Demirtaşın tutuklu olduğu davanın ikinci duruşmasında yaptığı savunmanın 5.bölümü

45 klasör evrak oluşturmuş. Çünkü tutuklamayı oradan yapması için ağır bir baskı var. Tutuklama oradan yapılacak. Çünkü siyasi rant oradan elde edilecek. Demirtaş bundan dolayı tutuklanacak. Geri kalan 30 fezleke, ona da yargı baksın artık, bir şeyler bulsun minvalinde dosyaya sıkıştırılmış kendilerince. Çünkü  1,2,3 no’lu fezlekelerin tamamı kumpas. Elde olmayan kayıtlar, üretilmiş tapeler, sahte belgeler… Bunları dosyaya koymak da tabii ki suçtur. Bu konuda ayrıca suç duyurularımız devam edecek ve mutlaka bir gün yargı önünde bunları yapanlar hesap verecek, bundan hiç şüphem yok.

6-8 Ekim özel yoğunlaşması AKP’nin yönlendirmesi

Ama 6-8 Ekim özel yoğunlaşması sonucunda soruşturma açılmasındaki, iddianamedeki özel yoğunlaşma, çok bariz bir şekilde AKP’nin yönlendirmesidir. Çünkü 6-8 Ekim olayları döneminde - sonrasında daha doğrusu - benimle ilgili bir suçlama yok, partimle ilgili bir suçlama yok. Siyasi eleştiriler var karşılıklı. Haklı haksız, bizimle ve çözüm sürecini birlikte yürüttüğümüz Hükümet-AKP arasında gerilim var, siyasi gerilim var, karşılıklı siyasi eleştiriler var. Ama suçlama yok. Ne bizden yana, 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili, ne onlardan yana.

Başka bir gücün varlığı, müdahalesi hem bizim hem o dönemki hükümet yetkilileri tarafından kabul ediliyor ve bunun araştırılması, üstünde durulması konusunda kafa yoruyoruz. Ama ne hikmetse 6-8 Ekim’den 2 gün sonra, birkaç ay önce Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakip olduğumuz Recep Tayyip Erdoğan bir açıklama yapıveriyor, beni hedef gösteriyor. “Onun yaptığı çağrıyla sokağa dökülen” ve 50 küsur deniliyor gene, geri kalanlar küsur olarak… Maalesef tutuklama ve savcılık kararında da böyle yazıyor. Diyarbakır’daki, 50 küsur diye yazıyor. Yani 51 mi, 53 mü, 52 mi önemli değil. “50 küsur.” Ama bir isim zikrediliyor, Yasin Börü. Tek bir isim sadece. Bütün evraklarda tek bir isim. Geri kalan ölüler kim, isimleri yok, “önemli değil.”

Yoğunlaşma 6-8 Ekim olmalı denilmiş. Savcı oturmuş, 3 ay boyunca yoğun bir şekilde bunu çalışmış. Sadece kendisi çalışmamış ki. 2 yıldır zaten AKP ve medya bunun çalışmasını yürüttü. 6-8 Ekim, iddianamedeki özel yoğunlaşmanın en büyük nedeni, Cumhurbaşkanlığı seçiminde beni ekarte edemeyen ve bir sonraki seçimlere de parti olarak girmemiz halinde benim de yaratacağım etkiyle HDP yönetiminin bu partiyi barajın üstüne taşıyacağını gören AKP ve liderliği, özellikle benim kamuoyunda yıpranmam, siyasi olarak yıpranmam için bir kampanya başlattı. Çünkü hukuki olarak hiçbir aidiyet ilişkisi kurulamaz. Ne benimle ne HDP ile ne yöneticilerimizle… Çıkan olaylarla tek bir illiyet bağı kurulamaz.

“2 tweet atıldı, Türkiye karıştı” buna aklı başında olan kimse inanmaz zaten, delilleriyle de ben ortaya koyacağım. Hukuki sonuç elde etmek çok mümkün görünmüyor o günlerde. Ama siyasi sonuç elde etmek mümkün. Siyaseten yıpratmak, 54 kişinin katili olarak göstermek, ama 54 kişiyi de hep şöyle tarif etmek; “Yasin Börü ve diğerleri.”

Yasin Börü’nün vahşice katledilmesi bir barbarlıktır

Yeri geldiğinde tekrar da söyleyeceğim, Yasin Börü’nün vahşice katledilmesi bir barbarlıktır. Bunu yapanlar da, insanlığın şu kadarından zerre kadar nasibini almamışlardır. Eğer benim de bunda şu kadar, şu kadar, iğne ucu kadar katkım veya illiyet bağım varsa, aynı alçaklık bana da bulaşmış olsa gerekir. Ama o alçaklığın kime bulaştığını ve kimin soruşturmaları engellediğini burada delilleriyle ortaya koyacağım. Nasıl engellendiğini ortaya koyacağım.

Yasin Börü ne kadar insansa Antep’te ve İzmir’de linçle katledilenler de o kadar insandır

Diğer katledilen 44 HDP’linin isminin bile anılmadığı, küsurat olarak ifade edildiği iddianame benim açımdan da arkadaşlarım açısından da bir hakarettir. Yasin Börü ne kadar insansa, vahşice katledilmişse ve onun çocuk olarak anısı, annesinin ve babasının acısı ne kadar değerliyse, Antep’te linçle katledilen HDP’linin de İzmir’de linçle katledilenin de annesinin, babasının acısı da anısı da o kadar kıymetlidir. Kimse ona küsurat diyemez. Kimse Yasin Börü ve diğerleri diyemez. Yasin Börü ve 50 küsur kişi diyemez. Ama basın bunu yarattı. Bu algı yaratıldı ve bunun üzerinden siyasi sonuç elde edilmek istendi.

