Demirtaş: Devlet içindeki pislik patladı, hukuk önünde hesap sorulacak günler yaklaştı

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın savcı Yüksel Kocaman ile ilgili sözleri nedeniyle hakkında açılan davanın bugün Ankara 25’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen karar duruşmasında yaptığı savunma: 

Hem ben hem değerli avukatlarım önceki celselerde iddianameye cevap kapsamında savunmalarımızı sunmuştuk. Öncelikle bütün o usul ve esasa dair savunmalarımızı tekrar ediyorum. Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı da birkaç şey ifade etmeyi doğrusu ihtiyaç olarak görüyorum. Daha sonra sözü değerli avukat arkadaşlarıma bırakacağım. Şimdi bizler bu davanın açılmış olmasını siyasete yönelik kumpas davası olarak nitelendirdik ve bunu çeşitli gerekçelere dayandırdık. Hem benimle ilgili hem partimin tutuklu veya tutuksuz yargılanan diğer milletvekilleri, yöneticileri ile ilgili, Eşbaşkanımız Sayın Figen Yüksekdağ ile ilgili, hakeza parlamentoya yağmur gibi yağdırılan fezlekelerle ilgili değerlendirme yapmış, bütünlüklü olarak Türkiye’de hem siyasi muhalefete hem de toplumsal muhalefete dönük yürütme merkezli yani hükümetin bilinçli bir programı çerçevesinde baskı yürütüldüğünü, muhalefetin tasfiye edilmeye çalışıldığını ifade etmiştik. Bunun için de en önemli araç olarak yargının kullanıldığını belirtmiştik. Buna dair delilleri önceki celsede sunmuştuk ama madem esas hakkında savunma yapıyoruz bir kez daha hatırlatmak adına bunları tekrarlamak istiyorum.

İktidar muhalefete saldırarak iktidarını baki kılma amacı güdüyor

Şu an Türkiye’de otoriter tek adam rejimi vardır. Yani Türkiye’de anayasal, demokratik hukuk sistemi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirine karşı sorumlu olduğu ve birbirlerini denetlediği güçler ayrılığı ilkesine dayalı bir demokratik rejim yok. Tek adam yönetimine dayalı, Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün güçleri kendi uhdesine aldığı, bütün yetkileri kendi uhdesine aldığı bir otorite rejimi söz konusu. Bu otoriter rejiminin varlığını sürdürebilmesi için de muhalefeti baskı altına almak zorunda. Çünkü halk desteğini her gün kaybediyor. Giderek halktan aldığı meşruiyeti yitiriyor. Yeni bir politik açılım, geleceğe yönelik bir politik rejim oluşturamadığı için de muhalefeti tehditle, tutuklamayla sınırlayarak, ifade özgürlüğünü, gösteri hakkını, siyaset yapma hakkını sınırlayarak baskı altına almaya çalışıyor. İktidarını bu şekilde baki kılma amacı güdüyor. 

Siyasi kararlar alan yargı mensuplarından parlamentonun huzurunda hesap sorulacak

Bizlere yönelik yani HDP yöneticileri ve kurumsal yapımıza yönelik baskının esas nedenlerinden birisi de budur: Mevcut iktidar ortaklarının iktidarını sürdürebilmesinin olanaklarını sağlamak. Yargı da bu konuda kurumsal olarak iktidarın amacına hizmet eden adımlar atıyor, kararlar alıyor. Benim hem kişisel gözlemimden hem de yapılan araştırmalardan, var olan tespit ve hazırlanan raporlardan yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki bir kısım yargı mensubu ideolojik ve politik olarak mevcut iktidara kendisini yakın hissettiği için ya da yakın geçmişte, hakim savcı mesleğine atanmadan önce mevcut iktidar partilerinden birinin yöneticisi olarak zaten siyasi faaliyet yürüttüğü için bu baskı politikalarını gönüllü olarak yönetiyor. Büyük bir şevkle ve iştahla yürütüyor bazı yargı mensupları. Eminim ki önümüzdeki yıllarda parlamentoda kurulacak olan komisyonla bütün bunlar ortaya çıkarılarak ayıklanacak ve bütün siyasi kararlar için muhalefeti sindirmeye yönelik olan bütün yargı mensuplarından parlamentonun huzurunda hesap sorulacak.

