Demirtaşın tutuklu olduğu davanın ikinci duruşmasında yaptığı savunmanın 2.bölümü

Birkaç alıntı ile başlamak istiyorum. Tabii ki bir belgenin başına iddianame yazmakla hukuken iddianame haline gelmiyor. Yakın tarihimizde çok sayıda kumpas, yalan, iftira davaları ortaya çıkmıştır. Bu iddianame de bir kumpas ve komplo iddianamesidir. Birileri başına iddianame yazdı diye benim de iddianame olarak kabul etmemi beklemeyin.

“Yalan herkesi yok etmek için kullanılan ilk silah oldu. En teknolojik silahlar ateşlenmeden önce yalan söylenir. Yalnız devlet adamı yalan söyleyebilir. Yalan devletin yararı gereği yurttaşları ya da devleti aldatmak için söylenebilir” der Platon. Devletin en büyük günahlarından biri kendisini yurttaşlarından ayırıp onları kandırmak için yalan kullanmasıdır. Yalan devletin tekelindedir, devlet yalan söyler, devlet adına hareket edenler de aynısını yapar. Devlet mitolojik bir varlık olmuştur artık ve Leviathan giderek büyümektedir.

En teknolojik silahlar, tüm dünya devletleri tarafından ateşlenmeden önce yalan silahı kullanılır. Ülkemizde de halen geçerliliği olan bir moda. Yalan onu söyleyen ve onu hedef alan arasında ezilmiş kişiyi hedef alır. O palavraya inanmayan ve onu tekrar ederek yalanın taşıyıcılığını yapana ne denir? Ayın elemanı mı, halkla ilişikler amiri mi?

Hassas totaliter rejimlerde sık rastlanır yalana. İnsana kendisini güçsüz hissettirir. Kendi ayakları üzerinde direnme ve yalanı ifşa etme gücünü yitirirsiniz.

Orwell şöyle der: Evrensel dolandırıcılığın hüküm sürdüğü zamanda gerçeği söylemek devrimciliktir. Elimden geldiğince gerçeği paylaşmak için çabalayacağım. Orwell der ki, hiçbir şey yasa dışı değildir. Çünkü artık yasa yok.

Anayasa’nın ayakların altına alındığı bir dönemde kanunları ihlal ettiği söylenen yasa koyucu olarak yargılanmaya başlandım. Berger bir romanında şöyle der: “Biz yasaların dışında doğduk, ne yaparsak yapalım yasaları çiğniyoruz. Onlarsa yasaların tam içinde doğmuşlar, ne yaparlarsa yapsınlar yasalar koruyor”.

Bizim de karşı karşıya olduğumuz durum budur. Benim suçlu olup olmadığıma benim söylediklerime bakarak karar vermeyeceksiniz. Benimle ilgili söylenenlere bakarak karar vereceksiniz. Benim hakkımda söylenenlerle, algılarla oluşturulmuş bir iddianamedir. Benimle ilgili ne söylediklerini anlatmak durumunda kalacağım bu yüzden.

Nasıl bir azılı teröristmişiz algısı yaratıldı. Bu algı üzerine fezlekeler hazırlandı, bu algı üzerine iddianame hazırlandı, kabul edildi, dokunulmazlığımı tanımayarak iddianameyi yüzüme okudunuz. Dolayısıyla benim ne söylediğim değil başkalarının benim hakkımda ne söylediğini tartışarak karar vereceksiniz. Nihayetinde kafanızda şekillenen karar böyledir.

Tarihte bir çok hukukçunun yaptığı bir tespittir: “Kanıtın yokluğunda ağır cezanın kendisi kanıt haline gelir.” Demirtaş için 3 yıl ceza isteyemezsiniz. Kamuoyunu ikna edemezsiniz 2 yıl isterseniz. 150 yıl istemeniz gerekli. Begoviç için istenen ceza da böyledir. Yaptığı tek şey İslam Deklarasyonu’nu yayımlamasıdır. Begoviç de 5 yılını cezaevinde geçirdi, çıktı devlet başkanı oldu.

Hafif bir ceza şüphe doğurur, sert bir ceza verilirse şüpheler giderilmiş olur. Nazilerin yöntemi, meşrulaştırma biçimi buydu.

