Demirtaşın tahliye talebi dilekçesi

Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın, tutukluluk haline son verilmesini talep ettiği dilekçe:

DİYARBAKIR 8. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NE

Gönderilmek Üzere

EDİRNE F TİPİ YÜKSEK GÜVENLİKLİ CEZAEVİ MÜDÜRLÜĞÜ’NE

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hakkımda yürüttüğü soruşturma kapsamında Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklandım. Benimle birlikte Partimizin diğer Eş Genel Başkanı ve 10 milletvekili arkadaşım da gece yarısından sonra aynı saatte evlerimize yapılan abartılı, orantısız ve siyasi sansasyona yönelik bir baskınla tutuklandı. HDP’ye operasyon manşetiyle basına duyurulan bir girişimin tek bir siyasi merkezden yönetildiğinden zerre kadar kuşkumuz yoktur.

20 Mayıs 2016 tarihinde sözde kaldırılan dokunulmazlığımızın üzerinden 8 ay geçtikten sonra hakkımda iddianame düzenlenebilmiştir. Bu 8 ayın 3 ayı da tutukluluğumuzla geçmiştir. Oysa hakkımda hazırlanan iddianame 31 ayrı fezlekenin zoraki olarak birleştirilmesinden ibarettir. 31 ayrı zamanda ve yerde yaptığım konuşmalardan ibaret olan bu fezlekelerin yan yana getirilerek adına iddianame denilmesi tam 8 ay sürmüştür. Bu şekilde iddianamem 501 sayfaya çıkarılmış ve hakkımda istenen ceza da 142 yıl olarak belirlenerek kamuoyunda negatif algı yaratılmaya çalışılmış, tutuklanmamın “elzem olduğu” intibası yaratılmak istenmiştir. Fakat ilginçtir ki örneğin 15 Temmuz darbe girişiminin İzmir ayağı ile ilgili olan soruşturma büyük bir hızla tamamlanmış ve 270 sanık hakkında toplam 630 sayfalık iddianame hazırlanarak Ocak ayında da duruşmaya başlanmıştır. 250’ye yakın insanımızın katledildiği, parlamentomuzun bombalandığı, Cumhurbaşkanı ve ailesine yönelik suikastlerin planlandığı son derece vahim, komplike ve vahşi darbe girişimine karşı yargının hızlı hareket ediyor olması ebette takdire şayandır. Ancak Parlamentoyu bombalayanların bile hızla yargılandığı bu dönemde parlamento üyelerinin, yani darbenin hedeflerinden birinin, yargılama süreçlerinin referandum takvimine endekslenmiş olması oldukça manidar ve dikkat çekicidir.

Kaldı ki hakkımda 8 ayda tamamlanan501 sayfalık iddianameye konu olan 31 fezlekenin 11’ini hazırlayan savcılar FETÖ’den dolayı tutukludur. 7 fezleke ise bizzat iddianameyi hazırlayan savcı tarafından yakın zamanda “soruşturmanın ertelenmesi kararı” ile rafa kaldırılan fezlekelerdir. Ancak ne hikmetse bu fezlekeler de iddianameme dahil edilerek dosya kabarık gösterilmek istenmiştir.

Bu şekilde hazırlanan bir iddianameyi mahkemeniz kabul etmiş ve iş yoğunluğu olmamasına rağmen ilk duruşma tarihi de referandum sonrası yani 28 Nisan olarak belirlenmiştir. Ayrıca mahkememiz, tensip duruşmasında verdiği bir kararla davanın sözde güvenlik gerekçesi ile başka bir ile naklinin de önünü açarak ilk duruşma tarihinin uzaması ihtimalini de doğurmuştur. Duruşmalarımın güvenlik gerekçesi ile Diyarbakır’da yapılamayabileceğini düşünen mahkemeniz, Milletvekilimiz İdris Baluken’in Bingöl’de açılan ama güvenlik gerekçesi ile Diyarbakır’a nakledilen davasının ilk duruşmasını güvenlik içerisinde yapabilmiştir. Yine Hakkari milletvekilimiz Abdullah Zeydan, Selma Irmak ve Nihat Akdoğan’ın Hakkari’de güvenlik olmadığı gerekçesiyle dosyaları Diyarbakır’a gönderilmiştir.