7 Haziran öncesi büyük bir kampanyayla “Demirtaş çağrı yaptı, sokağa döküldüler, 54 kişi öldü. Demirtaş’ın çağrısıyla sokağa dökülen, Demirtaş’ın çağrısıyla sokağa dökülen...” Sadece 6-8 Ekim’den sonraki 45 gün içerisinde aleyhimde 963 köşe yazısı yazıldı. Milyonlarca, milyarlarca yine sosyal medya yorumları – troller aracılığıyla - tweetler atıldı, mesajlar yayınlandı.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, aslında bu 6-8 Ekim soruşturmasını ilk yürüten savcılıktır. İddianame hazırlanmadan önce soruşturmayı kendileri yürüttüler. Halen, bakın o dosyada, ifade vermek için Ankara Adliyesi’ne gelip ifadesini verememiş MYK üyemiz var. Savcı “Bugün git yarın gel” diyor. Acelesi yok. Niye? Siyasi sonucunu elde ettik zaten. Amaç zaten bir grup milletvekilini, Demirtaş’la birlikte bundan sorumlu tutmaktı. Geri kalanlar bizim için çok önemli değil.

Onlar daha ifade verememişler, biz bu dosyadan 15 aydır tutukluyuz. Bu dosyadan tutukluyuz. Bu fezlekeden tutukluyuz. Üst sınırı 1 yıl 3 ay olan bir fezlekeden tutukluyum ben. Kamuoyu zannediyor ki, ben 54 kişiyi öldürmekten tutukluyum. Hayır. Hakkımda böyle bir fezleke de yok. 6-8 Ekim fezlekesi, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmamı isteyen bir fezlekedir. İddianameye de bu şekilde geçmiştir. Ve tutuklanmama gerekçe yapılan fezlekedir. Tutuklanmamız devamına gerekçe yapılan fezlekedir.

Ben, 6-8 Ekim’den bana istenen cezanın infazını bitirdim. İnfazı bitti. Ama ondan tutukluyum halen. Kamuoyu zannediyor ki, Demirtaş 54 kişinin katili olduğu için tutukludur. Böyle bir şey yok. Böyle bir iddia da yok ortada. Siyasi iddiayı ortaya koyacak delili olsaydı savcılığın zaten, bu 50 klasörün içine bir sayfa öyle bir delil koyardı. Ama mahkemeniz dahi, beni o fezleke ve o madde nedeniyle tutuklayan sulh ceza hakimi kararını her ay tekrarlamıştır; tutukluluk halinin devamına, aynı gerekçeyle.

Fezleke örgüt üyeliğinden, dava örgüt yöneticiliğinden

İddianame yine bu yönüyle hukuki hazırlık sürecinde başka bir garabet taşıyor. Soruşturma, fezleke örgüt üyeliğinden. Savcı örgüt üyeliğinden soruşturmayı yürütüyor. Dokunulmazlığımız kaldırılırken örgüt üyeliğinden. Örgüt üyeliğinden tutuklanmaya sevk ediliyoruz, sulh ceza hakimi bizi örgüt üyeliğinden tutukluyor ve 6-8 Ekim dosyasından. İki fezlekeden tutukluyum. 6-8 Ekim ve örgüt üyeliği.

Aradan 3 ay geçiyor. İddianameyi hazırlayan savcı davayı örgüt yöneticiliğinden açıyor. Öyle bir fezleke yok, öyle bir suçlama yok. Ne sorguda, ne soruşturmada, ne de fezleke aşamasında öyle bir şey yok. Yani fezlekesi olmayan bir suçtan iddianame düzenlenmiş hakkımda. Ve Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi demiyor ki, “bu milletvekilinin böyle bir fezlekesi yok, sen bunu örgüt yöneticiliğinden fezleke düzenleyip, Meclis’e göndermek zorundasın. Dokunulmazlığı kalkmamış bir suçlama ile ilgili soruşturma yapamazsınız."

Bu yargı görevini kötüye kullanmak suçudur. 15 aydır bu yapılıyor. Benim hakkımda örgüt yöneticiliği diye bir fezleke yoktur. Varsa mahkemeniz çıkartsın, ben bütün suçlamaları kabul edip cezaevine geri gideceğim. Örgüt yöneticiliğiyle ilgili hakkımda fezleke yoktur. Uydurdular, siz de kabul ettiniz. Valla bu fezleke yok demediniz. Tutuklamamın gerekçesinde de yok. Ama 3 ay sonra hazırlanan iddianamedeki sevk maddesinden benim tutukluluğumun devamına karar verdiniz. Tutukluluğumun devamına karar verdiğiniz fezleke yoktur. Böyle bir suçlama yoktur. Olmayan bir suçlamadan dolayı 15 aydır siz benim tutukluluğumun devamına karar veriyorsunuz. Böyle bir suçlama yoktur.

Parlamento sana yeni bir fezleke uydur demedi. Bunların hepsini toplayıp, hırsızlıktan örneğin bir şey buldum deseydi ne yapacaktınız. Ben bütün bu fezlekeleri yan yana getirdim Demirtaş hırsızlık yaptı denilseydi. Mahkeme böyle bir fezlekesi yok demeyecek miydi?

Suçun nitelemesini yaparken böyle bir özgürlüğe sahiptir değildir savcılık makamı. Milletvekili yargılıyorsunuz. Elindeki fezlekeler neyse, davayı oradan açarsın. Hepsini birleştirip örgüt yöneticiliği icat ettim. Böyle bir hakkınız yok. Vekil olmasam bunu soruşturma ve kovuşturma aşamasında rahatlıkla yaparsın. Açıkça belirtilmiştir, dokunulmazlığı kaldırılmış fezlekeler dışında hiçbir şekilde yargılanamaz milletvekili. Siz şu anda fezlekesi olmayan uydurma bir kanun maddesinden tutuklamış ve yargılıyorsunuz.

Özcesi, iddianame iki temel dayanak üzerine inşa edilmiş. Örgüt yöneticiliği, bunun fezlekesi yok; 6-8 Ekim 1 yıldan 3 yıla ceza talebi var. Yani olmayan bir fezleke ve 1 yıl gibi ceza istemiyle yargılanıyor. Yasa dışı bir şekilde, usule aykırı demiyorum. Usule aykırılık giderilebilir. Bu yasadışılıktır. Kanunsuzluktur, suçtur. TCK’de suçtur.

