Demirtaşın tutuklu olduğu davanın ikinci duruşmasında yaptığı savunmanın 8.bölümü

Günaydın, herkese teşekkür ve selamlarımı iletiyorum.

31 fezlekemin içeriğine dair kapsamlı bir değerlendirme yapıp, her bir fezlekede ayrı ayrı savunmaya geçmeden önce bir alt bilgi oluşsun diye Türkiye’deki demokrasi sorununun, Kürt sorununun alt planını, tarihi geçmişini anlatmaya çalışmıştım; bunun kısmen bölgesel sorunlarla bağlantısını anlatmaya çalışmıştım.

Çünkü fezlekelerde bana itham edilen, iddia edilen suçlamaların bir kısmı toplantı gösteri yürüyüşleridir,ki aslında bunlar da ifade özgürlüğü kapsamındaki suçlamalardır. Çünkü sadece sözle değil yürüyüşle de, protestoyla da, mitingle de insanlar düşüncelerini açıklayabilirler. Dolayısıyla fezlekelerin neredeyse tamamıdüşünce, ifade meselesiyle ilgili konulardır.

O halde bu düşüncelerim neyi ifade ediyor, neyi anlatmaya çalışmışım, tam olarak neye tekabül ediyor, hangi siyasi gelişmelere tekabül ediyor?Biraz daha kaldığım yerden devam etme ihtiyacı hissediyorum. Dün özellikle Türkiye’nin nasıl bir toplumsal yapılanma ile yeni yüzyılda yoluna devam etmesi gerektiğine dair hem kendi şahsi hem de partimin görüşlerini paylaşmaya çalıştım. Tabii ki bu görüşler bir günde oluşmuş görüşler değil. Her insanın görüşü uzun bir süreç çerçevesinde oluşur. Partiler için de bu böyledir. Partiler de görüşlerini, programlarını oluştururken tartışmalar yürütürler, çalışmalar yürütürler, çalıştaylar yaparlar, konferanslar yaparlar, araştırmalar yaparlar.

Nitekim hem DTP, yani benim ilk görev yaptığım, milletvekili seçildiğim partim DTP, daha sonra Eş Genel Başkanlığını üstlendiğim BDP ve son olarak da şu anda milletvekili olduğum ve bir müddet de Eş Genel Başkanlığını yaptığım HDP’nin görüşleri, hepsi birbirinden uzun tartışmalar, deneyimler, çalıştaylar sonucunda oluştu. İstikrarlı bir şekilde savunduğumuz görüşler de vardı. Tabii zaman zaman değişime uğrayan güncel, aktüel gelişmelere göre, ihtiyaçlara göre revize ettiğimiz parti programımız ve görüşlerimiz de oldu. Nitekim Türkiye değişiyor, dünya değişiyor, insanlık değişiyor, ihtiyaçlar beklentiler değişiyor; partiler de programlarını, kişiler de düşüncelerini buna göre değiştirmeli ve yenilemeli düşüncesinden hareketle bunları yaptık. Nitekim bazı fezlekelerde, bazı çalıştaylar, bazı toplantılar, bazı konferanslarda yaptığım konuşmalar, hatta o toplantıya katılmış olmamın kendisi bile terör örgütü üyeliği veya yöneticiliği olarak gösterildiği için özellikle bunu belirtiyorum.

DTK son derece meşru, legal, yasal bir yapıdır, bir platformdur

Partimin, şahsımın ve topluma aleni bir şekilde açıkladığımız görüşlerimizin gelişme aşamaları toplumdan bağımsız olmamıştır. Toplumun her kesimiyle yapılan tartışmalar neticesinde şekillenmiştir. Fezlekelerin büyük bir kısmı yapılan konuşmalar itibariyle demokratik özerklik üzerinedir.

İddia şudur ki; bu PKK’nin, Öcalan’ın talimatıyla uygulanmıştır. DTK, Öcalan’ın talimatıyla kurulmuştur. Bu bir terör yapılanmasıdır. Buna üye olanlar da veya toplantısına katılanlar da bu şekilde terör örgütünün yöneticiliğini, üyeliğini, destekçiliğini yapmışlardır. Hali hazırda Türkiye’nin birçok mahkemesinde benzer davalar sürdürülüyor. DTK ile şu veya bu şekilde ilişkili olan herkes hakkında bir soruşturma yürütülüyor. Kimileri işte hazırlık aşamasında, kimileri kovuşturma aşamasında.

Tabii ki, DTK son derece meşru, legal, yasal bir yapıdır. Bir platformdur. STK’ler, siyasi partiler, şahsiyetler, kanaat önderleri, akademisyenlerden oluşan ve AB ile uyum yasasındaki bir değişikliğe istinaden oluşmuştur. Nedir o değişiklik?“Sivil toplum örgütleri bir araya gelerek tüzel kişiliğe haiz olmayan platformlar oluşturabilirler.” Şu anda Dernekler Kanunu’nda bu yasa duruyor.

AB uyum yasalarında bu değişiklik yapılırken çıkarılma nedeni şuydu: O dönem Türkiye’nin çeşitli yerlerinde platform adı altında faaliyet yürüten kuruluşlar vardı, yapılanmalar vardı. Gerek kolluk güçleri, gerek soruşturma makamları, gerekse mahkemeler bu konuda tereddüt içerisindeydiler. “Nasıl değerlendireceğiz bunu, tüzel kişiliği yok, bu yapılanmayı nasıl alttan alacağız, suç oluşturuyor mu bu örgütsel yapı?”gibi tartışmalar vardı. Yargı birbiriyle çelişki halinde kararlar da veriyordu.