Begoviç, deklarasyon yayımlandıktan sonra vatan haini ilan edildi. “Eğer gerçekten suçlu olsaydım adil yargılanırdım. Adil yargılanmadım çünkü masumdum” dedi. Uzun yıllarını hapiste geçirdi, iki de kızı vardı.

Olaylar tarihsel olgulara, coğrafyalara göre değişir, ama zulüm her yerde zulümdür. Faşizm her yerde faşizmdir. Bunu meşrulaştırabilecek bir dayanak tarih boyunca bulunamaz. Elbette meşrulaştırmak için siyasal meşruiyetler oluşturmuşlardır. Tarihe zulüm olarak geçmiştir bunlar. Kendi dönemlerinde başarı olarak geçse de, zaman tarih yazmaya geldiğinde faşizm, baskı, zulüm olarak anılmıştır.

Ben de böyle bir dönemde, faşizan baskıların estirildiği bir dönemde adil olmayan yargılanmayla adına iddianame denen bir metne cevap veriyorum.

Öyle bir dönemdeyiz ki, insanlar çocuklarını cezaevinden kurtarmak için avukata değil AKP il başkanlarına gidiyorlar. Mahkemeniz açısından herhangi bir iddiada bulunamam tabi.

İlginçtir, güçlü iktidar, güçlü lider, lidere bağlı söylem o kadar meşrulaştırılıyor ki, 15 ay önce bunu kabul etmezdim. Türkiye’yi kurtaracak olan kişiler, partiler değil halkın kendisidir. Ona güvenmeyen, inanmayanın hiçbir kalıcılığı yoktur. Ama onlar kendi döneminin kudretlileridir.

Örneğin Erdoğan şöyle bir demeç verse şu saatte ve “Kardeşim milletvekili tutuklanır mı” dese, bizleri tutuklu yargılayan heyetlerin çoğu “sabah olsun da tahliye edelim” diye uyumaz. Tabii mahkemenizi itham etmeyeyim. Recep Tayyip Erdoğan, “tutuklu milletvekili yargılamak milletin iradesine hakarettir” desin, içeride vekil kalmaz. Ben bu şekilde tahliye olacaksam olmayayım. Dolayısıyla bu dosya üzerindeki baskıya kim boyun eğer bilmiyorum, ama benim boyun eğmeyeceğim kesin. Bu bir kumpas davasıdır, tüm aşamalarda hukuki olarak elimden geleni yapacağım.

Bu dosya ne zaman biter bilmiyorum. AİHM’e kadar aşamaları var. Benim dosyama müdahale ettiğini söylediğim kişi nasıl bir yürütme gücü kullanıyor. Erdoğan, o kadar her şeye muktedir mi? Değil tabii, ondan büyük Allah var, ama bakın neler yapmış:

Örneğin belediye başkanlarına kayyum atanması; Efkan Ala direndi, onu görevden aldı, tüm belediye başkanlarını görevden adlı. Üniversitelerde rektörlük seçimlerini kaldırdı, kendisi atamaya başladı. Bunu parlamento yapmadı. Mesela Beşiktaş stadyumunun bitirilmesi emrini bir Cumhurbaşkanı nasıl vermiştir. Ne ilgilendirir Cumhurbaşkanı’nı? TEOG sınavlarını kaldırmıştır. Niye öyle istemiştir? Ne soran olmuştur, ne sorgulayan olmuştur. Üniversite giriş sınavlarını acilen değiştirmiştir. O kadar acele etmiştir ki, ÖSYM telaşla öğrencileri perişan etmiştir. Her mahalleye imam hatip açılacak demiştir. AKP’li belediye başkanları istifa etsin demiştir. Belediye başkanlarını ağlaya ağlaya, burnunu çeke çeke istifa ettirmiştir. İmamlara nikah yetkisi isteseniz de istemeseniz de çıkacak demiştir ve çıkmıştır. Parlamentonun açılış kapanış saatlerini kendisi belirlemiştir. Bugün sabaha kadar çalışacaksınız veya kapatın, tatil yapın demiştir. Parlamento açılış kapanış saatleri tüzüğe göre değil majestelerinin keyfine göre belirlenmiştir. Meclis İç Tüzüğü onun talimatıyla değişmiştir. Ülkede tek bir yargıç, Danıştay, Sayıştay gıkını çıkarmamıştır. Bunlar örnek sadece. Başkanlık sistemine geçişe kendisi karar vermiştir. Algıyı yaratmış, kampanyaları yönetmiş, bizleri tutuklamış, hileyle hurdayla getirmiştir. Yardımcı doçentliği kaldırmıştır. Parlamento tartışamamıştır bile. KHK’leri tek tek incelemiş, MGK toplamadan, Bakanlar Kurulu toplamadan MGK tavsiye kararı varmış gibi yaparak KHK’leri çıkarmıştır. Tek başına 650 kanunda değişiklik yapmıştır.

