Demirtaşın savunmasının 4.kısmı

 Demirtaş’ın tutuklu olduğu davanın Sincan’da görülmeye devam edilen duruşmasının öğleden sonraki oturumunda yaptığı savunma:

16. ve 17. Fezleke iki ayrı savcı tarafından 1 yıl arayla hazırlanmış ama kelimesi kelimesine aynı

Bu fezlekedeki “suç” tarihi 25.03.2011. Yani öğleden önceki oturumda savunmasını yaptığım 16 nolu fezlekedeki açıklamamdan bir gün sonra yaptığım açıklama ile ilgili bir fezleke bu. Bakın burada suç tarihi 25.03.2011 olarak gösterilmiş, yani söz konusu açıklama 2011'in Mart ayında yapılmış fakat fezleke 3 buçuk yıl sonra 2014'ün 6. ayında Meclis'e gönderilmiş. Bir önceki fezleke ise 4 buçuk yıl sonra Meclis’e gönderilmiş. Yani soruşturmayı yürüten savcının veya kolluğun soruşturmayı yürüttüğü aşamada, bir acziyet oluşturan bir kamu güvenliği tehdidi altında alelacele Meclis’e gönderilmiş bir fezleke de değil. Tümüyle siyasi gelişmelere istinaden polis fezlekesi olarak elde tutulmuş, olası gelişmelere göre de Meclis'e gönderilmek üzere Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında bekletilmiş. Yoksa bir açıklama ile ilgili 4 buçuk yıl bir savcı niye bekler? Soruşturma mı çok derinlemesine yürütülmek zorunda? Hayır. Zaten delil diye bir şey yok. Bu fezlekede de delil başlığı diye bir şey yok. Açıklamadan ibaret bir suçlama söz konusuysa ve bu kadar ciddi bir suçlama ise 3 buçuk yıl 4 buçuk yıl niye bekledi savcı? Bunların hepsi, siyasi şantaj, tehdit, komplo ve baskı unsuru olmak üzere yürütülen soruşturmalardır. Şimdi 17 no'lu fezlekeyi okuyarak savunmama başlamak istiyorum. Dediğim gibi bir önceki ile aşağı yukarı aynı, yalnız burada şüpheli olarak ben ve Pervin Buldan gösterilmişiz. Eski milletvekilimiz şu andaki eş genel başkanımız ikimiz birden fezlekede şüpheli olarak belirtilmişiz. İddia şu, yine bir önceki fezlekenin kopyala yapıştır hali. Bakın iki ayrı savcı hazırlamış. Biri Uğurhan Kuş öbürü de Volkan artık soyadı ne ise, yani başka bir savcı. Bu 2014'te hazırlanmış diğeri 2015'te hazırlanmış. İki fezleke arasında bir yıldan fazla zaman var. 1 yıl 4 ay. Fakat kelimesi kelimesine aynı. Ben 17. fezlekeyi okuyacağım ama siz 16. fezlekeye bakabilirsiniz. Göreceksiniz ki noktasına virgülüne dokunulmamış.

Demirtaş 17 nolu fezlekeyi okudu.

Şimdi iddia kısmının giriş bölümü kopyala yapıştır şeklinde alınmış. Savcılar kendi arasında mesleki dayanışma yürütebilirler, destek anlamında birbirleriyle bilgileri paylaşabilirler. Bunda ne yasal ne hukuki bir sıkıntı yok. Fakat bir buçuk yıl arayla soruşturma yürüten iki savcının iki milletvekili, birisi eş genel başkan, onlarla ilgili ciddi bir iddia ortaya koyacaksa kendine has bir soruşturma yürütmesi lazım. Gerçekten tam olarak biz nasıl örgüte yardım etmişiz, nasıl propaganda yapmışız, 2911'i nasıl ihlal etmişiz? Bunu bütün delilleriyle belgeleriyle ikna edici bir şekilde her türlü şüpheden uzak düzenlemesi ve parlamentoya göndermesi lazım. Fakat kendilerine o kadar güveniyorlar ki nasıl olsa parlamentoda da bu işler politik saiklerle yürüyor diye gerek bile duymamışlar. İki fezlekede de “deliller” diye bir başlık yok. Dosyada hangi deliller var onu belirtmemiş. Bu fezlekeye dayanarak da tek bir milletvekili bunu okumadan, komisyona havale edilmeden, genek kurulda tartışılmadan dokunulmazlığımız kaldırıldı, Anayasaya aykırı bir şekilde hakkımızda kovuşturma ve soruşturma başlatıldı. Şimdi iki yıldır tutukluluğumun devamına karar verildiği fezlekelerden biri de bu olmaya devam ediyor.

Demirtaş, 17 nolu fezlekeye konu edilen konuşmasını ve CD çözümünü okudu.  

Mahkemeniz ısrarla kadük olmuş soruşturmaları tutuklanmamızda gerekçe olarak karara koymaya devam ediyor

Metne bakıyorum da az önce okuduğumdan farkı var mı diye; aynı birebir aynı. Az önce yapılan çözüm tekrarlanmış. Bilirkişi aynı metni yeniden çözmüş. Burada raporunu bitiriyor bilirkişi, saygılarımızla arz ederiz diyerek raporu mahkemenize sunuyor. Dosyadaki CD delili de bu, konuşma çözümü de bu, fezleke de bu. Öğleden önceki fezlekenin hakkında dava olmasına rağmen bu 2014 tarihinde öbürü de 2015 tarihinde parlamentoya gönderilmiş. Avukatlarımın ısrarla dikkat çektiği vakti zamanındaki soruşturmaların yeni yasal düzenlemeler nedeniyle kadük hale geldiği fezlekeler bunlar. Ben savunmalarımı halka yapıyorum ki iyi anlaşılsın. Biz neyle suçlandık? Şu anda mahkeme düşmüş, kadük olmuş soruşturmaları tutuklanmamızda gerekçe olarak ısrarla karara koymaya devam ediyor. Bunun halk tarafından görülmesi bizler açısından önemlidir. Sizler zaten bunu biliyorsunuz. Hukukçusunuz. Dosyaya konulan delil nedir, yasa değişiklikleri nedir?

Fezleke “Demirtaş ile Buldan izinsiz gösteriye dönüşen mitinge katıldıkları için” diyor, ortada miting yok!