AKP’yi, MHP’yi eleştirdiğimde savunmama müdahale eden yargıçlar gördüm

Bunlar kaç kişidir bilmiyorum ama benim yargılandığım çok fazla sayıda davada buna tanık oldum. AKP’ye ve MHP’ye laf söyletmeyen, savunmama müdahale eden yargıçlara tanık oldum. Yani ben savunma yaparken AKP’yi eleştirdiğim anda doğrudan müdahale eden yaklaşımlara tanıklık ettim. Sanki kendi genel başkanına, kendi sözcüsüne söylemişim gibi tüyleri diken diken olan yargı mensupları gördüm.

İkinci kategori ise mevcut iktidarla ideolojik veya organik bir bağı olmamakla birlikte mesleki kaygılardan, gelecek kaygılarından kaynaklı mevcut hukuksuzluğa bir şekilde alet olan yargı mensupları var. Üçüncü kategoride ise kendi mesleki ahlakına, yargıç etiğine uygun davranmaya çalışarak her şeye rağmen hukuku korumaya çalışan azınlıkta da olsa yargı mensubu var. Şimdi biz savunmalarımızda yargının bu şekilde politikleştirilmiş, siyasetin muhalefeti bastırmasında araç haline getirilmiş yönüne dikkat çektik.

Savcı Yüksel Kocaman, başka bir savcıyı görevlendirerek kendi mahkemesinde yaptığım savunmadan iddianame oluşturmuş

Bu savunmalardan bir tanesi de bugün huzurunuzda iddianamede yazılı olan ve bana suç atfı olarak geri dönen Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’ne yaptığım savunmadır. O savunmanın içeriği ile ilgili hiçbir suçlamayı, hiçbir aklı başında hukukçu bana yöneltemez. Çünkü suç taşıyan, içeriğinde suç olan savunma değildi bu. Hukukçu olmaya da gerek yok, okuyan herkes bilir. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın ismini anarak “bize siyasi kumpas kurdu, hukuk ve adalet önünde hesabını soracağız” demişim. “Ben ölürsem benim çocuklarım, avukatlarım, varislerim bunun hukuki takibini yapacaklar ben asla adalet arayışından vazgeçmeyeceğim” demişim. Bu kapsamda bir savunma yapmışım ve bunu terör örgütlerine hedef göstermek kapsamında iddianameye dönüştürüp, aynı başsavcı, etik olmayan bir şekilde kendisi ile ilgili bir soruşturmayı bir savcıyı görevlendirerek yaptırmış, huzurunuza iddianame olarak çıkarmış. Siz de bu iddianameyi kabul ederek davayı görmeye başladınız. Peki, neden Yüksel Kocaman ile ilgili bunları söyleme ihtiyacı hissettim? Bakın sizler Ankara 19 ve 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmamın devam eden iddianameleri isteyip dosyaya koydunuz. Bu iddianame çok kapsamlı iddianameler tabii. İçerik ve sayfa sayısı bakımından çok kapsamlı. Ekleri ile birlikte belki 10 binlerce 100 binlerce sayfaya tekabül ediyor. Sadece 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki iddianame 3000 küsur sayfadan oluşuyor. Fakat benimle ilgili kısmı mutlaka okumuşsunuzdur, isteğinize göre göz atma ihtiyacı duymuşsunuzdur. Orada şunu göreceksiniz ben ve Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ, 2019 Eylül’ünde ikinci defa tutuklandığımızda, yani cezaevindeyken ikinci defa tutuklandığımızda sıfır delille tutuklanmışız. İddianame açıldığında, mahkeme tarafından kabul edildiğinde bunu tespit ettik. Yani hiçbir delil yokken, sıfır delil.  Yargılandığımız dosyada da ifade ettik. Yani hakkımızda tanık ve gizli tanık beyanları bile biz tutuklandıktan 5 ay sonra, 4 ay sonra alınmış ve dosyaya konulmuş.

İkinci defa tutuklandığımız gün hakkımızda sıfır delil varmış. Zaten yargılandığımız 6-8 Ekim dosyasında, 3 yıldır yargılanmamız devam ederken sunulmuş deliler dışında hiçbir delil sunmamışlar. Neden sıfır delil diyorum, bizim yargılanmamıza neden olan iddianamelerdeki delilleri bile sunmamışlar. Sıfır delil. İnanılır bir şey değil ama sıfır delil, hiçbir delil sunmamış. Sadece suç ithamında bulunmuş, vasıflandırma yapmış, TCK 302 bilmem şu bu demiş, suçun başlıca mahiyeti, bilmem işte CMK 100, katalog suç, tutuklanmalarına demiş...