Örneğin demokrasi platformları, çevre platformları, kadın platformları, düşünce, inanç platformları; İstanbul’dan Diyarbakır’a,Hakkari’yekadar her yerde bu tür platformlar faaliyet yürütüyordu. Bu çelişkiyi ve yargıda kararlardaki bu uyuşmazlığı gidermek üzere kanunda bu değişiklik yapıldı ve platform tarifi yapıldı. DTK de o dönemde Diyarbakır’da faaliyette olan Diyarbakır Demokrasi Platformu’nun aslında çok daha gelişmiş, genişlemiş, büyümüş bir yapılanmasıydı. Diyarbakır Demokrasi Platformu, Demokratik Toplum Kongresi oluştuktan sonra sönümlendi. Onun yerini DTK aldı.

İnsanları veya toplumu yasalarla demokratikleştiremezsiniz

Dün ifade etmeye çalıştığım toplumun demokratikleşmesidir. Devletin demokratikleşmesi ise başka bir şeydir. O yasalarla olur, yönetmeliğiyle, kurum kuruluşların demokrasiye uygun işleyişiyle, hukukun üstünlüğü ile olur. Toplumdaki demokrasi ise yaşayarak, pratikte hayata geçirilerek inşa edilir. Kültüre dönüştürülür. İnsanları veya toplumu yasalarla demokratikleştiremezsiniz. Üstten bir toplumsal mühendislikle yapamazsınız. Hiçbir toplum bu şekilde demokrasiyi kültür haline dönüştürmez ve demokratik bir topluma dönüşmez. Bunun için bizatihi bunun pratikle yaşanması lazım. Bu ikili ilişkilerde de, aile içinde de böyledir, kadın erkek arasındaki ilişkide de böyledir. Medeni Kanun’da,“kadın ve erkek arasındaki ilişki demokratik olmalıdır” yazsanız da bu otomatikman böyle olmuyor. Bunun yaşayarak, deneyerek, yanılarak öğrenilmesi gerekir. Bizim demokratik toplumdan kastımız budur.

DTK demokratik yaşam deneyimidir

Nasıl öğrenecek peki toplum demokrasiyi? Devlet kendi içerisinde hukukun egemenliği konusunda bir demokrasi revizyonuna tabi tutulurken, toplum nasıl demokrasiyi tanıyacak, öğrenecek? Sözde, lafta biz demokrasiyi biliyoruz. Yani demokrasiden hiç nasibini almamış bir insana da sorsanız, demokrasiyi biliyordur, kendini demokrat olarak tanımlar, ama gerçek öyle midir? “Her birimiz kendimizi bu aynada görmeliyiz” dedik. Toplumla ilişkilerimizde, birbirimizle ilişkilerimizde, öteki diye tanımlanan kimliklerle, inançlarla ilişkilerimizde, devletle ilişkilerimizde demokrasi ilkeleri yaşama geçiyor mu? “Bunu ancak şu şekilde biz hayata geçirebiliriz ve topluma bir mekanizma yaratabiliriz; demokrasiyi yaşayabileceği, deneyimleyebileceği mekanizmalar yaratarak bizler STK’lar, siyasi partiler olarak bunun öncülüğünü yaparak, yaşadığımız toplumda hep birlikte demokrasiyi deneyimlemeye çalışabiliriz” tartışmaları üzerinden oluşmuş platformlardır bunlar. DTK de bütün bu sivil toplum örgütleri, platformlar, bahsettiğim bileşenlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir demokratik yaşam deneyimidir.

Burada kastettiğim nedir, biraz daha açmaya çalışayım. Toplumun her alanında sabah uyandığınızda evinizdeki insanlarla başlamak üzere sürekli ilişki halindeyizdir. Esnafla, şoförle, okulda arkadaşlarla, iş yerinde meslektaşlarla, kamu görevlileriyle, herkesle ilişki halindeyiz. Bu ilişkiler de normal olarak her gün rutin bir şekilde yürümeyebilir. Sorun çıkabilir, arızaçıkabilir, ki nitekim bu olduğu için hukuk doğdu. Toplumun içinden hukuk doğdu. Toplumsal hukuk bu şekilde oluştu. Bu işin devleti oluşunca da, devlete bağlı mahkemeler vs. oluştu.

Fakat toplumbütün sorunlarının devlet tarafından çözülmesini beklemek zorunda değil. “Kendi arasında çözebileceği, diyalog yoluyla, uzlaşarak çözebileceği her türlü sorununu, ekonomik sorununu, işsizlik sorununu, kanalizasyon sorununu, çevre sorununu, park sorununu, aklınıza ne gelirse doğrudan devletin yargı makamlarının yetki alanlarına girmeyen,kriminal suçlar dediğimiz ceza mahkemeleri ya da Yargıtay üst derece mahkemeleri gibi mahkemelerin yetki alanına girmeyen, fakat toplumda sulhla, uzlaşma ile çözülebilecek her türlü sorunun çözümü için diyalog kanalları yaratılmalıdır” dedik. Bunun için insanların bir araya gelebilme imkanları olmalı. Nerede bir araya gelecekler? Şimdi sendikalar var, ama onlar belirli meslek gruplarını bir araya getiriyorlar. Dernekler var, o derneğin tüzüğüne ve amacına uygun davranmak isteyenler o dernekte bir araya geliyor. Toplum içinde değişik örgütlenmeler var, fakat bunların kendi aralarında işbirliği, diyalog, sorun çözme konusunda mekanizmaları yeterince yok. DTK bu konuda bir rol üstlenmek üzere bir araya gelmiş bir yapılanma olarak kendini tanımladı.

“Sivil meclislere şeklinde halk kendisini örgütleyebilir” dedik

Nasıl? Bizler bir mahallede yaşayan topluluk olarak farklı etnik kimliklerden, farklı siyasi partilerden, farklı ideolojilerden olabiliriz. Fakat o mahallede yaşadığımız için o mahalledeki her türlü sorunun çözümü ile ilgili söz hakkımız olmalı. Mahallemize bir park yapılacaksa, mahallemize bir cami yapılacaksa, mahallemizin cemevi ihtiyacı varsa, mahallemizin kilise ihtiyacı varsa, okul ihtiyacı varsa; bunun karşılanması açısından devletin belediyesi var, ilgili il müdürlükleri vs. var. Fakat bunların o mahallede tüm yaşayanlar, topluluk tarafından ortak bir kanaat haline getirilebilip oralara iletilmesinin de bir yolu yöntemi yok. Dilekçe sunulabilir, ama bu da bireyseldir.