Tuhafınıza gitmiyor mu? Ben 3 tane kanunu ihlal ettim diye 15 aydır hücredeyim. Buna kimse itiraz etmeyecek mi? 650 kanun değiştirmiş. Biz itiraz ederiz OHAL’in sürekli uzatılmasına. 80 milyon, bir kişinin iki dudağından çıkacaklara mahkum olmuş. Savcı bey beni ülkeyi bölmekle suçluyor, alın size bölücülük. Ülkenin tüm kurumlarını bölmüş. Ama Cumhurbaşkanı vatana ihanet dışında hiçbir şeyle suçlanamaz. Vatana ihanettir bu, daha ne olsun? Tüm kurumları bypass ederek, milletin iradesini gasp ediyorsa, bunun adı vatana ihanettir.

Ahmet Arif şöyle diyor, 33 kurşun şiirinde: 

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız

Karşıyaka köyleri, obalarıyla

Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,

Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine karışır tavuklarımız

Bilmezlikten değil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz,

Gayrı eşkiyaya çıkar adımız

Kaçakçıya

Soyguncuya

Hayına...

Uzun süredir ele geçirdiği fırsatı, milletin kendisine verdiği gücü muhaliflere karşı kullandığı anlayış, benim iddianamemi hazırlatan anlayıştır. Husumet benim Cumhurbaşkanı adayı olmamla başlamıştır. Tanık dinleteceğim. Şimdi savcılık iddianameyi KCK sözleşmesinden kopyala yapıştır yapmış ya. Ben 5 yaşındaydım PKK kurulduğunda. Beni PKK’yi kurmakla suçluyorsunuz ya. Ama savcılık bir kılıf uydurmalı. Bu ilk defa mı başımıza geliyor. Keşke ilk defa olsaydı. Bir şok yaşasaydık. Ama İstiklal Mahkemeleri’nden beri bu böyle.

Benim iddianamemde savcı öyle bir algı yaratmış ki, kronolojik olarak bile dizmemiş. Bir oradan almış bir buradan almış; sanki peş peşe aynı gün yapılmış gibi iddianameye koymuş. Bunu yaparken açıkça bir siyasi saikle hareket etmiş, çünkü mevcut kudretli iktidarın temsilcisi olan şahsın yarattığı algı nedeniyle onun hedefe koyduğu kişileri cezalandırmak bir paye olabilirdi.

Ama o kadar telaş yapmış ki; ben düzgün bir iddianameyi hak etmiyor muyum. Suçla özdeşleşmiş bir iddianame hak etmiyor muyum? Hiç mi siyasi faaliyetim yok benim iddianameye koyacağın, KCK, PKK tarihini iddianameye koymuşsun. Acelen ne, referandum. Bir yurttaş niye tutuklanır? Bütün tutuklama koşullarının aynı anda olması, her sanık için de özel olarak değerlendirilmesi gerekir. Niye tutuklandım. Bunun hukuki gerekçesi yoksa siyasi gerekçesi var. İşte o da referandum. Çalakalem, kopyala yapıştır, 31 fezleke bir araya getirilmiş. Bazılarını da dışarıda unutmuşlar.

Şahsımla ilgili de özel bir hassasiyeti var. Sadece partimle ilgili değil. 2010 referandumunda partim boykot kararı aldı. Bizim üzerimizde ‘evet’ oyu verilmesi için baskı oluşturuldu. O dönemde partimin içinde olmadığı bir çözüm süreci vardı. Oslo süreci olarak bilinen, hükümet ve PKK yetkililerinin yüz yüze görüştüğü süreç. Anayasa teklifi sunuldu. Biz 2 şeye itiraz ettik. Birincisi kimlikle ilgili düzenleme olmamasına, ikincisi de HSYK ve yüksek yargıyla ilgili düzenlemelerdeki tehlikelere dikkat çektik. Diğer maddeler mavi boncuk olarak yer aldı.

