatıyor. “Demirtaş şu an tutuklu değil ha haberiniz olsun hükümlüdür başka bir dosyadan. Dolayısıyla 5-1-A konusuna girmenize gerek yok” diyor Türk yargıcı. Neden, çünkü o sırada siz tahliye kararı vermişsiniz duruşmadan birkaç gün önce. Benim bu dosyadan tahliye olduğuma dair bilgiyi AİHM’e biz sunmadık, hükümet de sunmadı. Türk yargıç nereden biliyor? Bu yargıç sizin gibi sürekli medyayı takip edemez herhalde. Siz medyadan duymuşsunuz ya avukatlarımın gelmeyeceğini. AİHM’deki bir Türk yargıcın işi benim Türkiye’deki dava safahatimi takip etmek de olmadığına göre ciddi ciddi şüphelerimiz var. Türkiye hükümeti ile AİHM’in yeni Türk yargıcı arasında başka bir iletişim kanalı mı var? Ve bu soruyu soruyor; Demirtaş şu anda tutuklu mu hükümlü mü diyor, bunu önce bir anlatın.

Böylesi bir ucubelik sadece Türkiye’de var

Sonra daha ikinci sorusu da var. O trajikomik yani, insan üzülüyor, yani ülkem adına orada bulunan hukukçu hepimizi temsil etsin diye de düşünürüz doğrusu ama diyor ki; “Beyanlarınızda parlamento üyelerinin oy kullanmak için fiziksel olarak parlamentoda bulunmaları gerektiği, Türk kanunlarının tutuklu parlamento üyelerinin vekaleten oy kullanmasına izin vermediğini belirttiniz. Peki, Avrupa devletlerinde bunun örneği var mı? Tutukluyken parlamentoda fiziki olarak oy kullanabilen bir örnek var mı ki siz bunu söylüyorsunuz” diyor. Çok trajik, çok üzüldük. Ben de çok üzüldüm oradaki avukatlarım da ki başta koca Profesör Başak Çalı beni temsil ediyordu heyet başkanı olarak, savunma heyetinin başkanı olarak. Kendisi Avrupa İnsan Hakları Hukuku konusunda Türkiye’de çok sayıda hakim ve savcıya eğitim vermiş bir hocadır. Kendisi de bu soruya çok üzülmüş. Soruyu tekrar okuyorum, diyor ki; “Avrupa’da bir parlamenterin tutukluyken fiilen gidip parlamentoda oy kullanabildiğinin bir örneği var mı ki siz Demirtaş için bunu istemişsiniz.” Tabii ki onun cevabını peşinen söyleyeyim; Başak Hoca şunu söylüyor; “Çok doğrusunuz bunun bir örneği yok çünkü Avrupa tarihinde görevde tutuklu olan hiç milletvekili yok. O yüzden örneği yok.” Ve Türk yargıcın bundan haberi bile yok. Görevdeyken tutuklanmış ve görevi süresince tutuklu kalmış tek milletvekilleri biziz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önündeki dosyalar açısından da belirtiyorum; o yüzden örneği yok. Ve Başak Hoca da şunu söylüyor “Haklısınız, böyle bir örnek yok, biz de bulamadık, tek örnek Türkiye’dir”. Tutuklu vekil. o yüzden oy kullanabilmiş mi kullanamamış mı AİHM önüne böyle bir dava gelmiş mi diye sorarsanız hiç olmamış bu ucubelik sadece Türkiye’de olmuş.

Başka bir yargıcın sorusunu size okumak istiyorum cevabı sorudan ilginç. Özetleyerek gidiyorum. Avrupa yargıçlarından, mahkeme yargıçlarından biri şunu soruyor: “Ben Türkiye’deki parlamenterlerin durumu ile ilgileniyorum, o nedenle anayasanın 80. maddesinin 1. fıkrasını okumama müsade edin, TBMM üyeleri meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden, o oturumdaki başkanlık divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamakla, açığa vurmakla sorumlu tutulamazlar. Dolayısıyla burada parlamenterin sorumlu tutulmamasına ilişkin açık bir kural bulunmaktadır. Türk Anayasa Mahkemesi’nin 94 tarihli kararında ifade edildiği üzere buradaki amaç şu şekildedir. Yasama dokunulmazlığına 83. maddede yer vermekle yürüttüğü amaç, yasama görevini yürütenlerin, bu görevi her türlü kaygı ve baskıdan uzak olarak güvenceli bir biçimde ve gereği gibi yapmalarını sağlamaktır. 83. maddenin 2. fıkrası değişmiştir fakat bu yani “sorumlu tutulmama kuralı” değişmemiştir. Şimdi benim sorum; “bu durum veya bu kural Türkiye’de nasıl yorumlanmaktadır?” Birincisi, beyanlar parlamento dışında verildiğinde spesifik prosedür var mıdır? O oturumdaki başkanlık divanının tespiti üzerine başka bir karar alınmadıkça mıdır? Şayet parlamento dışındaki konuşmaların bu güvence kapsamında olduğuna dair her zaman spesifik bir karar var ise başvurucunun durumuna ilişkin böylesi kararlar alınmış mıdır? Ve yine görüşlerin dışarıda tekrar edilmesi ve açığa vurulması nasıl yorumlanmalıdır? Tüm cümleler aynı tekrar mı olmalıdır yoksa genel tekrar da olabilir mi? Bu durum nasıl yorumlanabilir? Ayrıca şayet bahse konu madde beyanlar ile ilgili ise bunun kapsamı tweet ve diğer sosyal medya forumlarına da uygulanmakta mıdır? Bir sorum bu kadardır. İkinci sorum, hükümetin öngörülebilirlik 83. maddenin 2. fıkrası anayasa değişikliği ile ilgili yakından takip ettim. Sizi doğru anlamak için şu soruyu sormak istiyorum: Öngörülebilirlik ile ilgili usul güvencesini dahil etmiyorsunuz değil mi? Ve son sorum da kanıtla ilgili: terör örgütü üyeliği ve kin ile ilgili iki farklı suç olduğunu anlıyorum. İkinci suç yani terör örgütü üyeliği bakımından merak ettiğim, bu şüphe hangi suç unsurlarına dayanmaktadır?” Başvurucu savunmasının 32. paragrafında bu şüphenin sadece aşağıdaki gerekçelere dayandığını iletmektedir. Okuyorum; “HDP tarafından atılan bir tweet ile PKK’li Murat Karayılan tarafından atılan bir tweet, ki hesabın sahte olduğu kanıtlanmıştır, arasındaki benzerlik”. Şimdi iki şeyi merak ediyorum; bu gerçekten sahte bir hesap mıydı ve bu şüphenin dayanağı nedir

Bir hükümet neden AİHM’in 17 yargıcı önünde ucuz, pespaye bir yalana başvurma gereği duyar?

Yani 31. fezlekenin gerekçesi, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçlamasıyla ilgili mahkeme heyeti soruyor; diyor ki “elinizdeki tek delil bu muydu” daha doğrusu örgüt üyeliği bağlantısının nedeni bu muydu? Hükümet 83/1 sorusu yani mahkemenizin ilk uydurmasının ilk anından itibaren belirttiğimiz, avukatlarım ve benim ısrarla sorumsuzluk diye tabir ettiğimiz Meclis içinde yapılmış konuşmalarımızın dışarıda tekrarından oluşan bütün konuşmaların ayıklanması talebimiz mütemadiyen 1 değil 2 değil 3 değil 3’ten fazla defa tarafınızdan ara kararlarla reddedildi. Peki, hükümet adına bu soruya cevap veren Adalet Bakanlığı temsilcisi ve çuvalla para verip Almanya’dan getirdikleri yerli milli Alman profesör, hukukçu profesör ne dedi biliyor musunuz? Dedi ki; “Başvurucunun Anayasa 83/1. maddeye dair hiçbir aşamada talebi ve itirazı olmamıştır.” Şimdi bir hükümet neden AİHM’in 17 yargıcı önünde ispatlanması çok basit bir yalana başvurma gereği duyar? Neden yalan atar bir hükümet? 3 dakika sonra ortaya çıkmış çünkü avukatlarım hemen biz defalarca itirazda bulunduk, evraklarını hemen çevirtip mahkemeye ibraz edeceğiz, mahkeme de tamam bekliyoruz demiş bu itirazlarınızı. Neden bir hükümet yalana sığınır? Bakın sizin adınıza orada savunma yapıyorlar, diyorlar ki Demirtaş 83/1 itirazını hiçbir aşamada belirtmedi. Oysa savcılıkta, duruşmada, Anayasa Mahkemesinde ve AİHM’de her aşamada ilk itirazımız budur. Kapsamlı, detaylı. 18 veya 28 bilemiyorum CD’yi siz bizzat Meclis’ten istediniz, anlatmama gerek yok. Talebimi reddettiniz, dediniz ki; biz sorumsuzluk incelemesi yapmıyoruz, bakmayacağız. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, birkaç yıl sonra yüzüncü yılını dolduracak bir cumhuriyet adına bir devlet adına 17 ülkenin en üst düzey yargıcı önünde gözlerinin içine baka baka ucuz, basit, pespaye bir yalan söyledi. Neden? Az önce anlatmaya çalıştığım kaos düzeni, tek adam düzeni nedeniyle devlet yok çünkü. Ortada bir devlet ciddiyeti yok, kimsenin birbirinden haberi yok, kurumlar işlemiyor.