Dolayısıyla burada aslında toplumun içinde var olan köy meclisleri, aile meclisleri, geçmiş yıllarda aşiret meclisleri var.Çok daha gerilere giderseniz, toplum hep meclisler şeklinde bir araya gelerek kendi sorununu çözmeye çalışmıştır. Bizler de sivil meclisler şeklinde halk kendisini örgütleyebilir dedik. “Bizim mahallemizin şu sorunu var, belediye meclisine mahalle meclisi olarak şu sorunun şöyle çözülmesini istiyoruz” diyebileceği bir yapı acaba toplumda o demokrasiyi işletme, “biz mahallemizi kendimiz yönetiyoruz, sorunlarımızı bir arada çözmeye çalışıyoruz” duygusunu güçlendirir mi? Aynı zamanda kamu yönetimi, devlet yönetimi dediğimiz mekanizma hizmet sunarken, toplumun kendisi de hem hizmet sunma hem de denetleme mekanizmasına bu şekilde daha fazla katılabilir mi? Bir faydası bu olur dedik.

İnsanlar birbirine dokunacaklar, temas edecekler

İkincisi, bu tür platformlarda bir araya gelecek insanlar birbirine dokunacaklar, temas edecekler.  Çünkü tanımadığın şeyden korkarsın. Aleviler örgütlü, kendi içinde örgütlü. İslami hareketler örgütlü, kendi içinde örgütlü. Gayrımüslimler kendi cemaatlerinde örgütlü. Birbirine temas eden, dokunan çok az topluluk var. Bu da toplumun birbirine karşı sürekli bir önyargı, korku beslemesini sağlıyor; bu da toplumsal birleşme dediğimiz birbirinden korkmadan bir arada yaşama duygusunun gelişmesini engelliyor. Sorunların da çözümünü engellediği gibi, sürekli büyümesine yol açıyor.

Bir mahallede, bir şehirde bizim il genel meclislerimiz var, belediye meclislerimiz var; onlar da seçimle iş başına geliyorlar fakat temsilidirler. TBMM gibi temsili demokrasidir. Bizim doğrudan demokrasi dediğimiz yerel meclisler yoluyla bu insanlar bir yerde, işte belediyenin yapacağı halk evi, halk toplantı salonu olabilir, haftada bir, ayda bir, iki ayda bir mahallede yaşayan herkes bir araya gelip orada temas da etmiş olur dokunuş olur.

Toplum bu kadar paramparça olursa demokratik bir yaşam inşa etmek mümkün olmaz

Konuşmalarımızda uzun uzun anlatılmış, iddianamede yazılmamış; şu örnekleri verdik hep: Alevilerle ilgili önyargı vardır, kimde vardır sünniMüslümanda vardır. 500–600 yıllık geçmişi var, karşılıklı önyargılara dönüşmüş. Kürt’le Türk arasında önyargı vardır. Laikle dindar arasında önyargı vardır. Çoğu da birbiriyle ikili ilişkilerden kaçınırlar. Giderek de bu artıyor. Kutuplaşma dediğimiz şey mahallelerde gettolaşmaya kadar gidiyor. Kız alıp vermelerden, evini kiraya vermeye, işe alıp çıkarmaya kadar herkes artık kendisine yakın olanı istiyor; kimlik olarak, inanç olarak, hatta oy verdiği partiye kadar ayrışmaya doğru gidiyor. Bunu da önlemenin bir yoludur, çünkü başka türlü toplumda demokrasi inşa edemezsiniz. Toplum bu kadar paramparça olursa, o toplumda artık demokratik bir yaşam inşa etmek mümkün olmaz. Böyle bir toplumun demokratik yönetimi de mümkün olmaz. Devlet de giderek bu kamplaşmaya uygun bir şekilde pozisyon alır. Siyasi partiler kamplaşmaya uygun pozisyon alır. Bu pozisyon alma kamplaşmayı giderek derinleştirir. Ve iç çatışmaya kadar, her türlü sıkıntıya kadar gidebilir. O nedenle demokrasiyi tabanda inşa etmek lazım.

Muhafazakar Sünni Müslümanların yoğun olduğu bir mahallede Alevi bir aile oturuyor olabilir. Bu tür aylık haftalık, artık hangi periyodlarla bir araya gelirlerse, tartışacakları meclislerinde bir Alevi yurttaş o toplantıya katılıp, çoğunluğun muhafazakar, Müslüman, Sünni olduğu bir toplantıya katılıp kendini ifade ettiğinde mahalleli komşuları onu daha iyi anlayabilir. “Benim yaşadığım sorun şu, sıkıntı şu, şu nedenle ben bu ihtiyacımın karşılanmasının iyi olacağını düşünüyorum, siz komşularımın da buna destek olmasını istiyorum. Ben mahallede azınlığım, ama sizler de şu kolaylığı gösterirseniz, hep birlikte çözüm için kendimiz çözebiliyorsak kendimiz, değilse ilgili yetkililerden taleplerde bulunalım.”

Sorunun bu şekilde çözümü, mikro düzeyde bir araya gelişler özgür bir ortamda yapılabilirse, bu toplum artık giderek kendi sorununu özgürce tartışabilen, çözebilen, birbirini anlayabilen, birbirine saygı duyan ve demokrasiyi özümseyen, yaşayarak kültüre dönüşen bir topluma dönüşür. Toplumsal sivil örgütlenme dediğimiz budur.