Katalog suç olmamasına rağmen tutuklama kararı verdiniz. Kaçma şüphesi yok, delilleri karartma iddiası yok. Her ay da kararı bu şekilde tekrarlıyorsunuz. Ortada katalog suç bile yok. Biri fezlekesi olmayan bir suçlama diğeri de katalog suçlardan olmayan bir suçlama.

Savcılık iddianameyi hazırlarken hızını alamamış, aslında ertelenmemiş bir sürü fezleke var davaya dönüşmüş. Şırnak’ta, Siirt’te 2911’den davalarım var. Birleştirilmemiş. Fakat 8 tane erteleme kararı alınmış fezlekeyi birleştirmiş ve dosyanıza koymuş.

(DUYULAMADI.)

FETÖ’cü savcının hazırladığı iddianame ile yargılanmayı kabul etmem

Bazı savcılara dokunulmazlık davaları konusunda güvenmediğimi belirttim. HSYK sorarsa isim de veririm, ama soramazlar çünkü içinde onlar da var. İddianameyi hazırlayan savcıyla ilgili iktidar partisinin de iddiaları bu. Ama bu ne soruşturuldu ne de üstüne gidildi. Ama biz tanık olarak isteteceğiz buraya. Ben sıradan bir insan değilim, parlamentonun üçüncü büyük partisinin Eş Genel Başkanıyım. Davanın savcısıyla ilgili iddialarım var. Bir yere suç duyurusunda bulundun mu, delil sundun mu, işlem yaptın mı, bunların sorulması lazım. Eğer varsa böyle bir soruşturma, ben FETÖ’cü savcının hazırladığı iddianame ile yargılanmayı kabul etmem. Benim kendisi hakkında en az 10 tane suç duyurum var. Sadece onunla ilgili değil, hakkımda bugüne kadar işlem yapıp gerekçesini açıklamayan, kasıt gördüğüm, görevi kötüye kullanma gördüğüm herkesle ilgili başvurularım var. Bir avukatım sadece bunlarla ilgileniyor.

Biz Kandil’e kafamıza estiği için gitmedik

Çözüm süreci yasası dediğimiz bir yasa var. 4 Şubat’ta Hakan Fidan’ın Cemaat savcılarınca ifadeye çağrılması üzerine gündeme gelmiş ve parlamentoda yasalaşmış bir yasadan söz ediyorum. O yasa çıkarılırken, çözüm süreci içinde bulunan kamu görevlilerinin bu faaliyetlerinden suçlanamayacağı gibi bir düzenlemeydi. Fakat sonra biz tartıştık bu yasayı, parlamentoda konuştuk; dedik ki, bu süreçte yer alanlar içinde siyasetçiler de var, akil insanlar, sivil toplum örgütleri var. Yarın bir gün yargı bu faaliyetlerden dolayı hepimizi suçlarsa bunun yasası var diyelim. Tamam Hakan Fidan önemli, ama binlerce insan var, gazetecilerden akademisyenlere. Dolayısıyla yasa herkesi kapsayacak şekilde genişletildi. Bu kapsamda çalışma yürüten herkesi kapsayacak şekilde genişletildi. Ve “bu kapsamda yapılan çalışmalar suç teşkil etmez” denildi.

Selahattin Demirtaş’ın günahı ne?

Şimdi iddianamede bazı fezlekelerim bu yasa kapsamında. Hiç gözetilmemiş. Bu yasa kapsamına giriyor demeliydi. İddianame kabul aşamasında da olmadı, aradan 15 ay geçti, bazı fezlekeler bu yönüyle iddianameye konu edilmemesi gereken fezlekelerdi. İşte Kandil’e gidiş, İmralı’ya gidiş. Bunların hepsi çözüm süreci kapsamında hükümetle koordineli yaptığımız ve bu yasa çerçevesindeki faaliyetlerdi. Biz Kandil’e kafamıza estiği için gitmedik. Her gidişimiz her dönüşümüz hükümetle, bürokratlarla toplantılarla belirlendi. Bu yasa yokmuş gibi davranıyor ya savcılar, soruşturma makamları, bu işin ucu çok farklı yerlere gider. Bu yasa kapsamına çok fazla insan giriyor. Onun da altını çizelim. Eğer suçlamaya dahil edilecekse de hep birlikte hesap veririz. Ne kadar AKP’li yetkili varsa, Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’ına, bürokratına kadar suç işlemişsek hep birlikte hesap veririz. Suçsa suç kardeşim. Yok değilse Selahattin Demirtaş’ın günahı ne? Bu yasa kapsamında nasıl böyle bir fezleke böyle bir iddianameye girer, şu aşamada bu kadar belirtmiş olayım. Yeri geldiğinde detaylı değineceğim.

Parti yöneticileriyle konuşmalarım iddianamede delil olarak gösterilmiş

Yine 1-2-3 no’lu fezlekeler, ortam dinlemeleri; tamamı yasa dışıdır. Üretilmiştir. Ben nerede ne yaptığımı bilirim. Ama iddianameye en azından bu dinlemelerin kaydını koyması lazım. Yoksa koymaması lazım. Kumpastır. İsimler yazmış, bu isimlerin kim olduğunu hiç değilse parantez içinde yazması lazım. Selma Irmak kimdir parti içinde, en azından onu yaz. Selma Irmak o dönem Eş Genel Başkan Yardımcısı’dır. Benim onunla yaptığım konuşmanın Grup Başkanvekili ile partinin Eş Genel Başkan Yardımcısı arasındaki konuşma olduğunu yazmalıydı. Dinlemeyi yapanlar yazmamış. Fezlekeyi hazırlayanlar yazmamış. Tamam bunların hepsi FETÖ’den tutuklu eyvallah, e iddianameyi hazırlayanlar niye yazmıyor? Nadir Yıldırım, Kamuran Yüksek, Osman Baydemir, Kazım Kurt. Kazım Kurt’la konuşmamı yazmış, karşısına yaz Hakkari Belediye Başkanı, yaz. Ama yok, bir algı yaratmış, bu FETÖ’cülerin yarattığı algı, tamam. Sen niye kabul ediyorsun? Tamamı benim partili, yetkili organlarımdaki resmi görevli arkadaşlarımla konuşmalarım. Çözümü gelsin, ses kaydı bana aitse tek tek izah ederim.