Mahkeme olarak herhalde bunun bizden daha iyi farkındasınızdır. Fakat 2011 yılında, bundan 8 yıl önce bizler siyasetçiler olarak neyle karşı karşıyaydık. Bunların o dönem yapmaya çalıştıkları şey neydi biz ne yapmaya çalışıyorduk? Bugün neden bunun kriminal bir soruşturmaya, bize karşı HDP'ye karşı kapsamlı bir siyasi soykırım operasyonuna vesile edildiğinin gerekçelerini kamuoyuna anlatmaya çalışıyoruz. Bu da tipik bir komplo-kumpas fezlekesi. İddianameye konulmuş olması da utanç verici. Fezleke olarak düzenlenmiş olması utanç vericidir. Bir savcı, kendine güvenen bir hukukçu elindeki belgeyle, delille dosyasını hazırlar, mahkemeye sunar ya da meclise gönderir. Biz de mahkemeye çıktığımızda da en azından savcının yaptığı çalışmaya saygı duyarız. En azından hukukçu kimliği ile objektif bir dosya hazırlamış, iyi çalışmış, lehte aleyhte tüm delilleri toplamış, mahkemenin takdirine sunmuş deriz. Saygı duyarız ve ona göre bir savunma yaparız. Ama bu fezlekeye karşı neyin savunmasını yapacağız. Neyle suçlanmışız? Ben ve Pervin Hanım ne yapmışız tam olarak? Mesela Cuma Namazı kılmışız. Bu suç mudur? Anlaşılmıyor. Slogan mı atmışız, belirtmiyor. Taş mı atmışız belirtmiyor, molotof mu atmışız, belirtmiyor. Suç olarak savcının kendisinin gördüğü pankart mı açmışız belirtmiyor. Ne şekilde bir örgüte yardım etmişiz, belirtmiyor. Konuşma içeriğimizi tek cümle ile belirtmiyor. Fezlekede “Selahattin Demirtaş ile Pervin Buldan sadece bu izinsiz gösteriye dönüşen mitinge katıldıkları için” diyor. Ortada miting yok. Miting dediğinizde büyük bir meydanda ses düzeni kurulur, miting şarkıları çalınır, binlerce insan toplanır konuşma yaparsınız; miting budur. Yürüyüş başka bir şeydir, basın açıklaması başka bir şeydir. Basın toplantısı başka bir şeydir. Burada hiçbiri yok.

Sadece fezlekeden ibaret bir dosya önünüze gelse mahkeme heyetiniz bir şey anlamaz

Mahkemenizin bilmesi açısından söylüyorum. “Koşuyolu Parkından Belediye Konukevine yürünmüş, orada açıklama yapılmış” deniyor. Diyarbakır’ı bilenler bilir; Koşuyolu Parkı ile konukevi bitişiktir. Arada 10-15 metrelik bir cadde var. Koşuyolu Parkının ardından konukevine geçmişiz. Orada açıklama yaparak oturma eylemimizi burada sonlandırdık. Batman'da Siirt’te devam ederiz dedik planlamamıza göre. Bu mudur suç konusu. Oradan oraya yürümüş olmak mı? Bakın bir gün önceki fezlekede eylemde okuduğunuz olay tutanağında, polisin tuttuğu tutanakta ne diyor? Diyor ki, “Emniyet amirimiz Aysel Hanımla Osman Beyle kitlenin Koşuyolu Parkına gönderilmesini istedi, onlar da eş genel başkanlarımıza danışalım geri döneceğiz dedi”. Yani Koşuyolu Parkında zaten bir çadır var, o çadırda oturma eylemi devam ediyor. Orada basın açıklamaları yapılıyor. Biz küçük sembolik bir çadırın da konuk evinin önüne konulmasını basın açıklamalarının orada yapılmasını istedik. Kabul edilmeyen bu. Emniyet görevlileri de akşam olunca kitlenizi yöneticilerinizi Koşuyolu Parkının içine çekin provokasyon olmasın diyorlar yöneticilerimize. Yöneticilerimiz de gelip bize danışıyorlar. Biz de uygundur olur diyoruz. Akşam karanlık olmak üzere, yöneticilerimiz caddede sokakta olmasın provokasyon olur diyoruz, yöneticilerimiz de bunun gereğini yapıyorlar. Polis de bunun daha uygun olacağını düşünüyor, biz de uygun görüyoruz. Fakat savcı bunu da suç sayıyor, yani Koşuyolu Parkında çadır ve oturma eylemini. Orada zaten suç unsuru olduğuna dair ne polisin ne valinin bir iddiası yok ki.  Valinin derdi daha görünür bir yer olan konukevinde basın açıklaması yapmamız, buna tahammül gösteremiyor. O gece Koşuyolu Parkında nöbet eylemi yapılıyor sabaha kadar. Sabah da oradaki kitlenin üzerine …..(anlaşılmıyor).  Konukevinin bahçesine geçiyorum, açıklamayı orada yapıp bitiriyorum. Eylem bundan ibarettir. Ama bunlar anlatılmıyor, hiçbir şey anlatılmıyor. Sadece fezlekeden ibaret bir dosya önünüze gelse mahkeme heyeti olarak ne anlayacaksınız bundan. Örneğin ben savunma yapmasam, CD çözümlerini siz yapmasanız sadece iddianameden yola çıkarak nasıl bir yargılama yapacaksınız. Bu iddianamenin kabulü zaten vahim bir hataydı. Biz olayları açıklığa kavuşturmaya çalışıyoruz ki mahkeme heyeti anlasın.

Her yaptığımız açıklamayla ilgili soruşturma başlatıldı zaten ama fezleke düzenlenmesi siyasi konjonktüre havale edilmişti

Tabiri caizse masumiyetimizi ispatlamaya çalışıyoruz. Derdim o değil aslında nasıl bir suç işlenmiş bize karşı bu anlaşılsın istiyorum.  2911 sayılı yasaya muhalefet, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek. Neresinde? Yok! 2911'i nasıl ihlal etmişiz yok. Görüntülerde de çözümde de var, diyor ki Selahattin Demirtaş geldi, bu esnada polis barikatı açıldı ve alana girmişiz. Konukevinin bahçesine girmişiz. Polis niye barikatı açmış? Çünkü açıklama yapmamıza izin verilmiş. Bakanlıkla, valilikle görüşülmüş, engelleme yapılmasın denmiş. Polis de ben gittiğimde, barikatı açıyor ve eşbaşkanım yanımda yöneticilerimle küçük bir grupla birlikte orada açıklama yapıyorum. Bana dağılın uyarısı mı yapılmış, korsan gösteriye mi dönüşmüş, şiddet mi oluşmuş. 2019 dünyasında konuşuyoruz. Seçilmiş bir milletvekili, bir parti eşbaşkanı fikirlerini açıklayacak diye bu nasıl bir kızıl kıyamet, bu nasıl bir düşmanca tutumdur ki savcılar iki cümlemizden dolayı bizi terörist ilan ediyor. Yaptılar bunu hem de ellerinde şantaj unsuru tutarak hemen soruşturma başlattılar. Zaten basına yansıdı o zaman. Her yaptığımız açıklama ile ilgili “soruşturma başlatıldı” haberleri basına yansıdı zaten. Ama fezleke düzenlenmesi siyasi konjonktüre havale edildi. Bu bize karşı şantaj olarak kullanıldı.