Savcı duruşmadan çıkıp odasına gidip, başka bir soruşturma yürütüyormuş; bunun tarihte örneği yok

Peki, bunu kim yapmış? Ankara Cumhuriyet Başsavcısı. Onun sorumluluğunda yürümüş bütün soruşturmalar. Bizatihi görevlendirdiği savcı, aynı zamanda benim duruşma savcımmış. Yani Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde, ben sanık sıfatıyla savunma yaparken, duruşmada bulunan savcı Ahmet Altun aynı zamanda Yüksel Kocaman’ın görevlendirmesiyle, ikinci defa aynı konuyla ilgili benimle ilgili meğerse soruşturma yürütüyormuş. Bu da sonradan ortaya çıktı. Yani duruşma savcısı eşzamanlı aynı tarihte soruşturma savcılığı yapıyormuş benimle ilgili. Duruşmada savunmamı dinliyormuş, öbür dosya soruşturması gizli olduğu için ne olur ne bitiyor bilmiyorduk. Duruşmadan çıkıp, kendi odasına gidip soruşturma yürütüyormuş. Yaptığı savunmalara göre soruşturmaya yön veriyormuş meğerse. Bu da ortaya çıktı. Aynı tarihlerde Yüksel Kocaman tarafından hem duruşma savcısı hem de soruşturma savcısı olarak görevlendirilmiş. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde benzer hiçbir uygulama yoktur. Tektir, ilktir ve tektir.

Erdoğan, “Karşı hamlemizi yapar bu işi bitiririz” dedi aynı akşam Yüksel Kocaman’la görüştü

Şimdi başka bir şey daha var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2. Dairesi benimle ilgili serbest bırakılmama ve tahliye edilmeme dair karar verdiğinde, AKP Genel Başkanı ve yürütme organının başı Recep Tayyip Erdoğan, “Karşı hamlemizi yapar bu işi bitiririz” diye bir açıklama yapıyor. Aynı akşam Yüksel Kocaman Saray’da AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşüyor ve bu görüşmeyi de kendi sosyal medya hesabından duyuruyor. Bunu da delil olarak sunduk, sadece hatırlatıyorum. İlginç bir görüşme tabii ki.

Üst düzey bir yargı mensubu ile yürütme organı mensubu bir araya geliyorsa neden bir araya geldiklerini açıklamak zorundadır

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Cumhurbaşkanıyla görüşemez mi, tabii ki görüşür. Ama bu görüşmenin konusu, içeriği, mahiyeti kamuoyuna açıklanır, açıklanmak zorundadır. Durup dururken Ankara Cumhuriyet Başsavcısı niye yürütme organının başı ile görüşsün, bir gerekçesi olması gerekir değil mi? Örneğin Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, birkaç ay önce Recep Tayyip Erdoğan’ı Saray’da ziyarete gitti ve bunun gerekçesini açıkladı. Dedi ki, “AYM üyeliğine yeni seçilen Cumhuriyet Başsavcısının yemin törenine davet etmek üzere, davetiyeyi götürdüm” dedi. Daha önce de çeşitli vesilelerle bir araya geldiler. Hepsinin gerekçesini açıkladılar, açıklanmak zorunda. Üst düzey bir yargı mensubu ile yürütme organı mensubu kamuoyunun gözleri önünde bir araya geliyorsa neden bir araya geldiklerini açıklamak zorundalar. Ve benim AİHM kararımın açıklandığı gün bir araya gelmişler? Tabii ki dikkatimizi çekiyor bu. Gündüz “karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” diyen bir siyasi rakibim var, Recep Tayyip Erdoğan var. Benimle ilgili soruşturma yürüten başsavcı benim siyasi rakibimle, “karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” diyen rakibimle neden bir araya geldi? Hiç değilse bu konuda makul bir şüphe dahi oluşamaz mı? Ben bunu dile getiremez miyim? Bunu dile getirdiğimde Yüksel Kocaman’ı tehdit mi etmiş oluyorum? Bunun soruşturulacağını, hukuk önünde bunun hesabının mutlaka sorulacağını söylediğim zaman tehdit mi etmiş oluyorum? Hayır, bu benim hakkım. Çünkü ben yargılanıyorum, tutuklanmışım, soruşturmamı bu savcı yürütüyor, Başsavcılık yürütüyor. Bunlara dikkat çekmek babında duruşmada dile getirdim.