Dinleme kararı alanlar, dinleyenler FETÖ’den tutuklu

Dinleme kararları verilmiş. Altındaki imzalara baksın savcı, dinlemeyi yapan ekibine kadar hepsi tutuklu, Cemaatçi. Buna niye şüphe ile bakılmadı. Ortam dinlemesi kararı verilmiş. Bir milletvekili ile ilgili ortam dinlemesi kararı verilebilir mi? İsmimizi zikretmemiş, ‘parti binasının dinlenmesi’ denilmiş. Ama o saatte benim orada toplantı yaptığımı herkes biliyor, çünkü çağrı yapılmış. Başkanlığını benim yaptığım parti binamdaki toplantıyı dinleme kararı almışlar. Milletvekilliği dokunulmazlığım devam ederken nasıl alınmış bu dinleme kararı? Hadi bunlar aldı, hadi bunlar FETÖ’cü, siz niye iddianameye koydunuz? FETÖ’cülerin ürettiği bu kumpas tuzakları HDP’lilerin aleyhine değerlendirmek için dosyaya koydunuz. Hem ortam dinlemeleri hem tapeler tamamıyla yasa dışıdır. Çarpıtılmıştır, içeriği değiştirilmiştir. Kişiler sanki yasa dışı örgüt üyesi gibi gösterilmiştir. Kim oldukları karşısına yazılmamıştır. Kumpas budur, tuzak budur. Böyle delillerle bir milletvekilini nasıl tutuklarsınız? Örgüt yöneticisi olduğu iddiasıyla nasıl suç üretirsiniz? Bu mudur FETÖ’ye yaklaşımı yargının? FETÖ’nün ürettiği delillerle mi Selahattin Demirtaş’ı tutukladınız, yargılamaya devam edeceksiniz? Dinlemeyi yapanlar, hakimi, savcısı, emniyet müdürü hepsi tutuklu. Sadece Diyarbakır’da değil her yerde bunu yaptılar.

Bizim üzerimize yoğunlaşmalarının sebebi çözüm süreçlerini bitirmek

Nedenlerini de, hani sizler yargılama yaptığınız için anlatıyoruz. Ama özellikle bizim üzerimize yoğunlaşmalarının özel bir sebebi var. Çözüm süreçlerini bitirmek. Taraflar arasında güvensizlik oluşturmak. Benim dinleme kayıtlarımı çarpıtıp MGK’nın önüne koymak, hükümetin önüne koymak, hükümetin faaliyetlerini şu veya bu şekilde örgüte sızdırarak hükümet ve örgüt arasında güvensizlik yaratmak, alınan tedbirlerle birlikte güvenlik konusunun kaygılı hale gelmesi ve giderek de çözüm süreçlerinin bitmesi. Oslo ve İmralı’yı böyle bitirdiler.

Elinizde FETÖ’ye ait olmayan hiç mi delil yok?

Bu ülkede bizler barışı sağlayabilirdik. Şiddeti silahı bitirebilirdik. Parlamento olarak bunu sağlayabilirdik. Hükümet de çaba sarf ediyordu, Allah var. Elini taşın altına koymuştu. Onlar da sorumluluk üstlendiler. Ama onlar Cemaati beslediler. Cemaat onların altını oydu, çözüm süreçlerinin altını oydu. Bunlar ortaya çıktı. Bunlar hiç mi ders çıkarmadı da, şimdi Selahattin Demirtaş uyduruk fezlekelerle, uyduruk delillerle yargılanıyor. Elinizde FETÖ’ye ait olmayan hiç mi delil yok? Bir tane mi koyamadınız dosyaya. Bin tane konuşmam var. Demek istediğim iddianame hazırlanırken, panik havasıyla, ne yaptığını bilmeden, alelacele siyasi gündeme cevap olma çabasıyla baştan savma bir çalışma ortaya çıkmış.

Milletvekili parti programını savunmayacak da neyi savunacak?

İddianame fezlekeler yönüyle partimin Programı’yla da hiç karşılaştırılmamış. DTP, BDP, HDP; üç partide de görev yaptım. Özellikle son 20 fezleke partimin Programı’nda savunduğu ilkelerle ilgili. Bir partinin Eş Genel Başkanı ve milletvekili parti Programı’nı savunmayacak da neyi savunacak?

İddianamenin bu karşılaştırmayı da yapması lazımdı. Bu kişinin yaptığı bir siyasi faaliyet midir, kendi programında olan bir görüşü mü savunmuş, yoksa başka birinin görüş ve düşüncesini mi savunmuş? Bunu parti Programı’nı fezlekelerle karşılaştırarak ortaya çıkarabilirdi. Onu ben yapacağım.

Suçsuzluğumu ortaya çıkarmaya çalışacağım. Ama iddia makamının lehime olan delilleri toplaması, bu karşılaştırmayı yapması gerekir.