Bu fezleke de bize karşı yıldırma, siyaseten bizi engelleme operasyonlarının bir devamıdır

Kamuoyuna da şu mesaj verildi. Bunları konuşmayacaksınız, bu söz eylem etkinlikler suçtur. Oysa suç değil. Ne yasaya ne Anayasaya ne uluslararası sözleşmelere ne içtihatlara aykırı, ama biz yapamayız! Biz yaptığımız anda kamuoyu baskıya alınır ve ayrımcı bir tutumla düşman hukuku uygulanarak bize karşı operasyon başlatılır. Bu fezleke de bize karşı yıldırma bastırma siyaseten bizi engelleme operasyonlarının devamıdır. Tam olarak burada belirttiğimiz çerçevedeki demokratik siyaset öne çıksın, şiddet son bulsun anlayışımıza karşı yargı tarafından daha doğrusu hükümet tarafından, hükümet içindeki bir klik tarafından Erdoğan da buna ikna edilerek sürekli bu operasyonlar yapıldı. Tutuklananlar oldu, gözaltına alınanlar oldu, milletvekilleri hakkında fezlekeler düzenlendi, belediye başkanlarımız bunlardan yargılandı. Aslında yeni yasalar çıkarılarak sonra bunlar suç olmaktan çıkarıldı. Bunların hepsi siyasi mücadeleler sonucu oldu. Parlamentoda yaptığımız görüşmeler, meydanlarda yaptığımız mitingler, yaptığımız çağrılar, hükümet sonra yasal düzenlemeler yaptı. Çünkü iş o kadar çığırından çıkmıştı ki, ağzını açana 2911'den dava açılıyordu. Bir slogan attı diye 13-14 yaşındaki çocuklar hapse atıldı. İş o kadar ağırlaşmıştı ki artık hükümet yasal düzenleme yaptı. Bunlar hem suç olmaktan çıkarıldı ya da erteleme vs. kapsamına alındı. Fakat savcı Kurtça Eker elinde yeterli malzeme olmadığını gördüğü için iflas etmiş tüccar gibi eski defterlere sarıldı. Sayısını hatırlamıyorum ama galiba 8-10 felekeyi bu şekilde iddianameye koymuş. Yani ertelenmiş suç olmaktan çıkmış, soruşturma konusu olmaktan çıkmış fakat hem Meclis’ten geri çekmemişler bunu hem de iddianameye yeniden koyup tutuklanmamın gerekçesi yapmışlar.

Ben zaten suçlamayı kabul etmiyorum, bize karşı işlenen suçlara sessiz kalınmasına isyan ediyorum

Bu da işte yeni dönemdeki siyasi atmosfer ve konjonktörün gereğiydi. İktidarın beklentisi buydu. Selahattin Demirtaş'ı nasıl tutuklayacak bir mahkeme? İşte böyle tutuklayacak. Bir karambol yaratıp çok sayıda suç isnadını Ali Cengiz oyunu ile görünmez hale getirip gri bir ortam yaratmak, flu bir ortam yaratmak, orada sanki Demirtaş çok büyük suçlar işlemiş, sürekli örgüt talimatıyla hareket etmiş algısı yaratmak, tutuklanmayı kamuoyu nezdinde haklı göstermek. Başka türlü yapamazlardı. Her biri ayrı ayrı davaya dönüşseydi bunların hepsi şu anda bitmişti. Vicdanlı, hukukun üstünlüğüne inanan her yargıç bununla ilgili derhal beraat kararı verirdi ya da ilk duruşmada beraat kararı verirdi. Ama 31,32 fezleke birleştirilip yeni bir suç yaratıldı; örgüt yöneticiliği. Hakkımda bugüne kadar Meclis’e gönderilmemiş bir suç isnadıyla bütün bunların hepsini yapan biri ancak örgüt yöneticisi olabilir. Örgüt yöneticisi olacaksa da yargılayanacaksa da tabii ki tutuklu olmalıdır. Çünkü ciddi bir suç isnadı. CMK 100'e göre alt üst sınırlar ve siz de bundan faydalanarak her ay 30 günde bir kopyala yapıştır şeklinde, savcı da aynı şekilde iki cümlelik mütalaasıyla “tutukluğunun devamına” dedi. Bunların hepsi işte bu siyasi anlayışın yargıya yansıyan pratikleridir. Yoksa burada bir suçun işlendiğini iddia etmek bırakın bir savcıya sokaktaki herhangi bir insana sorsanız olmayacağını rahatlıkla söyleyebileceği somut bir durumdur. Nasıl bir suçtan söz ediliyor burada. Ben zaten suçlamayı kabul etmiyorum da bize karşı işlenen suçlara sessiz kalınmasına isyan ediyorum. O günden bugüne yapılanların Türkiye’yi nereden nereye getirdiğine mahkemenin ve kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyorum. Bunlarla ilgili vakti zamanında gerçekten keşke dokunulmazlığımız olmasaydı da hemen davaya dönüşseydi, ama açmıyorlardı. Siyasi koz olarak kullanıyorlardı sürekli.

KCK operasyonlarını yürüten savcı “Siyaseten siz hükümetin istediği çizgide olursanız biz de bunu değerlendiririz” diyebiliyordu 

Daha önce de belirttim, 2009'da KCK operasyonları adı altında bütün parti yöneticilerimiz, belediye başkanlarımızın evleri basılıp tutuklanırken Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısının (sonradan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına, oradan da FETÖ tutuklaması ile birlikte FETÖ itirafçısına dönüşen) savcının kontrolünde yürüyordu bu işler. Kendisiyle birkaç defa gidip görüştük. Sayın Ahmet Türk eş genel başkanımızken o zaman ben grup başkanvekiliydim. Gittik görüştük, "Bakın biz siyasetçiyiz yapmayın böyle. Gerçekten bir suçlama varsa tamam ama gözaltına alınanlar tutuklananlar bizim çalışma arkadaşlarımız. Bunları nasıl bu kadar ciddi bir suçlama ile evlerini basıp gözaltına alıyorsunuz. Üstelik biz bu kadar barış arayışındayken, çözüm arayışındayken nasıl bunları yapıyorsunuz" dedik. Kendisi çok açık görüşlü bir insandı sağ olsun. "Siyaseten siz hükümetin istediği çizgide olursanız biz de bunu değerlendiririz” dedi. Bunu diyebiliyordu mesela. Hiç saklama gereği duymuyordu. Yanındaki dosyalara elini vuruyordu. “Bunlar da sırada bekleyenler. Gelişmelere bakacağız” diyordu. Ve gelişmelere baka baka sayı 10 bini buldu.