Hakkımda şikayette bulunan başsavcının AKP mitinginde fotoğrafı var

Sadece bunu mu dile getirdim, hayır. Bu başsavcı aynı zamanda memleketi Zonguldak’ta AKP seçim çalışmalarına katılmış. Bunun da delillerini sunduk. Açık kaynakta, Zonguldak yerel medyasında örneğin, Yeni Adım Gazetesi - Zonguldak yerel gazetesi - Başsavcının AKP belediye başkan adayının mitinginde belediye başkan adayını tebrik ederken çekilmiş fotoğrafını yayınladı. Şimdi, şu fotoğraf bakın şurada başsavcı ortada. Yandaki de AKP belediye başkan adayı, miting burası. Bir siyasi partinin, benim mensubu olduğum partinin rakibi olan bir partinin mitingine katılan bir başsavcı benimle ilgili soruşturma da yürütüyorsa aynı zamanda ve partimin çok sayıda yöneticisi ilgili soruşturmanın başsavcısı ise bunu dile getirmemin nesi tehdit olabilir, neresi hedef gösterme olabilir? Bu açık kaynaktan elde edilmiş bir bilgi.

Başsavcının AKP yöneticileriyle fotoğrafları var, siyasi kimliğini belli etmekten hiçbir kaygı duymamış

Yine AKP il ve ilçe yöneticileriyle başsavcının fotoğrafları açık kaynaklardan bunlar elde edilmiş. Başsavcının AKP parti yöneticileriyle -bakın milletvekili ve belediye başkanları demiyorum- onlar da kamu görevi yapıyor parti il ve ilçe yöneticileri ile çekilmiş fotoğrafları var. Başsavcı siyasi kimliğini belli etmekten hiçbir kaygı duymuyor, duymamış. Çok açık bir şekilde kendisi siyasi parti faaliyetlerine katılmış ve bunu sosyal medyadan ve yerel medyadan yayınlatmış, bunlar hep açık kaynaklardan. Biz sonradan araştırınca gördük. Başsavcı ikinci defa siyasi kontak tutuklaması yaptırınca, kim bu Başsavcı diye avukatlarımız araştırdılar ve bunlara ulaştık açık kaynaklardan.

Başsavcı zaten tanınan biriydi, helikopterle tatile gidişi medyada haber olmuştu

Peki, bu başsavcı tanınmayan, bilinmeyen biriydi de ben mi ismini teşhir ettim? Ben mi ismini kamuoyuna duyurdum? Hayır, başsavcı zaten örneğin, evlendiği zaman sosyal medya hesabından bulundukları otelin ismiyle birlikte fotoğrafını yayınlamış. Kim oldukları biliniyor. Helikopterle otele giderken helikopterden çekim yapmış ve bunu sosyal medyadan yayınlamış. Bu Türkiye ulusal medyasında da haber oldu. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın lüks tatili diye. Bunu da hiçbir gazeteci ortaya çıkarmadı, bizzat aile olarak kendileri bu videoları, fotoğrafları çekip yayınladılar.

İnsan evlendikten sonra anne babasının elini öpmeye gider, bu başsavcının anası mıdır, babası mıdır Recep Tayyip Erdoğan?

Düğünden bir gün sonra Saray’a gitti ailecek. Recep Tayyip Erdoğan ile aile fotoğrafı çektirdi. Böyle bir gelenek var mıdır? İnsan evlendikten sonra anne babasının elini öpmeye gider. Gelinin damadın ailesini ziyaret eder. Bizim geleneklerimizden söz ediyorsak böyle geleneklerimiz var. Bu başsavcının anası mıdır babası mıdır Recep Tayyip Erdoğan? Bir gün sonra ne diye el öpmeye Saray’a gider?

Saray’da çektiği fotoğrafları arkasında kimlerin olduğunu göstermek için kendi sosyal medyasından yayınlıyor başsavcı

Yürütme organının başı, aynı zamanda bir partinin genel başkanı. Ve bunu kendi sosyal medya hesabından yayınlıyor başsavcı. Bunu da gazeteciler ortaya çıkarmıyor. Başsavcı çekilen fotoğrafları kendisi yayınlıyor. Neden? Çünkü ne kadar güçlü olduğunu, ne kadar iktidara yakın olduğunu herkese göstermek istiyor. Buradan muhtemelen siyasi rant devşirmeye çalışıyor. Arkasında kimlerin olduğunu herkese hatırlatmak istiyor. Ve aynı başsavcı ailesiyle birlikte Saray’ın çıkışında kendilerine verilmiş hediye poşetleriyle birlikte fotoğraf çektirip yine sosyal medyada yayınlıyor.