Parti Programı ile birebir örtüşen fezlekeleri de siyasi faaliyet kapsamında değerlendirmeliydi. Onlar doğrudan HDP’nin parti Programı’nda olan görüşlerdir. Suç değildir, ifade edilmesi de suç değildir. Bunun başka yasa dışı örgütler, dünyadaki herhangi bir terör örgütü, bir illegal örgüt tarafından savunulması suç haline getirmez. “Parti Programı’nda var” demesi lazım. Dememiş, hiç bakmamış. Selahattin Demirtaş sanki bir partinin üyesi değilmiş gibi soruşturma yürütmüş. Herhangi bir siyasi görüşü yok, bir partiyi temsil etmiyor, partisi ne diyor bakılmamış. Partinin Programı da Tüzüğü de beni bağlar. Bunun dışında konuşmam parti suçu oluşturur. Onun içinde siyasi faaliyet yürütmem de herhangi bir cezai anlamda suç oluşturmaz. Ben o görüş ve düşünceleri savunurken eğer şiddeti teşvik ediyorsam, parti Programı’nda olan görüşleri demokratik, yasal yol ve yöntemler dışında başka bir yöntemle hayata geçirmeye çalışırsam suç olur. Ama konuşmanın kendisi, suç kabul edilemez. Parti Programı suçlanmış bazı fezlekelerde. Oysa parti programı yargı denetimine tabidir, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı denetler. Eğer Yargıtay’ın itirazı varsa, programın düzeltilmesini ister, hatta kapatma davasına kadar gidebilir. Ama o program yürürlükteyken bir parti üyesi programı savundu diye yargılanamaz, suçlanamaz.

Numune olsun diye, bir satır lehe delil yok

Bu şekilde iddianame, 48 klasörden oluşan iddianame, bir satır, bir satır bile şüpheli ile ilgili lehe delil olmadan önümüze getirildi. Örnek, numune olsun diye bir satır lehe delil yok. “Bu adam burada da barışı savunmuş, çözümü savunmuş şiddete de şurada karşı çıkmış” dememiş. Bütün motivasyonu örgüt yöneticiliği, FETÖ’nün hazırladığı delillerle 6-8 Ekim yoğunlaşması. İddianame bu saiklerle hazırlanmış. Gerçekte beni kuvvetli delillerle yargısal anlamda cezalandırma isteğinin çok ötesinde siyasi anlamda cezalandırmak, siyasi sonuç elde etmek, en hızlı şekilde ülkenin gündemine siyasi etki doğurabilecek bir yargılama faaliyetini başlatmak üzere hazırlanmış bir iddianame. Aksi takdirde her bir davayı ayrı ayrı açabilirdi. Daha adil, daha etkili yargılama olabilirdi.

Gündemi, yılları, şehirleri ayrı 31 fezleke birleştirildi

Burada birleştirilmiş 31 ayrı dava görülüyor. Gündemi ayrı, yılları ayrı, şehirleri ayrı 31 ayrı siyasi faaliyetimin davası görülüyor ve ben bunlara bir mahkemede birkaç duruşmada cevap vermek zorunda kalıyorum. Bunun adı adil yargılama olamaz. 31 fezleke birleştirilerek yeni bir algı yaratılmak isteniyor.

Dokunulmazlık beni korusun diye var

Bir de neden birleştirme metotlu fezleke var? Dokunulmazlık aleyhimize kullanılmış durumda. Dokunulmazlık nedeniyle 2009 - 2010 yılında hazırlanmış fezlekeler davaya dönüşmemiş.

Dokunulmazlığım olmasa davaya dönüşecek, bitecek. Cezaysa ceza, beraatse beraat. Bitmiş olacak. Dokunulmazlığım olduğu için durmuş orada. 2011’de de fezleke gelmiş. Dokunulmazlığım olmasa yargılanacağım. Ya aklanacağım ya aleyhime hüküm kurulacak. Hep dokunulmazlığım olduğu için birikmiş fezlekeler var. Bu dokunulmazlık beni korusun diye var. Dosyalarım biriksin de bir savcı bunları birleştirsin, dokunulmazlığımın varlığını aleyhime kullansın diye yok. Bu fezlekeler dokunulmazlığımın varlığı nedeniyle birikmiş. Dokunulmazlık beni korusun diye var. Şimdi bunu aleyhime dönüştürmüş.

Sen misin dokunulmazlık sahibi olan, hepsini birleştiriyorum. 2011’de davası açılsaydı, 2017’deki fezleke ile birleştirilebilir miydi? Hayır. Yargılanacaktım, bitecekti. Dokunulmazlığımın varlığı aleyhime kullanılmış. “Suç işleme isnadıyla hareket edildiği için çok sayıda fezleke oluştu” diyemez. Dokunulmazlık nedeniyle birikmiş, birleştiremezdiniz. Bunu yapabilmenizin nedeni dokunulmazlığın varlığı, 10 yıl sonra hakkında dava açılabilmiş. Bu da usule, dokunulmazlığın ruhuna aykırı. Savcı, iddia makamı dokunulmazlığımı aleyhime bir unsur olarak kullanmıştır. Bundan dolayı bu birleştirmeler usule de adli yargılanma ilkesine de aykırı.

Avukat arkadaşlarım hatırlattı; Kars Milletvekilimiz Ayhan Bilgen de 6-8 Ekim fezlekesinden dolayı tutuklandı, 8 ay tutuklu kaldı. Kendisine fezlekede isnat edilen suçlama ve sevk maddesinden tutuklama yapıldı, ama iddianame örgüt üyeliğinden düzenlendi. Ve Diyarbakır’daki üst numaralı mahkeme yeni bir suç isnadı yöneltilemeyeceğine dair ara karar verdi. Ve Ayhan Bilgen’in tahliyesi öyle gerçekleşti. “Sen hakkında örgüt üyeliği fezlekesi olmayan bir milletvekilini örgüt üyeliği ile yargılayamazsın” dedi Diyarbakır’daki mahkeme. 6-8 Ekim, 2911’e göre yargılayabilirsiniz, suçlama da buna dair olabilir. Yeni bir suçlama olacaksa, yeni bir fezleke ve yeniden dokunulmazlığın kaldırılması gerekir.