Devlet artı demokrasi

Bu devletin alternatifi değildir. Devletle birlikte toplum örgütlüdür. Devlet artı demokrasi deriz biz buna. Bizim jargonumuzda, söylemimizde budur. Devlet artı demokrasi. Devlet kendi içerisinde demokrasisini kuracak, bu bir yapıdır, bunun dışında toplum da kendi içinde sivil yapısını kuracak. Her yerde, isteyen herkes yasaların, Anayasa’nın belirlediği sınırlar çerçevesinde bu tür örgütlenmelerini, tartışma platformlarını, meclislerini oluşturacak. Kendilerini ilgilendiren, kendi sorunlarını konuşacaklar, bir mahalle meclisi olarak oturup da anayasayı değiştirelim diye tartışacak değil. Kendi mahalle sınırları içerisindeki sınırlarla ilgili, yetkili veya ehildir veya hâkimdir. Öbür mahallenin sorunu onu ilgilendirmeyebilir, ama beş mahalleyi ilgilendiren bir kanalizasyon sorunu ise, beş mahalle kent meclisinde bir araya gelip o sorunu tartışır.

Kent meclislerinin temsilcileri de bölge meclislerinde bir araya gelebilir. Bunların hepsi önerme ve biz bunları denedik, olabilir mi, toplum bu şekilde sorunlarını çözebilir mi. İki tane temel ihtiyacı veya sorunu karşıladığımı söyledim.

Birincisi, kendi sorunlarını doğrudan çözmek konusunda hâkim olma, doğrudan karar mekanizmalarına katılma, kamu yönetimini etkileme, denetleme. İkincisi, birbirini tanıma, birbirinin bu konuda önyargılarını kırma ve toplumsal bütünleşmeye katkı sağlaması.

Üçüncüsü de, bu aynı zamanda kendini o devlete, o yönetime daha fazla bağlı hissetme, aidiyet duygusu geliştirme.

Bakın, bizim demokratik özerklikte tanımladığımız demokratik kısmı budur. Özerklik kısmını dün anlattım. Yerel meclisler, seçimle işbaşına gelmiş belediyeler veya il genel meclisleri, bunlara merkezin, anayasanın tanıyacağı özerklik yetkileri; 81 il olur, 7 bölge olur bunların hepsi tartışılır. Bunlar kamu yönetimidir.

Bir de işin demokratik kısmı dediğimiz, halkın kendi sorunlarını çözebileceği, birbirleriyle tartışıp, tanışıp, kaynaşmayı sağlayabileceği ve aynı zamanda “Ben de kendi ülkemi yönetiyorum. Mahallemi yönetmek suretiyle veya şehrimde söz hakkı olmak suretiyle ülkenin yönetimine katılıyorum” duygusunu geliştirmek. İşte o devlet o zaman bütün yurttaşların ortak devleti halini alır. Herkes kendini o devletin özgür bireyi, yurttaşı gibi hissedebilir. Bu devlet ve vatandaş arasındaki bağı güçlendirir, aidiyeti güçlendirir ve birçok sorunu çözer.

Şiddet arttıkça sözün, lafın yerini silah sesleri aldı

Kürt sorunun çözümüne nasıl bir katkısı var? Her Kürt yurttaş da bu şekilde yönetime katılmış olur. Dün ifade ettim, Kürt halkı Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar bir yönetim, bir devlet, bir mekanizma arayışına girdi. İsyanlar oldu, sadece burada değil; Irak’ta, Suriye’de, İran’da, şiddet olayları oldu, halen devam eden Kürt sorunuyla bağlantılı bir sürü sorun, sıkıntı var. Çözülmedi. Bizler bunu toplum olarak herkesle tartışmaya çalıştık.

Yani devletimiz budur, bir Kürt olarak bizim devletimiz budur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde herkese eşit hizmet sunan bir devlet olacak, her Kürt de hem devlet yönetimine doğrudan seçim yöntemiyle veya işte kamu yönetimine katılmış olacak, hem de her Kürt kendi mahallesinde, meclisinde, şurada burada kendi sorunlarını çözerek aynı devletin yönetimine sivil yurttaş olarak katılacak. 

Bu Kürdün de devleti, Türkün de devleti. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti hepimizin ortak devleti, bu vatan hepimizin ortak vatanı duygusu pekişmiş olur. Bu nedenle biz ‘Ortak Vatan, Demokratik Cumhuriyet’ sloganları kullandık seçim kampanyalarımızda. Ve istikrarlı bir şekilde Demokratik Toplum Partisi ve BDP ve HDP’de de seçim beyannamelerimizde, programlarımızda bunu savunduk.

Kısaca ifade ettiğim görüşümü buralarda kapsamlı bir şekilde savunduk. 2007’de parlamentoya girdiğimizde bir kitapçık halinde bunu basıp, 550 milletvekilimize dağıttık. Bu hiçbir zaman bir sağlıklı tartışma ortamı bulamadı ne yazık ki. Çünkü Türkiye’de çok az dönemlerde şiddet durdu ve tartışmanın önü açıldı. Şiddetin olmadığı dönemlerde, ölümlerin, çatışmaların olmadığı dönemlerde bizler tartışmaların önünü açabildik, büyütebildik. Şiddet arttıkça da bütün bu fikirler-tartışmalar maalesef bir kenara itildi ve sözün, lafın yerini silah sesleri aldı. Bu nedenle mesele ne anlatılabildi ne anlaşılabildi. Fezlekelerle ilgili, sırası gelince tek tek anlatacağım, işte hendek-barikat tartışmaları, işte şehir savaşları, müdahaleler ve bizim o zaman yaptığımız konuşmaların anlamı nedir? Daha iyi anlaşılabilmesi için bu altyapıyı oluşturmaya çalışıyorum, ki tam anlaşılsın.