AKP-Cemaat işbirliği ile başlayan operasyonlar hala devam ediyor

Türkiye genelinde KCK operasyonları adı altında 10 bin parti üyemiz, yöneticimiz tutuklandı o üç yıl içerisinde, 2009, 2010, 2011. Ve hepsi 5 yıl tutuklu kaldı. Sonra tutuklama 5 yılla sınırlanınca tahliye oldular. Şimdi ceza aldılar, istinaf mahkemesi dosyaya bakmadan onayladı Yargıtay’a gönderdi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da şu anda onama istiyor. On binlerce sayfa, binlerce klasör! Tek tek incelemek bile yıllar sürer. Ama savcı birkaç ayda, daha dosya Yargıtay’a gelir gelmez onama istedi. Bunların hepsi o dönem başlayan siyasi operasyonların, AKP-Cemaat işbirliği ile başlayan operasyonlarının hala devam ettiğini, aynı siyasi saikle hareket edildiğini göstermektedir. Bir devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla, yargısıyla, Anayasa Mahkemesiyle, parlamento ve hükümetiyle “ülkedeki bir siyasi gruba karşı topyekun mücadele ediyoruz” diye bir karar almış olabilir, ki almış, MGK kararlarında var bunlar. O grup da biziz. Bizi de teröre müdahil çevre olarak tanımlıyorlar. Kimiz biz peki? 6 milyon oy almayı başarmış, aileleriyle birlikte en az 15 milyonluk bir nüfusuz. Bunlarla mücadele edeceğiz demişler. Bunlarla mücadele edilirken terörle mücadele zafiyete uğramasın diye, terörle mücadeledeki görev alan personel moral motivasyon bozukluğu yaşamasın diye gerektiğinde kanunlar, teamüller ve Anayasa görmezden gelinecek. Çünkü önemli olan devletin bekasıdır! Bu perspektif bu anlayış açıktan veya örtülü olarak, resmi veya gayri resmi olarak sürekli devlet kurumlarına verilmektedir.

Bir bakan, Diyarbakır’daki hakim ve savcılara “Terörle mücadele ediyoruz, siz de bize yardımcı olacaksınız” diyor

Avukat arkadaşlarım, Diyarbakır Barosunda görev yapanlar Diyarbakır’da bunun gerçekleştiğini bizatihi gözlemledikler. Daha önceki duruşmada da belirtmiştim yine kayda geçsin; şu anda görevde olan bir bakan Diyarbakır’daki hakim ve savcıların tamamını mesai saati sonrası konferans salonuna topluyor, Ankara’dan telekonferansla bağlanıyor. Adalet Bakanı da değil ve hakim ve savcılara terörle mücadelenin önemini anlatıyor o konferansta. Hakim ve savcılar da pür dikkat o bakanı dinliyor. Bakanın verdiği perspektif de şudur; biz terörle mücadele ediyoruz, siz de bize yardımcı olacaksınız. Önünüze gelen dosyalarda ince eleyip sık dokumayın. Arada mağdurlar da olabilir, önemli değil. Devletin bekası önemlidir. Devlet tehdit altındadır, 3-5 kişi de mağdur olursa çok önemli değil. Perspektif bu: Vatan Millet Sakarya ruhuyla hadi bunların üstüne gidiyoruz. Dolayısıyla hakim savcı önüne gelen dosyaya şöyle bir bakıyor “Ha bu, bu perspektifle yaklaşılması gereken bir dosyadır, tutuklanmasına, ilk duruşmada tutukluluğunun devamına”. Gerekçe yok, bir şey yok. Selahattin Demirtaş fotoğrafını paylaştı diye bir HDP’liyi tutukladı Türkiye’de bir hakim. Suçu ve suçluyu övmekten. Daha önce mahkeme kararını, Sulh Ceza Hakimliğinin kararını size buradan okudum: “Terör örgütü yöneticiliğinden tutuklu olan Selahattin Demirtaş’ın fotoğrafını kişisel Facebook hesabından paylaşmak suretiyle suçu ve suçluyu övmesi anlaşıldığından tutuklanmasına” diyor. İşte bunlar, bu fezlekeyle bize karşı bu operasyonları yapan zihniyet aynı zihniyettir. Biz bunlara cevap olmaya çalışıyoruz.

Çavuşoğlu, Avrupa parlamenterleriyle yaptığı bir görüşmede düşman demiştir benim için

Biz teröre müdahil bir çevre değiliz, biz Kürt halkıyız. Bizimle birlikte hareket eden demokrasi için mücadele eden, aramızda bulunan Türk, Arap, Süryani, Ermeni arkadaşlarımla birlikte bu ülkenin özbeöz yurttaşlarıyız. Sizin kadar bu ülkede hakkımız var, sahibiyiz. Cumhurbaşkanından daha az değildir bu ülkedeki yurttaşlık hakkımız. Kimse bizi düşman olarak tanımlayamaz. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Avrupa parlamenterleriyle yaptığı bir görüşmede, Avrupa parlamenterleri benim tutuklu olduğum hususunu dile getirince benimle ilgili “O düşmanımızdır.” lafını kullanmıştır. Çıksın inkar etsin bakalım Çavuşoğlu. Düşman demiştir benim için. Böyle bir Dışişleri Bakanının, böyle bir hükümetin, böyle bir zihniyetin yargı faaliyeti böyle olur işte. Düşman olur. Yurttaş hukuku diye bir şey yok. Biz bunlardan normalde bırakın sorgu sual yapılmayı, eleştiriyi bile hak etmiyoruz. Barış konuşması yapan birini kim eleştirecek, eleştirilse haksızlık olur. Bu ülkede mafya babaları “Şunları kanlarında boğacağız.” dedi, ifade özgürlüğü kapsamında beraat ettirdiler. “Sokağa çıkacağız, asacağız keseceğiz” diye ellerinde uzun namlulu silahlarla açıklama yaptılar, ifade özgürlüğüdür diye beraat edildiler. Yakın zamanda oldu bu. Facebook hesaplarında göğüslerine fişeklik bağlayıp iki eline de uzun namlulu silah alıp açıkça isim vererek bizleri tehdit edenler hakkında ifade özgürlüğü diye beraat ya da takipsizlik kararı verildi. Bu dosyayla ilgili olmadığı için sunmuyorum ama başka davalarda cumhurbaşkanına hakaret, başbakana hakaret davalarında onları delil olarak sunacağım. Burada hakaret davası olmadığı için sunmuyorum ama ifade özgürlüğü dendi bunlara. Selahattin Demirtaş burada bir açıklama yapmış, ne şiddet var ne şiddet çağrısı var, ne terör var ne terör çağrısı var ne övgü var ne PKK ismi var ne başka bir şey var. Sivil siyasete çağrı var, hükümete uyarı var. Bir siyasetçi bundan başka ne yapacak? İşim ne benim? Budur. Tam olarak işimi yapmışım. Ama polis fezlekesi geldiğinde bir savcı çıkıp da demiyor ki kardeşim bu ifade özgürlüğüdür.