Her şey Saray’a bağlı, Saray’ın da bir tane hedefi var: Demirtaş’ı suçlu göstermek

O anda akıllarına gelen ilk yalan neyse onu söylüyorlar. Kimsenin birbirinden haberi yok kimse ne hesap sorabiliyor ne bilgi belgeyle ilgili takibat yapabiliyor. Her şey Saray’a bağlı. Saray’ın da bir tane hedefi var: Demirtaş’ı suçlu göstermek. Gözlerinin içine baka baka yalan söylüyorlar. Bariz yalan söylüyorlar. İkinci, Murat Karayılan tweeti. Biz sahte olduğunu iddia ediyoruz, mahkemeniz araştırılmasına bile gerek duymadı. O kadar bariz sahte ki bu hesap, ben araştırmaya bile gerek duymuyorum diyor hükümet çünkü etkili olamayacak araştırmıyoruz diye ara kararınız var. Hükümet diyor ki bu hesap araştırılmıştır ve gerçek olduğu anlaşılmıştır. Bak niye böyle bir yalan söylüyor hükümet ya? Hani karşılarındaki AKP’nin talimatıyla çalışan savcı olsa anlarım. 17 ülkenin seçme yargıcı bunlar yahu! Benim babamın çocukları değil, sizin akrabanız değil, benim taraftarım onun da yandaşı değil.

Hükümet AİHM’e savunma sunarken ya da savunmalarına cevap sunarken yalan söylüyor

Şimdi başka bir yargıç bir soru daha sormuş. Burada konuştuğumuz tartıştığımız herşey ileriki aşamalarda yargılamanın konusu başlığı haline gelir diye bu soruları özellikle o yüzden tutanağa geçirmek istiyorum. Diyor ki AİHM yargıcı “İlk sorum başvurucuya. Hükümet müvekkilinizin kendisinin tutukluluğu hakkında karar veren mahkemeye çıkmayı reddettiğini iddia etmektedir. Şayet durum böyle ise başvurunun bu tutumu yargılamanın toplam süresi içindir. Yani hükümet AİHM’e savunma sunarken ya da savunmalarına cevap sunarken bir yalan daha söylüyor.” Diyor ki Demirtaş’ın kendisi mahkemeye çıkmayı kabul etmiyor. O yüzden tutukluluğu sürüyor. Bariz yalan. Oysaki ben mahkemeye çıkabilmek için tam 16 ay bekledim. 16 ay sonra siz huzurda bulunmak istediğimi önceden bildirdiğim bir hale rağmen SEGBİS’le savunmaya zorladınız. Ben de bizzat katılmak istediğimi belirterek SEGBİS’le çıkmadım o zaman. Bu bundan ibaret ama hükümet yine bu konuda çarpıtarak aleni yalan söylüyor. Diyor ki Demirtaş kendisini tutuklayan mahkemeye çıkmayı kabul etmediği için süre uzadı.

Her şey dünya kamuoyunun gözü önünde gerçekleşiyor

Aynı yargıç hükümete soruyor bu defa başka bir şey soruyor. Burada da bizim hükümete sunduğumuz belgelere dayanarak soruyor soruyu. Dikkat edin, dedim ya her şey dünya kamuoyunun gözü önünde gerçekleşiyor. AİHM yargıcı da aşağı yukarı Türkiye'de neler gerçekleştiğini bu tartışmalardan rahatlıkla öğrenebiliyor. Sorusu şu bakın. “Dolmabahçe Mutabakatı’nın yayınlanmasından kısa bir süre sonra (Yani hükümet yetkililer ile partim HDP yetkililerinin Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya gelerek açıkladığı ve İmralı çözüm sürecinin neticelendirildiğini gösteren mutabakat metnini kastediyor.) Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir hükümetin terör örgütüyle herhangi bir anlaşmaya varmasının söz konusu olamayacağını söyledi. 7 Haziran genel seçimlerinden birkaç hafta önce Başbakan Yardımcısı Sayın Akdoğan basına şu demeci verdi. Şayet HDP barajı geçerse ki bunun anlamı parlamentoda temsil edilmesidir ve AKP hükümeti iktidarı kaybederse çözüm süreci olmayacaktır. Muhalif bir siyasi parti ile yürütülen çözüm sürecinin temsilcilerinin barajı geçmemesi koşuluyla yapıldığı anlamına mı gelir? Böylesi beyanatlar serbest seçim bağlamında nasıl yorumlanmalıdır?” Yani hakim sorusuyla şuna dikkat çekiyor. Çözüm sürecinin bitirilmesiyle HDP’nin ve başvurucunun suçlanması bağıyla ilgili ne düşünüyorsunuz. Birileri istediği kadar kafasını deve kuşu gibi kuma gömsün. Her şey belgeleriyle süreçte ortaya çıkmış, efendim gelişmeleriyle kayıtlara geçiyor ve bir gün yüzleşmek için yargı önünde hesaplaşmak için de süresini zamanını bekliyor.

Bu kadar pespayelik olmaz

Bize yönelik sorulan sorulara hukuki temsilcilerimden, avukatlarımdan sevgili Kerem Altıparmak yine bu duruşma salonunda avukatlığımı yapan avukatlardan Ramazan Demir, Benan Molu savunmalarını yapıp cevaplarını vermişlerdir. Burada uzun uzun anlatmama gerek yok ama verilen cevaplar sonrası bir hakim ikinci defa soru sorma ihtiyacı duyuyor ve şunu soruyor tekrar. Yine aynı yargıç tekrar soruyor. “83’üncü maddenin birinci fıkrasıyla ilgili sorumu biraz netleştirmek istiyorum. Zira anladığım kadarıyla başvurucu bu hususun hem mahkemede hem de AYM nezdinde dile getirildiğini iddia ederken hükümet dile getirilmediğini söylüyor. Peki bunu bize açıklamak için mahkemeye sunacağınız herhangi bir kanıt var mı?” Kanıtın olduğunu da biliyor. Kanıt sunulması için de avukatlarıma mahkeme başkanı süre veriyor. Kanıt da zaten sizin SEGBİS tutanaklarınız. Ara kararlarınız. Sadece sizin mahkemenizde değil yargılandığım her mahkemede kovuşturma, soruşturma aşamalarının tamamında 83/1 itirazı yaptık. Ama hükümet yalan söylüyor. Ben şahsen utandım, avukatlarım duruşma çözümlerini bana getirince ben utandım. Ya bu kadar da pespayelik olmaz ya dedim bir hükümet adına. Tamam, beni suçlayın işiniz o, orada da nasılsa ortaya çıkacak bariz yalanlar söyleyebilirsiniz. Neden söylerler. İspatlamaya devam edeyim.

‘Sadece güçlü birer yıkıcı olanlar hiçbir zaman büyük birer insan olamaz’

Nasıl bir düzen kurulmaya çalışılıyor ve neden 18’inci Madde siyasi saiklerle işletiliyor anlatmaya devam ediyorum. Size şimdi sunacağım örnekler afaki örnekler de değil. Somut. Bakın Sebastian Haffner’in Hitler Üzerine Notlar diye bir kitabı var. Küçük bir kitap, bu kitaptan birkaç alıntı ile şu anda kurgulanmakta olan sistem arasındaki birebir benzerlikleri ortaya koyayım ki neden 18’inc Maddede kastettiğim ihlal siyasi saik ihlalidir. Diyor ki “Onu (yani Hitler’i) büyük insan olarak adlandırmak muhakkak ki zor geliyor insanlara. Ve bu çok anlaşılır bir durum. Sadece güçlü birer yıkıcı olanlar hiçbir zaman büyük birer insan olamaz. Biliyoruz ki Hitler güçlü bir yıkıcı olarak rüştünü ispatlamıştır. Ve icraatları açısından ağır bir kof olduğunu ve hiç şüphesiz sadece yıkıcılıkla değil her konuda kanıtlamıştır.” Yani Hitler’den söz ederken bir dikta rejimi, tek adam rejimi anayasayı askıya almış, anayasasızlık ve kaos düzenini örgütlemeye çalışmış bir liderin yıkıcılığından söz ediyor. Bir başka yerde şunu söylüyor. Bakın Hitler 38 Kasım’ında Alman gazetelerinin baş yazarlarına verdiği demeçten alıntı yapıyor. Hitler’in konuşması bu, diyor ki “Şartlar beni yıllar boyunca sadece barıştan söz ettirmek zorunda bıraktı.” Yani Hitler pişmanlık duyuyor. Şartlar diyor, yıllarca boyunca beni sadece barıştan söz etmek zorunda bıraktı. Tıpkı bizdeki gibi uzun yıllar barış görüşmeleri ve barış süreçleriyle kamuoyunu mecburen, kerhen, zorunlu olarak oyalaması gibi. Devam ediyor Hitler, “Sadece Almanların barış iradelerini barışçıl niyetlerini durmaksızın tekrarlayarak Alman ulusuna silahlanma imkanı verdim ki o da bir sonraki adımın ön koşulu olarak elzemdi. Bu şekilde seneler boyu sürdürülen barış propagandasını da sakıncalı tarafları var tabii. Çünkü birçok insanın beyninde bugünkü rejimin her koşulda sulhu korumak kararı ve iradesiyle özdeşleştiği düşüncesinin kolaylıkla yerleşmesine neden olabilir. Bu durum sadece bu sistemin kendisine koyduğu hedefin yanlış değerlendirilmesine neden olmaz daha da önemlisi Alman ulusunun uzun vadede mağlubiyeti kabullenmesine yol açabilecek ve bugünkü rejimin başarılarını onun elinden alabilecektir. Şimdi bütün o barış söylemi ve sürecinin tamamını Almanları silahlandırmakla, savaşa hazırlıkla geçirdi Hitler. Hitler’in 1938’de bir halefi yoktu. Kendisi iktidardan düşse ya da yaşamını yitirse yerine gelecek kimse yoktu. Bir halefin seçilmesine yön verecek bir anayasa da yoktu ortalarda. Keza bir halef ortaya çıkaracak tartışmasız haklara sahip herhangi bir kurum da yoktu. Anayasa çoktan kalkmış ama yerine bir başka anayasa konmamıştı. Dolayısıyla devlet aygıtı kendisine bir reis seçme imkânlarından yoksundu. 
Hitler’in yerine geçebilecek olan halef namzetlerinin hepsi devlet içinde bir devlete yaslanmıştı.