Hukuki yanlışlıklarıyla birlikte kabul edilmiş bir iddianamedir

Kovuşturma süreci ile ilgili iddianameyi mahkeme kabul ederken, dünden bu yana anlatmaya çalıştığım usulsüzlükleri, yasa dışılıkları, politik yönleri hiçbir şekilde tartışmadan iddianamenin eksiklerini, hukuka aykırılıklarını gözetmeden kabul etti. İddianamenin kabulü aşamasında mahkemelere 15 gün tanınıyor. Bu süre zarfında sanık ve sanık vekilleri sürece dahil olamıyor. İddianame neye aykırı, neye uygun, göremiyorsunuz. Gizlilik kararı var. İddianamenin kabulüyle birlikte gizlilik kararı kalkıyor, ondan sonra görebiliyorsunuz. İddianameye dair söz söylemek soruşturma aşamasında mümkün olamıyor. Kovuşturma aşamasının başlangıcında da bizler itirazda bulunamıyoruz. Yani “mahkeme iddianameyi kabul etmeden şunlara dikkat etsin, şunları gözetsin” deme şansımız olmuyor. Mahkeme iddianameyi kabul ederken savcının gönderdiği tüm belgeleri, hiç tartışmadan, yeni değerlendirmeye tabi tutmadan, “şurası yanlış, eksik” demeden olduğu gibi kabul ediyor. Önünüzdeki iddianame tüm hukuki yanlışlıklarıyla birlikte kabul edilmiş bir iddianamedir. 

YSK referandum tarihini belirledikten sonra ilk duruşma tarihi belirlendi

Şuna özellikle dikkat edildi iddianamenin kabulüyle birlikte, duruşma gününün belirlenmesi. Anayasa değişikliği biz tutuklanır tutuklanmaz parlamentoya sunuldu. Soruşturma aşamasında Meclis çalışmaları sürdü. Anayasa değişikliği parlamentoda şekillenirken kovuşturma aşamasına geçildi. İddianame kabul edildi, dava açıldı. Gün verilmesi beklenirken ilginç bir şekilde belirlenmedi, YSK referandum tarihini belirleyinceye kadar. YSK referandum tarihini belirledi 16 Nisan, beni yargılayacak mahkeme duruşma tarihi belirledi; 28 Nisan. Referandumdan 12 gün sonra. Yani bu durumda bir ara kararla tahliye edilmezsem referandumu da içeride geçireceğim kesinleşti. Bütün duruşmalar referandumdan sonraya verildi.

Tesadüfi tarihler değil

İlk duruşmamın tutuklanmamdan 7 ay sonraya verilmesi normal bir durum değil. Bir milletvekilini gece yarısı evini basıp alıyorsunuz. “Hemen yargılamamız lazım” diyorsunuz. Ee yargılayın. Neden 7 ay sonraya gün veriyorsunuz? Bunlar adil yargılama konusunda, siyasi baskı konusunda şüphe uyandırıyor. Bunlar tesadüfi tarihler değildir.

Referandum döneminde tahliye dilekçesi ilettim hala cevap yok

Referandum tarihi belirlendiğinde mahkemeye el yazımla dilekçe yazdım. Dosyaya el yazımla giren tek dilekçemdir. “Referandum tarihi belirlendi. Partimin parlamentoda grubu var. Böyle tarihi bir süreçte, Türkiye referanduma giderken tutukluluk halim Türkiye’deki siyasi dengeleri değiştirecek bir etki yaratır. Tutuklanmamın yargısal amaç dışında siyasi amaca hizmet etmesine yol açar. Tahliye talep ediyorum”. Bu minvalde bir dilekçe. Hala cevap vermiş değil mahkeme. Kabul, ret; cevap yok. O tarihten bu yana, 1 yıldan fazla zaman geçti, Demirtaş’ın tek tahliye talebi budur. Türkiye’de siyasi süreç belirlenirken dışarıda, partimin başında olmam gerekiyordu. Yargının da bunu gözetmesi gerekiyordu. “Böyle bir dönemde tutuklu olması yanlıştır, hemen savunmasını alacağız, tahliye durumunu değerlendireceğiz” demesi lazımdı. Yazılı dilekçeye mahkeme hala cevap vermiş değil. Buna bile tenezzül edilmedi. Oysa bu bir rica değil. Hakkımdır. Yokmuş gibi davranılamaz. Ama yokmuş gibi davranıldı.

Yargı referandum sürecine müdahale etti

Aleni bir şekilde yargı olarak referandum sürecine müdahale ettiniz. Benim ve partimin diğer etkili sözcüleri tutuklandı. Kampanya yürütemedik, miting yapamadık, televizyona çıkamadık, demeç veremedik. Referandum bu ortamda yürütüldü. Dışarıda da baskı altına alındık. Sözcülerin neredeyse tamamı tutuklandı. Bu nasıl bir tesadüftür ki, ilk duruşma da referandumdan sonraya, 28 Nisan’a verildi. 28 Nisan’da duruşmaya mı çıktık? Hayır, işte dün çıktık ilk duruşmaya. Anlaşılıyor ki, referandum tatmin etmemiş. Bıçak sırtı, bir sonraki seçimler de kritik, ayarlama yapılacak. Yoksa Selahattin Demirtaş böyle bir dosyadan dolayı nasıl bu kadar tutuklu kalabilir? Nasıl 15 ay 10 gündür hakim karşısına çıkarılmadan cezaevinde tutulabilir? Nasıl bir milletvekili 15 ay boyunca sorgusuz sualsiz, evi basılarak alınmış, “Acelemiz var, gel seni yargılayacağız, ifadeni alacağız denilmiş ve bir milletvekili 15 ay 10 gün sonra ilk defa dosyanın açıldığı yerden başka bir mahkemede ifade vermiş.

Bunların hepsi siyasi tezgahlar, siyasi oyunlardır. Soruşturma aşamasının, kovuşturma aşamasının izlenimleri budur, bende yarattığı izlenim budur. Dün de belirttim, adil yargılanma ile ilgili, öncelikle sanık ne hissediyor, o önemlidir. Sanığın adil yargılandığına göre bir hissiyatının oluşması lazım. Çok az insan suçunu kabul eder. Cezaevlerinde böyledir, tek bir suçlu bulamazsınız. Herkes masumdur. Doğrudur, herkesin hissiyatı farklıdır. Ama herkes mahkeme önünde adil yargılandığını hissetme hakkına sahiptir. Görsel, şekilsel, içerik, usul yönünden, davranış yönünden, her yönüyle. Bu, defalarca içtihatlara yansımıştır. Hukuk fakültelerinde bize öğretilmiştir.