Mıhallemileri ilk kez DTK toplantılarında tanıdım

Demokratik Toplum Kongresi, bir alternatif meclis olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin veya belediye meclisinin, il genel meclisinin alternatif meclisi değil.Destekleyen bir sivil platform olarak kendini örgütlüyor ve bugüne kadar tek bir şiddet eylemine dair ne pratiği vardır, ne kararı vardır, ne de eylemi vardır. Örneğini bulamazsınız.

Yaptığı faaliyetler çalıştaydır, mitingdir, konferanstır. Kamuoyu oluşturmak, toplantılarla herkesi bir araya getirmek, herkesin özgür fikrini özgürce ifade edip birbirini tanımasını sağlamaktır. Benim katıldığım Demokratik Toplum Kongresi’nin toplantılarında, hayatımda ilk defa tanıştığım insanlar oldu, kesimler oldu. Yani Türkiye’de yaşıyorlar, örneğin Mıhallemi diye kendini ifade eden, bizim Arap diye tanımladığımız, ama nüfusları neredeyse Ortadoğu genelinde 500 bini bulan, Türkiye’de ise yüzbinlerce yurttaşımızın olduğu, kendini farklı etnik kimlik olarak tanımladığı bir topluluk var. Biz hep Arap diye tanımlıyoruz. Fakat kendileri ‘hayır’ diyor, biz Arap etnik kimliğinden farklıyız.

İşte Mardin, Siirt, Batman o bölgelerde yaşayanlar. Mesela ben o toplantılarda tanıdım onları. Çıktılar, kendilerini ifade ettiler. Şu anda bizim bir milletvekilimiz var, kendini o kimlikten ifade eden milletvekilimiz var. Müslüman bir topluluk, ama Arap değiliz diyorlar, konuştukları dil-lehçe Arapça’ya benzese de,Mıhallemice diye farklı bir dil konuşuyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları bunlar. Demokratik Toplum Kongresi’nde tanıdım ben onları. Kürsüye çıktılar, konuştular, kendilerini anlattılar, sorunlarını anlattılar, beklentilerini anlattılar.

Buna benzer birçok toplumsal kesimle ben Demokratik Toplum Kongresi’nin toplantılarında tanıştım. Akademisyenlerle tanıştım, farklı siyasi partilerden insanlarla tanıştım. Yan yana gelmez, bir araya gelmez denilen siyasi partilerle biz Demokratik Toplum Kongresi’nin yaptığı çalıştaylarda bir araya geldik. Birazdan katılımcıların listesini size göstereceğim çalıştayların.

AKP’den DYP’ye, Cumhuriyet Halk Partisi’nden sosyalist partilere, İslami partilere, liberal kesimlere kadar. Bir masa etrafında toplandık, tartıştık, fikirlerimizi paylaştık. Son derece verimli oldu. Halen o günlerden kalan bizlerin dostlukları var. Çünkü dokunmak, temas etmek, birbirini tanımak önyargıyı kaldırdı. Hiç değilse, biz birbirimize düşman gibi bakmıyoruz. Birbirimizin fikrini beğenmesek de anlamaya çalışmanın kıymetli olduğunu anlıyoruz.

DTK bir şiddet örgütü değildir, şiddetin alternatifidir

Demokratik Toplum Kongresi böyle bir yapıdır ve halen faaliyetini sürdürüyor. Bizler onun üyesi olmakla, ”terör örgütü üyesi olmak, yöneticisi olmak”la yargılanırken, Demokratik Toplum Kongresi şu dakikada Diyarbakır’da bilinen adresinde faaliyetini yürütüyor. Çünkü yasa dışı değil. Çünkü gayri meşru bir çalışması yok. Kriminalize edip bunu bir terör örgütü gibi göstermenin de bahsettiğim çözüm anlayışlarına hiçbir faydası yok.

Bu nedir biliyor musunuz? Şiddet kullanmayın, silaha meyil etmeyin, dağa çıkmayın, başka bir alternatif var. Bir araya gelip sivil yöntemlerle, barışçıl yöntemlerle sorunlarımızı çözebiliyoruz, demokrasimizi inşa edebiliyoruz, başka yerlere meyil etmeyin demektir Demokratik Toplum Kongresi.

Bir şiddet örgütü değildir, şiddetin alternatifidir. Kendini tam olarak böyle örgütlemiştir. Ve Demokratik Toplum Kongresi’nin kuruluş dönemlerini ben çok iyi hatırlıyorum, hem İnsan Hakları Derneği’nin yöneticisiydim kuruluşun ilk zamanlarında, hem de kısa bir süre sonra milletvekili seçildim, siyasete girdim. Parlamentoda da, kulislerde de tartışmalar oluyordu.O zaman partimizin hükümetle doğrudan yönettiği bir çözüm süreci falan yoktu. Bütün siyasi partilerle ilişkilerimiz vardı.  Fakat anlayış şuydu; birçok bürokratla, emniyet müdürüyle ve başsavcıyla görüşmelerimizi ben hatırlıyorum. Aynen şu deniliyordu: “Bu son derece olumlu ve iyi bir gelişme. Şiddetten uzaklaşıp, şiddete meyil etmeden, insanların demokratik bir ortamda haklarını arayabilmeleri, fikirlerini özgürce söyleyebilmeleri. En radikal fikirler söylensin” ki söylendi ve soruşturma açılmadı o zaman. Çünkü devletin de hükümetin de yaklaşımı şuydu; biz ancak fikirlere geniş bir özgürlük alanı tanırsak, hatta bugüne kadar yaptığımızdan çok çok daha geniş bir özgürlük alanı tanırsak, yeri geldiğinde kanunları zorlayacak kadar, şiddetin alternatifini kalıcı hale getirebiliriz.