Boykot kararı aldık. Ne yaptılar biliyor musunuz? “Bunlar İmralı’dan talimat alıyor” diyorlardı ya. Abdullah Öcalan’ın el yazısıyla bakanın kendisi İmralı’dan yazı getirdi. Bana getirdi. Niye, referandumda hem parlamentoda hem dışarıda ‘evet’ oyu vermemiz için. İnkar ederlerse tanıkları burada dinleteceğim. Kabul etmedik. Hem yazıda öyle bir şey yok. Abdullah Öcalan’ın el yazısı. Defalarca adada, 8 defa ben İmralı’ya gittim. Yazı şu:

“Partimiz hangi kararı verirse saygı duyuyoruz. Ama Anayasa değişikliği acaba yeni bir diyaloğun, çözüm sürecinin önünü açar mı, parti olarak değerlendirmenizi rica ediyorum.”

Destekleyin ya da desteklemeyin demiyor. Bunu İmralı’nın talimatı diye hükümet getirdi. Bizim İmralı’dan talimat aldığımızı söyleyenler Öcalan’ın el yazısıyla getirdi. Kabul etmedik. Boykot tavrımızı sürdüreceğiz dedik, uzlaşı istiyorsanız diğer maddelerde, HSYK ve dil-kimlik ile ilgili değişiklikleri geri çekin dedik. Kabul etmedik.

Majesteleri öfkelendi tabii; “hani İmralı’dan talimat alıyorlardı” demiş bakanlarına. Onlar da “bilmiyoruz vallahi” demişler. Bizimle ilgili asıl kriz o zaman başladı. Sen misin biz Oslo’da çözüm süreci yürütürken benim anayasa değişikliğimi desteklemeyen. Partimize karşı siyasi baskıyı başlatan bizatihi kendisidir.

Niye bu iddianameler siyasi saiklerle hazırlandı, niye benimle husumeti var anlatıyorum. Tanıklarını da dinleteceğim.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi. 2014’te de İmralı çözüm süreci vardı. Hiçbir şekilde Cumhurbaşkanı adayı olma talebim yoktu. Ama partim beni aday gösterme kararı aldı. Onur duydum. Ne yaptı? İmralı üzerinde adaylığımı geri çekme baskısı yaptı. Tanıkları var. Devlet adına görüşmeyi yürüten heyet, “Beyefendi (Erdoğan) çok rahatsız oldu adaylığınızdan, hem çözüm süreci yürütülüyor hem niye aday oldunuz” dedi.

“Biz kendisinin kölesi miyiz?” Cevabım buydu. Biz demokratik siyaseti güçlendirmek için çözüm süreci yürütüyoruz. Biz PKK’ye silah bıraktırmak için uğraşıyoruz da, HDP’ye siyaseti bıraktırmak hedefler arasında değil. Biz demokratik siyasette güçleneceğiz deyince niye rahatsız oluyor? Çözüm sürecinin ruhuna bu aykırıdır.

Kampanyasının ortasında, gene tanık dinletebilirim, şu anda yüksek bürokraside görevli birisi geldi ve “beyefendi çok rahatsız” dedi. “İkinci tura kalmamın kendisi açısından ne yararı var, çözüm sürecini hiç mi düşünmüyor.” Çünkü anketler yüzde 10’un üzerinde gösteriyor beni, diğer aday Ekmelettin İhsanoğlu beklenen oyu alsaydı ikinci tura kalıyordu. Cevabım aynen şu oldu: “Kendisine söyleyin demokratik siyasete inanıyoruz. Demokratik bir şekilde de çalışmamızı yürütüyoruz. Bunun çözüm sürecine nasıl aykırı olduğunu iddia edebilir. Ben aday oldum son güne kadar da kampanyayı en güçlü şekilde yürüteceğim”.