Ben adil yargılandığıma, yargılanacağıma dair şu kadar hissiyata sahip olsaydım samimiyetle söylüyorum hatırınızı kırmazdım. Derdim ki, adil yargılanacağımı hissediyorum. Sıfır. Sıfır bir adil yargılanma duygusu içerisindeyim. Çünkü yapılanlar –bana göre- yapılacakların garantisi gibi görünüyor. Çünkü dosya yönlendirildi ve önünüze geldi. Siz, “Biz adil yargılayacağız kardeşim” deseniz de bu dosyayla, oluşturulmuş bu algıyla adil yargılayamazsınız. Adil yargılama imkanını bitirdiler. Bunu yarattılar. Bitti. İlga edildi. Düzeltilemez. İddianame, kovuşturma ve soruşturma (3-4 saniye anlaşılmıyor) bu ne kadar adil yargılamaya dönüşür, bilemem. Fakat adil yargılanma hakkım ihlal edildi, bitti. Bunu, ileride mahkeme kararlarıyla göreceğiz. Hangi mahkeme bilemem. Umarım iç hukukta sonucunu alırım.

Yargı huzuruna çıkanlar oldu. Mesela Grup Başkanvekilimiz İdris Baluken, yanılmıyorsam benden birkaç gün önce duruşmaya çıktı, Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıktı. Savunmasını yaptı ve tahliyesine karar verildi. İdris Baluken tahliye edildi. Savunması alınmış, kaçma şüphesi yok, delilleri karartma şüphesi yok. Bunların hepsini takdir etmiş mahkeme ve “tahliyesine” demiş. 18 gün parti çalışmalarına katıldı, grup toplantılarına katıldı, parlamento çalışmalarına katıldı. Kendisi hekimdir, ama sağlık sorunu vardır, küçük bir ameliyat geçirdi, içerideyken de zorlanmıştı.

18. gün, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı tahliyeye itiraz etti. Tam 18 gün sonra. Usulde böyle bir şey yok. Tahliye kararlarına savcı tarafından itiraz edilmez. Böyle bir yetkisi, hakkı yok. Bugüne kadar Türkiye’de örneği görülmemiş. Bunu denetleyecek bir mercii yok çünkü. Mahkemenin aldığı ara karar kendi sanığının, kendi dosyasının hakimi olduğu dosyadır. Sanığı yüz yüze görmüş olan, mimiğini, jestini, hareketini, tavrını, davranışını, savunmasını bire bir dinlemiş olan, hakimin kendisidir. Ha, yine tutukluluk der. Ama tahliye önemli bir karardır, özgürlüğe dairdir. Önemli bir takdir yetkisidir. Kişisel olarak kullanılır. Yani sadece o yargılamayı yapan heyet önemli ölçüde buna vakıftır. Bunun dışında da tahliye kararları verilir. İtirazla üst mahkemede vs. Ama en doğru tahliye kararını her zaman ilk derece mahkemesi verir. Bu nedenle savcılara, tahliyeye itiraz usulü CMK’da tanınmamıştır. Çünkü tahliye, lehe bir karardır. Lehte karara karşı, sanığı korumak adına, savcılara, iddia makamına bu tür yetkiler tanınmamıştır.

(BURASI DUYULAMADI.)

İlk defa İdris Baluken dosyasında icat edildi. CMK’da olmayan, bugüne kadar uygulaması görülmemiş bir şeyi Diyarbakır Başsavcısı yaptı. 18 gün sonra. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını yanılmıyorsam üst mahkeme 1. Ağır Ceza Mahkemesi bozdu. Yargı tarihinde ilk defa önemli bir durumla karşılaşılıyor. Neye göre karar verecek? Savcının böyle bir hakkı yok. Hakkı varsa bunun bir süresinin olması lazım. Çünkü ara kararlara itiraz bildiğim kadarıyla bir haftadır. 18 gün geçmiş. Usulden mi reddetse, usule mi geçmiş, bir şeye dayanması lazım. Fakat CMK’da yok ki ona dayansın. Böyle bir uygulama yok. Böyle bir kanuni dayanak yok. Hakimin yapması gereken, bir cümleyle şu olmalıydı, ki Sincan Ağır Ceza Mahkemesi bir IŞİD’linin tahliyesine müdahil tarafın yaptığı itirazda bu kararı verdi. Dedi ki, sanığın tahliyesine itiraz edilemez, böyle bir müessese yoktur. Ve üst mahkeme reddetti. Daha doğrusu, kararı veren mahkeme böyle bir usul yoktur deyip üst mahkemeye göndermedi bile. Ama Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi, milletvekilimiz İdris Baluken’in tekrar tutuklanmasına karar verdi. Neye dayanarak? Hangi yasa? Belirtmiyor.

Beni yargılayacak heyet de aynı heyet. Dolayısıyla beni yargılayacak mahkemenin, heyetin iradesi kırıldı zaten. 28’inde ben duruşmaya çıkacağım, benden birkaç gün önce İdris Baluken yargılandı.

Beni yargılayacak mahkeme de, 8. Ağır Ceza Mahkemesi, bunun üzerine Diyarbakır’da güvenlik yok ben Demirtaş’ı yargılayamam dedi. Aslında o güne kadar öyle bir şey yoktu. Diyarbakır’a götürülmem bekleniyordu. Hatta öyle ki, Hakkari milletvekillerimiz, Hakkari’de güvenlik yok diye Diyarbakır’a nakledildi dosyaları. İdris Baluken, Bingöl’de açılmış dava, “güvenlik yok” diye Diyarbakır’a nakledilmiş, orada yargılanıyor. Benimki Diyarbakır’da, güvenlik yok diye Ankara’ya naklediliyor. Ne zaman? İdris Baluken’in tahliye kararına müdahale edildiği zaman. O heyet öyle tahmin ediyorum ki...