Bu nedenle Demokratik Toplum Kongresi sadece bizim tarafımızdan değil birçok siyasi parti, devlet ve hükümet tarafından da çok önemsendi, çok kıymet verildi. Çünkü gerçekten de biz toplumu şiddetten uzaklaştırmak, gençleri silahı bir alternatif olarak düşünmekten uzaklaştırmak istiyorsak, iyi bir alternatif sunmalıyız. Seçenek budur. Onu pratikleştirmeli ve onun başarılı olabilmesini göstermeliyiz. Anlayış buydu ve bu devlette de hâkimdi, yargıda da hâkimdi. Kim bundan rahatsızdı? Cemaat.

Bütün dinlemeler Cemaate aitti, çarpıtmalar Cemaate aitti. Çünkü bunun çözümü geliştirdiği ve güçlendirdiği o kadar görüldü ki, hızla bu dinlemeler yapıldı, birçoğu çarpıtıldı. Bana ait olmayan konuşmalar var, ortaya koyacağız daha sonra.

Bu gelişmelerden Cemaat rahatsızdı

Bu kadar komplo, kumpas sadece bize yapılsaydı yine anlaşılırdı da, Türkiye’nin her tarafında herkese yapıldı. Amaç neydi? Olası bir barışçıl çözümü önlemekti. Bunlar Milli İstihbarat raporuna dönüştürüldü. Milli Güvenlik Kurulu üyelerinin masalarına kadar gitti. Emniyet İstihbarat yapıyor bunu. MİT’te hâkim değillerdi bildiğimiz kadarıyla. Emniyet İstihbarat, kısmen Jandarma İstihbarat kırsal bölgelerde yürüttüğü faaliyetlerde.

Fakat Emniyet İstihbarat, adliyede kendilerine bağlı savcıdan,hakimden yasa dışı dinleme kararları alarak, usulüne aykırı olmasına rağmen dinleme kararları alarak yada önce dinlemeyi yapıp sonra kararlar alarak, dinledikleri şeyleri cımbızlayarak, kelimeleri çarpıtarak, kişileri çarpıtarak, tarihleri çarpıtarak çalıştılar; benim dosyamda da var, hepsi çıkacak ortaya.

Bunları bir istihbarat raporuna dönüştürerek dediler ki, Demokratik Toplum Kongresi kendini bir paralel devlet olarak örgütlüyor. Ve bu bir KCK yapılanmasıdır. Dediler KCK’nin şehir yapılanmasıdır. Devlet için büyük tehlikedir. Bunlar devlet içinde devlet kuruyorlar. Bunu söyleyen Cemaat’in raporlarıdır. O kadar etkiliydi ki, bürokraside, parlamentoda ve hükümette. MGK’ya kadar herkesi etkilemeyi başardılar. Ve 2009’da ilk KCK operasyonunu yaptılar.

Başsavcı FETÖ itirafçısı

14 Nisan 2009’da 51 üst düzey parti yöneticimiz, belediye başkanımız gözaltına alındı. Ben ve o dönemki Eş Genel Başkanımız Ahmet Türk’ün de içinde bulunduğu bir milletvekili heyetiyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı’nı ziyaret ettik. Makamında kendisiyle görüştük.

Biz siyasetçileriz, ama yargı makamından da şöyle bir beklentimiz var diye ifade ettik açıkça: Bir toplumsal barış arayışı içindeyiz, zorlu bir dönemden geçiyoruz, sıkıntılar çok fazla. Siz de zorlanıyorsunuz yargı olarak, biz de, hükümet de, farkındayız. Ama bir şans yakalamış durumdayız. PKK ateşkes ilan etmiş o dönemde. Biz, alternatif demokratik siyaset seçeneğini güçlendirmeye çalışıyoruz, hükümetle bu konuda sürekli görüşme, diyalog arayışı içindeyiz. Gerçekten umutlar çok yüksek. Erken seçim yapılmış, belediye seçimleri yapılmış. Ülkede yeniden bir normalleşme havası esiyor. Bir gün önce de PKK ateşkesi, tam hatırlamıyorum ama, süresiz uzattığını açıklamış, öyle bir şey. Bir gün sonra siz, 51 Kürt siyasetçisini, seçilmişini, belediye başkanını gözaltına alarak aslında iyilik yapmıyorsunuz. Varsa elinizde bu belgeler neden bugünü beklediniz? Çünkü 2 yıldır dinleme yapıyoruz dediniz. 2 yıl niye beklediniz?Niye 2 yıl boyunca beklediniz ve böyle bir gün operasyon yaptınız?

‘Biz sizi izlemeye devam edeceğiz, konuşmalarınızı’ dedi başsavcı. Bize diyor. ‘Konuşmalarınızı, yaptığınız siyaset tarzınızı izlemeye devam edeceğiz’ dedi. Bu yargının işi değil. Nasıl siyaset yaptığımızı halk izler, halk karar verir. ‘Bundan sonra operasyonlara devam edip etmemeye ona göre karar vereceğiz’ dedi. Açık dedi. Beş altı milletvekiliyiz,Eş Genel Başkan Ahmet Türk ve Emine Ayna ile birlikte. Tartıştık tabii ki de… Böyle olmaz dedik, yargı siyasetin nabzına göre nasıl operasyon yapar.

‘Elimizde çok liste var’ dedi,‘bu daha başlangıç.’ Daha sonra o dönem Diyarbakır Baro Başkanlığı yapan arkadaşlar da o başsavcı ile görüşmeler yaptılar, benzer izlenimler edindiler. En nihayetinde edindiğimiz izlenim şuydu; biz müsaade etmeyeceğiz sivil yapılanma falan adı altında örgütlenmenize müsaade etmeyeceğiz.