1938 Eylül’ünde bir askeri darbe için neredeyse hazır olan bir ordu vardı. Yani topyekün bakıldığında sadece Hitler’in şahsının bir arada tuttuğu ve onun ortadan kalkmasıyla bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilecek bir devlet kaousudur. Ve bu kaos bizzat Hitler tarafından yaratılmıştı. Yani bir anlamda onun icraatıydı. Sürecin sonunda daha kapsamlı bir yıkıma karışıp gözlerden saklandığı için bugüne kadar fark edilememiş bir yıkım icraatıdır. Hitler devletin işlerliğini, kendi mutlak iktidarı ve ikame edilemezliği lehine bilerek ve isteyerek yıkmıştır. Hem de en başından itibaren.

Bir devletin işlerliği bir anayasa üzerine bina edilir. Bu anayasa yazılı olabilir ya da olmayabilir. Ama 3. Almanya Cumhuriyeti en geç 1934 sonbaharından beri yazılı olan ya da olmayan herhangi bir anayasaya sahip değildi. Ne devletin gücünü vatandaşlar karşısında sınırlayan temel hak ve özgürlükleri tanıyor ve uyguluyordu ne de en zaruri düzeyde olsa bile bir anayasayı yani farklı devlet organlarının yetkilerini birbirlerine karşı sınırlayan ve bunların faaliyetlerinin mantıklı bir şekilde birbirine eklemlenmesini sağlayan bir iç yönetmeliği vardı. Tam aksine, Hitler bilerek ve isteyerek en farklı müstakil muktedirlerin herhangi bir sınır olmaksızın birbirleriyle rekabet içinde olduğu, yollarının kesiştiği yan yana ve karşı karşıya durduğunu bunların tepesinde sadece kendisinin olduğu bir statüko yaratmıştı. Sadece bu şekilde sahip olmak istediği yönlerde sınırsız ve mutlak hareket özgürlüğünü sağlama alabilirdi. Bu yüzden her türlü anayasayı yerine bir şey koymadan yok etti.

O devletin bir numaralı hizmetkarı olmak istemiyordu. O, Führer, mutlak efendi olmanın peşindeydi ve kesinlikle doğru olan şu tespiti yapmıştı: Mutlak iktidar sağlam ve işleyen bir devlet yapılanmasında değil sadece sağlam ve dizginlenmiş bir kaos ortamında mümkündür. İşte bu yüzden de daha en başından devleti bir kaosla ikame etmişti. Napolyon’la yapılacak bir karşılaştırmada Hitler’in durumu öğretici olacaktır. Napolyon da tıpkı Hitler gibi fatih olarak başarısızdır ama bir devlet adamı olarak icarratlarından birçoğu muhafaza edilmiştir. Kapsamlı kanunlar, eğitim sistemi, vilayet ve valileriyle yönetim sistemi, onun eseri ve katı devlet yapılanması ile bugün mevcudiyetini sürdürmektedir Fransa’da. Hem de devlet şeklinde o günden bugüne yaşanan bütün değişikliklere rağmen. Hitler bir devlet yapılanması oluşturamamıştır ve onun on sene boyunca Almanları etkilemiş, dünyanın nefesini kesmiş icraatları kalıcı bir öneme haiz değildir ve iz bırakmamıştır. Sadece bir felaketle sonuçlandıkları için değil zaten hiçbir zaman bir nihailik düşünülerek gerçekleştirilmedikleri için de öyledir. Hitler salt icraat performansı açısından Napolyon’dan daha güçlü bir atletti ama hiçbir zaman bir şey olamamıştır: o da devlet adamı.”

Bu davalar aracılığıyla kurulmasına yardımcı olduğunuz sistem tek adam rejimi

Kurulmak istenen, sizlerin de elbirliğiyle, bu davalar aracılığıyla yardımcı olduğunuz sistem, aşağı yukarı Hitler Almanya’sında kurulmak istenen tek adam rejimi. Bugünkü uygulamalara uzun uzun örnek vermeyeceğim ama heyetinizi birkaç dakika çok dikkatli dinlemeye davet ediyorum. Okuyacağım şeyler çok önemli. Gönül gözüyle dinleyin. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yurttaşı olarak dinleyin. Az önce Hitler’le ilgili okuduğum metinden sonra bunu dikkatle dinleyin. Bu metni yazan da Anayasa hukuku hocamız Kemal Gözler. Yakın zamanda yayınlandı bu metin. Belki sizler de okumuşsunuzdur, fırsatınız olmamışsa okumanızı tavsiye ederim. Kemal Gözler hoca, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin uygulamadaki değeri diye bir raporu bir buçuk yıllık bilanço şeklinde yayınlamış. Burada hiçbir ideolojik tartışmaya girmeden yeni rejimin, yeni yönetim sisteminin işleyişiyle ilgili objektif tespitler yapmış, hem anayasa hukuku hem de idare hukuku açısından. Çok önemli tespitler var ama bizi ilgilendiren birkaç tespiti sizlere okumak istiyorum. Az önce bahsettiğim Hitler’in kurduğu ve devletin yerine ikame ettiği kaos düzenini de unutmadan bunları dinleyin.

Bir yandaş rektör olsun diye 2 yasama faaliyeti, 1 idari faaliyetle değişiklikler yapılıyor

Çok sayıda tespiti geçerek buraya geliyorum. Nuri Aydın isimli şahsın rektörlüğe atanma süreci. Bakın ataması nasıl yapılmış. Nuri Aydın, profesör olarak en az üç yıl görev yapmış olmalı ki rektör olarak atanabilsin. Kanunlarda böyle bir şart var. Bir profesör üç yıl görev yapmadan rektör olarak görev alamaz. ‘Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör Cumhurbaşkanınca atanır’ şeklinde ilgili madde bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle değiştirilmiş. Yani üç yıllık rektör olma şartı madde metninden çıkarılmış. Bu şart kaldırıldıktan 5 gün sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Rektörlüğüne Prof. Dr. Nuri Aydın atanmış. Neyle? Cumhurbaşkanlığı kararıyla. Diyebilirsiniz bu Cumhurbaşkanının yetkisine verilmiş, 3 yıl şartını kaldırır, iyidir güzeldir bu siyasi bir tartışma olur. Ama burada bitmemiş bu rektör atandıktan, yani 3 yıl şartı kaldırılıp atandıktan hemen sonra yeni bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yeniden üç yıllık şartı getirilmiş. Yani sırf bu rektör için bu şart birkaç günlüğüne kaldırılmış, bunun için iki tane Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ve bir de Cumhurbaşkanı kararı yayınlanmış, ki bunlar parlamentonun yetkilerini gasp eden bir tür yasama faaliyeti aslında ama yeni sistemde bu var. Parlamentoya rağmen bu tür yasal değişiklikler yapabiliyor Cumhurbaşkanı. Yasama faaliyetini gasp etmiş. Üç tane, iki yasama faaliyeti bir tane idari faaliyet sadece bir kişi için yapılıyor. Neden? Yandaş birini İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa’ya rektör yapabilmek için. Diyebilirsiniz ki belki Cumhurbaşkanı bunu çok seviyor. Lise arkadaşıdır, çünkü kendisini üniversite arkadaşı yok, üniversite okumadığı için üniversite arkadaşı olmadığını biliyoruz. Buna çok özel bir torpil geçmiş.

Profesörlüğü olmayan Yusuf Tekin Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle rektör oldu!