Soruşturma evresinde dosyama “gizlilik” kararı konulmuştur. Oysa dosyamın tamamı TBMM’ye gönderilen ve alenileşen fezlekelerden ibarettir. Gizlilik kararının yetmeyeceği düşünülerek benim cezaevinde avukatlarım ile yapacağım bütün görüşmelerin bir görevli huzurunda ve kayıt altına alınarak yapılmasına karar verilmiştir. Soruşturmanın yürütüldüğü Diyarbakır’a coğrafi olarak en uzak olan ve 1.700 km ötedeki Edirne F tipi cezaevinde 57 gün boyunca tek başıma bir hücrede tutulmam sağlanmıştır. İddianamenin mahkemenizce değerlendirilmesi aşamasında avukatımın resmi olarak bizzat sizin onayınızla aldığı iddianamenin ziyaretçilerim tarafından bana verilmek üzere cezaevine tesliminden sonra, iddianameye yasadışı belge muamelesi yapılmış ve tarafıma verilmeden cezaevi yönetiminin aldığı bir kararla el konulmuştur. Bu şekilde soruşturma sürecinin başlangıcı ve safahati tam bir savunma hakkı katliamıyla geçmiştir. Adil yargılanma ihtimalimiz bu şekilde başından itibaren ortadan kaldırılmıştır.

Şüphesiz ki hakkımızdaki asılsız iddiaların tamamı kovuşturma evresi çürütülecek ve tam aksine yargı eliyle bize karşı ağır suçların işlendiği bir bir ortaya konulacaktır.

Ancak Yüksek Seçim Kurulu’nun 11 Şubat 2017 tarihinde yapmış olduğu bir açıklama ile referandum tarihini resmi olarak ilan etmiş olmasıyla yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Bu açıklama ile birlikte bizlerin tutukluluk durumu çok daha vahim bir ihlale tekabül edecek noktaya gelmiştir. Zaten AYM’nin Balbay kararı ve AİHM’in birçok kararına rağmen milletvekillerinin tutuklanmış olması ve tutukluluklarına devam yönünde karar verilmiş olması usuli bir hatadan öteye açıkça yargı görev ve yetkisini kötüye kullanma durumuna dönüşmüştür.

Milletvekillerinin temsil hakkından kaynaklı yasama yetkisi ile denetleme yetkisi sadece ve sadece seçilmiş olan kişi yani o milletvekili tarafından bizzat kullanılabilen yetkilerdir. Milletvekili tutuklu olduğu için kullanamadığı bu yetki ve haklarını başkasına devredemediği gibi avukat veya başka bir milletvekili aracılığı ile de kullanamamaktadır. Bu şekilde milletvekilinin tutuklulukta geçirdiği süre, telafisi hiçbir şekilde mümkün olmayan ağır sonuçlar ve parlamenter zararlar ortaya çıkarmaktadır. Hele hele son derece önemli bir Anayasa değişikliğinin yapıldığı ve 16 Nisan’da halkoylamasına gidileceğinin kesinleştiği bir süreçte Parlamento’nun 3. büyük partisinin Eş Genel Başkanları ile birlikte 10 milletvekilinin tutuklu bulunuyor olması, yargı eliyle siyasete ağır bir müdahaledir.

Bizim tutuklu bulunmamız ile elde edilmek istenen yargısal menfaat ile tutukluluğumuz nedeniyle ortaya çıkan toplumsal zarar (yani seçmenlerin temsil hakkının gasp edilmesi) kıyaslanamaz bile. Açıktır ki tutukluluğumuz ile yargısal bir menfaat değil, siyasal bir çıkar elde edilmek istenmektedir. Bu da bütün dava sürecinin üstüne kirli bir siyaset gölgesi düşürmektedir.

TBMM çalışmalarına, yasama ve denetleme faaliyetlerine katılmak en demokratik hakkımızdır. Zaten Anayasa değişikliği sürecinde tutuklanmış olmamız Parlamento’da söz söylemeye ve oy kullanma hakkımızın gasp edilmesine yol açmış ve Anayasa oylamasının meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir. Şimdi aynı meşruiyet sorunu referandum süreci içinde de haklı olarak tartışılacaktır.

Şu bilinmelidir ki bizler Halkların Demokratik Partisi ve 80 milyon yurttaşı temsil eden Türkiye milletvekilleri olarak, her türlü hukuksuzluğa rağmen özgürlük, adalet, demokrasi, eşitlik ve barış ilkelerimizden asla taviz vermeyeceğiz. Her türlü zorluğa rağmen bir arada, güven içerisinde yaşayacağımız bir gelecek için demokratik mücadelemizden asla geri adım atmayacağız. Zorbalığın ve baskının karşısında diz çökmeyeceğiz. Bizlere karşı bu hukuk dışı siyasi operasyonları planlayanların tuzağına elbette ki düşmeyeceğiz. Daha aydınlık ve daha güzel yarınları mutlaka kazanacağız.

Hakkımda hazırlanan iddianameye konu 31 fezlekenin neredeyse tamamının dokunulmazlık değil, sorumsuzluk kapsamında olduğu gözetilerek, o konuşmaların tamamını TBMM’de de yaptığım düşünülerek, Anayasa, CMK, AYM ve AİHM kararları doğrultusunda tutukluluk halime son verilmesini talep ediyorum. Saygılarımla.

[İmza]

Selahattin Demirtaş