Biz, Ankara’ya gittik bakanlarla görüştük durum bu dedik. ‘Bakın bu iyi bir şey değil. Siz yaptığımız çalışmaların iyi olduğunu söylüyorsunuz, biz de iyi olduğuna inanıyoruz. Fakat Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı bunu yapıyor’ dedik. Başsavcının arkasında durdular, doğru yapıyor dediler, yargıdır müdahale edemeyiz dediler. Kim o Başsavcı? Durdu Kavak. FETÖ itirafçısı. Daha sonra İzmir’e başsavcı oldu. FETÖ’den açığa alındı, tutuklandı, şuan FETÖ itirafçısı.

Demokratik siyasetin güçlendirilmesine ve şiddetin, silahın yerini almasına geçiş dönemiydi

Böyle bir algı operasyonu, çarpıtma operasyonuyla karşı karşıya kaldık. Bakın, Demokratik Toplum Kongresi, bütün faaliyetleriyle mükemmel, kusursuz ve yüzde yüz yasalara uygun çalıştı demiyorum. Ama bir tolerans aralığı vardı ve o tolerans aralığına uygun çalışıyordu. Bir geçiş dönemiydi. Reel geçiş sivil, demokratik siyasetin güçlendirilmesine ve şiddetin, silahın yerini almasına geçiş dönemiydi.

Devlet, yargı, medya, toplum bu tolerans alanını geniş tutuyordu. Ciddi bir suç yoksa müdahale etmiyordu. Çünkü alışkanlıklar var, geçmişten kalma jargonlar var, yıllardır yürüttüğü çalışmalarla farklı bir siyasi çalışmaya angaje olmakta, adapte olmakta zorlananlar var. Böyle bir dönem.

DTK böyle bir dönemde kuruldu ve ayakta kalmaya çalıştı, bir suç örgütü olarak kurulmadı. Bir PKK’nin, KCK’nin kolu olarak kurulmadı. Yapmaya çalıştığı buydu. Oradaki arkadaşlarımız DTK’yi kuran, orada faaliyet yürüten herkes, AKP’nin birçok üyesi, il başkanı, milletvekilleri DTK toplantılarına katıldılar, görüş belirttiler, meclis toplantılarına katıldılar. İsimleri var burada tek tek anlatacağım.

Suç işlediler demiyorum, iyi yaptılar. Biz ancak böyle sorunlarımızı çözebiliriz. Şiddete alternatif oluşturmadan, efendim silahlar bırakılsın, şiddet dursun dediğinizde olmuyor, gerçekleşmiyor bu bir temenni olarak kalıyor. Bunun için bir şeyler yapmak lazım, pratik bir şeyler yapmak lazım. DTK de bunun bir parçasıydı. Bu barış sürecinin, toplumsal demokratikleşmenin bir parçasıydı, çabasıydı.

Az önce bahsettiğim, toplumda demokrasiyi inşa etmenin yapılarından, platformlarından biriydi. Tamamı değildi, biriydi. Biz de onun bir parçasıydık parti olarak, esnaf örgütleri de bir parçasıydı. İş adamları veya sendikalar da, onların örgütleri de bir parçasıydı. Herkes kendi cephesinden bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Biz sorunlarımızı şiddet olmadan da çözebiliriz anlayışını güçlendirmeye çalışıyorduk.

Cemaat tuzak kurmuştur

Önünüzdeki dinleme, fezleke tümüyle Cemaat’in memleketi birbirine düşürme operasyonunun dinlemeleri ve fezlekeleridir. Samimiyetle söylüyorum, kendimi kurtarmak için söylemiyorum.  Dinlemelerin içeriğinde benimle ilgili öyle ahım şahım suçlanacak bir şey yok. Fikirlerim, konuşmalarımdır. Fakat art niyetlidir, kötü niyetlidir. Bizim yapmaya çalıştığımız şeyi çarpıtıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Kürtlerin özgür, eşit yurttaş olarak, barış içerisinde yaşamasını sabote etme çabasıdır.

Başarmışlardır. 2007’de DTK yavaş yavaş toparlanıp kendini tarif etmeye başladığında, aynı anda onlarda dinlemeler, izlemeler, bilmem neye başlamışlardır. Oysa devlet kurumlarıyla, hükümet temsilcileriyle yapılan görüşmelerde söylenen şudur; sadece bana değil, topluma, kamuoyuna aleni  söylenen şudur: Sizler Demokratik Toplum Kongresi benzeri çalışmaları yürütebilirsiniz. Son derece  meşru ve faydalıdırdenmiştir. Örneklerini göstereceğim.

Meclis Başkanı’na kadar, bu çalışmalarda fikirlerinizi özgürce söyleyebilirsiniz, herkes düşüncesini özgürce açıklamalıdır. Şiddet silah olmasın.Ne söylüyorsanız, söyleyin. İsterse biri çıksın desin ki, “Ben Kürdistan’ın kurulmasını istiyorum.” Ama silah olmayacak, şiddet olmayacak. Amenna. Fikir özgür olsun. Bu denmiştir. Ve insanlar buradan aldıkları cesaretle bu toplantılara katılmış, kendini açıkça beyan etmiş. Kimi açık toplantılarda, kimi kapalı toplantılarda, kimi basın huzurunda.

Cemaat ne yapmıştır? Bunu bir tuzağa dönüştürmüştür, tuzağa. Kumpas budur işte. Devlet “gel” demiştir, “bu toplantılara katıl, sorun yok” demiştir, “fikrini özgürce açıkla” demiştir. Cemaat de aynı anda hepsini dinlemeye, izlemeye almıştır ve bütün bu dinlemelerin tamamını 2009’dan itibaren operasyona dönüştürmüştür. KCK Ana Dava, KCK Basın Davası, KCK Avukatlar Davası; davası da davası. Bize kadar geliyor işte.