Diyebilirsiniz ki, devasa ülke yöneten Cumhurbaşkanı aynı zamanda partisini de yönetiyor, bir tane de bunu yapmış, olsun. Ama bir tane değil, bir daha yapmış, aradan birkaç ay geçmiş Yusuf Tekin adlı kişinin rektör olarak atanma sürecine başlanmış. Hatta Yusuf Tekin’in bir problemi daha var; üç yıllık profesör olma şartını bir yana bırakın henüz profesör değil. Peki ne yapmışlar? Bu adam doçent. Bir buçuk ay içinde, sadece 44 gün içinde... Müsteşar yardımcısıymış bu adam, müsteşarlık görevinin son ermesi, kendisi için profesörlük kadrosunun ilan edilmesi, kadroya kendisinin başvurması, jüri üyelerinin seçilmesi, jüri üyelerinin raporlarının vermesi, üniversite yönetim kurulunun teklif etmesi, rektörün Yusuf Tekin’i profesörlüğe ataması, rektörlük için üç yıllık şartının yeniden kaldırılması ve Yusuf Tekin’in rektörlüğe atanması... Bunların hepsi 45 gün içinde gerçekleşmiş. Yani Yusuf Tekin’i rektör yapabilmek için iki tane üniversite, akademi dünyası pespaye olacak şekilde devreye girmiş, ilana çıkmışlar, adamı hızla, dünya tarihinde görülmemiş bir hızla profesör yapmışlar. Jüri toplanmış, mülakatlar yapmışlar, rapor hazırlanmış, elden takdim yapmışlar. Adamı profesör yapmışlar fakat yine rektör olamıyor çünkü üç yıllık şart var. Kolay, bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi daha çıkarıp adamı rektör yapmışlar. Yusuf Tekin, rektör olarak atanmış, arkasından yeniden yine bir kararnameyle üç yıllık şart getirilmiş. Şu anda rektör olarak atanmanız için üç yıllık şart yine yürürlükte. İstediği zaman kaldırır, birkaç saatliğine kaldırıp yeniden getirebilir.

Toplam 55 kararnamenin 31’i, geri kalan 24’ünü düzeltmek amacıyla çıkarılmış

Çok sayıda örnek devam ediyor ama çok ilginç bir istatistik var bu raporda. Bir buçuk yıl içinde 55 tane Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmış. Bunların 24 tanesi Cumhurbaşkanı Kararnamesi olarak herhangi bir yeni düzenleme içerirken 31 tanesi bu 24 tanesini düzeltmek için çıkarılmış. Yani 24 kararnamenin hepsinde hata ve yanlışlık olduğu için 31 tane yeni kararname çıkarıp 24 tane düzeltme kararnamesi yayınlamışlar. Çünkü ortada devlet yok. Kanundan, hukuktan, idare hukukundan, anayasadan, bürokrasiden anlayan personel yok. Tamamı tasfiye edilmiş. Ne yurt sesini çıkarabilmiş ne de bu rektörler sesini çıkarabilmiş, istisnasız, sıfır.                           

Korkudan tir tir titreyen bir akademi var

6 ay boyunca harç belirlenmeden oturmuşlar yerlerine, korkudan seslerini çıkaramamış. Bunlar rektör olmuş, profesör, akademi dünyası bunlar. Az önce belirttiğim şekilde rektör olan tipler işte. 6 ay sonra Kemal Gözler, bu hoca, bir makale yazmış. Demiş ki; “Ben mi gözden kaçırdım, yoksa, Cumhurbaşkanının sorumluluğu ve yetkisi dahilinde olan bir husus, tarihimizde ilk defa yapılmadı. Bu sene harçlar belirlenmediği için üniversite harç toplayamıyor, öğrenciler bu durumdan memnun tabi ki, keşke harçlar kaldırılsa” diye. Sonuçta "ne kadar ödeyeceğiz" diyen öğrenciler de bilmiyor. Ama sorabilen kimse yok. Buna cesaret edebilen kimse yok. Korkudan tir tir titreyen bir akademi var. 6 ay sonra Kemal Gözler Hoca’nın yazması üzerine Saray'ın aklına geliyor ve bir kararname çıkarıp, 6 ay öncenin yürürlük tarihi yazıp, yayımlayıp, harçları ödetiyor. Ve üniversiteler de nefes alıyorlar, "oh yarabbi şükür, belirledi artık, harçları toplayabiliriz" diye. Neden? Ortada devlet yok. Hiçbir kurum işlemiyor çünkü.

Akademi bu haldeyken Saray arsalara peşkeş çekme derdindeymiş

Peki, bu harçları unutan, harçların bile belirlenmesini unutan, hatta bazı rektörlükler boşaldıktan 6 ay, 8 ay, 9 ay, 2 ay, 3 ay geçmesine rağmen rektör atamayan, atayamayan, bulamayan “Saray” bakın ne ile uğraşmış? Aynı rapordan okuyorum. Bütün bunları yapmayan, yapamayan Saray şunu yapmış; “14 Kasım 2018 tarihli resmi gazetede yayımlanan 13 Kasım 2018 Tarihli 342 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı, İzmir ili Bornova ilçesi, Ergene Mahallesi, 1959 metrekare yüzölçümlü, 14.049 Ada, 1 numaralı parsele ilişkin etkinlik uygulaması ve imar planı değişikliğinin onaylanması. İki dönüm değil, 1959 metrekare." Yani üzerine bir apartman çıkabileceğiniz bir arsadan söz ediyoruz. Bunun imar planlaması uygulaması için Cumhurbaşkanlığı kararı çıkarılmış. Bornova’da 2000 metrekare bir arsa için.

Erdoğan, Anayasal sistemi tasfiye edip kaos düzeni kurmak istiyor

İşte kurulan sistem bu. Kaos düzeni bu. Ortada bir kurum yok, yargı yok. İyi veya kötü ortada işleyen bir yargı vardı, artık yok. İyi veya kötü işleyen bir bürokrasi vardı, artık yok. Her şey Tek Adam'a bağlı. Tek Adam ne partisini yönetebiliyor ne devleti yönetebiliyor. Bunun zekayla, kapasiteyle alakası yok. Bana da bağlasanız yönetemem. Siz de yönetemezsiniz. Ama Erdoğan’ın tam da kurmak istediği sistem bu işte. Kaos düzeni. Kaos içerisinde, oldu bittiyle her şeyi yapabilmek. Hiçbir şeyi yaptırmamak. Kendisinden ve etrafından hesap soramaz hale getirmek, muhalefeti tümden şok teorisi, şok doktrini ile etkisiz hale getirmek. Bunun adı Anayasal sistemin tasfiye edilmesidir. Bunun adı “bir tür devleti ele geçirme operasyonudur.” Ve bu operasyona HDP’ye yönelik kapsamlı tutuklamalarla düğmeye basılmıştır. Dokunulmazlıkların kaldırılması bunun bir aşamasıdır. Tutuklanmamız bir aşamasıdır. Diğer muhalefet üyelerinin, insan hakları savunucularının, gazetecilerin tutuklanması bu amaçladır. Darbe gerekçesinin arkasına sığınarak, muhalif yayınların, gazetelerin, televizyonların, internet sitelerinin kapatılmasının amacı budur. Üç yıldır avukatlarımla birlikte size anlatmaya çalıştığımız ve sizin koruduğunuz, sizin devletin bekası diyerek “Demirtaş içerde kalmalı, yoksa devletin bekası için tehdit olur" gizli saiki budur. Korktuğunuz beka budur. Bu bir kaos düzenidir. Irkçılığa, faşizme, ranta, hırsızlığa, talana dayalı bir düzendir. 

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve yardımcıları ikinci tutuklamayı bizzat örgütledi

Bakın devam edeyim. Benimle ilgili bu operasyonun bizatihi yürütücüsü olan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, Başsavcının kendisi ve yardımcıları, bu operasyonun bir parçası haline geldiler. Nasıl? İkinci tutuklamayı bizzat örgütleyerek. Şimdi dedim ya, bir sürü itirafçı geliyordur veya pişmanlık için geliyordur. Aralarında hakim var, HSYK üyesi var, yüksek yargı üyesi var. Efendim "bu insanlar onursuzdur" demiyorum. Pişmanlık duymuştur ve gelip belirtiyorlar. Size diyorum ki, daha bugünden pişmanlık duyanlar var, anlatanlar var, bugünden. İkinci tutuklamanın nasıl yapıldığının bütün detaylarını biliyorum. Bütün detaylarını biliyorum. Bulunduğum yüksek güvenlikli bir cezaevinden biliyorum. Ama günü gelecek. Başsavcı Yüksel Kocaman ve Hüseyin Bey (Soyadını bilmiyorum) bu operasyonun bizzat örgütleyicisidirler, haklarında arkadaşlarım suç duyurusunda bulundular. Biz HSK’ya göndereceğiz. Yarın öbür gün hukuk önünde hesabımızı göreceğiz. 

Bir başsavcı Cumhurbaşkanı ile görüştüyse ne görüştüğünü açıklamak zorunda 

Kimdir peki bu başsavcı? Kayıtlara geçsin. Yarın AİHM’de yeni bir dava konusu olacak. Dava esastan tekrar gidecek oraya. İkinci tutuklama, tekrar gidecek oraya. Bakın, örneğin;  22 Kasım 2018, AİHM’in benimle ilgili kararı açıkladığı gün. Başsavcı Saray'da, AKP’nin Genel Başkanı ile yanyana çekilmiş fotoğrafı, kendi sosyal medya hesabından ve Saray'ın sosyal medya hesabından yayınlanmış. AİHM’in kararının açıklandığı gün. Ertesi gün kararın uygulanmadığını sizin ağzınızdan duydum. Duruşmada da yok. Ve Adalet Bakanı da, Dışişleri Bakanı da bizatihi çıkıp bu kararı uygulamayacaklarının, kesinleşmenin bekleneceğini söyledi. Kararı tanımadığını da AKP Genel Başkanı ilan etti. Duruşmaya çıktığımızda da siz de bunun aynısını hukuki terimlerle birebir gerekçenize yazdınız. 