Başsavcının baldızı avukat olmamasına rağmen kendisini avukat olarak tanıtıp iş kovaladı, herhangi bir soruşturma açılmadı

Bunları da gazeteler ortaya çıkarmıyor, kendileri yayınlıyorlar. Başsavcının baldızı, eşinin kız kardeşi avukat olmamasına rağmen avukat sıfatını kullanarak çok sayıda iş yapıyor. Bir gazeteci bunu ortaya çıkarıyor hızla sosyal medyasını kapatıyor, oysa sosyal medya profilinde kendisini şöyle tariflemiş: Çağla Dursun, yani başsavcının baldızı. “Hukuk fakültesi okudu, Zonguldak’ta çalışıyor.” Kendisini de avukat olarak tanıtıyor. Sonradan ortaya çıkıyor ki hanımefendi avukat değilmiş. Sosyal medyada kendisini tanıttığı gibi değilmiş tabii ki. Eniştesi Başsavcının nüfuzunu kullanarak hukuk işlemleri avukat sıfatıyla takip ettiği iddiaları ortaya saçılıyor. Aynı zamanda bu hanımefendinin Zonguldak Çaycuma AKP İlçe Teşkilatı yöneticisi olduğu toplantı tutanaklarından, Zoom görüntülerinden ortaya çıkıyor. Belgeler ortada, yani baldızı ile ilgili iddialar ortada. Fakat ne dikkate alınıyor ne soruşturma açılıyor Ankara ya da Zonguldak’ta ne de üstüne gidiliyor. Hemen kapatılıyor her şey. Böyle bir başsavcıdan söz ediyorum. Ben de bütün bu belgeleri Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesinin ikinci tutuklanma sonrasında yapılan ilk duruşmasında tek tek ortaya koydum ve dedim ki bu işler bu kadar basit mi ya.

Başsavcının bize siyasi kumpas kurduğu AİHM kararıyla kesinleşti

Bir başsavcı siyasi kumpas yapacak, siyasi kimliğini saklamayacak bir AKP’li olarak bir HDP’liyi, HDP eşbaşkanlarını, eski yöneticilerini tutuklatacak ve zannedecek ki bütün bu yaptıklarının örtülecek üstü kapatılacak ve kimse hesap sormayacak. Hayır dedim, biz hukuk nezdinde bunun hesabını soracağız. Ağır bir suç işlemiştir başsavcı. Bizim iddiamız budur. Peki, sadece iddiayla mı sınırlı kaldı bizim söylediklerimiz? Hayır, AİHM 2’inci Daire kararından sonra hükümetinin yaptığı itiraz neticesinde Büyük Daire’ye gitti, Büyük Daire de siyasi kumpasın kesin olduğunu kararıyla hükme bağladı. “18’inci madde kapsamında başvurucu siyasi saiklerle iki kez tutuklanmıştır” dedi. “İki tutuklama da siyasi saiklerle yapılmış” dedi ve dolayısıyla başsavcının yaptığı siyasi kumpas bir mahkeme kararıyla da kesinleşmiş oldu, iddia olmaktan çıktı.

Devlet içindeki pislik patladı: Hukuk önünde hesap sorulacak günler yaklaştı

Şimdi şu günlerde Türkiye’de yaşanan siyasi atmosfere bir bakın. Daha ortaya çıkan pislikler Cemil Çiçek’in deyimiyle işin binde biri. O diyor ki binde biri doğruysa faciadır. Ben Cemil Beyi tanırım, siyasette uzun yıllar mesai yapma şansımız oldu. Biz muhalefetteyken Meclis Başkanlığı yaptı, ben Grup Başkanvekiliydim. Bilirim, birlikte mesai yaptık. Devletin içini birçok kişiden iyi bilir. Kast edilen şeylerin çok çok ötesinde gerçekler olduğunu bilen biridir. Cemil Çiçek’e atıf yapmamın nedeni şudur. Cemil Çiçek devlet adamıdır, hükümet adamı değildir. Her dönemde devlete bağlı devlet adamıdır. Biz öyle biliyoruz. O nedenle görünen o ki devlet içindeki pislikler patlamaya başladı. Lağım patladı ortalığa saçıldı. Öyle görünüyor ki hukuk önünde hesap sorulacağı günler yaklaşıyor, bu seçim sonrası mı olur seçim öncesi mi olur bilemiyorum, parlamento bu işe el atacak artık öyle görünüyor. Ya seçim sonrasında oluşacak parlamento belki de bu parlamento bilemeyiz. İşte o zaman biz Yüksel Kocaman’ı beni ve Figen Yüksekdağ’ı tutuklayan o günün Sulh Ceza Yargıcının ödüllendirilerek Yargıtay’a üye yapılmalarının altında yatan nedenin ne olduğunun araştırılmasını isteyeceğiz. HSK’ya suç duyurusunda bulunduk.   