Erdoğan rahat rahat tek başına iktidar olsun diye HDP’ye operasyon yapmak utanç vericidir

Bir siyasetçinin ifade özgürlüğü normal bir yurttaştan katbekat fazladır zaten. Siyasetçi çok daha sert konuşabilir, buna hakkı vardır. Ama bırakın bunu düşünmeyi, bırakın bunu hesaplamayı, bize düşman hukuku uygulandığı için 100 yıldır, Cumhuriyetin kuruluşundan beri hep böyle görüldüğümüz için bu sorun devam ediyor. Siz bunu yapmaya, biz bunu anlatmaya devam edeceğiz. Dilimiz döndüğünce, gücümüz yettiğince. Kimin hangi hukuksuzluğu hangi kanunsuzluğu bize dayattığını biz çok iyi biliyoruz. Ama şunu da iyi biliyoruz; biz de bugüne kadar bunlardan asla bir adım geri atmadık. Çünkü bu ülke ülkemizdir, vatanımızdır. Dilimizle, kültürümüzle eşit özgür yurttaş olana kadar da haklarımızı savunmaya devam edeceğiz. Bizi düşman olarak gören zihniyeti kabul etmeyeceğiz. Bana düşman diyen, ithamda bulunan bu ülkenin Dışişleri Bakanının provokasyonlarına gelmeyeceğiz. Bu utanç onun utancıdır. Ben cezaevindeyken benim arkamdan “O düşmandır” diyen Dışişleri Bakanı hiç benim Dışişleri Bakanım olamaz. Bu ülkenin hiçbir yurttaşının da Dışişleri Bakanı olamaz. Siz de bu anlayışla hareket etmeye devam ediyorsunuz. Geçen Şubat’tan beridir başlayan yargılamada ben ve avukatlarım anlatmaya çalışıyoruz. Bunlardan bana soru soracaksanız, gerçekten utanç vericidir. Bunlarla yargılanmak utanç vericidir. Benim açımdan değil tabii, bunu yapanlar açısından. Bunlardan dolayı tutuklu kalmak ayrı bir utançtır. Tayyip Erdoğan’ın önü açılsın, rahat rahat tek başına iktidar olsun diye HDP’ye operasyon yapmak utanç vericidir. Bunlardan medet ummak da utanç vericidir. Bunun başarılı olmadığını, olamayacağını da gösterdik, göstermeye de devam edeceğiz.

Çaktırmamak için ellerinden geleni yapıyorlar ama savaş diyenler oy ve destek kaybediyor 

Şu bilinsin, bu fezlekeyi hazırlayan savcı da bilsin, bizi tutuklayan savcı hakim de bilsin; 2500 arkadaşımız, ben ve diğer 11 arkadaşımın tutuklandığı 4 Kasım gününden bu yana 2500 il ilçe başkanı, milletvekili, her düzeyden arkadaşımız genel merkez yöneticilerimiz de tutuklandı. Hiçbir yerde partimin açıklama, miting yapmasına izin verilmedi. Her yerde polisiye tedbirlerle HDP’nin çalışması engellendi. Öte taraftan iktidar partisi devletin bütün gücüyle, maliyesiyle, hazinesiyle, medyasıyla, güvenlik güçleri, kaymakamı, holdingleri, valisiyle ne varsa elinde, il tarım müdüründen, cumhurbaşkanının imkanlarına kadar devletin minicik imkanını bile kullanarak seçim kampanyası yürüttü. AKP %49’dan %42’ye düştü, HDP %10.7’den %11.8’e çıktı. Hadi bakalım kim kazandı? AKP bütün gücünü, devletin bütün imkanlarını kullandı ve 7 puan kaybetti halk nezdinde. Bizi suçladığınız konuşmalar ve taleplerimiz, bizi bu kadar terörize edip içeriye atmanıza rağmen içeriden seçim kampanyası yürütmemize rağmen partimizin oyunu 1 puan yükselttik. AKP gibi dünyanın en fazla iktidar ve devlet olanağını kullanarak kampanya yürütmüş bir parti tam 7 puan kaybediyor. Eğer millet iradesiyse, millet onlara dersini verdi. Bize de biz sizden yanayız dedi. Ne oy kaybetmesi, 1 puan da artırıyoruz dedi. 7 puan düşmüş AKP, bir puan biz artmışız böylesine eşitsiz bir ortamda. Bu en az AKP’nin iki katı oy artırmışız demektir, reel koşullarda. Eşit ve adil koşullarda. Demek ki halk bizim bu dediklerimiz sahipleniyor. Biz barış diyince halkın yüreğine işliyor bu, halk istiyor bunu. Hangi askerin polisin annesi evladının yaşamını yitirmesini ister? Dağdaki hangi çocuğun annesi babası bunu ister? İstemez. Biz barış olsun, siyasetle çözelim dediğimizde hepsinin yüreğinde içinde buna karşı bir sempati oluşuyor. Savaş diyenlerin, savaş çığırtkanlarının çığlıkları, halkın tepkisini çekiyor. Onlar kaybediyorlar, oy, güç, destek kaybediyorlar ama bunu çaktırmamak için görünür kılmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kaybetmeye de mahkumlar.