Ne demiş Başsavcı: "Sayın Cumhurbaşkanımızla dün akşam, Saray'da çektik". Başsavcı, Cumhurbaşkanı ile görüşür mü? Görüşür. İşi olur görüşür. Niye görüştüğünü bilen var mı? Bir Başsavcı Saray'la, bir partinin başı veya yürütmenin başı ile niye görüşür? Açıklaması lazım. Ama “Sayın Cumhurbaşkanımızla, Saray’da…". Bu kadar. Ne konuştun kardeşim? Bunu duyuruyorsan açıklaman gerekir. "Şu gündemle gittim. Şu konuları görüştüm". Sen bir yargı mensubusun. Tamam, tarafsız değilsin. Ama Anayasa'ya göre soruşturmayı yürütürken tarafsız olma zorunluluğun var. Bu adam benim siyasi rakibim. Bu adam beni şikayet etmiş, tutuklatmış adam. Bu adam, sana gece gündüz meydanlardan talimat yağdıran adam. “Demirtaş katildir” diye. Sen bu adamla benim davamın kararının açıklandığı gün görüşüyorsan gerekçeni açıklayacaksın. 

Peki Yüksel Kocaman bundan ibaret olsaydı dile getirir miydim? Hayır tabi ki. Görüştü Cumhurbaşkanıyla ne yapalım yani, hakimler de Saray'a gidiyor. Adli yıl açılış törenine hepsi gidiyor. O da gitmiş, tebrik vs. Fakat Yüksel Kocaman memleketi Zonguldak’a gidiyor. Örneğin; Yeni Adım gazetesi, Zonguldak yerel gazetesi, 25 Ekim 2018 tarihinde, şu haberi geçiyor; “Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman, AKP Zonguldak milletvekilleri Polat Türkmen, Ahmet Çolakoğlu ve Hamdi Uçar’ı makamlarında ziyaret ediyor. Yüksel Kocaman, Milletvekili seçilmeleri nedeniyle Polat Türkmen, Ahmet Çolakoğlu ve Hamdi Uçar’a hayırlı olsun dileklerini iletip, başarılar diledi. Polat Türkmen, Ahmet Çolakoğlu ve Hamdi Uçar ise ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek Yüksel Kocaman’a teşekkür ettiler." Üç AKP milletvekili ve Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, diyebilirsiniz ki; “Kendi memleketinden seçilmiş milletvekillerini tebrik etmiş ne olacak?” İyi de, iki tane de CHP milletvekili seçilmiş Zonguldak’tan. Onları ziyarete gitmiş mi? Hayır. Buna da kılıf bulabilirsiniz. Dersiniz ki  “bir Savcı, Milletvekili ile görüştü diye suç mu işlemiş olur kardeşim?” olmaz, suç değil. Fakat aynı ziyarette Devrek’e yaptığı, kendi memleketine, 30 Mart seçimleri sürecinde kendi ilçesine yaptığı ziyaretteki fotoğrafta kimler var?  Ona bakın. AKP’nin adayı Sezai Büklü, yani bu adam Belediye Başkan dayı. AKP’nin Devrek Belediye Başkan Adayı. Seçim kampanyasını ziyaret etmiş ve bir de fotoğraf çekmişler. Seçim kampanyasında. Ortadaki Ankara Cumhuriyet Başsavcısı.

Devran dönüyor, hesap vereceksiniz

Etrafındakiler de AKP yöneticileri gitmiş AKP belediye başkanını ziyaret etmiş. Diyebilirsiniz ki “ya belediye başkanını başsavcı ziyaret eder”. Doğru, karşılıklı bir ziyaret edilir ama CHP’li belediye başkanı da var. “Onu ziyaret etmemiş” yahut diyebilirsiniz ki “sevmiyor onu”, peki, sevmesin onu fakat ziyarette AKP ilçe başkanıyla ilçe yöneticisi var! Bunlar hangi yetkili de yanlarında Ankara Cumhuriyet Başsavcısı var? Bu fotoğrafları gizli arşivlerden bulmadık sosyal medya hesaplarından bulduk. Zonguldak yerel medyasında yayınlanıyor. Bu adam beni tutuklatan operasyonu yönetiyor. Ailesi AKP’li; gizlemiyor, saklamıyor. Bir kumpas davasıyla, bir nifâ soruşturmasıyla zanlı olmadığım, efendim ne deniyordu hukukta şüpheli olmadığım bir dosyada beni yasadışı bir şeyle şüpheli ilan ediyor. Aynı şekilde eş başkanım Figen Yüksekdağ’ı şüpheli ilan ediyor. Dikkatinizi çekerim kamuoyu duysun diye söylüyorum; o gün nöbetçi olmayan bir sulh ceza yargıcını hastanedeyken hastanede telefonla arayıp acele geleceksiniz deniliyor. Bu yargıç hastanede, hastane kayıtları var, nöbetçi değil. Geliyor ben ve Figen Yüksekdağ’a tutuklama kararı çıkarılıyor ve tutuklama kararı çıkarılana kadar kendisi Ankara Adliyesini terk etmiyor. Yüksel Kocaman ancak tutuklama kararı çıkınca adliyeden ayrılıyor. Derdin ne senin? Ben biliyorum derdini de ama senin o güvendiğin saraydan büyük Allah var Yüksel Kocaman. Devran dönüyor, dönüyor, devran dönüyor. Halk var halk, millet var. O sandık kurulduğu gün o güvendiğiniz dağlara kar yağacak. Bunların hepsinin hesabını yargı önünde vereceksiniz. “Biz Demirtaş’ı içeri attık Figen’i içeri attık, İdris Balukeni içeri attık. Oh iyi yaptık, yalandık birilerine oh keyif kebap Zonguldak’da da istediğimiz her şeyi yaparız. Hem AKP çalışmalarına katılırız, HDP’lileri de tutuklatırız. Her şey kapanır gider”. Yok öyle bir dünya! Bunların hepsinin hesabı hukuk önünde verilecek. Günü gelecek…

Tayyip Erdoğan rejiminin tek faydası ne biliyor musunuz? O yenildiğinde onun etrafındakilerin tamamı yenilmiş sayılacak. En güzel yanı budur. Ona güvenen herkes yenilmiş sayılacak. Onunla birlikte hareket eden herkes o seçimde yenilmiş sayılacak ve hukuk işlemeye başlayacak. Öyle bir itirafçılar çıkacak ki, pişmancılar... Demirtaş boş konuşmaz geçmiş konuşmaları vardır. Her biri birer birer çıkıyor. Öyle bir pişmancılar çıkacak ki bu dosyaları kim kime nerede fısıldadı nerede konuşuldu ne yapıldı sorumlusu kimdi ve günü geldiğinde milletvekilleri gerektiği yerde müdahil sırasına oturacak. Tek tek anlatacağım, belgeleriyle, kanıtlarıyla... Sabırlıyım ben sabrediyorum çünkü kaybetmiyoruz kazanıyoruz.

Biz demir leblebiyiz, bizi çiğnedikçe dişlerin dökülür dedik, Ankara, İstanbul, Adana, Antalya döküldü

Şunu demiştim ben, çok iyi hatırlıyorum grup toplantısında; “Recep Tayyip Erdoğan, bizi başkalarıyla karıştırma, biz demir leblebiyiz, bizi çiğnedikçe dişlerin dökülür. Yapma" demiştim. Peki, kendisi çiğnemek istedi, şimdilik Ankara dişinde döküldü İstanbul dişinde döküldü, Adana döküldü, Mersin döküldü, Antalya döküldü. Döküldü de döküldü. Tek dişi kalmış canavara dönüştün, artık bir dişin kaldı. Onu da sabretme metanetini göstereceğiz, güvendiğimiz bir halk var, arkamızda milyonlar var. Türkiye toplumunun bütün ezilenleri var, yoksullar var, emekçileri, namuslu insanları var. O dişini  o gün çekeceğiz. Sandık kurulana kadar. Son olarak hukuk işlemine başladığında ülke nefes alacak. 