(BURASI DUYULAMADI.)

Heyetin başına gelenleri anlatmaya çalışıyorum. Ya bu nasıl bir anlayıştır. Yargı kararını versin. Soruşturma zaten kötü yürütüldü. Bari kovuşturma aşamasında. Kimse hakime telefon açıp şunu yap, bunu yap diyemez. Nasıl baskı oluşturacak, böyle. Kamuoyu baskısı, kararlar üzerinde baskı. 8. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, kendi sanığını tahliye ederken, bu kadar mı vasıfsız, bu kadar mı niteliksiz bir ekipti ki, komşusundaki 1. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi, hayatında yüzünü görmediği sanık için “hayır sen yanlış karar vermişsin bunun tutuklanması lazım” diye karar veriyor. Ben olsam incinirim. Benim kararlarım denetime tabi olsun da, tahliye kararına itiraz usulü yok kardeşim, nasıl bunu yaparsın.

Hakimi resmen hiçleştirmektir bu. Baluken kararı bunun önünü açtı. Aynı karar Ferhat Encü dosyasında uygulandı. Siirt vekilimiz Besime Konca tahliye edildi, aynı dereceli mahkeme tahliye kararını kaldırdı. Ayhan Bilgen, Meral Beştaş, aynı akıbete uğradı. Fakat sonra ortaya çıktı ki, birileri her halde “yasayı ihlal ediyoruz, suç işliyoruz” diye düşünmüş olacak ki, en son KHK’ye Cumhuriyet Savcılığı’na mahkemenin verdiği tahliye kararına itiraz usulü kanuna konulmuş, eklenmiş oldu. Şimdi bundan sonra yaparlarsa OHAL KHK’sine dayanarak, onlar da sonuçta Anayasa’ya aykırıdır, ama yasal dayanakla yapacaklar. CMK’de o olmadan ağır suçlar işlediler milletvekillerine karşı.

IŞİD’liler elini kolunu sallayarak tahliye olurken, müdahil tarafın yaptığı itirazlar usulde böyle bir şey yok denilerek reddedilirken, milletvekillerimiz halen tutuklular içeride. Milletvekilliği devam ettiği sürece hükümlülüğü devam ettirilemez. Tutuklular, sorguya çekilir vs., ama hüküm infaz edilemez. Ne zaman? Milletvekilliğinin düşmesi lazım. Nasıl? Ya hükümlülük parlamentoya tebliğ edilir, okunur ya da dönem sonunu beklersiniz bir daha milletvekili seçilmez, milletvekilliği düşer. Üyelik sıfatı varken siz onu cezaevine koyamazsınız.

Çünkü Anayasa şunu düşünmüş, demiş ki, ‘Bir milletvekilinin cezası kesinleşse bile o milli iradenin temsilcisidir, önce bir parlamentoya sorulsun, onu cezaevine koymadan önce. Parlamento eğer vekilliğini düşürürse infaza geçirsin, düşürmezse dönem sonu beklensin.’ ‘Kesinleşmiş hükümde bile onu cezaevine koymayın’ diyor Anayasa. Bırakın tutuklamayı. O kadar rahat tutuklamalar yaptınız ki. Şu anda ben hüküm giysem derhal serbest bırakılmam lazım. Bekleyeceksiniz benim vekilliğim düşsün. Yani hükümle birlikte yüzde 100 tahliye edilmem lazım. Düşünün tuhaflığı, garipliği. Hüküm kesinleştiği zaman otomatikman bin yıl da ceza alsam anında tahliye edilmem lazım. Derhal çıkmam lazım vekilliğim bitecek, tekrar geleceğim cezaevine. Ama siz tutuklamayı rahat uyguluyorsunuz. Bırakın hükmün infazını.

Peki ne yapıldı? Besime Konca ve Ferhat Encü tutukluyken ceza aldılar, biri 2 yıl biri 3 yıl. BAM’a gitti hızla onaylandı. Bu süre zarfında hemen çıkmaları gerekiyordu. 5 ay hükümleri, kendileri milletvekiliyken infaz edilmeye devam etti. En son parlamentoda Genel Kurul’da okutup arkadaşlarımın vekilliğini düşürdüler. Kovuşturma aşamasının tamamında hem bana hem arkadaşlarıma yaklaşım soruşturma aşamasından farklı olmalı.

İlginç bir örnekle bitireyim. Geçenlerde Diyarbakır’da bir öğretmene, imam hatipti yanılmıyorsam, kız öğrencisine taciz suçlamasıyla dava açıldı. Öğretmen kendisi. Tek bir gün gözaltına alınmadı. 4.5 yıl verildi, tutuklanmadı da. Yapılsın demiyorum, kişi özgürlüğü önemlidir yani. Gerçekten masum da olabilir. Fakat taciz ve tecavüzde ceza almış birisinin hükümle birlikte tutuklanmasına karar verilmedi.

Fakat Siirt Milletvekilimiz Besime Konca, tutukluyken 2 yıl ceza aldı, tahliyesine karar verilmedi. Geçmiş dönemde de 5 yıl yatmıştı. Henüz dosyadan da kesinleşmiş bir şey olmadığı için 5 yıl alacağı var yani. Mahsup yapıldı da öyle çıktı. Yargının bize karşı bu yaklaşımı doğru değil. Çok inciticidir. 4.5 yıl bir tecavüzcüye ceza veriyorsun, tutuklamıyorsun, eline kolunu sallayarak çıkıyor. Eyvallah çıksın da, bir milletvekiline 2 yıl ceza veriyorsun, tutukluluk halinin devamına diyorsun. Besime Konca milletvekilimiz mahsuben çıkıyor. Durum budur. Bir mola verelim, sonra devam ederiz.

15 Şubat 2018