HDP’nin bu ülkedeki savaş, kan, gözyaşıyla ilgili en küçük bir hatası olsaydı HDP’den istifa ederdim

2 yıldır buradayız, partim dimdik ayaktadır. Daha da büyümeye devam ediyor, büyüyerek devam edecek bundan hiç şüphem yok. Eğer HDP’nin bu ülkedeki savaş, ölüm, kan, gözyaşıyla ilgili en küçük bir hatası olsaydı, o gün HDP’den istifa ederdim. Benim bunda en küçük bir hatam olsaydı, halktan binlerce defa özür diler siyaseti bırakırdım. Benim HDP’ye olan inancımın, HDP çizgisine olan inancımın sebebi budur. Başaracağız. HDP sadece Kürdün partisi değildir, Türkiye’nin demokratik çizgisini temsil ediyoruz. Bunu da engellemeye çalışıyorlar, ırkçısı, faşisti, milliyetçisi, dincisi, yobazı, gericisi el ele vermiş, vay bu ülke bizimdir kimseye nefes aldırmayacağız diyor. Kusura bakmayın bu ülke bizim de değil sizin de değil, hepimizindir. Birlikte yaşamayı öğreneceğiz. Biz size saygı duyuyoruz, siz de bize saygı duymayı öğreneceksiniz. Bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bir MHP’li millyetçi, bu ülke benimdir ve bu ülke sadece MHP’lilerden ibarettir diyebilir mi? Diyemez. Ben de diyemem. Birbirimize saygı duyacağız. AKP’li de öyle, diğer partililer de öyle. Ama yargı, iktidar ve yandaşlarına büyük toleranslı davranıp onlara muazzam siyaset imkanı sunarken bizi boğmaya çalışıyor. O zaman ülkenin yargısı değildir bu, partinin yargısıdır. Yargı makamları bağımsız değil, bir partiye bağlı çalışıyor çünkü başka bir partiyi boğmaya çalışıyor.

Valla yargılanmakla bitmiyoruz, öldürmekle de bitmiyoruz, bitmeyeceğiz

Size az gelebilir ama 6 milyon oy Yunanistan’ın seçmen sayısıdır. Yani biz Yunanistan’da seçime girsek ve 6 milyon oy alsak tam yüzde yüz oy almış oluyoruz. Avrupa’daki 18 ülkenin toplam nüfusundan fazla oy alıyoruz bu ülkede. Türkiye’nin nüfusu kalabalık coğrafya büyük diye size az geliyor olabilir. Biz neredeyse Irak’ın seçmen sayısı kadar oy alıyoruz, İsviçre’nin toplam nüfusundan fazla oy alıyoruz öyle bir fark ki. Ama siz bizi terörist ilan ediyorsunuz. Ben terörist, 6 milyon terörist, peki ailelerle birlikte 15 milyon teröristi ne yapacaksınız? Valla yargılanmakla bitmiyoruz, öldürmekle de bitmiyoruz, bitmeyeceğiz.

Sizin gerekçelerinize Bülent Arınç baksa herhalde dağa çıkar

O nedenle yargı, bütün yargı için sadece heyetiniz için söylemiyorum bütün yargı cesur olmalıdır. Gerçekten de hukuka uygun kararlar vererek özellikle siyasete dair tıkanmış mevzularda ön açıcı yol gösterici, perspektif sonucu şeyler ortaya koymalıdır. Yargı bana dair bir karar tahsis ederken gerekçede ifade özgürlüğü nedir, siyaset nedir, siyasette hak ve özgürlüklerin savunulması nedir, bunu geniş geniş anlatmalı özgürlükçü bir bakış açısıyla bunun çerçevesini çizmeli. Ben de çıkıp gençlere diyebilmeliyim ki, ya da arkadaşlarım başka bir davada, bakın Türkiye’de hakimler var arkadaşlar korkmanıza gerek yok, bak burada yazmış gerekçeleri, diyor ki sen doğrudan şiddeti teşvik etmeden şiddet kullanmadan istediğin siyasi faaliyeti yürüt; dernek vakıf, siyasi partide çalış, gösteri yap, miting yap, yürüyüş yap, buradaki kriter şiddeti doğrudan övme ,doğrudan şiddet kullanma ırkçılık yapma. Başka kriter yok diyor. O yüzden güvenin yargıya, o yüzden siyasete gelin. Ama sizin gerekçelerinize Bülent Arınç baksa herhalde dağa çıkar, çünkü kendisi bu konularda çok duygusaldır. Gültan Kışanak’ı dinleyince dağa çıkasım gelir, ben olsam dağa çıkarım demişti. Umarım sizin gerekçelerinizi Bülent Arınç okumuyordur, sizin derken yargının, Anayasa Mahkemesinin bütün gerekçelerini söylüyorum.