İnanamıyorum, niye uğraşsın ki, koskoca Cumhurbaşkanı bir siyasetçiyle niye uğraşsın. Uğraşır, uğraşacak çok şey bulur. 7 Haziran seçiminde parti olarak seçime girmeyelim diye İmralı üzerinden bize baskı yapmaya kalkıştılar. Devlet İmralı Heyeti, “çözüm sürecine aykırıdır” dedi. “20-25 milletvekili neyinize yetmiyor, bağımsız girersiniz” dedi. Niye? AKP’ye 400 milletvekili lazım. Tek başına Anayasa değiştirecek. Bir gün sonra HDP, PM kararı olmamasına rağmen parti olarak seçime gireceğini açıkladı. Partim 7 Haziran’da parti olarak seçime girmeliydi. Doğru yaptı. PM de hemen ardından oy birliği ile bu kararı aldı.  Çünkü kendisi engellemeye çalışıyordu. Kandil’in, İmralı’nın talimatlarıyla Demirtaş şunu yaptı diyenler bana, partime bunları yaptırmaya çalıştılar. Biz halkımızın gücünü esas aldık. Doğru kararlarla adımlar attık. Yine sadece benimle ilgili bir mesele olsaydı, sineye çeker, hapiste ömür boyu yatardım. Ama benim binlerce arkadaşım cezaevinde.

Tutuklama kampanyası ne zaman başladı hepsini ispatlayacağım. Bu bir siyasi partinin yargı eliyle tasfiyesidir. Kendi beyanı var. “Artık biz yargı yoluyla parti kapatma istemiyoruz” dedi. “Partinin içini boşaltacağız” dedi. Temelde insanlığa karşı bir suç işlendi. Partililerimize karşı, siyasi düşüncelerinden dolayı, sistematik bir şekilde, yargı eliyle. Bunu yapanların tamamı TC Devleti’nde ilelebet AKP iktidarı olacağını düşünmüyorlardır. Er veya geç hesap verecekler, bu iddianameyi hazırlayanlar da dahil olmak üzere.

Bu kadar baskıya rağmen 7 Haziran-1 Kasım seçimlerinde demokratik siyasetten taviz vermedik. 2 seçimde de ağır baskılara rağmen, Hazine yardımı almamamıza rağmen, parti binalarımız, 120 parti binamız, Genel Merkezimiz dahil ateşe verilmesine rağmen barajı aştık. Genel Merkezimiz güvenlik güçlerinin gözleri önünde saatlerce yandı. Yakan kişi de 45 gün tutuklu kaldı, tahliye oldu. Mersin, Adana binalarımız havaya uçuruldu. Kayseri binamız yakıldı. Partililerimiz katledildi. Sorumluları yok.

Bu iddianame bu siyasi saiklerle hazırlatıldı. Fezlekeler önceden vardı, ama iddianameye dönüşmesi yenidir. Her fezleke için ayrı dava açılmalıdır. Ama hiçbirinin birbiriyle alakası olmayan fezlekeler birleştirildi. Emir büyük yerdendi. Demirtaş’ın tutuklanması gerekiyormuş. Aliya İzzet Begoviç’in dediği gibi, 150 yıl istenecek ki, kamuoyu ikna olsun. 2 yıl olsa nasıl tutuklayacaksınız. Desinler ki, 150 yıl isteniyorsa, demek ki, bir şey yapmış.

İddianamenin hazırlanmasına giden süreçte Diyarbakır’da 5 Haziran’da benim de katılacağım mitingde IŞİD katliamı yaşandı. Çıktık serinkanlı sükunet çağrıları yaptık. Fakat birilerinin içi soğumamış olacak ki, 7 Haziran’dan sonra Suruç’ta bileşenimiz ESP gençlik yapısı, Kobane’ye oyuncak götürürken paramparça edildi. Daha 7 Haziran’dan yeni çıkmışız. Diyarbakır katliamını yapanlar Suruç katliamını yapanlarla bağlantılı çıktı. Doymamışlar. Ankara Garı’nda katliam yaptılar. 102 arkadaşımız katledildi. Bizler tüm o katliamlar içinde, linç devam ederken seçimi kazanıp parlamentoya gittik.

Öfkesinin büyüklüğü budur. Baş eğmez bir irade vardır. Onu çıldırtan budur. Oysa ben cumhurbaşkanı olsam, diz çökmeyen muhalefetten gurur duyarım. Ama hazmedemiyor. İlle intikamı alınacak. 15 Temmuz darbe girişimi de buna fırsat sağladı. Bütün güçleri elinde topladı, milli dini duygularla algı yaratarak bugüne kadar getirdi.

14 Şubat 2018