Vallahi yıkılmayan iktidar yok tarihte

Ben bugün "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 18. maddesini ihlal ediyorsunuz" derken tam da buna dayanarak söylüyorum; bu saikle, bu amaçla yapıyorsunuz. Koruduğunuz, kolladığınız sistem ya da sistemsizlik, düzensizlik kaos tam olarak budur işte. Bunun hiçbir kimseye bir güvence oluşturmayacağını, hiç kimseyi kurtaramayacağını buradan söyleyeyim; ölürüm kalırım tutanaklara geçsin. Bunun hesabı sorulacak. Yargı işleyecek, hukuk işleyecek yok öyle yağma. "İstediğimi yaparım, istediğim kararı alırım, AKP çalışmalarına katılırım, ondan sonra gelir HDP'lileri, Demirtaş’ı, Figen’i de sıfırlatırım, operasyon çekerim, kimse de bana bir şey yapmaz, arkamda Saray var" demek. Vallahi yıkılmayan iktidar yok tarihte. Sultan Süleyman da gitti Büyük İskender de. Kanuni Sultan da gitti Fatih de Napolyon da gitti George Washington da Erdoğan da gider. Tarihte İsa'dan sonra diye bir şey var İsa’dan sonra; Tayyip’ten sonra diye bir şey olmayacak mı? İsa gitti İsa’dan sonra oldu AKP sonrası da olacak. Bugün yarın, 1 sene 5 sene hiç fark etmez. Tarihte 3-5 sene azdır ama o gün geldiğinde yüzleşme, hesaplaşma, demokrasi adına hukukun üstünlüğü adına çok net olacak. Siz bilirsiniz, boyun eğdik mi bugüne kadar, eğmedik tek bir arkadaşım gözünü kırptı mı içeride, af diledi mi? Suçumuz günahımız yok nasıl böyle bir şey yaparız bundan sonra da yapmayacağız, canla başla demokrasi için özgürlükler için direneceğiz, dik duracağız. Boyun eğersek uzun sürer, dik durursak kısa sürer ben kısa süreceğine canı gönülden inanıyorum. Çünkü gelinen nokta itibariyle artık sürdürülemez bir sistem.

Hayatımız boyunca tek kuruş çalmadık

Batan geminin malları gibi saldırıyorlar her yere. Az buz değil GSMH’nin kat be kat zarara uğratıldığı konuşuluyor. Çünkü hesap soracak, sorabilecek irade yok. Denetleyebilecek Sayıştay, Danıştay yok. Parlamento, denetlemiyor. Bir savcı çıksa bunları soruştursa anında tutuklanır. İnanılmaz boyutlara ulaşmış durumda, korkunç. Hani Turgut Özal’ın deyimiyle benim memurum işini bilir. Tolere edilebilir bir rüşvet çarkından bahsetmiyorum. Devletin bütçesi kadar soygun, talan yapılıyor. Müteahhitlerce, bürokratlarca, yargı alanında  korkunç boyutlarda ve insanlar açlıktan intihar etme noktasına geliyor, neden bu anlaşılmıyor? Yaptığınız işlerin hepsi buna hizmet ediyor. Büyük bir hata, büyük bir yanlış. Biz hayatımızda bu devletten bu milletten kuruş çalmadık, kuruş. Tenezzül etmedik. Böyle bir ahlaksızlık aklımıza gelmedi. Yönettiğimiz belediyelerde, eşbaşkanlıkta, milletvekilliğinde hiçbir arkadaşımız asla tenezzül etmedi böyle şeylere. 

Televizyonlarda bize hakaret edip ihale alıyor

Bizim tarihimizde yolsuzluk bulamazsınız, yoktur. Akrabalarımızı belediyelerde ihalelerin peşinde koşturup, rant peşinde koşmadık. Bunları yapmayan tek bir AKP yöneticisi bulamazsınız. Yok böyle bir şey, yapıyorlar. Bir de pervasızca vatan, millet, bayrak, şehit edebiyatı yapıyorlar. Onları korumak için belediye başkanlarımızı hapiste tutuyorsunuz. Demokratları, solcuları, sosyalistleri, düzgün muhafazakar müslümanları hapiste tutuyorsunuz ve bunlar utanmazca televizyon televizyon dolaşıp bize hakaret ediyorlar. Bizi; katil, terörist, vatan haini ilan ediyorlar. Televizyondan çıkınca telefonlarında hangi ihaleyi aldık, hangi krediyle kopardık, kimden hangi rüşveti kopardık tartışmalarını yapan tipler bunlar. Yazık, yazık. 

Durduramayacaksınız; biz bu ülkede kendimizi yöneteceğiz

Bu halk bana ve arkadaşlarıma güvenmişse biz bu mücadeleyi sonuna kadar götüreceğiz. Evet, adım Selahattin Demirtaş, bir işçi çocuğuyum, anamın babamın okur-yazarlığı da yoktur. Fakat ben ve arkadaşlarım bu ülkeyi yöneteceğiz. İddialıyız, kararlıyız. Büyük bir demokrasi gücü ve oyla geleceğiz ve bu ülkeyi biz yöneteceğiz. Bana bir tane değil, bin tane müebbet verseniz de durduramayacaksınız. Bir defa değil bin defa tutuklasanız beni, Figen Yüksekdağ’ı durduramayacaksınız. Gece gündüz Soylu’nun üzerimize saldırttığı gayri resmi çeteleri HDP’yi her yerde boğmaya da çalışsa durduramayacaksınız. Binamıza, kapımıza kilit de vursanız bizi durduramayacaksınız. HDP, halktır halk. HDP bir bina değildir, bir kişi, bir isim değildir. Durduramayacaksınız, biz bu ülkede kendimizi yöneteceğiz. Bağımsız yargıyı, bağımsız medyayı, bağımsız akademiyi de sağlayacağız. 

Kitlesel bir paranoya haliyle talan ediyorlar

Kürt’üyle Türk’üyle el ele vereceğiz; ülkeyi yeni baştan inşa edeceğiz. Ne zaman mı? Çok yakında. İddia ediyorum çok yakında, uzun sürmeyecek. Çünkü bu kaos düzeni sürdürülebilir değil. O gün geldiğinde hep birlikte başka bir şey konuşacağız. Benim dileğim temennim o gün geldiğinde herkesin başı dik olsun. Bu işin şakası yok. Çocuk oyuncağı değil. Bütün dünya dengelerini etkileyen siyasi operasyonlar yapılıyor Türkiye’ye. Sadece Demirtaş üzerinden değil. Yargı eliyle çok önemli sonuçlar doğuran siyasi operasyonlar yapıldı ve bunlar hükümet veya devlet kazançlı çıksın diye değil; O, partisi ve etrafındaki kişiler kazançlı çıksın diye yapıldı. O güruhun tamamı birbirine bakarak şu psikolojiye girdi: Yahu bu çalıyorsa ben niye çalmayayım, o götürüyorsa ben niye götürmeyeyim. Zaten zaman az kaldı, hükümet gidiyor. Götürebildiğimiz kadar götürelim. Kitlesel bir paranoya haliyle saldırmaya başladılar. Talan ediyorlar, talan. Talan, başka bir şey değil. Buldukları her yerden rüşvet yolsuzluk akıyor. 

Halk kararını vermiş, biz o günü bekliyoruz

Böyle mi gidecek, hayır. Halk kararını vermiş durumda, biz de onu günü bekliyoruz. O gün gelecek sandıklar kurulacak ve ülkenin büyük çoğunluğu bu kaotik düzene dur diyecek. Bu dava asıl o zaman görülmeye başlayacak. Siz bu aşamada hangi ara kararları ve kararları verirseniz verin, asıl dava o zaman görülmeye başlanacak. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından başlayarak, Ankara ve İstanbul Başsavcılıkları, aradaki istinaf üyeleri, bazı ağır ceza üyeleri ve Anayasa Mahkemesi Üyeleri, bu komploya nasıl dahil olmuşlar bunu ispatlamaya gerek yok, tutanaklar ortada göreceksiniz. Avukatlarımın mazeretini geçen celse kabul etmediniz. Savunma kısıtlama ara kararınızı geri alın. Yanımda oturan kız kardeşim avukat, Diyarbakır’da avukatlık yapıyor. Kendisinin eşi, aynı zamanda bir sivil toplum örgütü temsilcisi ve propagandadan, sosyal medya hesabından attığı bir tweetten yargılanıyor. 

Demirtaş üzerinden Saray’a hoş görünmeye çalışanlar büyük suçlar işliyor

Geçen gün ailem buraya gelirken trafik kazası yaptı. Annem, babam, kardeşlerim yaralandılar. Üç gün Çorlu’da hastanede kaldılar. Kardeşim de yanlarındaydı. O gün duruşma vardı, mazeret iletti. Mahkeme Demirtaş soy ismini duyduğu için mazeretini kabul etmedi. Mahkeme, mazereti kabul etmediği gibi eşine 1.5 yıl ceza verdi. Demirtaş soy ismini gören her hakimin buradan bana ne rant çıkar diye gözleri fıldır fıldır açılıyor. Demirtaş’ın eniştesini yakalamışım tabii ki bir ceza basayım. Demirtaş’ın kardeşi de avukatmış, efendim ailesi de trafik kazası geçirmiş bana ne. Kendisi duruşmaya gelemiyor, basında her yerde kaza haberi geçiyor, buna rağmen hastane tutanaklarıyla beraber gönderiyor dilekçesini, hakim mazeretinin reddine değil hükme karar veriyor. Durum budur, vehamet bu boyutlarda. 