Böyle iktidara böyle başsavcı

Görevi kötüye kullanma, görevi ihmal, hürriyeti tahdit suçu, bir siyasi parti lehine çıkar sağlamak için seçimlere müdahale, demokratik siyasete müdahale, demokratik seçime müdahale; bunlar ağır suçlardır. Ve biz bu suçların işlendiğine dair önemli delillere sahibiz. Trajik olan şudur; bunları dile getirdim diye şimdi huzurlarınızda bu başsavcı beni, tehdit etmekle, kimliğini deşifre etmekle, terör örgütlerine hedef göstermekle suçluyor. Bir tarafı bu, olağan. Öbür kısmı; böyle iktidara böyle başsavcı. Böyle iktidara böyle soruşturma. Fakat bir Ağır Ceza Mahkemesi, nasıl böyle bir iddianameyi kabul etti ve nasıl yargılamayı bu aşamaya getirdi. İşte bu trajiktir. Çok üzücüdür. Ben mahkemenizden bugün hukuk adına yapılan bu katliama, benim savunmalarımı baskı altına almak için kurulan kumpasın devamına müsaade etmeyerek beraat vermesi gerektiğini düşünüyorum.

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı suç işlemiştir

Ortada bir suç yok. Ne böyle bir kastım var ne manevi unsur var ne de açıklamalarımda ima yoluyla dahi bir tehdit var. Kaldı ki sözlerimi bir Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunda üç kişilik bir ağır ceza heyetinin önünde söylemişim. Ne bunu kamuoyunda dillendirmişim ne sosyal medya hesaplarımdan yayılmış. Ben sadece duruşmada savunmamda ifade etmişim. Niye haber olmuş nasıl olmuş beni ilgilendiren, sorumlu tutulacağım şeyler değil. İkincisi, bir savcı, bir mahkeme başkanı, iki ağır ceza heyeti üyesi önünde sarf ettiğim sözler tehdit olarak algılansaydı o gün hakkımda suç duyurusunda bulunurlardı. O savcı ve mahkeme heyeti bunun suç olduğunu düşünmüyordu, benim hakkımda herhangi bir işlem tesis etme gereği duymadılar. Bizatihi canlı canlı beni dinleyen mahkeme heyeti en küçük bir tehdit iması bile algılamazken şu anda heyetiniz bunu nasıl tehdit olarak algılayacak bunu merak ediyorum. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı beni baskı altına almak, işlediğini iddia ettiğimiz suçlarını gizlemek adına, kendi korkusu ve paniği ile davayı açtırmıştır. Emrindeki savcıya bunu yaptırarak ayrıca suç işlemiştir.

Hukuk önünde, parlamento önünde bu kumpasların hesabını soracağız

Tekrar ediyorum; adalet önünde, mahkeme önünde, hukuk önünde, parlamento önünde kesinlikle bu kumpasların hesabını soracağız. Hukuki mücadelemizi yürüteceğiz. Ben vazgeçsem avukatlarım vazgeçmeyecek. Ben ölürsem varislerim olan çocuklarım bu davayı sürdürecek, hakkımı arayacak. Bu kumpasları yapanlara hukuk önünde hesap soracak. Mahkemeniz bugünkü siyasi atmosferin etkisiyle, mahkemenin başında üç kategoriye ayırdığım yargı mensupları arasında kendini üçüncü kategoride görüyorsa ve her şeye rağmen hukukun üstünlüğü ve adalet tesis etme konusunda cesur davranacaksa, vicdani kanaatlerine göre karar verecekse bu davada yapılması gereken tek şey beraat kararı vermektir. Ben de mahkemenizden beraat kararı vermesini talep ediyorum. Hepinize teşekkürlerimi sunuyorum. 

Avukatların ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, Demirtaş’a 2 yıl 6 ay ceza verdi.

28 Mayıs 2021