Ülkeden kaçan kaçana, korkuyorlar çünkü yargı yok

Hiçbir şey yok, hukuk, insan hakları ve özgürlükler adına feyiz alabileceğimiz, umut duyabileceğimiz, evet bu ülkede yurttaş olmak onur verici bir şey diyebileceğimiz, güvende hissedeceğimiz hiçbir şey yok. Ülkeden kaçan kaçana, kaçanlar da biz değiliz parası olan kaçıyor. Fakir fukara burada. Bu ülke fakir fukara ülkesi, parası olan başka yerden vatandaşlık alıyor, başka yerden ev alıyor başka yerde iş buluyor, yatırım yapıyor da ev alıyor. Korkuyorlar çünkü yargı yok. Bir tek sığınabileceğimiz liman yargıydı o da çöktü. Tam arkanızdaki yazı çöktü. Adalet mülkün temeli değildir, temel çöktü. Ben tek başıma bunu düzeltemem. HDP tek başına bunu düzeltemez. Eksiklerimizi yanlışlarımızı bize sizin gerekçelerinizi anlatın. Gerekçeleriniz; bir yurttaş, bir siyasetçi, bir gazeteci, bir aydın, şuna dikkat etmelidir diyebilmelidir. Kıyaslama açısından ne kadar doğru bilmiyorum ama geçenlerde beni ziyarete gelen avukat arkadaşlarımın elinde Londra’da bir sulh ceza hakiminin duruşma tutanağını gördüm. AİHM kararı gibi yazmış, her duruşmaları böyleymiş. Gerekçeleri her cümlede itinayla açıklanmış, herkesin anlayabileceği şekilde hakim hangi tutumu hangi kararı neden aldığını izah ede ede anlata anlata neredeyse her bir karar için uzun uzun, basit bir karar için 15-20 sayfalık tutanak tutmuş. Böyle olmalı. Selahattin Demirtaş 2 yıldır tutuklu. Muhtemelen yarın savcı diyecek ki “Senin dosyandaki bilgi belge falan filan tutukluluk halinin devamına…” Siz de diyeceksiniz ki katibe “Kopyala yapıştır geçen sefer niye tutuklanmıştı, onun aynısından”. Çok da umurumda değil ama yarattığınız trajediyi görmelisiniz. Yazık bu insanlara, gençlere, akademisyenlere yazık. Ülkenin beyni kaçıyor gidiyor, kimse burada fikir üretemiyor artık. Sanat üretemiyor, edebiyat üretemiyor. Kıraç topraklara dönüşüyor Türkiye. 15 yıldır engelliyorlar, şimdi daha sert engelliyorlar. Tweet atamıyor kimse korkudan tweet! Dolar oldu 6 küsür diyeni tutukladılar. Partimin il genel meclis üyesiydi. Ekonomik itibarsızlaştırma, uluslararası operasyonlara destek falan filan diye çocuğu tutukladılar. Ceza kanununda böyle bir suç yok. Nasıl yapacağız? Heyetiniz bilsin ki ben direniyorum. Size karşı değil, hukuksuzluğa karşı direniyorum. Dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum topluma, halka anlatmaya çalışıyorum. Yılmadım, bıkmıyorum, kendimi aklamaya çalışmıyorum. Türkiye toplumuna karşı borçluyuz biz. Çocuklarımız var büyüyecek bu ülkede yaşamaya devam edecek. Barış içinde yaşasın istiyorum çocuklarım. Sizin çocuklarınızla kardeş kardeş büyüsün, öbürünün çocuğu ile kardeş kardeş büyüsün. Öbür türlü içeride yatarız. Ne kadarsa bitin gitsin deriz. Ama yüreğimiz el vermiyor buna. Bizler siyasetçiyiz sizler hukukçusunuz, bir şeyler yapılması lazım. Bakın bu fezlekeler, bu suçlamalar bunlardan dolayı bizlerin sorguya tabi tutulması bu kadar yargılama, savunma, avukatlar, izleyiciler; çok yanlış. Her musibetten bir ders çıkarmak gerekir. Bu yargılama buraya doğru gitsin istiyorum. Son saniyeye kadar umudumu yitirmeden bunun için mücadeleye devam edeceğim, burada mücadeleye devam edeceğim. Son saniyeye kadar burada avukatlarımla birlikte, partimle birlikte, arkadaşlarımla birlikte Türkiye toplumunu hukuka davet edeceğim. İktidarı hukuka davet edeceğim. Bu mücadeleyi sürdüreceğim. Bu fezlekelerde daha önce de belirttiğim gibi siyasi görüşümle kendimi ifade etmem terör faaliyeti olarak addedilmiş. Yasa dışı gösterilmeye çalışılmış. Tümüyle hukuk dışıdır. Yapılanın kendisi suçtur. Bizim yaptığımız suç değildir. Dosyadaki deliller zaten bunun ispatıdır. Aleni tek bir deliliniz yok, olamaz da. Ne yaptığımızı, ne yapmadığımızı, neyin içinde olduğumuzu biliyoruz. Dolayısıyla bu fezleke de bir önceki fezlekeler gibi, birinci fezlekeden son fezlekeye kadar hepsinde olduğu gibi siyasi saiklerle hazırlanmıştır. Hiçbir suçlamayı kabul etmediğimi belirtiyor, 17. fezlekeyle ilgili savunmamı tamamlıyorum.

***

20 nolu fezlekede yine 2911 sayılı yasaya muhalefet, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyesi olmak. Suç tarihi olarak 04.05.2011 gösterilmiş fezlekenin de tarihi suç tarihi olarak gösterilenden yaklaşık 6 ay sonra.

(Demirtaş fezlekeyi okuyor.)

Ben bu fezlekeyle ilgili şunu söyleyeyim. Fezlekede belirtildiği gibi, ellerinde molotof kokteyli, havai fişek olan grubun içerisinde olduğum söylenmiş. Bu külliyen yalandır. Benim böyle bir grubun içerisinde olmam mümkün değil. Bunu ispatlayacak tek bir görüntü, tek bir delilleri varsa da ben o grubun üyesi olmayı kabul ederim ve derim ki, "tamam ben de molotofçuyum". Külliyen yalan.

Taziyeye gitmeyi bir insanlık görevi bilirim

Cenazelere katıldığımı daha önce de mahkemenizde beyan ettim, taziyeye gittim, cenaze namazına katıldım. Ama eğer bu tür eylemler olmuşsa, molotof atılmışsa, hiçbirinde benimle ilgili bir bağ kurulamaz. Partimin seçmeni olsun olmasın, taziyesi olan, acısı olan herhangi bir kişinin, kimliğine de bakmaksızın taziyeye gitmeyi bir insanlık görevi bilirim, bilmeye de devam ederim. Mahkemeye bunları ileriki aşamalarda dosyaya delil olarak sunmayı ayıp görüyorum. Fakat asker taziyelerine, cenazelerine de gittim, polis taziyelerine de gittim. Bunların bir kısmı basına yansıdı, bir kısmı yansımadı. Tabi savcılar bunları fezleke konusu yapmadığı için mahkemelerin de bilgisi olmaz.

Taziye mevzusunu tartışmak ayıp

Fakat ölüm acısı kalanla ilgilidir, gidenle ilgili değildir. Bu taziye mevzusu Türkiye’de yargıda çok tartışıldı ben bunun çok ayıp olduğunu düşünüyorum. Hani inancımızı kültürümüzü bir kenara bırakalım. Sen birinin cenazesine katılıp, silahlı örgüt üyesi diyelim ki çatışmada öldürüldü. Cenazeye katıldın, dedin ki, "onun silah kullanarak dağa çıkmış olması çok iyi bir şeydi" veya bu mahiyette bir konuşma yaptın. "Kendisi iyi ki savaştı, iyi ki dağa çıktı. Biz de bundan sonra silahlı mücadelesini devam ettireceğiz". Örneğin bunu söylemek şiddet övgüsü ve propagandası açısından tartışılır, fakat öldürülen, ölen kişinin annesinin, ailesinin acısını paylaşmak örgüt faaliyeti ile alakalı bir durum olamaz. Bunu yargı faaliyeti konusu yapmak da inciticidir. Çünkü taziye kalanla ilgilidir. Gidenin suçu var mıydı, yok muydu? Kişi öldükten sonra yeryüzündeki hukuk sistemine tabii değildi artık. Ne yargılanabilir, ne suçlu ilan edilebilir. İnancımıza göre de yeryüzündeki onunla ilgili bütün hüküm kalkar, o artık yaradanın hükmüne tabidir. Günahı var mıdır, yok mudur o artık bizim işimiz değildir. Fakat kalanların, ailenin ölen kişinin olası suçlarına bağlı olarak suçlu kabul edilip onlara taziye sunulmasının da suç kabul edilmesi, suçların ve cezaların kişiselliği ilkesinin de çiğnenmesi, inanç, ahlak ve kültürün de yok sayılmasıdır.