Demirtaş üzerinden Saray’a hoş görünme rantı elde etmeye çalışanlar büyük suçlar işliyorlar

Az önce anlattım, tacizci, tecavüzcü, hırsız, talancı mağdur olmasın diye 1-2 ayda serbest bırakılıyor, beraat kararları veriliyor. Büyük paralar dönüyor. Büyük rüşvetler dönüyor. Evet bunların hepsi bir gün ortaya çıkar. Demirtaş üzerinden Saray’a hoş görünme rantı elde etmeye çalışanlar büyük suçlar işliyorlar. Bunların hepsinin ileriki aşamalarda AYM ve AİHM aşamalarında çok bariz bir şekilde Madde 18 ihlalini çıkaracağını düşünüyorum. Farkı şu olacak. İfade özgürlüğü ihlali bir yargıcın yorum hatasından kaynaklıdır. Öyle diyelim, kasıt yok diye düşünelim. Gösteri hakkı ihlali bir kamu görevlisinden veya uygulama hatasından kaynaklıdır diyecek. AİHM’de çıkmış 18 ihlali ise bir yorum hatası değildir, suçtur. Siyasi saiklerle birini tutuklamak ve yargılamak aynı zamanda suçtur, ciddi bir suçtur hem de. Dikkatinizi çekiyorum, bu sıradan basit bir ihlal olmayacak AİHM’de çıkacak herhangi bir karar ileride yapılacak yargılamaların en somut mahkeme kararıdır. Anayasa’nın 90. maddesi gereğince de, AİHM’de alacağınız bir karar iç hukukla çeliştiği her yerde üstün norm hükmündedir. Bu suçtur ve bunu yapanlar her kimse onların suçlu olduğunun tescili olacak. Bu öyle basit bir ihlal değil. Bütün ülkeyi ve Orta Doğu’yu etkileyecek siyasi operasyonlar yapacaksınız ve bu mahkeme kararıyla sabitlenecek. Bu ağır suçtur çünkü o hükümetin yaptığı bütün icraatlara cürümlere ortak olmuş oluyorsunuz. 

Hiç sahte cumhurbaşkanı duydunuz mu, diplomasız olan?

Cürümlerin en sarsıcısını söyleyeyim size; sahte avukatı duydunuz değil mi? Var, çıkıyor yakalanıyorlar. Sahte doktorlar, sahte cinci hocalar falan da var. Hiç sahte cumhurbaşkanı duydunuz mu? Diplomasız. Hiç şakası yok bu işin. Geriye doğru işlemlerin çoğu mutlak butlan şeklinde şekilde iptal edilecek. Seçilme yeterliliği olmayan, aday olma yeterliliği olmayan biri hepimizin gözü önünde cumhurbaşkanı yapıldı. Diploması yok, üniversite hayatı yok, üniversite arkadaşı yok, üniversite hocası yok, üniversitede çekilmiş bir fotoğrafı yok, üniversiteye dair bir hatırası yok. Erdoğan’ın ilkokul arkadaşları bile asgari müsteşar oldu. Bakan olanlar, genel müdür olanlar.  Az önceki Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ı nereden tanıyoruz? Onu unuttum söylemeyi. En önemli kısım. Kendisi Pınarhisar Cezaevi Savcısı. Erdoğan’ın hapiste olduğu dönemde cezaevi savcısı ve mangal partisi yapıyorlar cezaevinde. Savcı Beyin bu konuda bir şaşırmışlığı da var. Tayyip Erdoğan’ın bir arkadaşının hatıralarını yazdığı bir kitaptan öğreniyoruz. “Bir Liderin Doğuşu” 
diye bir kitap yazıyor. Bakın kitapta ne geçiyor: “Bir gün Kömür Restoran’ın sahibi Erhan Şenol aracılığıyla haber göndermiş. Reise balık ziyafeti çekmek istiyor. (Reis dediği Tayyip Erdoğan, Pınarhisar Cezaevi’nde kendisi.) Tamam dedim, bir minibüs getirdiler. Ocakları var, dışarıda pişirip içeri servis yapacaklar. Fakat o gün de nasıl bir rüzgâr var anlatamam. Ocaklar bir türlü doğru dürüst yanmıyor. Dedim alın ocakları içeriye. İki aşçı, iki ocak, iki garson, tencere, tabak, kap kacak ne varsa aldık içeriye. Aşçılar pişirdikçe servis yapıyor. Biz afiyetle yiyoruz. Sofrada kim var, bu savcı. Yemeğin bitmesine doğru savcı şu arkadaşlar hangi koğuştan diye soruyor. Hasan da diyor ki kimi kastetmiştiniz Savcı Bey? Savcı da diyor ki, şu ikisini soruyorum, elleriyle göstererek.  

Savcı Bey müsaitse buyursun bize de gelsin, burada bir mangal partisi yapalım

“Papyonlu olanlar. Hasan da diyor ki, ha onlar mı onlar garson sayın savcımız. Servis için buradalar mahkum değiller. Savcı önde “Dışarıdan mapushaneye adam mı aldınız, bunu mu demek istiyorsunuz” diyor. Evet diyor. Şaşa kaldı baktı diyor.” Yani savcı Erdoğan’a düzenlenen dışarıdan getirilen garsonların servis yaptığı mangallı balık partisine katılmış. Benim iddiam değil orada kitapta yazıyor kendisi de yalanlamamış. Şimdi Ankara Cumhuriyet Başsavcısı. Savcı Bey müsaitse haber gönderiyorum buyursun bize de gelsin. Burada bir mangal partisi yapalım. Madem herkese eşit biz de bir mangal partisi yapalım konuşalım tartışalım. Bakalım herkesle yapabiliyorsan madem. İşte dedim ya Erdoğan’ın şoförü bile vekili olmuş. O dönem ki Pınarhisar Gardiyanı bürokrat oldu. Lisedeki İmam Hatip arkadaşları parti genel başkan yardımcısı oldu, belediye başkanı oldu. Üniversite arkadaşlarından birşey olan birini duyan var mı? 

Sahte bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyoruz

Ben buradan çağrı yapıyorum. 82 milyon yurttaş içinde "ben Recep Tayyip Erdoğan’ın üniversite arkadaşıydım" diyen biri var mı? "Yahu kardeşim biz bununla yan yana oturduk, sınava birlikte girdik, yemekhanede birlikte yemek yedik" diyen bir Allah'ın kulu var mı? Bu bir şaka değil sahte cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyoruz. Şakası yok buna göz yumuldu. Bizi içeri attırdı bu adam baskıyla, hileyle referandumu geçirdi. Arkasından seçimi yaptırdı bir kez daha kendisini Cumhurbaşkanı seçtirdi. Her şey sahte, yalan, her şey kumpas. Bu böyle mi gidecek peki? Bunun üstü kapatılacak mı? Ve bu sahte Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini sistemini değiştiren anayasa değişikliği yaptı. Biz onun söylemleri üzerine tutukluyuz. 

Biz buradan da senin siyasi hayatına mutlaka ama mutlaka son vereceğiz

Şunu dedi adam yahu; 21 Eylül 2019, Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’da festivalde konuşuyor. Diyor ki, “Buradan Kandil’e sesleniyorum. Terör örgütünün yanında içinde ve onlara siyasi destek olanlara sesleniyorum. Bu ülkede katil aranıyorsa bunun adresini sormaya gerek yok bunlar biliniyor. Bunlar da parlamentoya kadar sızmış olanlar. Kimseye anlatamazsınız. Ve sokağa insanları çağırıp ondan sonra Diyarbakır’da 53 evladımızı öldürenleri bu millet unutmuyor unutmayacak da. Sonuna kadar bu işin takipçisiyiz. Bunları bırakamayız. Eğer biz bırakırsak ebedi alemde şehitlerimiz bize bunun hesabını sorar.” 

Bu adam bunu söyleyebiliyor bakın. Figen Hanım’a. Biz bunu bırakamayız diyor. Tabii bırakamaz. Ama biz buradan da senin siyasi hayatına mutlaka ama mutlaka son vereceğiz. Korkudan bizi bırakamazsın çünkü senin bütün sahteliğini ortaya döküyoruz. O kadar kinlisin, o kadar öfkelisin ki herhalde kanımızı içsen doymazsın. Ama senin işlediğin suçları bu laflar örtemez. 

53 kardeşimizin ikincisinin adını say desem bilmez

Yok bilmem 53 kardeşimizi öldürtmüşmüş. 53 kardeşimizin ikincisinin adını say desem bilmez. Yasin Börü sömürüsü dışında başka bir şey yapmazlar. "53 kardeşimizin 44’ü HDP’lidir" desem bilmez. Umurunda değil. Ne kardeşi ne vatandaşı ne milleti ne canı umurunda. Onun için olan önemli bunu sömürebilmek, siyasi çıkara dönüştürebilmektir. Bu adam bunu söyledikten sonra kendisiyle Pınarhisar Cezaevinde mangal partisine katılmış olan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı bu soruşturmadan beni tutuklatıyor. Kumpas olduğunu söylemek, iddia etmek çok normal. Bunu söylememek bunu düşünmemek saflıktır. Böyle değil demek saflıktır. 