Kürtlerin çıkışı Türkiye ile işbirliğindedir, Türkiye’nin çıkışı Kürtlerle işbirliğindedir

Eğer biz o dönem bu tür müdahalelerle karşılaşmasaydık, eminim siyaset çok daha doğru bir rotada ilerleyecekti. Şiddete karşı çok iyi bir alternatif oluşturacaktık biz. Demokratik siyaset inancı güçlenecekti. Ben bunu “oyumuz artacaktı” anlamında söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Partimizin oyu ile ilgili bir meseleyi tartışmıyorum. Toplumda bir arada yaşama, barış içerisinde yaşama, demokratik yollarla sorununu çözme inancı artacaktı. Ve belki PKK’ye silahları bıraktırmış olacaktık.

2007’den beri bu çalışmaları yürüttük, 2009’da sekteye uğradı. Çok önemli dönemlerdi o dönemler. Bakın neden önemlidir? Yargının bunu iyi anlaması lazım. Bugün Ortadoğu’da dönen operasyonlara bir bakın. Türkiye, kendi içindeki Kürt yurttaşlarıyla barışık bir sistemi kurmuş olsaydı, PKK tümden silahlarını Türkiye’ye karşı bırakmış olsaydı ve Türkiye’de tek bir silahlı eylem yapmamış olsaydı, bitseydi yani PKK’nin silahlı tüm faaliyetleri. Böyle bir sorun olmasaydı Türkiye’de. Ve Türkiye’nin Suriye’deki Kürtlerle diyaloğu, işbirliği güçlü olsaydı. 2009-2010. Bugün Türkiye bütün Ortadoğu’nun merkezinde ülke olacaktı.Değil Amerika’sı, Rusya’sı, dünyanın bütün güçleri bir araya gelse Suriye barış görüşmelerini Ankara dışında hiçbir yerde yaptıramazdı.

Soçi’de, Cenevre’de değil, Ankara’da olurdu. Çünkü Kürtlerin yüzü Şam’a, Bağdat’a, Soçi’ye, Cenevre’ye dönük değil. Suriye’deki Kürtlerin, dün anlattım. Onların milletvekili Meclis-i Mebusan’da iken Osmanlı sınırlarından ayrıldılar. Misak-ıMilli’nin parçasıydı. Bugün Afrin operasyonu tartışılıyor da kimse bu yönlerine bakmıyor. Türkiye’nin, Kürtleri her yerde Türkiye Cumhuriyeti’nin yanına alması lazım. Bin yıllık kardeşliğimizin gereği de budur. İttifak yapmaları lazım. Bütün Kürt hareketi, örgütlerinin de, silahlı, silahsız, Türkiye’ye karşı düşmanlık yapmaması Türkiye’ye karşı işbirliğini geliştirmesi lazım. Kürtlerin çıkışı Türkiye ile işbirliğindedir. Türkiye’nin çıkışı Kürtlerle işbirliğindedir.

Başka türlü, emperyal müdahaleler de önlenemez, başka türlü Ortadoğu’da barışın inşası da gerçekleştirilemez. İşte 2009’da, 2007’de kastettiğim bu gelişmeler bunların nüveleriydi. Başarabilseydik, bugün Türkiye Ortadoğu’da bambaşka bir güce dönüşmüş olacaktı. Kendi iç demokrasisi güçlü, toplumuyla barışık, komşu halklarla barışık…

Osmanlı Kürtleri hep sınır güvenliğinin teminatı olarak gördü, tehdit olarak görmedi

Türkiye’nin 900 kilometre sınırında Kürtler yaşıyor. Doğu sınırının yarısı resmi olarak İran’ın Kürdistan eyaleti, ismi Kürdistan eyaletidir. İran eyalet idaresiyle yönetiliyor. Yani Türkiye’nin sınırlarının üçte birinin etrafında Kürtler yaşıyor. Yani bu toplumun kardeşleri, binlerce yıl bir arada yaşamış kardeşleri yaşıyor. Osmanlı bunu hep sınır güvenliğinin teminatı olarak gördü, tehdit olarak görmedi. Ta ki Kürtler ayrılıp, Osmanlı’dan parçalanıp bir kısmı Irak’ta, bir kısmı Suriye’de kalana kadar. İran’daki Kürtler 1516’da Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla o tarafta kalmıştır. Yeni bir anlayış geliştirilmesi lazım, paradigmanın değişmesi lazım.

“Kürt eşittir düşman, Kürt eşittir terörist, Kürt eşittir bölücü” anlayışının, önyargısının kırılması lazım. Bugünkü politikalar Türkiye’nin barışına, güvenliğine hizmet etmiyor. Dünyanın bütün ülkeleri gelip Kürtlere yardım etmeye çalışıyorlar, bu Kürtlerin kara kaşı kara gözü için değil. Hepsinin kendi çıkarı var. Şu silah gönderiyor, bu tır gönderiyor, hepsinin kendi çıkarı var. Yeri geldiğinde hepsi de, en başta onlar Kürtleri vururlar, vuracaklar da.

Ama Türkiye’nin de, Kürtler işte çaresiz kaldılar, ezilsinler, yok olsunlar dememesi lazım. Devletin de, hükümetin de akıllıca bir politika ile oradaki bütün Kürtleri yanına alması lazım. Çünkü Kürtler partilerden, hareketlerden ibaret değildir. Bir halktırlar. Parti, örgüt, hareket dediğiniz bugün var yarın yoktur. Bizim partimiz de öyledir. Ama halklar hep vardır, olacaklar. Halkı yanına alması lazım, işbirliği yapması lazım. Bunun imkânlarını zorlaması lazım.

DTK başarılı olabilse, hedeflerine gerçekten ulaşabilse, 2007-2009’da bize bu müdahaleler gerçekleşmese, bize bu operasyonlar yapılmasa, ben bugün sırf DTK toplantısına katıldım diye terör örgütü yöneticisi sıfatıyla karşınızda yargılanmıyor olsam, çok daha iyi bir siyasi atmosfer oluşmuş oluşacaktı. Cemaat bunları bozmakla yargılanıyor, biz onların mağduruyuz, biz de sanığız.

16 Şubat 2018