Bu bir siyasi faaliyet de değildir. Siyaseten taziyelere katılmaz insanlar. Öyle de yapmamak lazım, göstere göstere de yapmamak lazım. Bir insanın acısını paylaşmak manevi bir dayanışmadır ve ben de dahil arkadaşlarımın her biri önümüzdeki günlerde fezleke sırası gelirse açık grup konuşmalarında ve başka yerlerde açıklamalarımda da görebilirsiniz, aileye şu tesellide bulunduk: "İnşallah bu son ölüm olur. Sizin evladınız veya başkasının evladı. Bu insanların kaybının bir yerde de sorumlusu bizleriz, siyasetçileriz. Biz çözemedik, bizim çocuklar dağlarda birbirlerini öldürüyorlar. Dolayısıyla biz size barış sözü veriyoruz, acınızı paylaşıyoruz, inşallah bu ülkeye barışı getiririz." Yaptığımız konuşmalar, mesajlar da budur.

"Sen bu taziyeye gitmiş olmakla başlı başına örgüt suçu işledin" deniyorsa ben bu olayı hatırlamıyorum, CD’de de görünmüyor deniyor. Ama ben cenazelere, taziyelere katıldım, taziye evi ziyaretleri yaptım, aileyi evinde ziyaret edip başsağlığı da diledim. Bunun suç olduğunu da düşünmüyorum. Suçlama konusu olmasını da yanlış buluyorum. Fezlekede bahsedilen bu tür olaylar yaşanmış mıdır? Bahsedilen böyle olaylı geçen cenazeler oldu. Fakat bunların benimle doğrudan dolaylı hiçbir bağı kurulamaz, doğru da değildir. Böyle bir şeyin içinde olmam mümkün de değildir. Bir partinin eş başkanı, milletvekili olarak havai fişek, molotof kokteyli bulunan bir grubun içerisinde olduğum söyleniyor fezlekeye göre. Bunu zinhar reddediyorum. Asla böyle bir şey yoktur, olamaz.

Dediğim gibi herhangi bir yerde bir şiddet olayına rastlamışsak da bunu durdurmak, önlemek için girişimde bulunmuşuzdur en fazla. Molotof kokteylli bir grubun parçasıymışım gibi beni gösteren fezlekeyi de reddediyorum, savcının ithamını da reddediyorum. Ahmet Karaca şu anda nerede biliniyor zaten. Bu fezleke bu şekilde delilsiz, incelemesiz Meclis’e gönderilmesi de ayıptır. Katılmışsam da, hatırlamıyorum 2011 deniliyor, aileye destek sunmak için ya camiiye gitmişimdir, ya mezarlığa ya da taziye evinde gitmişimdir. Üçünden birini yapmış, aileye taziye sunup ayrılmışızdır. Onun dışında bir şiddet eylemi olayına bizim dahil olmamız kesinlikle söz konusu değildir, tasvip etmemiz de söz konusu değildir. Cenaze vesilesiyle şiddet, taş, molotof vs kullanılmasını da ben hiçbir zaman tasvip etmedim. Hiçbir vesileyle kullanılmasını da tasvip etmedim ama cenaze gibi maneviyatı olan bir törende bu tür şeylerin olmaması gerektiğini katıldığım toplantılarda da her zaman belirttim. Görüşüm de budur. Burada olmuşsa bu tür olaylar, tasvip edeceğim olaylar değildir. Mutlaka bir şeyler olmuş ki tutanaklara geçmiş, fakat benimle ilgili hiçbir şekilde bir bağı kurulamaz. CD’de de hiçbir yerde görüntü veya ses kaydıma rastlanılmadığı söyleniyor. Varsa herhangi bir görüntü veya ses kaydım ne konuşmuşum, ne yapmışım bana izah edilirse ben de savunmamı ona göre yapabilirim. Ama bu haliyle yapılabilecek başka bir savunma yok.

Bir kesik parmak, bir parmağı kesilmiş çocuk, bir de hakkında fezleke Demirtaş

Mahkeme Başkanının olay tutanağını okuması ve Demirtaş'a, "olay tutanağına bir diyeceğiniz var mı" diye sorması üzerine;

Ne diyeyim bilmiyorum ki. Söylenecek çok söz var ama, ismim yok değil mi tutanakta? Şunu söyleyeyim, 'savcının kumpas fezlekesi' derken şunu kastediyorum; şöyle bir ortam düşünün PKK tek başına ateşkes ilan etmiş, eylemsizlik kararı var, silahlı eylem yapmayacak, bizler de siyasetçiler olarak siyasi çözüm arıyoruz. Tam böyle bir ortamda Tunceli'de birileri askeri operasyon yapıyor, 7 örgüt mensubu öldürülüyor. Bu Türkiye'nin çatışmalı ortamında olağan görülebilir. Fakat hatırladığım bu olayda siz olay tutanaklarını okuyunca, cenazelere yapılan işkence mevzusu geçince hatırladım olayı; yani ‘Türkiye'de çatışmada şu kadar terörist öldürüldü’ diye haberleri hepiniz duyarsınız. Ama oradaki asıl hassas nokta şuydu; cenazelere işkence yapılmıştı. Ölü bedene. Bu otopsi raporlarıyla, morgdaki tespitlerle basına yansıyınca asıl kıyamet koptu. Yani yine siyasi barışçı çözüm arıyorsunuz, birileri halkı tahrik etmek için ısrarla öldürülen kişinin cenazelerine vücut bütünlüğünü bozacak şekilde işkence yapıyor. Bunu da görünür hale getiriyor, duyulur hale getiriyor. Olay tutanağını okudunuz. Sabahtan akşama kadar Diyarbakır'ın çeşitli mahallelerinde olaylar olmuş. Gençler, öfkeli, halk öfkeli, cenazelere yapılan işkencelerden öfkeli. Tabi ki şiddet birine zarar vermişse, mala mülke zarar vermişse suçtur. Savunacak halimiz yok. Fakat bu halkı provoke eden anlayışı gözden kaçırmamak lazım. O dönem için dikkatinizi bir de şuna çekiyorum; bütün olaylar sonrasında yakalanan bir kesik parmak bir de parmağı kesilmiş çocuk, bir de hakkında fezleke hazırlanmış Selahattin Demirtaş. Başka da bir şey demeyeyim, anlayan anladı.

24 Ocak 2019