Bu davanın kamuoyundaki algısı Uykusuz Dergisi’nin kapağındaki gibidir

Bakın avukatımın elinde varsa mahkemeye de sunulmasını istiyorum. Belki zamanınız olmamıştır okuyamamışsınızdır. O zamanki Uykusuz Dergisi'nin kapağıdır. Mizah dergileri Türkiye’nin en ciddi yayın organlarıdır. En ciddi konuları orada görürsünüz, gülmece değildir sadece. Ne diyor biliyor  musunuz, iki hakim oturmuş karşı karşıya. Karikatürün başlığı şu: Selahattin Demirtaş tahliye olacakken aynı davadan tekrar soruşturma açılarak yeniden tutuklandı. Ve bir hakim diğerine diyor ki, "bu dava artık adamı içeride tutmuyor", diğeri de diyor ki "bi kapatıp aç bakalım". Konu benim hapiste olmam olmazsa çok komik aslında. Ama aynı derecede trajik. Bunu ben söylemiyorum bakın, kamuoyundaki algımız bu işte. Uykusuz Dergisini ben yönetmiyorum. HDP’nin yayın organı değil, part - ime falan bağlı değil. Ama kamuoyundaki algıyı gösteriyor. Gelmiş iki hakim oturmuş "bir aç kapat bakalım belki olur" diyor. Mevcut durumunuz budur. Savunmalarını yaptığım her fezlekede, heyetiniz bütün bu anlattıklarımı düşünerek savunmalarımı dinlemelidir.

Yargılama biçiminizle yargılamayı bir suç pratiğine dönüştürdünüz

Benim size bir siyasetçi, bir hukukçu olarak ve davanın sanığı olarak naçizane tavsiyemdir. Aman aman bulaşmayın bu suçlara. Daha fazla bulaşmayın çünkü yargılama biçiminizle bir suç pratiğine dönüştürdünüz. AİHM ne karar verecek göreceğiz. Oradan çıkacak karar ileride başınızı ağrıtır. Kimseye güvenip sakın sakın suça bulaşmayın. Cumhuriyet Başsavcıları gibi ya da bize kumpas kuran savcılar gibi sakın yapmayın. Bu işin sonu yok. Öyle söyleyeyim, kimsenin yanına bırakmam bunu. Ben ölürüm avukatlarım bırakmaz, çocuklarım, milletvekillerim, halk bırakmaz hesabını sorar. Ama ille bir gün o hesap sorulur. Biri sandıkta, biri yargıda; her şeyin bir sırası var.

Bu sıradan bir dava değil, sıradanlaştırılmaya çalışılmasına da asla tahammülümüz yok

Günü geldiğinde isterim ki şu yapılmış olsun; evet şu yargıçlar, şu savcılar, şu mekanizmalar ağır baskı altında bunu yaptılar ve bir yerden sonra da düzeltmeye çalıştılar. Ama bu işi gönülden severek, çıkar için veya tarafgirlik için yapanlarla kesinlikle hesaplaşacağız. Çoluk çocuk davası değil, ben parlamento üyesiydim, 12 milletvekili arkadaşımla birlikte gece yarısı evimiz basıldı, evimizden kaçırılıp hapse konulduk. Bu iş sıradan bir şey değil, sıradan bir dava değil sıradanlaştırılmaya çalışılmasına da asla tahammülümüz yoktur. 

Ben halktan ve HDP yönetiminden başka hiç kimseden talimat almadım, almam

Bu olağanüstü koşullarda yapılan yargılamalarda da asıl tartışmamız gereken mevzu, son birkaç saattir altını çizdiğim AİHM 18’inci Maddesinin açık aleni ihlalidir. Doğru olan şey heyetinizin gücü yetseydi şu anda derhal beraat kararı vermekti. CMK’daki derhal beraat hükümlerine dayanarak bu aşamadan sonra savunmalar deliller falan filan itin bir tarafa, bu dosya derhal beraat ettirilecek bir dosyadır. Çünkü dosyada örgüt üyesi, yöneticisi talimatı aldığıma verdiğime dair tek bir delil bulamazsınız. Birkaç tane sahte delil sıkıştırmışlar araya onlar da çürüdü gitti. Ben kendimi biliyorum. Ben halktan ve HDP yönetiminden başka hiç kimseden talimat almadım, almayı da kabul etmedim. Talimat almayı isteyenlere her yerden talimat verirler. Bu işin doğası böyledir ama ben yapmadım yaptırmadım. Kabul etmem, siyaset tarzıma kişiliğime de aykırıdır. Halkın iradesinin üzerinde hiç bir iradeyi tanımam. 

Bu saatten sonra sizin değil beraat kararını, beraat kararının B’sini bile kurma şansınız yok

O yüzden içim çok rahat, 50 bin tane kumpas kursanız benim örgüt üyeliğim veya yöneticiliğimle ilgili bir şey tutturamazsınız. Ha propagandayla ilgili. Yaptığım konuşmaların tamamının arkasındayım. Tamamının. Ama hiçbiri ne şiddet ne terör ne kaos ne silah ne bomba övgüsüdür. İçinde eleştiri olan vardır, izaha çalışan vardır, yanlış anlaşılmaya müsait olan vardır ama tek bir şiddet övgüsü bulamazsınız, ırkçılık bulamazsınız, şiddete teşvik bulamazsınız. Dolayısıyla mahkemenin yapması gereken daha ilk baştan itibaren derhal beraat kararıydı. Fakat bu saatten sonra sizin değil beraat kararını, beraat kararının B’sini bile kurma şansınız yok. Bitti o şans. 
56 değil 56 bin kişi ölse umurunda değil, yeter ki iktidarına zarar gelmesin.

Getirdiğiniz nokta itibariyle Saray'ın kurduğu tahakküm, kamuoyunda yarattığı algı her gün yaratılmaya devam ediliyor. Her gün yazılıyor çiziliyor. "Demirtaş 54 kişinin katili, 53 kişinin katili, 51 kişinin katili, 43 kişinin katili…" Tam rakamı da bilmiyorlar. Tayyip Erdoğan bile bugüne kadar iki kez üst üste aynı rakamı ifade etmemiştir. Zannedersiniz elma armuttan söz ediyor. Yahu 53 kişinin katili ile 54 kişinin katili arasında bir tane kocaman insan var yahu. Ona bari saygınız olsun. Bazen 55 kişinin katili ilan ediyor beni, bazen 44 kişinin. Bir bakıyorsunuz ki 56 kişinin katili olmuşum. Bunların hepsini Erdoğan’ın ağzından duyuyoruz. Çünkü umurunda değil. 56 değil 56 bin kişi ölse umurunda değil. Yeter ki iktidarına zarar gelmesin. Onun Demirtaş ile Yüksekdağ’ı içeride tutmak dışında bir gayesi yok. 

Bizi tutuklatan AKP İstanbul ve Ankara’yı kaybetti, 3 parçaya bölündü: HDP çelik çekirdek gibi tek vücut yoluna devam ediyor

Bu bölümün son cümlesi itibariyle şunu söyleyeyim. 4 Kasım akşamı bizi Diyarbakır’dan evimizden kaçırıp özel jetle muhtemelen MİT’e ait özel jetle beni ve Figen Yüksekdağ’ı Kocaeli ve Edirne’ye getirirlerken Diyarbakır’da kayyım vardı, Ankara’da AKP Belediye başkanı, biz İstanbul’un üzerinden geçerken de AKP’nin belediye başkanı vardı. Diyarbakır’daki kayyımı devirdik, yerine kayyım atadılar sorun değil gün gelir yine deviririz. Ankara’da şimdi muhalefetin belediye başkanı oturuyor. İstanbul’da bir muhalefet belediye başkanı oturuyor. Bugün beni tahliye etseniz aynı uçakla geri dönsem AKP’nin yarısı yok olmuş durumda. Bugün beni tahliye etseniz Diyarbakır’a uçakla dönsem HDP çelik çekirdek gibi yek vücut tek parçadır, AKP resmi olarak 3 parçadır. Hadi devam diyorum el mi yaman bey mi yaman.

Biz içeride direnmeye devam ediyoruz. Dışarıdaki arkadaşlarımız da aslanlar gibi mücadelesini sürdürüyor. Yargı kumpasıyla ilgili de kimin elinden ne geliyorsa lütfen taksir etmesin eksik bir şey yapmasın fazlasını yapsın. Ben de halkımla arkadaşlarımla beraber siyasetten bunu hesabını sormaya devam edeceğim. Hedefimiz Türkiye’de demokratik iktidarın parçası olmaktır. HDP olarak hedefimiz açık net söylüyorum budur. Bir koalisyon ya da bir ittifakın parçası olarak kesinlikle iktidarda olacağız. Şiddet sorununu, Kürt sorununu çözeceğiz, hepsini çözeceğiz. Ülkeyi barışa demokrasiye taşıyacağız. Bizi burada tutanları utandıracağız, mahcup edeceğiz. Öylesine bir ülke yaratacağız ki az kaldı diyorum. Bu yargılamalar devam etsin; siyasi yargılamalardır biz de siyasetçiyiz siyaset sadece parlamentoda yapılmıyor bulunduğumuz her yer nefes aldığımız her yer bizim için direniş alanlarıdır. Bunları belirtmiş olayım. 3’üncü fezlekeye geçeceğim. Sizden şöyle bir isteğim var hem sağlığım el vermiyor hem de fezlekeyi yarım bırakmak istemiyorum mümkünse avukatlarım söz alsınlar geri kalanı yarına bırakmak istiyorum. 

7 Ocak 2019